TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
NİHAT ÖZDEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1997)
|
|
Karar Tarihi: 8/4/2015
|
R.G.Tarih- Sayı: 3/7/2015-29405
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Nihat ÖZDEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Pınar Melis EPİKMAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, bir gazeteci olan Fatih Altaylı’nın
internet sitesinde yayınlanan bir köşe yazısı ve iki televizyon programında
kendisi hakkında kullandığı sözlerin tahkir içerdiği halde başvurduğu hukuk
yollarından sonuç alamadığını belirterek şeref ve itibarın korunması hakkının,
adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/3/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 25/3/2015
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına,
dosyanın Genel Kurula sevk edilmesine ve başvurunun bir örneğinin Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 2/4/2015
tarihli yazısında, daha önce benzer olaylarda görüş bildirildiğinden yeniden
görüş bildirilmeyeceği belirtilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Türkiye’nin bilinen işadamlarından biri olan başvurucu,
ayrıca Türkiye’nin önde gelen spor kulüplerinden birinde de yöneticilik
yapmıştır. Bu nedenlerle kamuoyunca iyi bilinen bir kişidir. Gazeteci Fatih
Altaylı ise ulusal ölçekte yayın yapan gazetelerde çalışan bir gazeteci, köşe
yazarı ve televizyon programı sunucusudur.
8. Başvurucu, Fatih Altaylı’nın
www.fatihaltaylı.com.tr adlı internet sitesindeki 2/11/2007
tarihli “Nihat Özdemir Olayı”
başlıklı yazısı ile 6/2/2008 ve 16/4/2008 tarihinde yayınlanan “Olaylar ve Gerçekler” adlı programda
kendisi hakkında gerçek dışı açıklamalarla kişilik haklarına saldırıda
bulunduğu ve tarafı olduğu bir ceza yargılamasında henüz nihai karar verilmemiş
iken mahkum olduğu izlenimi yaratarak masumiyet karinesini çiğnediği iddiasıyla
Fatih Altaylı aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.
9. Davanın görüldüğü Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/12/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
"...
Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/269 esas
sayılı davasında davacıya ait Limak A.Ş. tarafından
yürütülen Cumhur Başkanlığı Muhafız Alayı inşaatı ile ilgili olarak ihaleye fesat
karıştırmak, resmi evrakta sahtekarlık, dolandırıcılık
suçlarından şirket temsilcileri ve muhtelif şahıslar yargılanmıştır.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/113 esas
sayılı davası derdest olup; davacı, kamu oyunda Mavi
Hat olarak adlandırılan Petrol Boru Hatları inşaatında yolsuzluk ithamıyla
yargılanmaktadır.
Muhafız Alayı İnşaatı ile ilgili Ankara 1.
Asliye Hukuk Mahkemesince verilen karar bozulmuş ve dava derdesttir.
Davacı veya şirketleri ile ilgili olarak
basında çok sayıda haber yayınlanmış olup bu haberlerde Botaş
ihaleleri ile ilgili olarak ‘Nihat Özdemir’in Şeref Trübününde,
ortağı kaçak Operasyon kapsamında Nihat Özdemir Serbest bırakıldı, ancak yurt
dışına çıkışı yasaklandı, beş tutuklama daha çıktı’ ‘Mavi Hat Operasyonu
kapsamında ünlü zenginlere dava açıldı… aralarında Nihat Özdemir gibi isimlerin
de bulunduğu 71 kişi hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak…vs suçlardan dava açıldı, Mavi Hatta Nihat Özdemir
sürprizi’ gibi açıklamalar yer almıştır.
Davalının TV programları metin haline
getirilmiş ve sülük olarak vasıflandırılan kişilerin vergi vermeyi aptallık
olarak görenler olduğu, davacının kastedilmediği, davacının ticari faaliyetleri
sebebiyle vergi vermemiş olması ve kendisi veya şirketi hakkındaki yolsuzluk
ithamları sebebiyle tutuklanmamış olmasının eleştirildiği görülmüştür.
Yayınlardaki amaç davacının kamuoyu önünde
küçük düşürülmesi değil, bazı kişilerin vergi vermemesi veya yolsuzluk
ithamları sebebiyle müeyyideye tabi tutulmamasından duyulan kaygıların dile
getirilmesidir.
Yargıtay Yüksek 4. H.H.nin
13/06/2006 tarih ve 2005/3738 esas, 2006/7165 karar
sayılı kararında açıklandığı gibi gazetecinin görevi o anda mevcut bilgilere
göre haber yapmaktır, polis ya da savcı gibi somut gerçeği aramak zorunda
değildir.
Davalının davacıyı küçük düşürme, kamuoyunun
kin ve nefretine yol açma düşüncesi taşımadığı, eleştiri sınırlarının dışına
çıkılmadığı, ceza davalarının beklenmesinde hukuki fayda olmadığı kanaatiyle
davanın reddi gerekmiştir."
10. Temyiz üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının
onanmasına karar vermiştir.
11. Onama kararına karşı yapılan düzeltme istemi aynı
Dairece, 22/1/2013 tarihli ilamla reddedilmiş ve bu
ilam başvurucu vekiline 18/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Bireysel başvuru, 18/3/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
13. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk”
başlıklı 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/3/2013 tarihli ve 2013/1997 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu,
i. Davalı tarafından kaleme alınan
www.fatihaltaylı.com.tr isimli internet sitesindeki 2/11/2007 tarihli “Nihat Özdemir Olayı” başlıklı yazıda
Çankaya Köşkündeki bir inşaatta yolsuzluk yapmakla itham edildiğini oysa bahsi
geçen inşaat ile ilgili Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/269 esas sayılı
dosyasında yürütülen davada sanık olmadığını, hakkında yargılama dahi
yapılmadığını,
ii. 6/2/2008 tarihinde Habertürk adlı
televizyon kanalında yayınlanan “Olaylar ve
Gerçekler” isimli programda, programın yayınlandığı tarih itibarıyla
kendisinin de taraf olduğu Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/113 esas
sayılı dosyasında derdest olan yargılamaya ilişkin olarak “başvurucunun tutuklanmamış olmasının bir hikmeti
olduğu; başvurucunun bir çete liderini arayarak telefonlarının dinlendiği
haberini verdiği ve çete vasıtasıyla ilgili bürokratlara 1,5 milyon dolar
rüşvet vereceğinin teminatını verdiği” biçimindeki beyanlarının adil
yargılanma hakkı ve masumiyet karinesini ihlal eder nitelikte olduğunu, nitekim
söz konusu dava kapsamında atılı suçlardan beraat ettiğini ve buna ilişkin
kararın 29/11/2013 tarihinde kesinleştiğini,
iii. Yine
yukardaki sözlerle birlikte aynı televizyon programının 16/4/2008
tarihli yayınında kendisi hakkında “vergi
sülüğü” ifadesinin kullanılması suretiyle de kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğunu,
belirterek hakkında gerçeğe uygun olmayan
beyanlarla yolsuzluk yaptığı yönündeki ithamlar nedeniyle masumiyet karinesi ve
adil yargılanma hakkının; tahkir içeren sözler nedeniyle de şeref ve itibar
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Anayasa’nın 2., 17., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğinin tespiti
ile yeniden yargılama ve tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
16. Başvurucu, davalının 2/11/2007
tarihli “Nihat Özdemir Olayı”
başlıklı yazısı ile 6/2/2008 ve 16/4/2008 tarihli “Olaylar ve Gerçekler” programında kendisi hakkındaki
açıklamaları hakkında şikayetçi olmakla birlikte başvuru formunda ve eklerinde
şikâyet ettiği açıklamaların yer aldığı yazı ve konuşma içeriklerini Anayasa
Mahkemesine sunmamıştır. Buna karşın başvurucunun esas olarak Ankara 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 21/12/2010 tarihli kararına karşı
bireysel başvuruda bulunduğu göz önüne alındığında söz konusu Mahkeme kararında
yer alan açıklamalarla sınırlı bir şikayette bulunduğu kabul edilmiş ve
bireysel başvuru incelemesi söz konusu Mahkeme kararının gerekçesinde yer alan
açıklamalar çerçevesinde yapılmıştır.
17. Başvurucu, gerçeğe uygun olmayan beyanlarla yolsuzluk
yaptığı yönündeki ithamlar nedeniyle adil yargılanma hakkının; tahkir içeren
sözler nedeniyle de şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini
belirterek Anayasanın 2., 17. ve 36. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve
şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
18. Bundan başka başvurucu, şikâyete konu makale ve
televizyonda dile getirilen yorumlar nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Çözümlenmesi gereken mesele, henüz kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararı olmadığı halde bir kişi hakkında isnat edilen suçları işlediği
izlenimi verecek şekilde haber ve yorum yapılması halinde, söz konusu
müdahalenin şeref ve itibarın korunması hakkı bağlamında mı yoksa masumiyet
karinesi bağlamında mı inceleneceğidir.
19. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz"
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
21. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair
kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence
altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Kürşat Eyol,
B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
22. Masumiyet karinesi, bir kimsenin suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar kamu yetkilileri tarafından suçlu ilan edilmesine karşı koruma
sağlamaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması
hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet
karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan, Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek
verilmesini gerekli kılar (bkz. Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
23. Yargılanan kişilere yönelik olarak, devlet görevlilerinin
ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya
bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu
olabilir. Buna karşın kamu menfaatine ilişkin konularda basın ve yayın
organlarında yazılar yayınlanmasının, haberlere ve yorumlara yer verilmesinin
beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (X./Norveç, B. No: 3444/67, 16/07/1970).
24. Somut olayda başvurucu, başvuruya konu makale ve
yayınlarla gerçek dışı ve asılsız iddiaların kanıtlanmış gerçeklermiş gibi
kamuoyuna aktarıldığını ileri sürmüştür. Buna karşın başvurucu, bu şekilde
yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü kullanan organ veya yetkili
hakkında şikâyetçi olmamıştır. Başvurucu, genel olarak yayınların yapılması
sırasında ve daha sonra derece mahkemelerinde yapılan yargılama sırasında
devletin, itibarını korumadığından şikâyetçi olmuştur.
25. Bu çerçevede, başvuruya konu makale
ve televizyon programlarındaki yorumlarda yer alan bazı ifadelerden, suçluluğu
ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve
suçlu olduğu inancı yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet
yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya devlet yetkililerinin söz konusu
haber ve yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikâyette de
bulunulmamıştır. Tüm bunlar göz önüne alındığında mevcut başvuruya konu
şikâyetin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
26. Başvurucunun, söz konusu gazetede yayınlanan yazı
nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğüne ve Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca
başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu
şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
27. Mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına
alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması
gerekmektedir.
28. Öte yandan başvuru konusu olaya benzer olaylarda
uygulanacak ilkeler 30/6/2014 tarihli ve 2013/5574
sayılı İlhan Cihaner
kararında ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda, sözü geçen kararda belirtilen
ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır.
a. Genel
İlkeler
i. Kişinin Manevi
Bütünlüğü
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
30. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah
Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Başka bir deyişle kişisel itibarın
korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması
altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın
yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 42).
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişisel şeref ve
itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı
hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin
8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve
Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve
30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre,
(kk), B. No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında görülmüştür.
32. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar
nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz.
Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner, §
44).
33. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir
ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca, öngörülebilir şekilde, kişinin kendi
eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet
etmek için Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (İlhan Cihaner, § 45, 56; benzer
bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52).
34. İnceleme konusu olan dava gibi davalar nedeniyle söz
konusu olan, devletin, başvurucunun şeref ve itibarına sağladığı korumanın
yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddeleri esas
olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa
da söz konusu maddeler sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmaktan
kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına
etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir.
Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak
şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına
alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8.
maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X
ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Von Hannover/Almanya (no
2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel
itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da
başvurulabilir (bkz. İlhan Cihaner, § 47).
35. Başvuruya konu televizyon programlarında ve bir internet
sitesinde yayınlanan makalede, başvurucu hakkında Çankaya Köşkündeki bir inşaat
işinde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla kovuşturma yapıldığı, Mavi Hat isimli
petrol boru hattı işinde yapılan yolsuzluk nedeniyle başvurucu hakkında dava
açıldığı, başvurucunun vergi vermediği ileri sürülmüş ve bazı detaylara yer
verilmiştir. Söz konusu haberlerdeki iddialar nedeniyle başvurucunun kişisel
itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir.
ii. İfade Özgürlüğü ile Basın Özgürlüğü
36. Mevcut başvuruda başvurucunun
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel
itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28.
maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı
olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü
arasında bir denge kurulması gerekmektedir (bkz. İlhan Cihaner, § 49). Bu sebeple, bu özgürlüklerin
kullanımıyla ilgili genel ilkelerin belirlenmesi gerekir.
37. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin
kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
38. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi
kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
…”
39. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz,
yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B.No:
2013/2602, 23/1/2014, § 43).
40. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha
ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel
düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Bu madde, basılmış
materyalleri kapsayacak, ancak görsel ve işitsel iletişim araçlarını dışarıda
bırakacak şekilde düzenlenmiştir. Nitekim düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa’nın 26. maddesinde “…radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla
yayımların izin sistemine…” bağlanabileceği belirtilerek, bu
iletişim araçlarının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden
yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir. Anayasa’nın 28. maddesine ilave
olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede basın
araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu
tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma
hakkı düzenlenmiştir. Dolayıyla, Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim
araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim araçlarından ayrılarak özel
olarak korunmuştur (bkz. Abdullah Öcalan,
B.No: 2013/409, 25/6/2014, §
68; İlhan Cihaner, § 53).
41. İnternet ve diğer sosyal mecralarda makale yayınlama ve
televizyon gibi kitle iletişim ve yayın araçlarında yorum yapma özgürlüğünün
ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Yukarıda gösterildiği gibi Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha
ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar altında
başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın 26.
maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.
42. İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve
özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de düşüncenin
yayılmasının başlıca aracı olan basın özgürlüğü de ifade özgürlüğünün
kullanılma biçimlerinden biridir. Basın özgürlüğü, Sözleşme’de
ayrı bir madde olarak değil ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında
koruma altına alınmıştır. Sözleşme’nin 10. maddesi, yalnızca düşünce ve
kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır
(bkz. İlhan Cihaner,
§ 54).
43. İnternet ve televizyon gibi görsel ve işitsel iletişim
araçlarının, modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak
ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal
değeri bulunmaktadır. İnternetin ve görsel ve işitsel iletişim araçlarının
sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama,
karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez niteliktedir.
44. AİHM içtihatlarında da ifade özgürlüğünün demokratik
toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin
gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğu sıklıkla
vurgulanmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak
üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız
veya ilgisiz kabul edilen “bilgi”
ve “fikirler” için değil,
incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli
olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre
ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik
bir toplum”dan
söz edilemeyecek olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir
gereğidir. 10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise
de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna
edici olması gerekir (bkz. İlhan Cihaner, § 55; başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
45. Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını
gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif
olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanabilmesi,
açıklanan düşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi gerçekleştirme konusunda
ilgililerin ikna edilebilmesi çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu
itibarla ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için
yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan,
§ 74; İlhan Cihaner,
§ 56).
46. Özgür bir siyasal sistemde, devletin eylem ve
işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda
kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya
görsel basın kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve
ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma
süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde
işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına
almaktadır (bkz. İlhan Cihaner,
§ 57; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986,
§ 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım
ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00,
64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve
İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple
basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM,
E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997; Abdullah Öcalan, § 75).
47. AİHM, birçok kez demokratik bir toplumda basının oynadığı
temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının şöhret ve
haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması gerekse de
basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren
her konuyu iletme görevi vardır. Onun böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan
ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın, vazgeçilmez “gözetleyici” (watchdog)
rolünü oynayamazdı (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59 ve 62; Pedersen
ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No:
49017/99, 17/12/2004 § 71).
48. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir
durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı
mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka,
B. No: 15890/89, 23/9/1994,
§ 31) göz önünde bulundurulmalıdır (bkz. İlhan
Cihaner, § 59).
49. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür
olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın
özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa
da (Prager ve Oberschlick /Avusturya,
B. No: 15974/90, 26/4/1995,
§ 38) bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygı göstererek
doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket
etmelerini de zorunlu kılmaktadır (Bladet Tromsø ve Stensaas
/ Norveç [BD], B. No: 21980/93, 10/5/1999, § 65; bkz. B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 60).
50. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması
bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana,
kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları,
varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi
zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden
uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan
söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri
hallerinde geçerlidir (bkz. İlhan Cihaner, § 61; AİHM kararı için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 54-55).
51. Sınırlanabilir birer hak olan ifade özgürlüğü ile onu
tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan
temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandırmalardan biri
olan “başkalarının şöhret veya haklarının,
özel veya aile hayatlarının” korunması için konmuş olan
sınırlandırmalara uyması gerekir (bkz. İlhan
Cihaner, § 62).
52. Son olarak halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı
vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli fikir ve tutumlarının iletilmesi ve
bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini
sağlamaktadır (bkz. İlhan Cihaner, § 63; başka pek çok karar yanında aynı
yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya,
B. No: 9815/82, 8/7/1986, §§ 41-42; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94,
25068/94, 8/7/1999, § 48).
iii. Olgusal İddialar ve Değer Yargıları
53. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvuranı
eleştiri sınırını aşan bir saldırıdan korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları
incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük
ölçüde, dava konusu televizyon programlarında ve makalede dile getirilen maddi
vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile
ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir
ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de, değer yargılarının
doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. İlhan Cihaner, §
64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46).
iv. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun
Kriterler
54. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale veya sözlerin sahibi tarafından
Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makale veya
sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına
dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu hakların her ikisi de prensip
olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (bkz. İlhan Cihaner, § 65; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Von
Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 106).
55. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi
içtihadında ortaya konulan ölçütlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
İfade özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla
ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan ve Mahkememizin 2013/5574
numaralı İlhan Cihaner başvurusunda benimsenen kriterler aşağıda sayılmıştır (bkz. İlhan Cihaner, §
66-73).
α) Kamu yararına katkı
56. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların
basında çıkmasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover/Almanya (no
2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususların belirlenmesi
ihtilaflı yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın şartlarına da
bağlıdır. Ancak sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili
olduğu ( bkz. Egeland ve Hanseid/Norveç,
B. No: 34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda böyle bir yararın
varlığı kabul edilmelidir.
β) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi
ve haber veya makalenin konusu
57. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı,
röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki ölçütlerle
bağlantılı önemli başka bir ölçüt oluşturmaktadır. Burada sıradan bireyler ile
kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri
ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi kişisel itibarına
saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkin özel bir
korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için
bu derecede bir koruma söz konusu değildir (kamu tarafından tanınan kişiler
için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k),
B. No: 14991/02, 14/6/2005). Mesela resmi bir görevi
yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya
katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir haber ile böyle bir görev yerine
getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir
haber, bir tutulamaz (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 63).
58. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir
demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü
olan “gözetleyici” (watchdog) fonksiyonuyla örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu
rol tali önemdedir. Aynı şekilde kamunun bilgilenme hakkı, kamuda tanınan
kişilerin, kamu görevlilerinin ve özellikle de siyasi kişiliklerin özel
hayatlarının çeşitli boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de,
yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin
sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar hakkında olması ve belli bir kesimin
bu konudaki merakını gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili
kişiler belli bir üne sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan
bahsedilemez (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 65). Bu en son durumda ifade
özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerekir (Von
Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 66).
γ) İlgili kişinin önceki davranışı
59. İlgili
kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı
bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer
almaktadır (Von Hannover/Almanya (no
2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 § 111).
δ) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
60. Bir
gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayımlanma şekli ve
hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne
alınmalıdır (bkz. Wirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsgesellschaft
m.b.H./Avusturya (no 3), B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005,
§ 47). Ayrıca haber veya makalenin, ulusal
veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede yayımlanmış olmasına göre, yayım
genişliği de önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B.
No: 53678/00, 16/2/2005,
§ 47).
ε) Haber veya makalenin yayınlanma
şartları
61. Son
olarak, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer
alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında
değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından
müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini
ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
b. Bu ilkelerin mevcut olaya uygulanması
62. İlk olarak, davalının başvuruya konu sözlerinin olgular
temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun
merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap
verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber, yazı veya televizyon programında dile
getirilen yorumların kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin
söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına veya sözlerin söylenmesine o
kadar çok boyun eğmesi gerekir. Aksine, yazı veya sözlerin bilgilendirme değeri
ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması
gerekir (bkz. İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014,
§ 74).
63. Başvurucu, kendisi hakkındaki sözü geçen makale ve
sözlerin gerçeğe aykırı olduğunu, yazı ve sözlerin bütününün kendisi hakkında
suçlayıcı iddialara yer vermek suretiyle itibar ve kişilik haklarına zarar
verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, açtığı tazminat davasında İlk Derece
Mahkemesinin ve Yargıtayın, itibarını korumadıklarını
şikâyet etmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde davalının kendisi
hakkında “çete liderini arayarak
telefonlarının dinlendiği haberini verdiği ve çete vasıtasıyla ilgili
bürokratlara 1,5 milyon dolar rüşvet vereceğinin teminatını verdiği” biçiminde
bazı sözler söylediğini ileri sürmüş ise de hem şikâyet konusu internet
makalesi hem de televizyon programının çözümleri Anayasa Mahkemesine
sunulmamıştır. Davalı başvurucunun iddia ettiği sözleri söylemiş olsa bile
başvurucunun sunduğu belgelerden söz konusu sözleri dava ettiği de açık
değildir. Derece mahkemesi kararlarında davalının makale ve televizyon
programlarında dile getirdiği ve başvurucunun dava konusu ettiği bazı iddialar
tartışılmış, başvurucunun zikrettiği yukarıdaki sözler değerlendirilmemiştir.
64. Başvurucu, Çankaya Köşkündeki bir inşaat işinde yolsuzluk
yapıldığı iddiasıyla kovuşturma yapıldığını, söz konusu kovuşturmanın Ankara
11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/113 Esas sayılı dava dosyasında görüldüğünü,
kendisinin burada yargılanan sanıklardan biri olmadığını, dolayısıyla davalının
doğru beyanda bulunmadığını iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi, Çankaya
Köşkündeki yolsuzluk iddialarına ilişkin olarak başvurucunun sahibi olduğu
şirketin adının karıştığı ve şirket temsilcileri ile muhtelif bazı şahısların
Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığını, ayrıca başvurucunun Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesinde “mavi hat”
olarak bilinen petrol boru hattı inşaatında yolsuzluk yapıldığı iddialarıyla
yargılandığını tespit etmiştir. İlk Derece Mahkemesi ayrıca, olayların geçtiği
tarihte başvurucu hakkında pek çok basın yayın organında çeşitli suç soruşturma
ve kovuşturmalarına ilişkin olarak haberler yapıldığını gözlemlemiştir.
65. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğu yönündeki soyut değerlendirmelerine karşı, davalı
söz konusu makale ve programlardaki bilgilerin daha önce başka gazetelerde yer
aldığını ve kendisinin esas olarak bu haberlerde yer alan bilgilerden
faydalandığını, haberin görünür gerçeğe uygun olduğunu ileri sürmüştür. İlk
Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak
görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi
ile reddetmiştir.
66. Başvurucu ayrıca, davalının “sülük” diyerek kendisine hakaret ettiğini ileri sürmüştür.
İlk Derece Mahkemesi, davalının başvurucuya sülük demediğini, davalının sülük
olarak adlandırdığı kişilerin vergi vermeyenler ve vergi vermeyi reddedenler
olduğunu kabul etmiş, davalının ticari faaliyetleri nedeniyle vergi vermeyen ve
hakkında yapılan yolsuzluk soruşturmalarında tutuklanmayan başvurucuyu
eleştirdiğine karar vererek davayı reddetmiştir. Somut davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı “sülük” gibi sert sözlere kendisinin
verdiği anlamın ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiştir. Mahkeme davalının
sözlerinin hedefinin başvurucu olmadığını kabul etmiştir. Davalının sert
sözleri doğrudan başvurucuya yönelttiği de yeterince açık değildir. Ayrıca
davalının kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam da
yüklenmemelidir.
67. Davalı, internet sitesinde yayınlanan makalesinde ve
televizyon programlarında esas olarak, başvurucunun adının Çankaya Köşkündeki
bir inşaat yolsuzluğu iddialarına karıştığını ve vermesi gereken vergiyi
vermediğini iddia etmiştir. Söz konusu televizyon programında ayrıca vergi
vermeyenler “vergi sülüğü” olarak
tanımlanmıştır. Dolayısıyla, söz konusu makale ve televizyon programında sarf edilen
sözlerin, bir ölçüde, genel yararı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sundukları
kabul edilebilir. Bu hususla ilgili olarak, basının genel yararı ilgilendiren
bütün sorunlar hakkında bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve
fikirleri alma hakkının eklendiği unutulmamalıdır.
68. Son olarak başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde
ve halen Türkiye kamuoyunda oldukça tanınan bir işadamı olduğu ve itiraz
götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu
iddia edilemez.
69. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu haber ve yazının, genel çıkarı ilgilendiren bir
tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin
yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu
yazıda ve televizyon programlarında geçen olayların gerçekliği meselesine
eğilmiş ve yayınların yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayınların
içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve başvuruya konu
sözlerde geçen olayların “görünür gerçekliğe
uygun” olduğuna karar vermiştir.
70. Diğer yandan başvuruya konu sözlerde abartıya kaçılmadığı
da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37). Nitekim somut olayda başvurucu, İlk Derece Mahkemesine açtığı davanın
dilekçesinde “gerçeği yansıtsa bile
kullanılan dil ve ifadenin incitici ve aşağılayıcı olduğunu, davacının muhafız
alayı inşaatı ile ilgili olarak yargılanmadığı, davacı hakkında devam eden ceza
davasının sonuçlanmaması sebebiyle suçlu olarak gösterilemeyeceği”ni ileri sürmüştür. Buna
karşın İlk Derece Mahkemesi başvuruya konu ifadeleri değerlendirmiş ve bu
ifadelerin hukuka uygunluk sınırları içerisinde kaldığına karar vermiştir.
71. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve
yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları
da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan sebeplerle bu
maddenin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ ve Serdar ÖZGÜLDÜR bu
görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden
başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY
BİRLİĞİYLE,
2. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Serruh
KALELİ ve Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyları
ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvurucu,
bir gazetecinin kendisi hakkında köşe yazısı ve televizyon programında
kullandığı tahkir içerikli sözleri nedeniyle Ankara 2. Asliye Hukuk
mahkemesinde açtığı (2008/304 E., 2010/399 K. sayılı)
manevi tazminat davasının reddedilmesi ile şeref ve itibarın korunması
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Bu kapsamda davalının, kendisini Ankara 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/269 E. ,2007/330 K. sayılı ancak taraf olmadığı ve
yargılanmadığı bir davanın sanığı olarak gösterip yolsuzluk yapmakla itham
ettiği, ayrıca Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/113 esas sayılı
dosyasının yargılama sürecinde yazdığı yazı ve yaptığı TV programlarıyla benzer
ithamlar yönelttiği ancak bu davada yargılanıp beraat ettiği, 16.04.2008
tarihli TV programında kendisine karşı “vergi sülüğü” (Yargıtay tarafından da
hakaret olarak kabul edilmiş) ifadesini kullandığı, anılan nedenler ile
masumiyet ilkesinin, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve kişilik
haklarının zarar gördüğü nedenleri ile mahkememize başvurduğu anlaşılmaktadır.
Dosyanın
mahkememizce müracaatını takiben yapılan ön incelemesinde komisyona sunulmasına
engel bir eksiklik bulunmadığı tespit ile dosya görüş için Adalet Bakanlığı’na
gönderilmiştir.
Bakanlıkça
cevabi bir görüş bildirilmeyen dosya, mahkememiz raportörünce başvurucuya ait
şikayetlerin, başvurucu hakkında ithamlara karşı açtığı manevi tazminat
davasının gerekçeli kararında yer alan hususlar ile sınırlı bir başvuru olduğu
kabulü ile, derece mahkemesi kararında yer alan
açıklamalar doğrultusunda bir inceleme yapıldığı söylenmiş ise de (karar
paragraf 16) başvuruya esas karar içeriğinde yer alan, başvurucunun da atıfta
bulunduğu ve derece mahkemesi kararında da yer alan ilgili ceza davası dosya
içerikleri ya da hakarete konu derece mahkemesi dosyasında mevcut metin haline
getirilmiş asli delil niteliğindeki TV program içeriklerinin ihlal iddiaları
kapsamı karşısında bir değerlendirilmesi yapılmamıştır.
Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülen başvuruya konu iddia,
masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı kapsamında da yukarıda adı geçen
Ağır Ceza Mahkemesi dosya içeriklerinde, hakaret içerikli kişilik haklarına
saldırı nitelemeli şikayet ise olaylar ve gerçekler
başlıklı TV program akışında geçtiği anlaşılmaktadır.
Anayasa
Mahkemesi iç tüzüğünün 69. maddesi bireysel başvuru dosyalarında inceleme
sırasında muhtemel ya da gerekli görülecek eksikliklerin giderilmesi amacı ile
durumuna göre Genel Sekreterlik, komisyon ya da Bölüm tarafından süre verilerek başvurucu ile yazışma
yapılabileceğini, değerlendirmeye alınacak bilgi ve belgelerin istenebileceğini
bu itibarla başvurucuya kesin süreler verilebileceğini ifade etmektedir.
Hatta
bir bireysel başvuruda duruşma, tanık dinleme veya keşif yapabilme yetkisi olan
mahkemenin temel bir hak ihlali iddiasını, iş yoğunluğu baskısı ile şikayetçinin kendince yaptığı bir sınırlama ve işin özünün
gerektirdiği belge düzenine ilişkin varsa bir eksiklik gidertilmeden
başvuru belgesi kapsamında değerlendirilmesi, hak ihlalinin giderilmesine
odaklı bir mahkemenin çalışma düzeninden sayılmamalıdır.
Bu
halde, somut bir hakaretin 17. madde kapsamında değerlendirilmesinde bir hak
ihlali yaratıp yaratmadığı, mahkemece yapılmış değerlendirmenin hukuki
belirliliğe uyup uymadığı ya da kararda keyfi ya da bariz bir taktir hatası yapılıp yapılmadığının denetiminin şikayete
esas bilgi ve belgelerin eksiksiz incelenmesinden geçeceği açıktır.
Başvurucu
vekilinin başvurusunda var olan eksiksiz bilgi ve belge verme sorumluluğunun
yanında, mahkememizin de bir hak kaybının önüne geçmek adına dosya esasına
müessir gördüğü eksik bilgi ya da belgeleri dosya karara bağlanmadan her
aşamada talep etme zorunluluğu vardır. Mahkememizin birçok kararında görüleceği
üzere olaylar ve olgular başlığı altında yapılan değerlendirmeye geçerken ilk
paragrafımız başvuru formunda yer alan hususlar dışında ihtiyaç duyulduğunda
UYAP üzerinden derlediğimiz bilgilere de atıf yaparak inceleme yaptığımızı ifade
ettiğimiz görülecektir. Anılan dosyada bu gerek yerine gelmemiştir.
Mahkememiz
kararına esas alınmış salt gerekçeli karar metni üzerinden yapılacak bir
değerlendirmede bile ilk derece mahkemesinin davalının internet adresinde yer alan
başvurucuyu muhatap alan şikayet konusu içeriklere yer
verdiği, Yargıtay 4. Ceza Dairesi ilgili bir kararında bile hakaret niteliğinde
sayılan “vergi sülüğü” ifadesinin hakaret içerdiğinin anlaşılabileceği ancak
mahkemenin bu ifadenin davacıya yöneltilmediği ya da davacının kastedilmediğini
anladığı, atıfta bulunduğu iki farklı Ağır Ceza Mahkemesi dosyalarında ki
başvurucunun sosyal konumlarına ve hakkında ki hukuki sonuçlarına yer vermediği
görülmektedir.
Karar
bu içeriği ile şikayetler yönünden hak ihlali
değerlendirmesine yeterli değildir. Şikayetlerin dosya
bütününde yapılmaması eksik belge ve bilgilerin istenmemesi usulü bir eksiklik
olup başvurunun bu haliyle değerlendirilmesine katılınmamıştır.
Somut
olayın esası yönünden ise;
Başvurucunun
ihlal iddialarının değerlendirilmesi için sunduğu bilgi ve belgelerle sınırlı
olarak yapılan incelemede;
Sanığı
olmadığı ama konusu ihaleye fesat karıştırmak, resmi evrakta sahtecilik,
dolandırıcılık suçları olan görülmekte bulunan bir ağır ceza mahkemesi davasında
yargılanıyor gösterilmek suretiyle anılan suçlar kapsamında zan altında bir
şahıs hüviyetinde gösterilmek suretiyle kamu oyunda
tanınmış kişiliğine karşı hiç kimse tarafından hoş karşılanmayacak bir
olgu/sanı yaratma olgusu,
Başvurucuya
yönelik bir yargılama hakkında kamuoyuna haber iletme görev sınırını aşarak
suçluluğun kesinleşmediği süreçte bir “itham”ın
varlığının suçlu sayılmak, nitelenmek için yeterli olmadığı ve başvurucu
hakkında yolsuzluk, hukuksuzluk yaptığı yollamasına meşru taban ve yasal koruma
sağlamadığının dikkate alınmaması ve hal böyle iken;
Başvurucunun
vergi ödemesi gereken kişilerden olmasına rağmen vermesi gereken vergiyi
vermediğinden söz ettikten sonra bir genelleme ile vergi vermeyene “vergi
sülüğü” denilir şeklindeki söylem ile davacının kastedilmediğini ifade eden ilk
derece mahkeme kararı ile,
Vergi sülüğü ifadesinin Yargıtay 4. Ceza
Dairesi içtihadı ile doğrudan hakaret suçuna sebep olduğunun dikkate alınmamış
olması değerlendirildiğinde,
İfade hürriyetini basın yoluyla kullanan yönünden, hakaret
içeriği yargı uygulamaları ile de kabul edilmiş somut da sarf edilmiş sözlerin,
başvurucunun kişisel itibarını hedeflemiş olduğu, AİHS 10. maddesinde korunan
bu hakkın sınırlarının bulunmadığının söylenemeyeceği, hakkı kullananın görev
ve sorumluluk bilincinin Anayasa’nın 17. maddesince kişiye tanınan varlık
kapsamında, bireyin şeref ve itibarını korumayı aşan ve manevi varlığına zarar
verecek boyutta olmaması ile sınırlı ve dengeli olmak zorunluluğu taşıdığı, ilk
derece mahkemesince verilen ve bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir
saygıyı sağlamak için gerekli pozitif yükümlülük taşımayan, kişisel itibarı
korumayı sağlamaktan uzak, doğrudan başvurucuya yöneltilmiş hakaret içeriği subut bulmuş sarf edilmiş sözlerin herhangi bir açık
fikirliliğin ya da hoşgörünün ifade biçimi olamayacağını gözetmeyen kararın,
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali sayılacağı nedenleri ile ilk derece mahkemesi
kararında ki gerekçeyi yeterli sayıp ihlal görmeyen mahkeme karar sonucuna katılınmamıştır.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|