TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
KADİR SAĞDIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6617)
|
|
Karar Tarihi: 8/4/2015
|
R.G.Tarih- Sayı:
10/7/2015-29412
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Kadir SAĞDIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
Fatih ÜLKÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında çıkan gazete haberleri nedeniyle
kişilik haklarının zarar gördüğünü, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru
hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ihlalin tespiti ve
tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Karşıyaka 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2014
tarihli yazısı, 31/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,
görüşünü 16/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bölüm tarafından 25/3/2015 tarihinde, dosyanın Genel
Kurula sevk edilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Kuvvetleri
Komutanlığından Koramiral rütbesi ile emekli olmuş bir subaydır.
9. Başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev
yaptığı dönemde Taraf Gazetesinin 19/11/2009 tarihli nüshasında, “Deniz Kuvvetleri’ndeki cuntanın gayrimüslimler
üzerinden AKP’yi bitirmeye yönelik Mart 2009 tarihli Kafes Eylem Planı”,
“…gayrimüslimlere yönelik korkunç planları
gözler önüne serdi…”, “Deniz
Kuvvetleri’ndeki Cunta”, “İşte
Denizdeki Ergenekon Cuntası”, “Cuntanın
Tepesinde Üç Amiral Var”, “Onlarca
Denizci Subayı Tutuklatan Kaos Planı”; 20/11/2009 tarihli
nüshasında, “Suikast Cephaneliği”,
“Deniz Kuvvetleri’ndeki Cuntanın Azınlıklara
Yönelik Eylemlerde Kullanacağı Mühimmat”, “En Korkunç Talimat”, “Cuntanın Tekst Notlarında, Denizaltındaki Katliam
Planları da Yer Aldı”, “Denizaltında
Kaos Planı”, “Gayrimüslimler
Hedefte”, “İşte Cuntanın
Cephaneliği”; 22/11/2009 tarihli nüshasında, “Cuntacılara Ait Ortaya Çıkartılmamış Cephanelikler”;
1/12/2009 tarihli nüshasında, “Şifre Çözüldü
Cunta Göründü”, “Deniz
Kuvvetleri’ndeki Cuntayı Deşifre Eden Gelişmeler”, “Cephanelik Cuntayı Ele Verdi” manşet ve
başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanarak yayınlar
yapılmıştır.
10. Aynı dönemde Yeni Şafak Gazetesinin 20/11/2009 tarihli
nüshasında, “Kafeste İki Amiral”,
“Deniz Kuvvetleri’nde çökertilen cuntanın
hükümeti düşürmek için planladığı kafes operasyonundan iki emekli amiral çıktı”,
“Balansçı Sağdıç”, “Kafesdeki Paraf Balansçı Paşanın”, “Türkiye’yi Sarsacak Kirli Plan” “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılanan cuntanın…”;
21/11/2009 tarihli nüshasında, “Azınlıklara
suikast planlayarak hükümeti yıkmayı hedefleyen cuntanın hazırladığı kafes
planı için hazırladığı ekler ve notlar, dehşet senaryosunun uygulama aşamasına
geldiğini gösterdi”, “Deniz
Kuvvetleri İçindeki Cuntanın Hazırladığı Kafes Planındaki Ayrıntılar Dehşete
Düşürüyor”; 27/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafese Girdiler”; 29/11/2009 tarihli
nüshasında, “Kafesteki Üç Paşaya Suikast
Sorgusu”; 7/12/2009 tarihli nüshasında, “Türkiye’yi Karıştıracak Kaos Planı”, “Kafes Eylem Planı soruşturmasında, sıra dışı cunta
yapılanmasının tepe yönetiminin sorgulanmasına geldi” manşet ve
başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanılarak yayınlar yapılmıştır.
11. Başvurucu, hakkında yapılan yayınlarda kullanılan
anlatımlar ve dilin kendisini peşinen mahkum etme amacı güttüğünü, iddia ve
soruşturma aşamasındaki gerçek dışı ve asılsız suçlamaların kanıtlanmış
gerçeklermiş gibi kaleme alındığını ve başvuru konusu yayınlarda kişilik
haklarına saldırı niteliğinde yorum ve değerlendirmelerin bulunduğu iddiasıyla
31/3/2010 tarihinde Taraf Gazetesi aleyhine İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde
ve 31/3/2010 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
12. Taraf Gazetesi aleyhine İzmir 8. Asliye Hukuk
Mahkemesinde ve Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açılan tazminat davaları İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/153 Esas
sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
13. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/2/2011 tarihli kararı
ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Asıl dava ve birleştirilen davadaki haberlerin
bu ölçütler çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikli olarak, davacı tarafın
da davasına temel dayanak yaptığı haberlerin gerçeğe uygun olup, olmadığı
hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Celbedilen
İstanbul C.Başsavcılığı (CMK’nun 250. maddesi ile görevli)’nın
2009/2167 Soruşturma, 2010/268 Esas, 2010/189 nolu
iddianamesinin incelenmesinde; davacının 2 numaralı şüpheli olarak iddianamede yeraldığı ve hakkında “Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi
olmak” suçundan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde aleyhinde kamu davası açıldığı,
dava konusu edilen haberlerin tümünün iddianamede yer aldığı görülmektedir.
Doğal olarak davacının iddianamede yer alan eylemleri gerçekleştirip,
gerçekleştirmediği, iddia edildiği gibi Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi
olup, olmadığı yapılacak yargılama sonucunda belirlenecektir. Ancak, emsal
Yargıtay kararlarında da önemle vurgulandığı üzere yayının somut gerçeği değil,
yayının yapıldığı andaki görünen gerçeği yansıtması önemlidir. Yayının
yapıldığı anda mevcut ve bu haliyle yayına konu edilen olguların, sonradan
ortaya çıkan gerçekliğe uygun düşmemesi halinde yayını yapan basın sorumlu
tutulamaz. Asıl dava ve birleştirilen davada yapılan yayınlar bu çerçevede
değerlendirildiğinde, yayınların iddianamede ileri sürülen hususları kamuoyuna
aktarmaktan ibaret olduğu ve esas itibariyle görünen gerçekliğe uygun olduğu
kanaatine varılmıştır.
Dava konusu yayınların hukuka uygun olup,
olmadığı yönündeki bir diğer ölçüt ise, gerçeğe uygun yayınların haber niteliği
taşıması gerektiğidir. Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için ise,
öncelikle, kamusal yarar sağlayacak ve toplumsal ilgiyi çekecek nitelikte ve
bunun yanında güncel olması gerekmektedir. Dava konusu haberler bu çerçevede
değerlendirildiğinde, haberlerin kamu yararı sağlayacağı, toplumsal ilgi uyandıracağı
ve güncel olduğu yönünde herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu bağlamda irdelenmesi gereken diğer ölçütler
de, gerçeğe uygun haberlerin yayınlanmasında nesnel
ölçülere uyulması ve haberin veriliş biçimi yönünden ölçülülük bulunması
gerektiğidir. Öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan, haberin içeriği ve
gerekliliğiyle uygun düşmeyen ibareler içeren, gereğinden büyük ve önemli bir
mizanpaj içinde verilen yayın hukuka aykırı kabul edilmelidir. Davacının Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yapan bir
Koramiral olması ve dava konusu haberlerde kamuoyuna aktarılan olayların
ülkemiz açısından önemi gözönüne alındığında
haberlerin veriliş biçimi açısından herhangi bir aşırılığın da söz konusu
olmadığı kanaatine varılmıştır.”
14. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013
tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır.
15. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/6/2013 tarihli ilamı ile
başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bu ilam
başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Bireysel başvuru, 19/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
“Sorumluluk” başlıklı 49. maddesinin
şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 19/8/2013 tarihli ve 2013/6617 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu,
i. Hakkında
yapılan yayınların kendisini peşinen mahkûm etme amacı taşıdığını, soruşturma
aşamasındaki suçlamaların gerçekmiş gibi kaleme alındığını, yayınlarda kişilik
haklarına saldırı niteliğinde yorumlara yer verildiğini, devletin özel hayata
yönelik saldırılarda bireyi korumak ve meydana gelen zararın tazminini sağlamak
görevi bulunduğunu, söz konusu gazete yazıları nedeniyle özel hayatın
dokunulmazlığı ilkesinin ihlal edildiğini,
ii. Hakkında
yürütülen soruşturmanın gizli olduğunu ancak gazete yayınlarında suçlu
gösterildiğini, masumiyet karinesinin basın tarafından ihlal edildiğini ancak
devletin bu hakkın ihlali ile ilgili olarak yaptırım hukuku ve tazminat hakkını
yaşama geçirmeyerek masumiyet karinesini ihlal ettiğini,
iii. Derece
mahkemelerinde açılan davaların “görünür
gerçeklik” kavramı gerekçe gösterilerek reddedilmesiyle hukuksal
yolların kapatılmasının etkili başvuru hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 40. maddelerinin ihlal
edildiğinin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Başvurucu, Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı
dönemde Taraf Gazetesinin 19/11/2009, 20/11/2009, 22/11/2009, 1/12/2009 tarihli
nüshaları ile Yeni Şafak Gazetesinin 20/11/2009, 21/11/2009, 27/11/2009,
29/11/2009, 7/12/2009 tarihli nüshalarında adı ve fotoğrafları kullanılarak
yayınlar yapılması ve açtığı davanın reddedilmesi nedenleriyle masumiyet
karinesi, adil yargılanma hakkı ve etkili karar hakkının; onur ve saygınlığı
ile manevi bütünlüğüne yönelik sözler nedeniyle de özel hayatın gizliliği ve
korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 40.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
(AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun özel hayatına müdahale
edildiğine dair şikâyetlerinin başvurucunun özel hayatı ile gazetecilerin basın
ve haber verme özgürlüğü arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı
açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
22. Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvurucu, başvuru
dilekçesindeki iddiaları tekrar etmiştir.
23. Başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini
dile getirme biçimi dikkate alınarak özel hayatın dokunulmazlığı ilkesinin
ihlal edildiğine ilişkin iddialarının, Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına
alınmış olan şeref ve itibarın korunması hakkı bağlamında incelenmesi uygun
görülmüştür. Aynı şekilde başvurucunun adil yargılanma hakkının ve etkili
başvuru hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin özü, derece
mahkemelerinde yapılan yargılamaların ve verilen kararların kendisinin şeref ve
itibarını korumakta yetersiz kaldıkları iddiasıdır. Söz konusu şikâyetler,
kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük
gazetelerin basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak ifade özgürlüğü
arasında bir denge kurulup kurulmadığı yönünden inceleneceğinden bu başlık
altındaki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmelidir.
24. Son olarak başvurucu, şikâyete konu gazete haber ve
yorumları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Çözümlenmesi gereken mesele, henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığı
halde bir kişi hakkında isnat edilen suçları işlediği izlenimi verecek şekilde
haber ve yorum yapılması halinde, söz konusu müdahalenin şeref ve itibarın
korunması hakkı bağlamında mı yoksa masumiyet karinesi bağlamında mı
inceleneceğidir.
25. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz"
26. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
27. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair
kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence
altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Kürşat Eyol,
B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
28. Masumiyet karinesi, devlet yetkililerinin bir kimsenin
suçlu olduğuna dair beyanlarına karşı koruma sağlamaktadır. Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme
özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası,
yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi
vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu
olduğundan, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün
dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (bkz. Allenet de Ribemont/Fransa,
B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
29. Yargılanan kişilere yönelik olarak, devlet görevlilerinin
ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya
bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu
olabilir. Buna karşın kamu menfaatine ilişkin konularda basın ve yayın
organlarında yazılar yayınlanmasının, haberlere ve yorumlara yer verilmesinin
beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (X./Norveç, B. No: 3444/67, 16/07/1970).
30. Somut olayda başvurucu, başvuruya konu yayınlarla gerçek
dışı ve asılsız iddiaların kanıtlanmış gerçekler gibi kamuoyuna aktarıldığını,
asıl amacın kendisi ile birlikte saygın askeri personelin peşinen mahkûm
edilerek itibarının zedelenmesi olduğunu ileri sürmüştür. Buna karşın
başvurucu, bu şekilde yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü
kullanan organ veya yetkili hakkında şikâyetçi olmamıştır. Başvurucu genel
olarak yayınların yapılması sırasında ve daha sonra derece mahkemelerinde
yapılan yargılama sırasında devletin, itibarını korumadığından şikâyetçi
olmuştur.
31. Bu çerçevede, başvuruya konu gazete yazılarında ve
yorumlarında yer alan bazı ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla
sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancı
yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin
açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların
yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikâyette de bulunulmadığı göz önüne
alındığında mevcut başvuruya konu şikâyetin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında
incelenmesi gerekmektedir.
32. Başvurucunun, söz konusu yazılar nedeniyle kişilik
haklarının zarar gördüğüne ve Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetelerin Anayasa’nın 28. maddesinde
güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak
Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir
denge kurulması gerekmektedir.
34. Öte yandan başvuru konusu olaya benzer olaylarda
uygulanacak ilkeler 30/6/2014 tarihli ve 2013/5574 sayılı İlhan Cihaner kararında
ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda, sözü geçen kararda belirtilen ilkelerden
ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır.
a. Genel İlkeler
i. Kişinin Manevi Bütünlüğü
35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
36. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (Abdullah
Doğtaş, B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 33) Başka bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve
itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan
yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası ihlal edilmiş olabilir (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 42).
37. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı”
kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e
göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından
korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda,
B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete
makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre, (kk), B. No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında
görülmüştür.
38. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar
nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz.
Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan
Cihaner, § 44).
39. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir
ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca, öngörülebilir şekilde, kişinin kendi
eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet
etmek için Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (İlhan Cihaner, § 45, 56; benzer
bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52)
40. İnceleme konusu olan dava gibi davalar nedeniyle söz
konusu olan, devletin başvurucunun kişisel itibarına sağladığı korumanın
yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddeleri esas
olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa
da söz konusu maddeler sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmaktan
kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına
etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir.
Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak
şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına
alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8.
maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X
ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Von
Hannover/Almanya (no 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel
itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da
başvurulabilir (bkz. İlhan Cihaner, § 47).
41. Başvuruya konu gazete haberlerinde, Güney Deniz Saha
Komutanı iken olayların geçtiği tarihte Ergenekon soruşturmaları olarak bilinen
bir dizi soruşturma kapsamında Terör Örgütüne üye olmak suçlamasıyla tutuklanan
başvurucunun tutuklanmadan önce Deniz Kuvvetlerinde cunta yapılanmasında yer
aldığı ve sivil hükümete karşı bazı üst düzey askeri yetkililer ile birlikte
planladığı ileri sürülmüş ve bazı detaylara yer verilmiştir. Söz konusu
haberlerdeki iddialar nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması
hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir.
ii. İfade Özgürlüğü ile Basın Özgürlüğü
42. Mevcut başvuruda başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına
alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması
gerekmektedir (bkz. İlhan Cihaner, § 49). Bu sebeple, bu özgürlüklerin
kullanımıyla ilgili genel ilkelerin belirlenmesi gerekir.
43. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
44. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi
kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27 nci maddeleri hükümleri
uygulanır.
…”
45. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz,
yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B.No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
46. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha
ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel
düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Bu madde, basılmış
materyalleri kapsayacak, ancak görsel ve işitsel iletişim araçlarını dışarıda
bırakacak şekilde düzenlenmiştir. Nitekim düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa’nın 26. maddesinde “…radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla
yayımların izin sistemine…” bağlanabileceği belirtilerek, bu
iletişim araçlarının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden
yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir. Anayasa’nın 28. maddesine ilave
olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede basın
araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu
tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma
hakkı düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen
hükümlerinde yer alan “yazanlar”,
“bastıranlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz
yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”,
“kitap”, “dergi” gibi basılıp çoğaltılabilen kitle
iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayıyla, Anayasa’ya göre basın, kitle
iletişim araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim araçlarından
ayrılarak özel olarak korunmuştur (bkz.
Abdullah Öcalan, B.No:
2013/409, 25/6/2014, § 68; İlhan Cihaner, § 53).
47. İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve
özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi
veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı
olan basın özgürlüğü de ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir.
Basın özgürlüğü, Sözleşme’de ayrı bir madde olarak
değil ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmıştır.
Sözleşme’nin 10. maddesi, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil
iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır (bkz. İlhan Cihaner, §
54).
48. AİHM içtihatlarında sıklıkla vurgulandığı gibi ifade
özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun
ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak
üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız
veya ilgisiz kabul edilen “bilgi”
ve “fikirler” için değil,
incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli
olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre
ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik
bir toplum”dan
söz edilemeyecek olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir
gereğidir. 10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın
sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. İlhan Cihaner, § 55; başka
kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
49. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32.
maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap
gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve
eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53,
K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını
gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif
olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanabilmesi,
açıklanan düşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi gerçekleştirme konusunda
ilgililerin ikna edilebilmesi çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu
itibarla ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için
yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan,
§ 74; İlhan Cihaner,
§ 56).
50. Özgür bir siyasal sistemde, devletin eylem ve
işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda
kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya
görsel basın kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve
ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma
süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde
işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına
almaktadır (bkz. İlhan Cihaner,
§ 57; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım
AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00,
30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye,
B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes
için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T.
23/10/1997; Abdullah Öcalan, §
75).
51. AİHM, birçok kez demokratik bir toplumda basının oynadığı
temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının şöhret ve
haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması gerekse de
basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını
ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Basının böyle konularda bilgi ve
fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı
eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın,
vazgeçilmez “gözetleyici” (watchdog)
rolünü oynayamazdı (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93,
20/5/1999, §§ 59 ve 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99,
17/12/2004 § 71).
52. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir
durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı
mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka,
B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 31) göz
önünde bulundurulmalıdır (bkz. İlhan Cihaner, § 59).
53. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür
olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın
özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa
da (Prager ve Oberschlick /Avusturya,
B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu
özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygı göstererek doğru ve
güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini de
zorunlu kılmaktadır (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç [BD], B. No: 21980/93,
10/5/1999, § 65; bkz. İlhan Cihaner, § 60).
54. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması
bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana,
kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları,
varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi
zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden
uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan
söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri
hallerinde geçerlidir (bkz. İlhan Cihaner, § 61; AİHM kararı için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013,
§ 54-55).
55. Sınırlanabilir birer hak olan ifade özgürlüğü ile onu
tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan
temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 28. maddesinin
dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde
hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, ifade
özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve
akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur.
Basın özgürlüğüne yönelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve
izleyen fıkralarında yer almıştır (Abdullah
Öcalan, § 76). Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde
sayılan sınırlandırmalardan biri olan “başkalarının
şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması için
konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir (bkz. İlhan Cihaner, § 62).
56. Son olarak halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı
vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli fikir ve tutumlarının iletilmesi ve
bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini
sağlamaktadır (bkz. İlhan Cihaner, § 63; başka pek çok karar yanında aynı
yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya,
B. No: 9815/82, 8/7/1986, §§ 41-42; Erdoğdu
ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48).
iii. Olgusal İddialar ve Değer Yargıları
57. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvuranı eleştiri sınırını aşan saldırıdan korumakta yetersiz kalıp
kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki
ihtilaf, büyük ölçüde, dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya
değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile
değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular
ispatlanabilse de, değer yargılarının doğruluğunu
ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. İlhan Cihaner, §
64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46).
iv. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun Kriterler
58. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale veya haberi yayımlamış olan gazete
tarafından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine dayanılarak yapılmış olması ile
bu haber veya makaleye konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu
hakların her ikisi de prensip olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (bkz. İlhan Cihaner, §
65; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Von
Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 106).
59. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi
içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları
gerekir. Basın özgürlüğü ve bu kapsamda ifade özgürlüğü ile itibarın korunması
hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya
uygulanabilecek olan ve Mahkememizin 2013/5574 numaralı İlhan Cihaner Kararında benimsenen
kriterler aşağıda sayılmıştır (bkz. İlhan Cihaner, § 66-73).
α) Kamu yararına katkı
60. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların
basında yer almasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover/Almanya (no
2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususların belirlenmesi ihtilaflı
yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın şartlarına da bağlıdır. Ancak
sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu ( bkz. Egeland ve Hanseid/Norveç,
B. No: 34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda
böyle bir yararın varlığı kabul edilmelidir.
β) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin konusu
61. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı,
röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle
bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada sıradan bireyler ile
kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri
ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi kişisel itibarına
saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkin özel bir
korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için
bu derecede bir koruma söz konusu değildir (kamu tarafından tanınan kişiler
için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k),
B. No: 14991/02, 14/6/2005). Mesela resmi bir görevi yerine getiren siyasi
kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek
olaylardan bahseden bir haber ile böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin
özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan haber bir tutulamaz (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 63).
62. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir
demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü
olan “gözetleyici” (watchdog) fonksiyonuyla
örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol talidir. Aynı
şekilde kamunun bilgilenme hakkı, tanınan kişilerin, kamu görevlilerinin ve
özellikle de siyasi kişiliklerin özel hayatlarının çeşitli boyutlarına belli
bazı durumlarda üstün gelebilse de, yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden
fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar
hakkında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını gidermek dışında bir
amaç taşımaması durumunda, ilgili kişiler belli bir üne sahip olsalar bile,
böyle bir üstün gelme durumundan bahsedilemez (Von
Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 65). Bu durumda ifade
özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerekir (Von
Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 66).
63. Mevcut başvurudaki gibi ifade ve basın özgürlüğü ile
başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması halinde, eğer
şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin
üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu
görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime
açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine
getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları
asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnik / Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).
γ) İlgili kişinin önceki davranışı
64. İlgili
kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı
bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer
almaktadır (Von Hannover/Almanya (no
2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 § 111).
δ) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
65. Bir
gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayımlanma şekli ve
hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne
alınmalıdır (bkz. Wirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsgesellschaft
m.b.H./Avusturya (no 3),
B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005, § 47). Ayrıca haberin, ulusal veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede
yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B.
No: 53678/00, 16/2/2005, § 47).
ε) Haber veya makalenin yayınlanma şartları
66. Son olarak,
haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer alan
olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında
değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından
müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini
ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
b. Bu ilkelerin mevcut olaya
uygulanması
67. İlk olarak, davalının başvuruya konu sözlerinin olgular
temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun
merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap
verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri
ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o
kadar çok boyun eğmesi gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar
düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 74).
68. Başvuru dilekçesinde ve Bakanlık görüşünde başvurucunun
hakkında başvuruya konu gazete haberlerinde geçen soruşturmalar hakkında bir
bilgi bulunmamaktadır. Öte yandan gazete haberleri ve başvuru evraklarından
başvurucu hakkında kamuoyunda Ergenekon soruşturması olarak bilinen soruşturma
kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma ve bilahare ceza
davası açıldığı anlaşılmaktadır.
69. Bakanlığın 2012/1272 sayılı bireysel başvuru dosyasına
gönderdiği görüş yazısında Ergenekon soruşturma süreci hakkında özet olarak şu
bilgiler bulunmaktadır:
i. 12 Haziran 2007 tarihinde,
İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından yapılan
aramada, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası ve daha sonra
bazı gizli askeri dokümanların elde edilmesi ile başlayan Ergenekon adı verilen
soruşturmada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu
kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır.
Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman
ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir. Soruşturmaya konu bazı
başka şahıslarda silah ve patlayıcı maddeler, kamu görevlilerine ve üst düzey
bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal
örgütlenmeye yönelik belgeler bulunmuştur.
ii. Ergenekon
Soruşturmasının başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak
soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle
bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu
kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik
yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için
yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar
arasında “Sarıkız”, “Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışığı”, “Kafes”
ve “İrtica ile Mücadele” isimli
eylem planları bulunmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı
isimli eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu
planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu;
Yakamoz isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu;
Eldiven isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve
siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği
belirtilmiştir.
iii. Sarıkız
isimli eylem planında, Hükümete karşı halkta genel bir hoşnutsuzluk olduğu
inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu çerçevede basını
yönlendirmeyi amaçlandığı, özellikle öğrencilerin, sivil toplum mensuplarının
ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto gösterileri düzenlemeleri
konusunda yönlendirilmesini ve ulusal seviyede gösteriler yapılmasını öngördüğü
iddia edilmiştir. Kafes Eylem Planında, Türkiye’deki gayrimüslimlere yönelik
yapılacak çalışmalar “operasyon”
olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu; İrtica
ile Mücadele Eylem Planında, medya organları kullanılarak, halkın iktidar
partisine olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler yapılmasını
içerdiği iddia edilmiştir. Ayışığı eylem planında
dönemin Genelkurmay Başkanının etkisiz hale getirilmesinin veya görevinden ayrılmaya
zorlanmasının hedeflendiği, AK Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu
partiyi terk etmesini sağlamayı amaçladığı, hükümet aleyhine yapılacak bir
askeri darbe için Cumhurbaşkanı'nın desteğini almayı veya onun tarafından
gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı hedeflediği iddia edilmiştir. Yakamoz eylem
planında ise yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin
devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içerdiği; Eldiven
eylem planının ise planlanan askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra
alınacak özel önlemlere ilişkin olduğu iddia edilmiştir. Ergenekon Soruşturması
olarak adlandırılan soruşturma sürecine, daha sonra, bazı suikast planları
eklenmiştir. Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile
Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve
Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi 5/8/2013 tarihli duruşmada hükmü açıklamıştır. Başvuru dilekçesinde
veya Bakanlık görüşünde başvurucunun söz konusu ceza davası nedeniyle herhangi
bir ceza alıp almadığı belirtilmemiştir.
70. Başvuruya konu gazete haberleri, Ergenekon soruşturması
kapsamında yapılan soruşturma işlemleri ile başvurucu hakkındaki kimi iddialara
ilişkindir. Davalılar, İlk Derece Mahkemesine, başvurucu hakkında “kafes eylem planı” olarak ifade edilen
olaylar nedeniyle kamu davası açıldığını, söz konusu gazete haberleri ve
yazılarında yer alan bilgilerin daha sonra iddianamede yer aldığını
bildirmişlerdir. İlk Derece Mahkemesi “yapılan
yayınlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, yayınların iddianamede ileri
sürülen hususları kamuoyuna aktarmaktan ibaret olduğu ve esas itibariyle
görünen gerçekliğe uygun olduğu” kanaatine varmıştır. İlk Derece
Mahkemesine göre dava konusu haberler günceldir ve toplumsal ilgiyi
uyandırmaktadır, bu sebeple de haberlerin yayınlanmasında kamu yararı
bulunmaktadır. Mahkeme ayrıca başvurucunun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney
Deniz Saha Komutanı olarak görev yapan bir Koramiral olduğunu göz önünde bulundurmuş;
dava konusu haberlerde kamuoyuna aktarılan olayların toplum açısından önemli
olduğuna ve haberlerin verilişinde “herhangi
bir aşırılığın da söz konusu olmadığına” karar vermiştir.
71. Başvurucu, sözü geçen ulusal gazetelerde yayınlanan haber
ve yazıların gerçeğe aykırı bir şekilde yapıldığını ve haberlerin bütününün
kendisi hakkında suçlayıcı iddialara yer vermek suretiyle itibar ve kişilik
haklarına zarar verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, açtığı tazminat davasında
İlk derece Mahkemesinin ve Yargıtayın, itibarını
korumadıklarını şikâyet etmiştir.
72. Başvurucunun, hakkındaki haberlerin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğu yönündeki soyut değerlendirmelerine karşı davalılar
söz konusu haber ve yazılardaki bilgilerin daha sonra iddianamede yer aldığını
ve kendilerinin esas olarak iddianamede yer alan bilgilerden faydalandıklarını,
haberin görünür gerçeğe uygun olduğunu ileri sürmüşlerdir. İlk Derece Mahkemesi
de başvurucunun talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe
uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi ile
reddetmiştir.
73. Başvuruya konu gazete haberlerinde, başvurucu hakkında
Ergenekon soruşturmaları kapsamında yapılan adli işlemler söz konusu
edilmiştir. Söz konusu haberlerde başvurucu hakkında hangi eylemleri nedeniyle
soruşturma yapıldığı belirtilmiş ve soruşturma konusu bazı olaylar
aktarılmıştır. Daha önceki Ergenekon soruşturma süreci ile birlikte
değerlendirildiğinde söz konusu gazete haberleri ve yazıların, bir ölçüde, genel
yarar nitelikli bir tartışmaya bir katkı sundukları kabul edilebilir. Bu
hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili
olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma
hakkının eklendiği hatırlanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, §
82).
74. Son olarak başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı göz
önünde bulundurulduğunda itiraz götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate
alınmalıdır. Başvurucu, kamuoyu tarafından tanınmayan bir kişi olduğunu iddia
edemez. Öte yandan demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona
dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı
tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarını
ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, §
85).
75. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu haber ve yazıların, genel çıkarı ilgilendiren bir
tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin
yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu
gazete haberlerinde geçen olayların gerçekliği meselesine eğilmiş ve yayınların
yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayınların içeriği arasındaki öz-biçim
ilişkisinin bozulmadığına ve başvuruya konu sözlerde geçen olayların “görünür gerçekliğe uygun” olduğuna karar
vermiştir (§ 13).
76. Diğer yandan başvuruya konu yayınlarda abartıya
kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi
ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(bkz. İlhan Cihaner,
§ 85; aynı yönde bir AİHM kararı için bkz. Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37). Buna karşın İlk Derece
Mahkemesi başvuruya konu ifadeleri değerlendirmiş ve bu ifadelerin hukuka
uygunluk sınırları içerisinde kaldığına karar vermiştir.
77. Diğer taraftan, hakkında dava açılan haberlerde yer alan
iddialar, olgulara dayalı ithamlar şeklinde de değerlendirilse, değer yargıları
olarak da kabul edilse, İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun yargılanmasına neden
olan olayların anlatıldığı haberlerde yer alan iddiaların olgusal temelden
tümüyle yoksun olmadıklarını değerlendirmiştir. İlk Derece Mahkemesi ayrıca,
hem ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ve hem de bu özgürlüklerin
başkalarının kişilik hakları karşısındaki sınırlarına vurgu yapmıştır.
78. Başvurucu, olayların meydana geldiği dönemde uzunca bir
süre kendisi hakkında eleştiriler içeren yazıların hedefi olmuştur. Ancak somut
başvuruya konu yazı ve haberler, o dönemde Güney Deniz Saha Komutanı olan
başvurucunun görevine ilişkin değil hakkında yürütülen ve şüphelisi olduğu bir
soruşturma kapsamında tutuklanmasına ve yargılanmasına neden olan olaylara
ilişkindir ve ne başvuranın şahsına hakaret içermekte,
ne ona karşı şiddeti teşvik etmekte ve ne de başvurucunun kamusal görevini
engellemektedir.
79. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve
yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları
da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan sebeplerle bu
maddenin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden
başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY
BİRLİĞİYLE,
2. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Serruh KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OY
ÇOKLUĞUYLA
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Dosyada yer alan bilgi ve belgelere göre, günlük iki gazetenin
19.11.2009 tarihinden başlayıp 20.11.2009, 21.11.2009, 22.11.2009, 24.11.2009,
27.11.2009, 29.11.2009, 30.11.2009, 1.12.2009, 7.12.2009 ve 11.12.2009 tarihli
nüshalarında, var olduğu öne sürülen bir silahlı terör örgütünün alt
yapılanması olarak “Kafes Eylem Plânı” çerçevesinde yer alan haberlerde,
hükümeti devirmeye yönelik cunta çalışmaları içerisinde emekli koramiral olan
başvurucunun da yer aldığı iddiaları, basının haber verme ve bilgilendirme
görevinin ötesine geçilerek “balansçı paşa”, “cuntacı
paşa”, “gayrimüslim azınlıkları hedefleyen suikastların planlayıcısı paşa” vb.
gibi somut itham ve isnatları içeren başlıklar altında verilmiştir.
Oysa bu tarihlerde başvurucu hakkında henüz bir iddianame
düzenlenmemiş olup (iddianame aylar sonra 2010 yılında hazırlanmıştır.),
Savcılıkça hazırlık soruşturması yürütülmektedir. Hazırlık soruşturması gizli
olup, soruşturmanın selâmeti bakımından ve masumiyet karinesinin ihlâl
edilmemesini teminen, basının bu konuda çok titiz ve
dikkatli olması gereklidir. Henüz iddianameye dahi konu edilmeyen bir aşamada
kişilerin itibar ve onurlarını zedeleyici, onları kamuoyu önünde hedef haline
getirici, baştan suçluymuş gibi haklarında hüküm kurucu mahiyetteki haber ve
yayınların “basın özgürlüğü” çerçevesinde mazûr
görülmesi mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin basın özgürlüğü
-kişilerin şeref ve itibarlarının korunması çerçevesinde verdiği kararlar incelendiğinde
de; kişilik haklarına saldırı söz konusu olduğunda, kamu görevlilerine
siyasetçilere oranla daha kuvvetli bir korumanın sağlandığı, bu çerçevede
korunan temel değerin, ilgili kamu görevlisinin bizatihi kişiliği ya da şöhreti
olmayıp, o kişinin yerine getirdiği kamusal göreve kamunun duyduğu güvenin
demokratik bir toplumdaki önemi olduğu, kamu görevlilerinin görevlerini yerine
getirirken hoşgörü göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer kişilere göre
daha geniş bulunduğu, ancak kamu görevlilerinin asılsız suçlamalara karşı da
korunması gerektiği, basın yoluyla kamu görevlilerine hakaret iddialarında
öncelikle kullanılan ifadelerin “olgusal ifade” ya da “değer yargısı” olup
olmadığının tespiti gerektiği, bu anlamda kişilik haklarına tecavüz etmekle
suçlanan gazetecilerin, iddialarını bütün yönleriyle doğruluğunu ortaya koyacak
şekilde ispatlamaları değil, bu iddiaları desteklemek üzere güvenilir delil
sunmalarının asıl olduğu, bu durumun gazetecilerin gazetecilik etiğine uygun
bir biçimde davranarak, doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli
hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarından kaynaklandığı hususlarının
belirleyici unsurlar olarak ifade edildiği görülmektedir.
Davanın somutunda, başvurucu hakkında henüz hazırlık
soruşturması aşamasının yürütüldüğü bir evrede; hazırlık soruşturmasının
gizliliğini açık şekilde ihlâl eden, başvurucunun masumiyet karinesini
gözetmeyen, iddianame vb. gibi somut hiçbir bilgi ve belgeye dayanmayan,
“sızdırılmış” kimi ifade vb. gibi yasa dışı olgulara istinat eden ve
kurgulanmış-abartılmış bir mahiyet gösteren, itibar sarsıcı, afişe edici,
kamuoyu önünde peşinen suçlu gösterici, kişilik haklarını zedeleyici
mahiyetteki haber ve başlıkların basın özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilmesine imkân olmadığı, haber verme özgürlüğü ile başvurucunun özel
hayatının (kişilik haklarının) korunması hakkı arasındaki adil dengenin
başvurucu aleyhine bozulduğu, derece mahkemelerinin yargılamada bu lazımeye
riayet etmemeleri suretiyle “görünür gerçeklik” kriteri çerçevesinde, açılan
tazminat davasının redle sonuçlandığı, oysa
yayınların yapıldığı tarihte ortada bir iddianame söz konusu olmadığından ve bu
iddianameye dayalı bir haber verme durumundan söz edilemeyeceğinden “görünür
gerçeklik” kriterinin dava konusu bakımından uygulanmasına imkân bulunmadığı
açıkça anlaşıldığından; başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlâl edildiğinin tespiti gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; başvurucu yönünden Anayasa’nın 17 nci maddesinin ihlâline karar
verilmesi yerine, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez olduğu yolundaki çoğunluk kararına katılmıyoruz.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
KARŞIOY YAZISI
1. Başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı
2009 yılı sonlarında, bazı kamu görevlileri tarafından sahte olarak üretildiği
bilahare anlaşılan delillerle, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok önemli görevlerde
bulunan diğer bazı yetkililerle birlikte başvurucuyu da vahim birtakım suçların
faili olarak gösteren bir dizi belge, bazı gazetelerde yayınlanmıştır.
2. Gazetelerin, cumhuriyet savcılıklarınca yürütülmekte olan
soruşturmalarda bu tür belgeleri elde etmelerinin normal koşullarda mümkün
olmadığı gözetildiğinde, bu bilgi ve belgelerin basına yine bunları
hazırlayanlar tarafından belli bir amaç doğrultusunda servis edildiği açıktır.
3. Yayınların yapıldığı dönemde, yani 2009 yılı kasım ayında
henüz başvurucu hakkında düzenlenmiş bir iddianame bulunmamaktaydı. Bu yönden,
başvuru konusu yayınlar Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde düzenlenen
“soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçunu oluşturmaktadır.
4. Dönemin şartları içerisinde başvurucu, kişilik haklarını
savunabilmek için belgeleri yayınlayan gazeteler aleyhine İzmir Asliye Hukuk
Mahkemelerinde tazminat davaları açmıştır. Davalar, İzmir 8. Asliye hukuk
mahkemesinin 2010/153 Esas sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
5. İzmir 8. Asliye hukuk Mahkemesi, 21/2/2011 tarihli kararı ile
davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesine göre “… dava konusu edilen haberlerin tümü…”, İstanbul 12. Ağır
Ceza mahkemesinde açılan davaya ilişkin “iddianamesinde
yeraldığı görülmektedir”.
6. Mahkemenin davayı ret gerekçesinde belirtilen iddianamenin
Kasım 2009 tarihinde mevcut olmadığı, o tarihte soruşturmanın devam ettiği,
iddianamenin Mart 2010 tarihinde düzenlendiği ve mahkemece kabul edildiği
bilinmektedir. Bu nedenle, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin dayandığı gerekçe
her şeyden önce maddi olay itibariyle hatalıdır.
7. Mahkeme, yayınların daha sonra iddianamede yer almış
olduklarına bakarak, yayınlandıkları tarihte soruşturma gizliliğini ihlal suçu
işlenmek suretiyle elde edilmiş ve yayınlanmış oldukları noktasından bir
değerlendirme yapmaya gerek duymamıştır. Böylece, başvurucunun tazminat talebi
reddedilirken, başvurucunun henüz hakkında yargı makamlarınca bir suçlama
yapılmamış olduğu bir dönemde peşin olarak suçlu kabul edilmesinin kişilik
haklarının ihlali yönünden yarattığı etki göz ardı edilerek karar verilmiştir.
8. Mahkeme ayrıca, yayınların “yayının
yapıldığı andaki görünen gerçeği yansıtması”nın önemli olduğunu
belirtmiştir. Ancak, yayınların yapıldığı sırada görünen bir gerçekten söz
edilemez. Çünkü soruşturma gizlidir. Soruşturma kapsamında bu yayınların alıntılandığı
delillerin sahte olduğu, tarafsız cumhuriyet savcıları tarafından daha o
dönemde ortaya çıkarılabilirdi. Adil ve tarafsız bir soruşturmada cumhuriyet
savcıları şüphelinin sadece aleyhindeki değil, lehindeki delilleri de
toplamakla görevlidir. Bu konuda kamu gücünden kaynaklanan ağır bir ihlalin
varlığı inkar edilemez.
9. Öte yandan, Avrupa İnsan hakları Mahkemesince de kabul
edildiği gibi, basının da elde ettiği bilgileri kamuoyuna aktarmadan önce
doğruluğunu tespit için asgari bir dikkat ve özen gösterme sorumluluğu vardır.
Yayınların konusu olan belgelerdeki suçlamaların vahameti ve başvurucunun da
aralarında olduğu silahlı kuvvetler mensupları üzerindeki yıkıcı etkilerinin
büyüklüğü gözetildiğinde, bu dikkat ve özen yükümlülüğünün daha fazla olması
gerekirdi. Mahkemece gerekçeli kararda bu yönden de bir değerlendirme
yapılmamıştır.
10. Bireysel başvuruda amaç, neticesi itibariyle adil olmayan
mahkeme kararlarını düzeltmek değil, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki temel hakları kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin
haklarını korumak ve yapılan ihlale etkili bir giderim sağlamaktır.
11. Bu yönden, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından
verilen ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanan kararın isabetli olup
olmadığı çok önemli değildir. Mahkemenin redde ilişkin gerekçeli kararındaki
değerlendirmelerin isabetli olmaması, bunun ilgili Yargıtay Dairesince de
onanması, kamu gücü tarafından yapılan ihlalin önlenmesini sağlayamamış, ihlali
devam ettirmiştir. Olayda kamu gücünden kaynaklanan bir dizi ihlaller söz
konusudur. Bu olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucunun kişilik
hakları ile basın özgürlüğü arasında adil bir denge kurulduğundan söz edilemez.
12. Başvurucu, yapılan ihlalin giderimi amacıyla yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmemiş, bunun yerine ihlalin
tespiti ile uygun bir tazminata hükmedilmesini istemiştir. Ancak olayda sadece
ilgili basın organlarının eylemleri değerlendirilerek, ihlallerin emniyet ve
yargı mensuplarından bazılarının kötüye kullandığı kamu gücünden kaynaklandığı
göz ardı edilmiş ve sonuç olarak Başvurucuya etkin bir giderim sağlanmamıştır.
13. Başvurucunun kamu gücü eliyle uğradığı hak ihlali yadsınamaz
nitelikte olduğundan, başvurunun kabulü ve kendisine uygun bir tazminat
ödenmesi gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk kararına katılmamaktayım.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|