TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
KADİR SAĞDIÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6617)
Karar Tarihi: 8/4/2015
R.G.Tarih- Sayı: 10/7/2015-29412
Başkan
:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Serruh KALELİ
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Yunus HEPER
Başvurucu
Kadir SAĞDIÇ
Vekili
Av. Murat Fatih ÜLKÜ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında çıkan gazete haberleri nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğünü, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ihlalin tespiti ve tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2014 tarihli yazısı, 31/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 16/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bölüm tarafından 25/3/2015 tarihinde, dosyanın Genel Kurula sevk edilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığından Koramiral rütbesi ile emekli olmuş bir subaydır.
9. Başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Taraf Gazetesinin 19/11/2009 tarihli nüshasında, “Deniz Kuvvetleri’ndeki cuntanın gayrimüslimler üzerinden AKP’yi bitirmeye yönelik Mart 2009 tarihli Kafes Eylem Planı”, “…gayrimüslimlere yönelik korkunç planları gözler önüne serdi…”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cunta”, “İşte Denizdeki Ergenekon Cuntası”, “Cuntanın Tepesinde Üç Amiral Var”, “Onlarca Denizci Subayı Tutuklatan Kaos Planı”; 20/11/2009 tarihli nüshasında, “Suikast Cephaneliği”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cuntanın Azınlıklara Yönelik Eylemlerde Kullanacağı Mühimmat”, “En Korkunç Talimat”, “Cuntanın Tekst Notlarında, Denizaltındaki Katliam Planları da Yer Aldı”, “Denizaltında Kaos Planı”, “Gayrimüslimler Hedefte”, “İşte Cuntanın Cephaneliği”; 22/11/2009 tarihli nüshasında, “Cuntacılara Ait Ortaya Çıkartılmamış Cephanelikler”; 1/12/2009 tarihli nüshasında, “Şifre Çözüldü Cunta Göründü”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cuntayı Deşifre Eden Gelişmeler”, “Cephanelik Cuntayı Ele Verdi” manşet ve başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanarak yayınlar yapılmıştır.
10. Aynı dönemde Yeni Şafak Gazetesinin 20/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafeste İki Amiral”, “Deniz Kuvvetleri’nde çökertilen cuntanın hükümeti düşürmek için planladığı kafes operasyonundan iki emekli amiral çıktı”, “Balansçı Sağdıç”, “Kafesdeki Paraf Balansçı Paşanın”, “Türkiye’yi Sarsacak Kirli Plan” “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılanan cuntanın…”; 21/11/2009 tarihli nüshasında, “Azınlıklara suikast planlayarak hükümeti yıkmayı hedefleyen cuntanın hazırladığı kafes planı için hazırladığı ekler ve notlar, dehşet senaryosunun uygulama aşamasına geldiğini gösterdi”, “Deniz Kuvvetleri İçindeki Cuntanın Hazırladığı Kafes Planındaki Ayrıntılar Dehşete Düşürüyor”; 27/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafese Girdiler”; 29/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafesteki Üç Paşaya Suikast Sorgusu”; 7/12/2009 tarihli nüshasında, “Türkiye’yi Karıştıracak Kaos Planı”, “Kafes Eylem Planı soruşturmasında, sıra dışı cunta yapılanmasının tepe yönetiminin sorgulanmasına geldi” manşet ve başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanılarak yayınlar yapılmıştır.
11. Başvurucu, hakkında yapılan yayınlarda kullanılan anlatımlar ve dilin kendisini peşinen mahkum etme amacı güttüğünü, iddia ve soruşturma aşamasındaki gerçek dışı ve asılsız suçlamaların kanıtlanmış gerçeklermiş gibi kaleme alındığını ve başvuru konusu yayınlarda kişilik haklarına saldırı niteliğinde yorum ve değerlendirmelerin bulunduğu iddiasıyla 31/3/2010 tarihinde Taraf Gazetesi aleyhine İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve 31/3/2010 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
12. Taraf Gazetesi aleyhine İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davaları İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/153 Esas sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
13. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/2/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Asıl dava ve birleştirilen davadaki haberlerin bu ölçütler çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikli olarak, davacı tarafın da davasına temel dayanak yaptığı haberlerin gerçeğe uygun olup, olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Celbedilen İstanbul C.Başsavcılığı (CMK’nun 250. maddesi ile görevli)’nın 2009/2167 Soruşturma, 2010/268 Esas, 2010/189 nolu iddianamesinin incelenmesinde; davacının 2 numaralı şüpheli olarak iddianamede yeraldığı ve hakkında “Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde aleyhinde kamu davası açıldığı, dava konusu edilen haberlerin tümünün iddianamede yer aldığı görülmektedir. Doğal olarak davacının iddianamede yer alan eylemleri gerçekleştirip, gerçekleştirmediği, iddia edildiği gibi Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olup, olmadığı yapılacak yargılama sonucunda belirlenecektir. Ancak, emsal Yargıtay kararlarında da önemle vurgulandığı üzere yayının somut gerçeği değil, yayının yapıldığı andaki görünen gerçeği yansıtması önemlidir. Yayının yapıldığı anda mevcut ve bu haliyle yayına konu edilen olguların, sonradan ortaya çıkan gerçekliğe uygun düşmemesi halinde yayını yapan basın sorumlu tutulamaz. Asıl dava ve birleştirilen davada yapılan yayınlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, yayınların iddianamede ileri sürülen hususları kamuoyuna aktarmaktan ibaret olduğu ve esas itibariyle görünen gerçekliğe uygun olduğu kanaatine varılmıştır.
Dava konusu yayınların hukuka uygun olup, olmadığı yönündeki bir diğer ölçüt ise, gerçeğe uygun yayınların haber niteliği taşıması gerektiğidir. Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için ise, öncelikle, kamusal yarar sağlayacak ve toplumsal ilgiyi çekecek nitelikte ve bunun yanında güncel olması gerekmektedir. Dava konusu haberler bu çerçevede değerlendirildiğinde, haberlerin kamu yararı sağlayacağı, toplumsal ilgi uyandıracağı ve güncel olduğu yönünde herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu bağlamda irdelenmesi gereken diğer ölçütler de, gerçeğe uygun haberlerin yayınlanmasında nesnel ölçülere uyulması ve haberin veriliş biçimi yönünden ölçülülük bulunması gerektiğidir. Öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan, haberin içeriği ve gerekliliğiyle uygun düşmeyen ibareler içeren, gereğinden büyük ve önemli bir mizanpaj içinde verilen yayın hukuka aykırı kabul edilmelidir. Davacının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yapan bir Koramiral olması ve dava konusu haberlerde kamuoyuna aktarılan olayların ülkemiz açısından önemi gözönüne alındığında haberlerin veriliş biçimi açısından herhangi bir aşırılığın da söz konusu olmadığı kanaatine varılmıştır.”
14. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır.
15. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/6/2013 tarihli ilamı ile başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bu ilam başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Bireysel başvuru, 19/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/8/2013 tarihli ve 2013/6617 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu,
i. Hakkında yapılan yayınların kendisini peşinen mahkûm etme amacı taşıdığını, soruşturma aşamasındaki suçlamaların gerçekmiş gibi kaleme alındığını, yayınlarda kişilik haklarına saldırı niteliğinde yorumlara yer verildiğini, devletin özel hayata yönelik saldırılarda bireyi korumak ve meydana gelen zararın tazminini sağlamak görevi bulunduğunu, söz konusu gazete yazıları nedeniyle özel hayatın dokunulmazlığı ilkesinin ihlal edildiğini,
ii. Hakkında yürütülen soruşturmanın gizli olduğunu ancak gazete yayınlarında suçlu gösterildiğini, masumiyet karinesinin basın tarafından ihlal edildiğini ancak devletin bu hakkın ihlali ile ilgili olarak yaptırım hukuku ve tazminat hakkını yaşama geçirmeyerek masumiyet karinesini ihlal ettiğini,
iii. Derece mahkemelerinde açılan davaların “görünür gerçeklik” kavramı gerekçe gösterilerek reddedilmesiyle hukuksal yolların kapatılmasının etkili başvuru hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğinin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Başvurucu, Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Taraf Gazetesinin 19/11/2009, 20/11/2009, 22/11/2009, 1/12/2009 tarihli nüshaları ile Yeni Şafak Gazetesinin 20/11/2009, 21/11/2009, 27/11/2009, 29/11/2009, 7/12/2009 tarihli nüshalarında adı ve fotoğrafları kullanılarak yayınlar yapılması ve açtığı davanın reddedilmesi nedenleriyle masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı ve etkili karar hakkının; onur ve saygınlığı ile manevi bütünlüğüne yönelik sözler nedeniyle de özel hayatın gizliliği ve korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 20., 36., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun özel hayatına müdahale edildiğine dair şikâyetlerinin başvurucunun özel hayatı ile gazetecilerin basın ve haber verme özgürlüğü arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
22. Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvurucu, başvuru dilekçesindeki iddiaları tekrar etmiştir.
23. Başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak özel hayatın dokunulmazlığı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının, Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınmış olan şeref ve itibarın korunması hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür. Aynı şekilde başvurucunun adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin özü, derece mahkemelerinde yapılan yargılamaların ve verilen kararların kendisinin şeref ve itibarını korumakta yetersiz kaldıkları iddiasıdır. Söz konusu şikâyetler, kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetelerin basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulup kurulmadığı yönünden inceleneceğinden bu başlık altındaki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmelidir.
24. Son olarak başvurucu, şikâyete konu gazete haber ve yorumları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Çözümlenmesi gereken mesele, henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığı halde bir kişi hakkında isnat edilen suçları işlediği izlenimi verecek şekilde haber ve yorum yapılması halinde, söz konusu müdahalenin şeref ve itibarın korunması hakkı bağlamında mı yoksa masumiyet karinesi bağlamında mı inceleneceğidir.
25. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz"
26. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
27. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
28. Masumiyet karinesi, devlet yetkililerinin bir kimsenin suçlu olduğuna dair beyanlarına karşı koruma sağlamaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (bkz. Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
29. Yargılanan kişilere yönelik olarak, devlet görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Buna karşın kamu menfaatine ilişkin konularda basın ve yayın organlarında yazılar yayınlanmasının, haberlere ve yorumlara yer verilmesinin beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (X./Norveç, B. No: 3444/67, 16/07/1970).
30. Somut olayda başvurucu, başvuruya konu yayınlarla gerçek dışı ve asılsız iddiaların kanıtlanmış gerçekler gibi kamuoyuna aktarıldığını, asıl amacın kendisi ile birlikte saygın askeri personelin peşinen mahkûm edilerek itibarının zedelenmesi olduğunu ileri sürmüştür. Buna karşın başvurucu, bu şekilde yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü kullanan organ veya yetkili hakkında şikâyetçi olmamıştır. Başvurucu genel olarak yayınların yapılması sırasında ve daha sonra derece mahkemelerinde yapılan yargılama sırasında devletin, itibarını korumadığından şikâyetçi olmuştur.
31. Bu çerçevede, başvuruya konu gazete yazılarında ve yorumlarında yer alan bazı ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancı yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikâyette de bulunulmadığı göz önüne alındığında mevcut başvuruya konu şikâyetin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
32. Başvurucunun, söz konusu yazılar nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğüne ve Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetelerin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
34. Öte yandan başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler 30/6/2014 tarihli ve 2013/5574 sayılı İlhan Cihaner kararında ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda, sözü geçen kararda belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır.
a. Genel İlkeler
i. Kişinin Manevi Bütünlüğü
35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
36. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (Abdullah Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33) Başka bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42).
37. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre, (kk), B. No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında görülmüştür.
38. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz. Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner, § 44).
39. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca, öngörülebilir şekilde, kişinin kendi eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet etmek için Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (İlhan Cihaner, § 45, 56; benzer bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52)
40. İnceleme konusu olan dava gibi davalar nedeniyle söz konusu olan, devletin başvurucunun kişisel itibarına sağladığı korumanın yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddeleri esas olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu maddeler sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmaktan kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Von Hannover/Almanya (no 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da başvurulabilir (bkz. İlhan Cihaner, § 47).
41. Başvuruya konu gazete haberlerinde, Güney Deniz Saha Komutanı iken olayların geçtiği tarihte Ergenekon soruşturmaları olarak bilinen bir dizi soruşturma kapsamında Terör Örgütüne üye olmak suçlamasıyla tutuklanan başvurucunun tutuklanmadan önce Deniz Kuvvetlerinde cunta yapılanmasında yer aldığı ve sivil hükümete karşı bazı üst düzey askeri yetkililer ile birlikte planladığı ileri sürülmüş ve bazı detaylara yer verilmiştir. Söz konusu haberlerdeki iddialar nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir.
ii. İfade Özgürlüğü ile Basın Özgürlüğü
42. Mevcut başvuruda başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir (bkz. İlhan Cihaner, § 49). Bu sebeple, bu özgürlüklerin kullanımıyla ilgili genel ilkelerin belirlenmesi gerekir.
43. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
44. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
…”
45. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B.No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
46. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Bu madde, basılmış materyalleri kapsayacak, ancak görsel ve işitsel iletişim araçlarını dışarıda bırakacak şekilde düzenlenmiştir. Nitekim düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa’nın 26. maddesinde “…radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yayımların izin sistemine…” bağlanabileceği belirtilerek, bu iletişim araçlarının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir. Anayasa’nın 28. maddesine ilave olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede basın araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen hükümlerinde yer alan “yazanlar”, “bastıranlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”, “kitap”, “dergi” gibi basılıp çoğaltılabilen kitle iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayıyla, Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur (bkz. Abdullah Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014, § 68; İlhan Cihaner, § 53).
47. İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı olan basın özgürlüğü de ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir. Basın özgürlüğü, Sözleşme’de ayrı bir madde olarak değil ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmıştır. Sözleşme’nin 10. maddesi, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır (bkz. İlhan Cihaner, § 54).
48. AİHM içtihatlarında sıklıkla vurgulandığı gibi ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil, incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyecek olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. 10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. İlhan Cihaner, § 55; başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
49. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanabilmesi, açıklanan düşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi gerçekleştirme konusunda ilgililerin ikna edilebilmesi çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan, § 74; İlhan Cihaner, § 56).
50. Özgür bir siyasal sistemde, devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya görsel basın kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına almaktadır (bkz. İlhan Cihaner, § 57; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997; Abdullah Öcalan, § 75).
51. AİHM, birçok kez demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın, vazgeçilmez “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamazdı (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59 ve 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004 § 71).
52. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka, B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 31) göz önünde bulundurulmalıdır (bkz. İlhan Cihaner, § 59).
53. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da (Prager ve Oberschlick /Avusturya, B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini de zorunlu kılmaktadır (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç [BD], B. No: 21980/93, 10/5/1999, § 65; bkz. İlhan Cihaner, § 60).
54. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana, kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hallerinde geçerlidir (bkz. İlhan Cihaner, § 61; AİHM kararı için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 54-55).
55. Sınırlanabilir birer hak olan ifade özgürlüğü ile onu tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır (Abdullah Öcalan, § 76). Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandırmalardan biri olan “başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması için konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir (bkz. İlhan Cihaner, § 62).
56. Son olarak halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli fikir ve tutumlarının iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (bkz. İlhan Cihaner, § 63; başka pek çok karar yanında aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §§ 41-42; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48).
iii. Olgusal İddialar ve Değer Yargıları
57. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvuranı eleştiri sınırını aşan saldırıdan korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük ölçüde, dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. İlhan Cihaner, § 64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46).
iv. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun Kriterler
58. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale veya haberi yayımlamış olan gazete tarafından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine dayanılarak yapılmış olması ile bu haber veya makaleye konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu hakların her ikisi de prensip olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (bkz. İlhan Cihaner, § 65; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Von Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 106).
59. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir. Basın özgürlüğü ve bu kapsamda ifade özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan ve Mahkememizin 2013/5574 numaralı İlhan Cihaner Kararında benimsenen kriterler aşağıda sayılmıştır (bkz. İlhan Cihaner, § 66-73).
α) Kamu yararına katkı
60. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların basında yer almasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususların belirlenmesi ihtilaflı yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın şartlarına da bağlıdır. Ancak sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu ( bkz. Egeland ve Hanseid/Norveç, B. No: 34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda böyle bir yararın varlığı kabul edilmelidir.
β) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin konusu
61. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı, röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada sıradan bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi kişisel itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için bu derecede bir koruma söz konusu değildir (kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k), B. No: 14991/02, 14/6/2005). Mesela resmi bir görevi yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir haber ile böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan haber bir tutulamaz (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 63).
62. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olan “gözetleyici” (watchdog) fonksiyonuyla örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol talidir. Aynı şekilde kamunun bilgilenme hakkı, tanınan kişilerin, kamu görevlilerinin ve özellikle de siyasi kişiliklerin özel hayatlarının çeşitli boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de, yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar hakkında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili kişiler belli bir üne sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan bahsedilemez (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 65). Bu durumda ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerekir (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 66).
63. Mevcut başvurudaki gibi ifade ve basın özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması halinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnik / Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).
γ) İlgili kişinin önceki davranışı
64. İlgili kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer almaktadır (Von Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 § 111).
δ) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
65. Bir gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayımlanma şekli ve hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne alınmalıdır (bkz. Wirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsgesellschaft m.b.H./Avusturya (no 3), B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005, § 47). Ayrıca haberin, ulusal veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B. No: 53678/00, 16/2/2005, § 47).
ε) Haber veya makalenin yayınlanma şartları
66. Son olarak, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
b. Bu ilkelerin mevcut olaya uygulanması
67. İlk olarak, davalının başvuruya konu sözlerinin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok boyun eğmesi gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 74).
68. Başvuru dilekçesinde ve Bakanlık görüşünde başvurucunun hakkında başvuruya konu gazete haberlerinde geçen soruşturmalar hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Öte yandan gazete haberleri ve başvuru evraklarından başvurucu hakkında kamuoyunda Ergenekon soruşturması olarak bilinen soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma ve bilahare ceza davası açıldığı anlaşılmaktadır.
69. Bakanlığın 2012/1272 sayılı bireysel başvuru dosyasına gönderdiği görüş yazısında Ergenekon soruşturma süreci hakkında özet olarak şu bilgiler bulunmaktadır:
i. 12 Haziran 2007 tarihinde, İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından yapılan aramada, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası ve daha sonra bazı gizli askeri dokümanların elde edilmesi ile başlayan Ergenekon adı verilen soruşturmada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir. Soruşturmaya konu bazı başka şahıslarda silah ve patlayıcı maddeler, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler bulunmuştur.
ii. Ergenekon Soruşturmasının başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında “Sarıkız”, “Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışığı”, “Kafes” ve “İrtica ile Mücadele” isimli eylem planları bulunmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
iii. Sarıkız isimli eylem planında, Hükümete karşı halkta genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlandığı, özellikle öğrencilerin, sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirilmesini ve ulusal seviyede gösteriler yapılmasını öngördüğü iddia edilmiştir. Kafes Eylem Planında, Türkiye’deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar “operasyon” olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu; İrtica ile Mücadele Eylem Planında, medya organları kullanılarak, halkın iktidar partisine olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler yapılmasını içerdiği iddia edilmiştir. Ayışığı eylem planında dönemin Genelkurmay Başkanının etkisiz hale getirilmesinin veya görevinden ayrılmaya zorlanmasının hedeflendiği, AK Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı amaçladığı, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için Cumhurbaşkanı'nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı hedeflediği iddia edilmiştir. Yakamoz eylem planında ise yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içerdiği; Eldiven eylem planının ise planlanan askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkin olduğu iddia edilmiştir. Ergenekon Soruşturması olarak adlandırılan soruşturma sürecine, daha sonra, bazı suikast planları eklenmiştir. Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli duruşmada hükmü açıklamıştır. Başvuru dilekçesinde veya Bakanlık görüşünde başvurucunun söz konusu ceza davası nedeniyle herhangi bir ceza alıp almadığı belirtilmemiştir.
70. Başvuruya konu gazete haberleri, Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan soruşturma işlemleri ile başvurucu hakkındaki kimi iddialara ilişkindir. Davalılar, İlk Derece Mahkemesine, başvurucu hakkında “kafes eylem planı” olarak ifade edilen olaylar nedeniyle kamu davası açıldığını, söz konusu gazete haberleri ve yazılarında yer alan bilgilerin daha sonra iddianamede yer aldığını bildirmişlerdir. İlk Derece Mahkemesi “yapılan yayınlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, yayınların iddianamede ileri sürülen hususları kamuoyuna aktarmaktan ibaret olduğu ve esas itibariyle görünen gerçekliğe uygun olduğu” kanaatine varmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre dava konusu haberler günceldir ve toplumsal ilgiyi uyandırmaktadır, bu sebeple de haberlerin yayınlanmasında kamu yararı bulunmaktadır. Mahkeme ayrıca başvurucunun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yapan bir Koramiral olduğunu göz önünde bulundurmuş; dava konusu haberlerde kamuoyuna aktarılan olayların toplum açısından önemli olduğuna ve haberlerin verilişinde “herhangi bir aşırılığın da söz konusu olmadığına” karar vermiştir.
71. Başvurucu, sözü geçen ulusal gazetelerde yayınlanan haber ve yazıların gerçeğe aykırı bir şekilde yapıldığını ve haberlerin bütününün kendisi hakkında suçlayıcı iddialara yer vermek suretiyle itibar ve kişilik haklarına zarar verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, açtığı tazminat davasında İlk derece Mahkemesinin ve Yargıtayın, itibarını korumadıklarını şikâyet etmiştir.
72. Başvurucunun, hakkındaki haberlerin şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki soyut değerlendirmelerine karşı davalılar söz konusu haber ve yazılardaki bilgilerin daha sonra iddianamede yer aldığını ve kendilerinin esas olarak iddianamede yer alan bilgilerden faydalandıklarını, haberin görünür gerçeğe uygun olduğunu ileri sürmüşlerdir. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi ile reddetmiştir.
73. Başvuruya konu gazete haberlerinde, başvurucu hakkında Ergenekon soruşturmaları kapsamında yapılan adli işlemler söz konusu edilmiştir. Söz konusu haberlerde başvurucu hakkında hangi eylemleri nedeniyle soruşturma yapıldığı belirtilmiş ve soruşturma konusu bazı olaylar aktarılmıştır. Daha önceki Ergenekon soruşturma süreci ile birlikte değerlendirildiğinde söz konusu gazete haberleri ve yazıların, bir ölçüde, genel yarar nitelikli bir tartışmaya bir katkı sundukları kabul edilebilir. Bu hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, § 82).
74. Son olarak başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı göz önünde bulundurulduğunda itiraz götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alınmalıdır. Başvurucu, kamuoyu tarafından tanınmayan bir kişi olduğunu iddia edemez. Öte yandan demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, § 85).
75. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, söz konusu haber ve yazıların, genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu gazete haberlerinde geçen olayların gerçekliği meselesine eğilmiş ve yayınların yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayınların içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve başvuruya konu sözlerde geçen olayların “görünür gerçekliğe uygun” olduğuna karar vermiştir (§ 13).
76. Diğer yandan başvuruya konu yayınlarda abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (bkz. İlhan Cihaner, § 85; aynı yönde bir AİHM kararı için bkz. Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37). Buna karşın İlk Derece Mahkemesi başvuruya konu ifadeleri değerlendirmiş ve bu ifadelerin hukuka uygunluk sınırları içerisinde kaldığına karar vermiştir.
77. Diğer taraftan, hakkında dava açılan haberlerde yer alan iddialar, olgulara dayalı ithamlar şeklinde de değerlendirilse, değer yargıları olarak da kabul edilse, İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun yargılanmasına neden olan olayların anlatıldığı haberlerde yer alan iddiaların olgusal temelden tümüyle yoksun olmadıklarını değerlendirmiştir. İlk Derece Mahkemesi ayrıca, hem ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ve hem de bu özgürlüklerin başkalarının kişilik hakları karşısındaki sınırlarına vurgu yapmıştır.
78. Başvurucu, olayların meydana geldiği dönemde uzunca bir süre kendisi hakkında eleştiriler içeren yazıların hedefi olmuştur. Ancak somut başvuruya konu yazı ve haberler, o dönemde Güney Deniz Saha Komutanı olan başvurucunun görevine ilişkin değil hakkında yürütülen ve şüphelisi olduğu bir soruşturma kapsamında tutuklanmasına ve yargılanmasına neden olan olaylara ilişkindir ve ne başvuranın şahsına hakaret içermekte, ne ona karşı şiddeti teşvik etmekte ve ne de başvurucunun kamusal görevini engellemektedir.
79. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan sebeplerle bu maddenin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Serruh KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OY ÇOKLUĞUYLA
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Dosyada yer alan bilgi ve belgelere göre, günlük iki gazetenin 19.11.2009 tarihinden başlayıp 20.11.2009, 21.11.2009, 22.11.2009, 24.11.2009, 27.11.2009, 29.11.2009, 30.11.2009, 1.12.2009, 7.12.2009 ve 11.12.2009 tarihli nüshalarında, var olduğu öne sürülen bir silahlı terör örgütünün alt yapılanması olarak “Kafes Eylem Plânı” çerçevesinde yer alan haberlerde, hükümeti devirmeye yönelik cunta çalışmaları içerisinde emekli koramiral olan başvurucunun da yer aldığı iddiaları, basının haber verme ve bilgilendirme görevinin ötesine geçilerek “balansçı paşa”, “cuntacı paşa”, “gayrimüslim azınlıkları hedefleyen suikastların planlayıcısı paşa” vb. gibi somut itham ve isnatları içeren başlıklar altında verilmiştir.
Oysa bu tarihlerde başvurucu hakkında henüz bir iddianame düzenlenmemiş olup (iddianame aylar sonra 2010 yılında hazırlanmıştır.), Savcılıkça hazırlık soruşturması yürütülmektedir. Hazırlık soruşturması gizli olup, soruşturmanın selâmeti bakımından ve masumiyet karinesinin ihlâl edilmemesini teminen, basının bu konuda çok titiz ve dikkatli olması gereklidir. Henüz iddianameye dahi konu edilmeyen bir aşamada kişilerin itibar ve onurlarını zedeleyici, onları kamuoyu önünde hedef haline getirici, baştan suçluymuş gibi haklarında hüküm kurucu mahiyetteki haber ve yayınların “basın özgürlüğü” çerçevesinde mazûr görülmesi mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin basın özgürlüğü -kişilerin şeref ve itibarlarının korunması çerçevesinde verdiği kararlar incelendiğinde de; kişilik haklarına saldırı söz konusu olduğunda, kamu görevlilerine siyasetçilere oranla daha kuvvetli bir korumanın sağlandığı, bu çerçevede korunan temel değerin, ilgili kamu görevlisinin bizatihi kişiliği ya da şöhreti olmayıp, o kişinin yerine getirdiği kamusal göreve kamunun duyduğu güvenin demokratik bir toplumdaki önemi olduğu, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken hoşgörü göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer kişilere göre daha geniş bulunduğu, ancak kamu görevlilerinin asılsız suçlamalara karşı da korunması gerektiği, basın yoluyla kamu görevlilerine hakaret iddialarında öncelikle kullanılan ifadelerin “olgusal ifade” ya da “değer yargısı” olup olmadığının tespiti gerektiği, bu anlamda kişilik haklarına tecavüz etmekle suçlanan gazetecilerin, iddialarını bütün yönleriyle doğruluğunu ortaya koyacak şekilde ispatlamaları değil, bu iddiaları desteklemek üzere güvenilir delil sunmalarının asıl olduğu, bu durumun gazetecilerin gazetecilik etiğine uygun bir biçimde davranarak, doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarından kaynaklandığı hususlarının belirleyici unsurlar olarak ifade edildiği görülmektedir.
Davanın somutunda, başvurucu hakkında henüz hazırlık soruşturması aşamasının yürütüldüğü bir evrede; hazırlık soruşturmasının gizliliğini açık şekilde ihlâl eden, başvurucunun masumiyet karinesini gözetmeyen, iddianame vb. gibi somut hiçbir bilgi ve belgeye dayanmayan, “sızdırılmış” kimi ifade vb. gibi yasa dışı olgulara istinat eden ve kurgulanmış-abartılmış bir mahiyet gösteren, itibar sarsıcı, afişe edici, kamuoyu önünde peşinen suçlu gösterici, kişilik haklarını zedeleyici mahiyetteki haber ve başlıkların basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesine imkân olmadığı, haber verme özgürlüğü ile başvurucunun özel hayatının (kişilik haklarının) korunması hakkı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu, derece mahkemelerinin yargılamada bu lazımeye riayet etmemeleri suretiyle “görünür gerçeklik” kriteri çerçevesinde, açılan tazminat davasının redle sonuçlandığı, oysa yayınların yapıldığı tarihte ortada bir iddianame söz konusu olmadığından ve bu iddianameye dayalı bir haber verme durumundan söz edilemeyeceğinden “görünür gerçeklik” kriterinin dava konusu bakımından uygulanmasına imkân bulunmadığı açıkça anlaşıldığından; başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlâl edildiğinin tespiti gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; başvurucu yönünden Anayasa’nın 17 nci maddesinin ihlâline karar verilmesi yerine, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu yolundaki çoğunluk kararına katılmıyoruz.
Üye
KARŞIOY YAZISI
1. Başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı 2009 yılı sonlarında, bazı kamu görevlileri tarafından sahte olarak üretildiği bilahare anlaşılan delillerle, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok önemli görevlerde bulunan diğer bazı yetkililerle birlikte başvurucuyu da vahim birtakım suçların faili olarak gösteren bir dizi belge, bazı gazetelerde yayınlanmıştır.
2. Gazetelerin, cumhuriyet savcılıklarınca yürütülmekte olan soruşturmalarda bu tür belgeleri elde etmelerinin normal koşullarda mümkün olmadığı gözetildiğinde, bu bilgi ve belgelerin basına yine bunları hazırlayanlar tarafından belli bir amaç doğrultusunda servis edildiği açıktır.
3. Yayınların yapıldığı dönemde, yani 2009 yılı kasım ayında henüz başvurucu hakkında düzenlenmiş bir iddianame bulunmamaktaydı. Bu yönden, başvuru konusu yayınlar Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde düzenlenen “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçunu oluşturmaktadır.
4. Dönemin şartları içerisinde başvurucu, kişilik haklarını savunabilmek için belgeleri yayınlayan gazeteler aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemelerinde tazminat davaları açmıştır. Davalar, İzmir 8. Asliye hukuk mahkemesinin 2010/153 Esas sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
5. İzmir 8. Asliye hukuk Mahkemesi, 21/2/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesine göre “… dava konusu edilen haberlerin tümü…”, İstanbul 12. Ağır Ceza mahkemesinde açılan davaya ilişkin “iddianamesinde yeraldığı görülmektedir”.
6. Mahkemenin davayı ret gerekçesinde belirtilen iddianamenin Kasım 2009 tarihinde mevcut olmadığı, o tarihte soruşturmanın devam ettiği, iddianamenin Mart 2010 tarihinde düzenlendiği ve mahkemece kabul edildiği bilinmektedir. Bu nedenle, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin dayandığı gerekçe her şeyden önce maddi olay itibariyle hatalıdır.
7. Mahkeme, yayınların daha sonra iddianamede yer almış olduklarına bakarak, yayınlandıkları tarihte soruşturma gizliliğini ihlal suçu işlenmek suretiyle elde edilmiş ve yayınlanmış oldukları noktasından bir değerlendirme yapmaya gerek duymamıştır. Böylece, başvurucunun tazminat talebi reddedilirken, başvurucunun henüz hakkında yargı makamlarınca bir suçlama yapılmamış olduğu bir dönemde peşin olarak suçlu kabul edilmesinin kişilik haklarının ihlali yönünden yarattığı etki göz ardı edilerek karar verilmiştir.
8. Mahkeme ayrıca, yayınların “yayının yapıldığı andaki görünen gerçeği yansıtması”nın önemli olduğunu belirtmiştir. Ancak, yayınların yapıldığı sırada görünen bir gerçekten söz edilemez. Çünkü soruşturma gizlidir. Soruşturma kapsamında bu yayınların alıntılandığı delillerin sahte olduğu, tarafsız cumhuriyet savcıları tarafından daha o dönemde ortaya çıkarılabilirdi. Adil ve tarafsız bir soruşturmada cumhuriyet savcıları şüphelinin sadece aleyhindeki değil, lehindeki delilleri de toplamakla görevlidir. Bu konuda kamu gücünden kaynaklanan ağır bir ihlalin varlığı inkar edilemez.
9. Öte yandan, Avrupa İnsan hakları Mahkemesince de kabul edildiği gibi, basının da elde ettiği bilgileri kamuoyuna aktarmadan önce doğruluğunu tespit için asgari bir dikkat ve özen gösterme sorumluluğu vardır. Yayınların konusu olan belgelerdeki suçlamaların vahameti ve başvurucunun da aralarında olduğu silahlı kuvvetler mensupları üzerindeki yıkıcı etkilerinin büyüklüğü gözetildiğinde, bu dikkat ve özen yükümlülüğünün daha fazla olması gerekirdi. Mahkemece gerekçeli kararda bu yönden de bir değerlendirme yapılmamıştır.
10. Bireysel başvuruda amaç, neticesi itibariyle adil olmayan mahkeme kararlarını düzeltmek değil, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki temel hakları kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin haklarını korumak ve yapılan ihlale etkili bir giderim sağlamaktır.
11. Bu yönden, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanan kararın isabetli olup olmadığı çok önemli değildir. Mahkemenin redde ilişkin gerekçeli kararındaki değerlendirmelerin isabetli olmaması, bunun ilgili Yargıtay Dairesince de onanması, kamu gücü tarafından yapılan ihlalin önlenmesini sağlayamamış, ihlali devam ettirmiştir. Olayda kamu gücünden kaynaklanan bir dizi ihlaller söz konusudur. Bu olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucunun kişilik hakları ile basın özgürlüğü arasında adil bir denge kurulduğundan söz edilemez.
12. Başvurucu, yapılan ihlalin giderimi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmemiş, bunun yerine ihlalin tespiti ile uygun bir tazminata hükmedilmesini istemiştir. Ancak olayda sadece ilgili basın organlarının eylemleri değerlendirilerek, ihlallerin emniyet ve yargı mensuplarından bazılarının kötüye kullandığı kamu gücünden kaynaklandığı göz ardı edilmiş ve sonuç olarak Başvurucuya etkin bir giderim sağlanmamıştır.
13. Başvurucunun kamu gücü eliyle uğradığı hak ihlali yadsınamaz nitelikte olduğundan, başvurunun kabulü ve kendisine uygun bir tazminat ödenmesi gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk kararına katılmamaktayım.