TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET KARADAĞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2030)
Karar Tarihi: 26/6/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Elif KARAKAŞ
Başvurucu
Mehmet KARADAĞ
Vekili
Av. Fethi GÜMÜŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, boş alanda bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu uğradığı zararın tazmini için açtığı davada mahkemenin hiçbir ölçüt ortaya koymaksızın izafe ettiği kusur oranına bağlı olarak tazminat miktarı belirlediğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 14/3/2013 tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2. Bölüm 3. Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 14/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 13/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 10/3/1998 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Yatılı İlköğretim Bölge Okulu alanında yer alan ve yakınlarında 1. Piyade Tabur Komutanlığı bulunan boş arazide arkadaşlarıyla birlikte kola kutusu topladıkları sırada bir arkadaşının siyah renkli bir metali (roketatar mermisi) yerde bulması ve arkasında bulunan pervaneyi çıkartmak için bu metali taşa vurması üzerine meydana gelen patlamada iki arkadaşıyla birlikte yaralanmıştır. Başvurucunun roketatar mermisini taşa vuran arkadaşı ise ağır yaralanarak hayatını kaybetmiştir.
8. Başvurucunun, söz konusu olay nedeniyle uğramış olduğu zararlarının tazmini amacıyla 27/2/2002 tarihinde yaptığı idari başvurunun reddedilmesi üzerine açtığı tam yargı davasında, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 27/6/2007 tarih ve E.2002/1080, K.2007/902 sayılı kararıyla başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenen 53.177,74 TL tutarındaki çalışma gücü kaybı ve % 75 oranında belirlenen müterafik kusuru gözetilerek 13.294,43 TL maddi ve başvurucunun duyduğu elem ve acının karşılığı olarak da 2.500,00 TL manevi tazminatın ödenmesine hükmedilmiştir.
9. Temyiz edilen karar, Danıştay 10. Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2008/1108, K.2012/6002 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme yoluna ise gidilmemiştir.
10. Karar, başvurucu vekiline 18/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
11. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
12. 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Tazminatın tenkisi” başlıklı 44. maddesi şöyledir:
“Mutazarrır olan taraf zarara razı olduğu yahut kendisinin fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği ve zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakim, zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilir.
Eğer zarar kasten veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir.”
13. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.”
14. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı 20. maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.”
“(5) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/3/2013 tarih ve 2013/2030 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu, idarenin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmemesi sonucu yaralanması nedeniyle maddi ve manevi yönden zarara uğradığını, yerel mahkemenin kendisine izafe ettiği kusur oranını belirlerken hukuka uygun bir tespit yapmadığını, olay tarihindeki yaşının ve diğer şartların değerlendirilmeden kusur oranı konusunda karar verdiğini ve bu orana bağlı olarak düşük miktarda bir tazminata hükmettiğini, dava sürecinin uzun olduğunu, taleplerinin yargı yerince ısrarla dikkate alınmadığını belirterek Anayasa’nın 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
17. Başvurucu, idarenin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmemesi sonucu yaralanması nedeniyle maddi ve manevi yönden zarara uğradığını, Mahkemece lehine hükmedilen tazminat miktarı belirlenirken hiçbir ölçüt ortaya konulmaksızın yüzde yetmiş beş kusurlu olarak kabul edildiğini, olay tarihinde on yedi yaşında olmasının nazara alınmadığını ve ödenmesine hükmedilen tazminatın yetersiz olduğunu belirterek Anayasa’nın 40. maddesi ile 125. maddesinin son fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
18. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin “delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması, ve derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümün adil olmamasına” ilişkin olduğu belirtilerek görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir
19. Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 40. ve 125. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bu şikâyeti Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenecektir.
20. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte, bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür. AİHM de, ölümle sonuçlanmayan yaralanma olaylarını kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü ve güç kullanımının ardında yatan niyet ve amacı diğer faktörlerle birlikte göz önünde tutarak yaşam hakkı kapsamında inceleyebilmektedir (bkz. İlhan/Türkiye [BD], 22277/93, 27/6/2000, §76; Paşa ve Erkan Erol/Türkiye, 51358/99, 12/12/2006, §27; Makaratzis/Yunanistan [BD], 50385/99, 20/12/2004, §52).
21. Başvuru konusu olayda da, başvurucu, roketatar mermisinin patlaması neticesinde yaralı olarak kurtulmuş ise de roketatar mermisinin öldürücü niteliği ve başvurucunun atlattığı hayati tehlike göz önünde bulundurulduğunda başvuruya konu olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
22. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
23. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 61 ve 74, benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, 36813/97, 29/3/2006, § 178 ve devamı, Eckle/Almanya, 8130/78, 15/7/1982, § 64-70, Jensen/Danimarka, 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 45-46) (B. No:2013/841, 23/1/2014, § 83) (B. No:2013/841, 23/1/2014, § 83).
24. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, § 68, 9/2/2006). Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, § 116, Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 48-49) (B. No:2013/841, 23/1/2014, § 84).
25. Belirtilen hususlar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde, başvuruya konu patlamanın meydana geldiği gün emniyet yetkililerinin olay yerine intikal ettikleri, olay yeri görgü ve tespit tutanağı ile olay yeri krokisinin düzenlendiği, patlayıcı madde uzman bilirkişisi ile birlikte yapılan çalışmalar sonucunda delillerin toplandığı, ölen kişinin ölüm nedeninin tespiti için otopsisinin yapıldığı, görgü tanıklarının dinlendiği, Lice Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1998/35 numaralı hazırlık evrakı üzerinden soruşturma yürütüldüğü, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda olaya konu roketatar mermisinin bölgede yasadışı terör örgütü tarafından kullanılmakta olduğunun belirtildiği, söz konusu roketatar mermisini olay yerine bırakan meçhul fail ya da failler için daimi arama kararı verildiği, üç ayda bir emniyet yetkililerinden bu konuda raporlar alındığı, olayın aydınlatılması için alınan tüm tedbirlere ve yürütülen kapsamlı soruşturmaya rağmen fail ya da faillerin bulunamayarak ceza zamanaşımının dolması nedeniyle şüpheli hakkında kamu adına takibata yer olmadığına karar verildiği, ancak somut olay koşullarında faillerin tespit edilememesi hususunda yetkililere yüklenebilecek bir kusurun bulunmadığı görülmektedir.
26. Başvurucunun Milli Savunma Bakanlığına karşı İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında da, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi tarafından başvurucunun tazminat talebi kısmen kabul edilerek başvurucuya 13.294,43 TL maddi ve 2.500,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“ … Diyarbakır ili, Lice ilçesi Yatılı İlköğretim Bölge Okulu alanında bulunan 1. Piyade Tabur Komutanlığı yakınlarındaki boş arazide 10/3/1998 tarihinde, 1981 doğumlu davacının ve arkadaşlarının kola kutusu topladıkları sırada, yerde baş kısmı siyah ve arkasında pervane bulunan siyah renkte bir metal (roketatar mermisi) buldukları, davacının arkadaşlarından Engin Ceylan isimli çocuğun bu metalin arkasındaki pervaneyi çıkarmak için taşa vurması neticesinde patlama meydana geldiği, patlamanın etkisiyle Engin’in ağır yaralanarak hayatını kaybettiği, davacının ve diğer arkadaşlarının ise yaralandıkları, Dicle Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 17/5/2001 tarihli ve 229 sayılı adli raporuna göre davacının yirmi beş gün iş ve güç kaybına uğradığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, uzuv kaybının olmadığının belirtildiği, bu rapor üzerine davacı vekili tarafından davacının ağır yaralanıp özürlü kaldığı iddia edilerek meydana gelen zararın tazmin edilmesi istemiyle 27/2/2002 tarihinde idareye yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine davacı için 100.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 110.000,00 TL tazminatın ödenmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda; idarenin terör örgütü ile mücadelesinde kullanılan mühimmatların patlamış ve patlamamış olanlarından bazılarının vatandaşların yaşadığı alanlara düştüğü ve bu maddeleri bu bölgelerden temizlemekle yükümlü olan idarece yürütülen hizmetin kötü işlemesi neticesinde meydana gelen zarardan, davalı idarenin hizmet kusuru ilkesi uyarınca sorumlu olduğu ve zararın davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
Davacının vücudunda meydana gelen sakatlık oranının saptanması amacıyla, Mahkememizin 15/6/2006 tarihli ara kararı ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığında bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek davacının adı geçen kuruma gönderilmek suretiyle bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, anılan kurumca davacının muayenesinin yapılması sonucu düzenlenen 20/11/2006 tarihli ve 4803 sayılı Adli Tıp Raporunda; davacının %28,0 oranında meslekte kazanma gücünde azalma olduğunun tespit edildiğinin belirtilmesi üzerine Mahkememizin 30/1/2007 tarihli ara kararı ile Malatya İdare Mahkemesi niyabetinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, Adli Tıp Kurumu tarafından tespit edilen davacının sakatlık oranı doğrultusunda dosya üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen ve 5/4/2007 tarihli ve 2007/8 Tal. sayılı bilirkişi raporunda; olay sonucu %28,0 oranında sakat kalan davacının çalışma gücü kaybının peşin değerinin 53.177,74 TL olarak hesaplandığı görülmektedir.
Yukarıda sözü edilen bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idare tarafından anılan rapora itiraz edilmesine rağmen söz konusu bilirkişi raporu Mahkememizce karar ittihazı için yeterli bulunmuştur.
Olayın tarihinde, davacının arkadaşları ile buldukları baş kısmı siyah ve arkasında pervane bulunan siyah renkteki metal maddenin patlayıcı madde olduğunu ve bu maddeyi taşa vurmanın patlamasına sebebiyet verebileceğini bilmesi gereken, temyiz kudretine sahip bir yaşta (17) olduğu, diğer taraftan anne ve babanın da denetim ve gözetim görevini tam olarak yapmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, %75 oranında müterafik kusurun oluştuğu Mahkememizce kabul edildiğinden, bilirkişi tarafından hesaplanan 53.177,74 TL tutarındaki çalışma gücü kaybının peşin değerine, %75 oranındaki müterafik kusur uygulanmak suretiyle hesaplanan 13.294,43 TL nin davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Davacının manevi tazminat talebine gelince; hukuk doktrininde kabul edildiği üzere manevi tazminat, malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişilerin malvarlığı dışındaki manevi değerlerinde meydana gelen kayıp ve idarenin hukuka aykırı bir işlem ya da eyleminden duyulan elem, acı ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamak amacıyla yargı yerince takdir edilen bir tazmin aracıdır.
Zira idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilmesi için ağır hizmet kusurunun varlığı ile bunun sonucunda kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi, elem ve ızdırap duyulması veya yaşama zevklerinin azalması, haysiyet ve şereflerinin rencide edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle; davacının olay nedeniyle duyduğu acı, üzüntü ve ruhsal sıkıntının giderilmesi için müterafik kusur da dikkate alınmak suretiyle takdiren 2.500,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi yerinde görülmüştür.…”
27. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, İdare Mahkemesi kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı ve buna dayalı olarak başvurucuya uğradığı maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan yararlanılarak toplam 15.794,43 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir.
28. Başvurucu hakkında düzenlenen adli tıp raporu, iş gücü kaybı, sakatlık oranı, asgari ücret miktarı, başvurucunun yaşı, müterafik kusuru ve diğer faktörler dikkate alınarak bilirkişi marifetiyle hesaplanan maddi zarar ve Mahkemece takdir edilen manevi zarar yönünden olayın koşulları gözetilerek belirlenen kusur oranı uygulanmak suretiyle ödenmesine hükmedilen tazminat miktarı ile davanın koşulları ve başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak İdare Mahkemesi kararında hükmedilen tazminat miktarı belirli bir tatmin sağladığı sürece Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda İdare Mahkemesinin takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 45; B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 87).
29. Buna göre, başvuru konusu olayda yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup, yaşam hakkına yapılan müdahale uygun bir şekilde giderilmiş olduğundan başvurucunun mağdur sıfatı ortadan kalkmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkı yönünden başvurucunun mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiği İddiası
31. Başvurucu, açtığı davada Anayasa'nın 40. ve AİHS’in 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. 6216 sayılı Kanun'un, "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. "
33. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün "Bireysel başvuru formu ve ekleri" başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde, bireysel başvuru formunda bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların yer alacağı belirtilmiştir.
34. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde etkili başvuru hakkının ihlal edildiği ileri sürülmekte olup, bu hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (B. No: 2013/2103, 14/1/2014, § 40).
c. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
35. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucu 2002 yılında idari yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarına atfen, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
38. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
39. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
40. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
41. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
42. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
43. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
44. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
45. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
46. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
47. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
48. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu davanın, başvurucunun boş alanda bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu yaralanması ve sakat kalmasından dolayı uğradığı zararın tazminini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
49. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B. No:2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun, yaralanıp sakat kalmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla idareye başvurduğu 27/2/2002 tarihidir.
50. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
51. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarih mevcut başvuru açısından Danıştay 10. Dairesinin E.2008/1108, K.2012/6002 sayılı onama kararının tarihi olan 26/11/2012 tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 52).
52. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, başvurucu tarafından, Diyarbakır ili, Lice ilçesi 1. Piyade Tabur Komutanlığı yakınlarında arkadaşlarıyla bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu yaralanması nedeniyle meydana gelen zararının tazmini amacıyla yapılan 27/2/2002 tarihli başvurunun idarece reddi üzerine Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 100.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararın tazmini istemiyle İdare Mahkemesinde 1/5/2002 tarihinde tam yargı davası açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece 22/5/2002 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin yapıldığı, adli yardım talebi yönünden dosyanın heyete sevk edilerek 23/5/2002 tarihli ara kararıyla başvurucu vekilinden başvurucunun herhangi bir geliri ve malvarlığı bulunmadığına dair yoksulluk belgesinin aslının istenildiği, Lice Kaymakamlığından da başvurucunun yargılama giderlerini ödeyemeyecek düzeyde yoksul olup olmadığına ilişkin araştırma yapılarak sonucun ve ilgili bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenildiği, bu ara kararlarının 27/9/2002 tarihinde tebligata çıkarıldığı, Lice Kaymakamlığı tarafından ara kararına ilişkin her hangi bir cevap verilmediği, 15/4/2003 tarihli ara karar ile dava dilekçesi ekinde sunulmuş olan fakirlik belgesi esas alınmak suretiyle adli yardım talebinin kabul edildiği, bu kararın başvurucu vekiline, dava dilekçesinin de davalı idareye gönderilmek üzere 24/7/2003 tarihinde tebligata çıkarıldığı, davalı idarenin cevap dilekçesinin 8/9/2003 tarihinde Mahkemeye sunulduğu, bu dilekçenin başvurucu vekiline gönderilmek üzere 16/1/2004 tarihinde tebliğe çıkarıldığı, otuz günlük süresi içinde başvurucu vekili tarafından dosyaya sunulan cevaba cevap dilekçesinin 1/6/2004 tarihinde davalı idareye tebliğinin sağlandığı, davalı idarece bu dilekçeye karşı herhangi bir beyanda bulunulmadığından dosyanın tekemmül ettiği, 11/1/2005 tarihli arar kararıyla davalının Milli Savunma Bakanlığı yerine İçişleri Bakanlığı olarak düzeltilmesine karar verildiği, bu doğrultuda dava dilekçesinin yeni davalı İçişleri Bakanlığına tebliği ile dosyanın tekemmülüne başlandığı, ancak 15/6/2006 tarihinde hasım düzeltme kararı verilerek Milli Savunma Bakanlığının yeniden gerçek hasım olarak belirlendiği ve başvurucunun uğradığı sakatlık oranının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bu kararların 31/8/2006 tarihinde tebligata çıkarıldığı, 20/11/2006 tarihli Adli Tıp Kurumu Raporunun 26/12/2006 tarihinde dosyaya sunulduğu, 30/1/2007 tarihli ara kararı ile başvurucunun maddi zararının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yapılması için dosyanın Malatya İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, 28/3/2007 tarihinde Malatya İdare Mahkemesi tarafından bilirkişi seçimi ve ücretlerin ödenmesi konusunda naip üyeye yetki verildiği, 4/4/2007 tarihinde bilirkişi raporunun dosyasına sunulduğu ve 9/4/2007 tarihinde dava dosyası ve söz konusu bilirkişi raporunun Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine ulaştığı, ardından taraflara tebliğinin sağlandığı, 27/6/2007 tarihinde de ilk derece Mahkemesince dosyanın karara bağlandığı anlaşılmaktadır.
53. Kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince süresinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlendiği, ancak davalı Milli Savunma Bakanlığınca yatırılmayan temyiz posta harcının Ocak 2008’de tamamlatıldığı ve dosyanın tekemmülünün sağlandığı, temyiz incelemesi için 7/2/2008 tarihinde Danıştay’a gönderilen ve 15/2/2008 tarihinde temyiz merciinde kayda alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık dört yıl dokuz ay sonra 26/11/2012 tarihinde Danıştay 10. Dairesince onama kararı verildiği anlaşılmaktadır.
54. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin toplam on yıl dokuz ay sürdüğü anlaşılmaktadır.
55. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, 17/7/2007 tarihinde açılan davada ilk derece mahkemesince 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, dosyanın tekemmül etmesinin ardından 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici süre de nazara alınarak dosyanın karara bağlandığı, ancak, dava dilekçesi ekinde başvurucuya ait muhtarlıktan alınmış fakirlik belgesi olduğu halde ara kararıyla başvurucudan ve Kaymakamlıktan başvurucunun geliri ve malvarlığı olmadığına ilişkin bilgi ve belge istenildiği, bu ara kararının tebliğ işlemlerine yaklaşık dört ay sonra başlanıldığı, Kaymakamlıktan bir cevap gelmemesi üzerine bu kez başvurucuya ait fakirlik belgesinin dava dilekçesi ekinde bulunduğu belirtilerek adli yardın talebinin kabulüne karar verildiği, bu şekilde dava dilekçesi ekinde mevcut bir belgeye dayanarak karar verilebilmesi için bir yıla yakın bir sürenin geçirilmiş olduğu, ara kararlarının ve taraflarca dosyaya sunulan bilgi ve belgelerin ilgililere tebliğ işlemlerinin iki buçuk ayla dört ay arasında değişen sürelerde ancak başlatılabildiği, dosyanın tekemmülü sağlanmışken 11/1/2005 tarihinde hasım değişikliği yapılarak dosyanın yeni hasımla görülmesine karar verildiği, 15/6/2006 tarihinde ise yeniden hasım düzeltme kararı verilerek davanın önceki hasımla devamına karar verildiği, bu süreçte de yaklaşık bir yıl beş aylık bir gecikmeye neden olunduğu görülmektedir.
56. Kanun yolu incelemesinde yer alan süreçlerin değerlendirilmesinde, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık dört yıl dokuz ay sonra onama kararının verildiği anlaşılmaktadır.
57. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
58. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Foti ve Diğerleri/İtalya, B. No: 7604/76, 10/12/1982, § 61; Neumeister/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 20-21; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/07/1983, § 29-32; Reilly/İrlanda, B. No: 21624/93, 22/2/1995, § 65-66; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, § 84).
59. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince özellikle tebligat işlemlerinin başlatılması ve birtakım usulî işlemlerin gerçekleştirilmesi süreçlerinde yetkili makamların yeterli özeni göstermemeleri nedeniyle gecikmelerin yaşandığı ve bu gecikme periyotlarının yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
60. Öte yandan, temyiz aşamasında geçen toplam dört yıl dokuz aylık sürenin de yargılama faaliyetinde gecikmeye sebebiyet verdiği görülmekte birlikte söz konusu aşamanın yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
61. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
62. Yapılan bu tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun askeri bölge yakınlarında arkadaşlarıyla bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu yaralanması nedeniyle meydana gelen zararının tazminine yönelik olmasına, maddi tazminat hesaplamasının bilirkişi incelemesi gerektirmekle birlikte karmaşıklık içermemesine ve başvurucu açısından taşıdığı öneme karşın on yıl dokuz ay süren başvuruya konu yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
64. Başvurucu, ileri sürdüğü hak ihlallerinin Mahkeme tarafından tespiti halinde maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
65. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
66. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
68. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on yıl dokuz aylık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
69. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetler yönünden “kişi bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 10.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.