TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN BASRİ ÖZBEY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2061)
|
|
Karar Tarihi: 16/12/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Abuzer YAZICIOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Hasan Basri ÖZBEY
|
Vekili
|
:
|
Av. Asuman Esin ÖZBEY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uydu yayını yapan TRT-2 televizyon kanalının “Büyüteç” isimli programında, program
konuğu tarafından kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını
zedelediği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/3/2013 tarihinde Ankara
19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, TRT-2 televizyon kanalında 14/1/2009
tarihinde yayımlanan “Büyüteç”
isimli tartışma programına, kamuoyunda bir zamanlar “Ergenekon” adıyla bilinen davada tutuklu bulunan İşçi
Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in avukatı sıfatıyla telefon bağlantısı ile
katılmış ve siyasi parti lideri konumunda bulunan müvekkili hakkındaki
suçlamalara cevap vermiştir.
6. Telefon kapandıktan sonra aynı programda konuşmacı olarak
bulunan Ş.T., başvurucuya hitaben şu ifadeleri
kullanmıştır:
"Şimdi az önce yayına İşçi Partisi Genel
Başkanı sayın Doğu Perinçek'in avukatı sıfatıyla Hasan
Basri Bey bağlandı. Ben tanımıyorum ama avukatı dediniz. Ben biraz şaşırdım,
acaba diplomayı kasaptan mı aldı, yoksa hukuk fakültesinden mi?
... Eğer bunları diyorsa ve bunu da bir hukuk
adamı sıfatıyla söylüyorsa ben de o zaman derim ki, siz bu diplomayı kasaptan
mı aldınız?"
7. Başvurucu, söz konusu ifadelerle kişilik haklarına saldırıda
bulunulduğu iddiasıyla TRT Genel Müdürlüğü ve Ş.T. aleyhine tazminat davası
açmıştır.
8. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, 23/12/2010
tarihli ve E.2010/16, K.2010/480 sayılı kararı ile davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Davaya konu
edilen programla ilgili CD kaydının çözümüne ilişkin bilirkişi raporuna göre:
14 Ocak 2009 tarihinde yayınlanan “Büyüteç” isimli canlı programa davalı Ş.T.’ın konuşmacı olarak katıldığı, İşçi Partisi Genel Başkan
Yardımcısı ve Genel Başkan’ın avukatı olan davacının canlı olarak yayınlanan
aynı programa telefon ile bağlanıp, İşçi Partisi ve bu partinin Genel Başkanı
hakkındaki suçlamalara cevap verdiği, telefonu kapattıktan sonra, aynı
programın devamında davalı Ş.T.'ın davacıya hitaben
yukarıda dava dilekçesinin özet bölümünde belirtilen sözleri söylediği
anlaşılmış ise de, davacının canlı yayına telefon ile bağlanıp kamuoyunda "Ergenekon"
adı ile bilinen dava ile ilgili hukuki görüşlerini beğenmediğini, bu görüşlerin
yanlış olduğunu belirterek "avukat olduğunu söylüyorsunuz, diplomasını
kasaptan mı aldı, bu şekilde görüş bildirdiğine göre ben de ona diplomanı
kasaptan mı aldın derim" şeklinde beyanda bulunduğu, bu şekildeki ifadeyi
davacının görüşlerini eleştirmek amacı ile söylediği, sert eleştiri niteliğinde
olup kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunmadığı, bir siyasi partinin
genel başkan yardımcısı olan davacının, siyasi kişiliği nedeniyle sert
eleştirilere katlanmak zorunda olduğu anlaşıldığından davanın reddine ilişkin
…”
9. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 18/4/2012 tarihli ve E.2011/4270,
K.2012/6653 sayılı kararı ile onanmıştır.
10. Onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, Yargıtayın aynı Dairesince 13/12/2012
tarihli ve E.2012/11935, K.2012/19279 sayılı kararla reddedilmiş ve ret kararı
başvurucu vekiline 12/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuş olup başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
11. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para
ödenmesini isteyebilir.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
12. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/3/2013 tarihli ve 2013/2061 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
13. Başvurucu, canlı telefon bağlantısı ile katıldığı programda
konuşmacılardan birinin hakkında söylediği sözlerin yürütmekte olduğu avukatlık
mesleğinin şeref ve haysiyetine yönelik haksız saldırı niteliğinde olduğunu,
söz konusu ifadeler nedeniyle kişilik haklarının ve manevi bütünlüğünün ihlal
edildiğini ileri sürerek bu ihlalin giderilmesi istemiyle açtığı davada
Mahkemece, somut olguya aykırı olan bir gerekçe ile davanın reddi yönünde karar
verildiğini ve Yerel Mahkeme kararına karşı yaptığı temyiz başvurusu ve karar
düzeltme isteminin gerekçesiz olarak reddedildiğini belirterek Anayasanın 17., 36., 138. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile yargılamanın
yenilenmesi veya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
14. Başvurucu, mesleği ile ilgili olarak tahkir içeren sözler
nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkını, derece mahkemeleri kararlarının
korumadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36., 138. ve
141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet
ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu
şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
15. Başvurucu, kişilik haklarına yönelik sözleri kullanan kişi
ile birlikte programı yayımlayan televizyon kuruluşu aleyhine de dava açmış ve
her iki davalı yönünden talebi reddedilmiştir. Bu durumda başvurucunun
şikâyetleri hakkında, davalıların farklı konumları dikkate alınarak incelenmesi
daha doğru bir yaklaşımdır. Fakat İlk Derece Mahkemesi, program konuğunun
sözlerinin “davacı tarafın kişilik haklarına
herhangi bir saldırı oluşturmadığını” kabul ederek davayı
reddettiğinden sorumluluğu, program konuğunun konuşmalarına ve konuşma sürecinde
program konuğunu yönlendirmesine bağlı olan televizyon kuruluşu (Benzer yönde
AİHM kararı için bkz. Jersild/Danimarka, B. No:15890/89, 23/9/1994, § 35) yönünden basın özgürlüğü kapsamında ayrıca
inceleme yapılmasına ihtiyaç olmayacağı değerlendirilmiştir.
16. Başvuru konusu programda, program konuğu tarafından sarf
edilen sözler nedeniyle meydana gelen olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner (2) (B.
No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) kararında ortaya
konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından
benimsenmiş (Kadir Sağdıç [GK],
B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 35-66; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997,
8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde sözü geçen ilkeleri
uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun,
B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali
Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
17. Başvuruya konu sözler ve iddialar nedeniyle başvurucunun
kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği, kabul edilebilirlikten
uzak değildir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel
itibarın korunmasını isteme hakkı ile siyasi tartışma programı düzenleyen televizyon
kanalının ve bu tartışma programına katılan program konuğu gazetecinin
Anayasa’nın 28. maddesinde güvece altına alınan basın özgürlüğü ve bu
özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan
ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
18. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek şeklinde negatif
yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif
yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş,
B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı
etkileyen sözlü saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı
bireyin korunmaması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal
edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, §
36; İlhan Cihaner
(2), § 42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının
kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel
olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın
şartlarına göre değerlendirir (Kadir Sağdıç,
§ 39; İlhan Cihaner
(2), § 45).
19. Öte yandan ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum
tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve
fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve
düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu
hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyen
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara
tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç,
§ 48; İlhan Cihaner
(2), § 55; Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
20. Mevcut olaydaki gibi başvuruların, Anayasa’nın 26. maddesine
dayanılarak ihtilaflı sözlerin sahibi tarafından yapılmış olması ile
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak bu sözlere konu olan
kişi tarafından yapılmış olmasının değerlendirme bakımından önemi
bulunmamaktadır. Anayasa’nın bu maddelerinde korunan hak ve özgürlüklerle
ilgili benzer olaylarda çelişkili sonuçların ortaya çıkmaması için yargı
mercilerinin anılan hak ve özgürlükler arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında
ortaya konulan kriterlere uygun bir denge kurmaları
gerekir.
21. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir
tartışmaya katkı sağlanıp sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi,
kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi);
haber, köşe yazısı veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları;
yayının içeriği, şekli ve sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin
yayımlanma şartları (İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
22. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin,
başvurucuyu eleştiri sınırlarını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp
kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki
ihtilaf büyük ölçüde, dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya
değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular
ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular
ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı
hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç,
§ 57; İlhan Cihaner
(2), § 64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip
olması beklenmekle birlikte yargılamaya konu bir ifadenin bir bütün olarak ele
alındığında kamu yararını ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş
yorumlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir
nedene dayandığının ortaya konulmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu
yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri
bakımından da aranmasını beklemek basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§ 39-43).
23. Başvurucu, tartışma programındaki sözlerde kendisinin,
avukatlık mesleğinden anlamayan bir kişi olarak gösterildiğini iddia
etmektedir. Başvurucu; gerçeklik unsurunu taşımayan bu ifadelerle program
konuğu gazeteci tarafından kendisinin hedef alındığını, itibarsızlaştırılmaya
çalışıldığını ve kendisine hakaret edildiğini iddia etmektedir. Buna karşın İlk
Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet konusu sözlerin, davacı tarafın
kişilik haklarına herhangi bir saldırı oluşturmadığını
kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut
davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği
anlamın ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiş; ifade ve basın özgürlüğünün
sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte söylemler olduğunu kabul etmiştir.
24. Başvurucunun, davalının sözlerinin
şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine
karşı davalı kanal; program öncesi konukların uyarılmasına rağmen programının
canlı yayımlanması nedeniyle tartışmada kullanılan sözlerin kontrolünün zor
olduğunu, tartışmada söylenen sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı
niteliği taşımadığını; diğer davalı ise ülke gündeminde yer alan davalarla
ilgili tartışma yapıldığını, tartışma konusu dava ile ilgili sözlere karşılık
olarak dava konusu ifadeleri kullandığını ve ifadelerin sert eleştiri
niteliğinde olduğunu, davacının siyasi kişiliği nedeniyle sert eleştirilere
katlanmak zorunda olduğunu, şikâyet konusu sözlerin kişilik haklarına saldırı
amacıyla söylenmediğini ifade etmiştir. İlk Derece Mahkemesi, tartışmanın
kamuoyunu ilgilendiren bir konuda ve programın yapıldığı tarih itibarıyla
toplumsal ilginin yoğunlaştığı hususlarda eleştirel nitelikli söylemler
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun konumunu da gözönüne
alarak yazıların basın özgürlüğü kapsamında yer aldığına, kişilik haklarına
saldırı niteliği taşımadığına, güncel ve görünürdeki gerçekliğe uygun olduğuna
karar vermiştir.
25. Başvurucu, davalı
televizyon kanalı tarafından hazırlanan ve diğer davalının programda söylediği
ifadelerinde şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğunu ileri sürmektedir.
İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu konuşmaların bir
bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin
bozulmadığı, tartışma sürecinde söylenen sözler olduğu yönünde değerlendirme
yaparak reddetmiştir.
26. İlk olarak davalının başvuruya konu televizyon programında
dile getirdiği düşüncelerin, olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda bir program, haber, köşe
yazısı veya makalenin kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin
söz konusu program, haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanmasına o kadar
çok katlanması gerekir. Aksine yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse
kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner (2),
§ 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve
fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği
hatırlanmalıdır.
27. Şikâyet konusu tartışma programının yayımlandığı dönem, üst
düzey bürokrat ve askerî yetkililerin yargılandığı, kamuoyunda “Ergenekon davası” olarak bilinen ve uzun
süre ülke gündeminde kalan bir davanın derdest olduğu bir dönemdir. Programın yayımlandığı
tarihte basın ve yayın organlarında, bahsi geçen yargılama ve olaylara ilişkin
pek çok haber ya da tartışma programı yapılmış ve yayımlanmıştır.
28. Başvuruya konu tartışma programındaki ifadeler, başvurucunun
canlı telefon bağlantısında yaptığı açıklamalar üzerine kullanılan, ifade
sahibinin başvurucunun konuşmasına tepkisini ortaya koyan ve kişisel saldırı
boyutuna ulaşmayan niteliktedir. Nitekim başvuruya dayanak Derece Mahkemesi
dosyasındaki CD çözümüne ilişkin bilirkişi raporu da bunu doğrulamaktadır.
Başvuruya konu tartışma programında, tartışma konusu olan dava kapsamında
aranan T.G. isimli kişinin Toronto’dan görüntülü bağlantı kurması ve dava ile
ilgili açıklamalar yapmasının ardından başvurucunun canlı yayına bağlandığı ve
“… T.G. hakkında gıyabi tutuklama kararı
bulunmaktadır. Ve bırakın saatlerce, bir dakika dahi ekranda bulunmaması
gerekmektedir.” dedikten sonra tartışma konusu davadaki sanıklar ve kendi
müvekkili hakkında övücü sözler söylerken Mahkeme heyeti hakkında “CIA tertibatı” ibaresini kullandığı, buna
karşılık olarak program konuğu Ş.T.nin “… Ergenekoncuları pırlanta
olarak ilan etti. Kimse bağımsız yargı heyetine (CIA’nın tertibatı) diyemez.
Hasan Basri suç işlemiştir. Bir hukuk adamı böyle konuşamaz. Bu konuşmadan
sonra bende ona (Diplomayı kasaptan mı aldın?) diye sorarım. …”
şeklinde devam eden konuşmaların geçtiği görülmüştür. Tartışma içeriği ve
diyaloğun tamamı dikkate alındığında başvurucunun tartışma konusuna yaklaşma
biçimi ve görüşleri, program konuğu tarafından incitici ve eleştirel cümlelerle
karşılanmaktadır. Şikâyet konusu tartışma programında dile getirilen iddialar
ve eleştiriler, programın yayımlandığı dönemdeki olaylarla birlikte
değerlendirildiğinde bir ölçüde genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı
sundukları kabul edilebilir.
29. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkimler, savcılar ve avukatlar da diğer kamu görevlileri gibi
kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan
hâkimler, savcılar ve avukatlarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız
suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda
bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve
onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin
kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta
ulaşmaması gerekir (İlhan Cihaner (2), § 85).
30. Buna karşılık başvurucu, tartışma konusu davanın
sanıklarından birinin müvekkili sıfatıyla şikâyet konusu tartışma programına
canlı yayın konuğu olarak telefonla bağlanmış ve görüşlerini açıklamıştır.
Başvurucunun, olayların geçtiği zaman diliminde müvekkilinin genel başkanı
olduğu siyasi partinin genel başkan yardımcısı olarak siyasi kimliğinin
bulunduğu ve tanınmışlık derecesi dikkate alındığında tartışma sürecindeki
eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
31. Diğer yandan bir kışkırtmaya ve ortaya atılmış bir iddiaya
tepki veya cevap olarak kullanılan saldırgan dilin, diğer ifade türlerine göre
daha fazla koruma altına alınması akla ve ifade özgürlüğünün doğasına daha
uygun kabul edilmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Oberschlick/Avusturya (2), B.
No: 20834/92, 1/7/1997, § 33; Lopes Gomes da Silva/Portekiz, B. No: 37698/97, 28/9/2000, §§
34, 35).
32. Somut olayda başvurucu canlı telefon bağlantısında tartışma
konusu ile ilgili olarak “… yani Susurluk’un, Amerika’nın Türkiye’de kurduğu Amerikan
derin devletinin, yani kontrgerillanın, yani gladyonun,
o zamanki adıyla –Çiller özel örgütü- olarak ortaya çıkmış hali olduğunu
Türkiye’ye anlatan, bunun kitabını yazan İşçi Partisi Genel Başkanı sayın Doğu
Perinçek’ti. Yine bunun kitabını yazanlar, Hikmet Çiçekler, Nusret Senemler,
Ferit İlseverler, Adnan Akfıratlar şimdi nerdeler? Ergenekon tertibi, sonucunda
bir Amerikan planı. Amerika’nın Türkiye’yi bölme, Türkiye Cumhuriyetini,
Atatürk Cumhuriyetini yıkma planının bir parçası olarak yürütülen Ergenekon
tertibi nedeniyle Silivri Cezaevinde tutuklular. … Amerika’nın Türkiye’yi
–küçük Amerika- yapma süreci içinde Türkiye Devleti içine yerleştirdiği
Amerika’nın derin devletinin, Gladio’nun,
kontrgerillanın, -Uğur Mumcu cinayetlerinin, Maraş katliamlarının, Türkiye’de
ne kadar karanlık, kirli kötü iş hepsini yapan- bu Gladio’nun,
süper NATO örgütünün bütün suçları, şimdi Türkiye’de yurtsever, vatansever,
ulusalcı güçler üstüne yıkılmak istenmektedir.” sözlerini
kullanmıştır. Başvurucunun konuşması sonlandıktan ve telefon bağlantısı
kesildikten sonra ikinci sırada söz alan Ş.T.nin
başvurucuya yönelik olarak kullandığı ifadeler, bağlamından kopartılmadan ve
bir bütün olarak dikkate alındığında eleştirdiği başvurucunun konuşmasına karşı
izleyicilerde tepki uyandırmayı ve dikkat çekmeyi amaçlar nitelikte olduğu
değerlendirilebilir.
33. Son olarak başvuruya konu tartışma sürecinde abartıya
kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi
ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Kadir Sağdıç, § 76; Radio France ve diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004,
§ 37).
34. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü
ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması
hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, değer yargılarına dayanan söz konusu sözlerin genel çıkarı ilgilendiren
bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorununa değinmiş; ayrıca sert eleştiri
niteliğine vurgu yaptıktan sonra dava konusu tartışmanın yeterli bir olgusal
temele sahip olduğunu kabul ederek başvurucunun konumu ve siyasi kişiliği
nedeniyle eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda olduğu yönünde
değerlendirme yapmıştır.
35. Bu şartlarda, yukarıdaki
değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken
sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece
Mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik
saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.