TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
S.S. METİN KONUT YAPI
KOOPERATİFİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2181)
|
|
Karar Tarihi: 7/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
S.S. Metin Konut Yapı Kooperatifi
|
Vekili
|
:
|
Av. Sedat ÖZARAS
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Erzurum ili Emirşeyh Mahallesi 113 pafta 387 ada 438 parsel numaralı
taşınmaz için verilen inşaat ruhsatının dayanağı imar revizyon
planının iptal edilmesinin ardından bu işlem nedeniyle uğranılan zararların
tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi sonucu
Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 22/3/2013
tarihinde Erzurum Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 28/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 04/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 28/1/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Erzurum ili Emirşeyh Mahallesi 113 pafta 387 ada 438 parsel numaralı
taşınmaz üzerinde inşaat yapmak için 11/6/2001 tarihinde
ruhsat almış ve inşaata başlamıştır.
8. Anılan ruhsat ve dayanağı
imar planı tadilat işlemlerinin, üçüncü şahıslar tarafından açılan davalar
sonucunda iptal edilmesi üzerine Belediye Encümeni, başvurucuya verilmiş olan
11/6/2001 tarihli inşaat ruhsatını iptal ederek bu ruhsata dayanılarak yapılmış
olan inşaatın yıkılmasına karar vermiş ve akabinde dava konusu alanı revizyon imar planı ile bitişik nizam üç kat şeklinde
planlayarak başvurucu adına 13/5/2005 tarihli yenileme ruhsatı düzenlemiştir.
9. Ancak bu revizyon
imar planının ve başvurucuya verilen 13/5/2005 tarihli ruhsatın da açılan dava
sonucu Erzurum 1. İdare Mahkemesinin 23/2/2006 tarihli ve E.2005/978,
K.2006/221 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle Yakutiye İlk Kademe Belediye
Meclisi tarafından 13/5/2005 tarihli inşaat ruhsatı ve dayanağı revizyon imar
planı 4/9/2006 tarihli ve 119 sayılı kararla iptal edilmiş ve anılan karar
27/11/2006 tarihli ve 1971 sayılı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü üst yazısı ile
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
10. Başvurucu, 19/11/2007 tarihinde Belediyeye müracaat ederek Belediyenin
hatalı işlemleri nedeniyle uğradığı zararlarına karşılık olarak 250.000 TL’nin
tarafına ödenmesi talebinde bulunmuştur.
11. Söz konusu müracaatın 30/11/2007 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine başvurucunun
80.000 TL maddi zararının tazmini istemiyle 4/2/2008 tarihinde açtığı dava,
Erzurum 1. İdare Mahkemesinin 22/1/2009 tarihli ve E.2008/194, K.2009/114
sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde;
dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare
mahkemelerinde 60 gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı
bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı, 11. maddesinde;
ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması,
geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst
makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir.
Bu
başvurma işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün
içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi
veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye
başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılacağı kurala
bağlanmıştır.
Aynı Yasanın 12. maddesinde, ilgililerin haklarını ihlal
eden bir işlem dolayısıyla Danıştay’a ve İdare ve Vergi Mahkemelerine dava
süresi içinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davasını birlikte açabilecekleri gibi, ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması
halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan
dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası
açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma
haklarının saklı olduğu hükmü getirilmiştir.
…
Olayda davalı idare tarafından verilen savunma dilekçesinin
ekinde yer alan tebliğ- tebellüğ belgesinin incelenmesinden, davacıya verilen
inşaat ruhsatı ile revizyon imar planının iptaline
yönelik 04.09.2006 tarih ve 119 sayılı Meclis kararının bildirimine dair
27.11.2006 tarih ve 1971 sayılı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü üst yazısının
10.12.2006 tarihinde davalı kooperatif başkanı Yılmaz Yaşlak
imzasına tebliğ edildiği, bu itibarla davacıya verilen inşaat ruhsatı ile
revizyon imar planının iptaline yönelik 04.09.2006 tarih ve 119 sayılı meclis
kararından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini için yukarıda
hükmüne yer verilen Yasa maddesi uyarınca söz konusu meclis kararının tebliğ
edildiği 10.12.2006 tarihinden itibaren 60 gün içinde doğrudan dava açması veya
2577 sayılı Yasanın 11. maddesi uyarınca aynı sürede müracaat edilerek alınacak
cevaba göre kalan sürede dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten
sonra 19.11.2007 tarihinde yapılan müracaatın reddedilmesi üzerine 04.02.2008
tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenme
olanağı bulunmamaktadır.”
12. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 28/6/2011
tarihli ve E.2009/3359, K.2011/2520 sayılı kararıyla onanmış; karar düzeltme
talebi de aynı Dairenin 22/11/2012 tarihli ve E.2011/7587, K.2012/6618 sayılı
kararıyla reddedilmiştir.
13. Karar başvurucuya 25/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 22/3/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesi şöyledir:
“1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre
gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare
mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
2. Bu süreler;
a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,
…
Tarihi izleyen günden başlar.”
17. Aynı Kanun’un 11. maddesi
şöyledir:
“1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari
işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem
yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava
açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava
açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş
sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde
dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre
de hesaba katılır.”
18. Aynı Kanun’un 12. maddesi
şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya
tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri
gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu
husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın
tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra
tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci
madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
19. Aynı Kanun’un 13. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari
dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 7/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu; 11/6/2001
tarihinde inşaat için ruhsat aldığını ancak açılan davalar nedeniyle uzun süre
inşaata izin verilmediğini, 13/5/2005 tarihinde yeni ruhsat verildiğini, buna
göre kat ve daire sayısının azaltıldığını, iş yeri kısmının da iptal
edildiğini, bu ruhsat doğrultusunda inşaata başladığını, 27/11/2006 tarihli
yazı ile revizyon imar planının ve buna dayalı
işlemlerin iptal edildiğinin bildirildiğini, bu işlemler nedeniyle ağır
ekonomik zarara uğradığını, ticari itibarının sarsıldığını, inşaat
tamamlanamadığından üyelere teslim edilemediğini ve dairelerin piyasa değerinin
düştüğünü, açtığı davanın -tam yargı davası olduğu için- dava açma süresinin
2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 250.000 TL tazminat ve
40.000 TL avukatlık ücreti talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı, mülkiyet hakkı ve
makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
23. Başvurucu; açtığı davanın
süre aşımı nedeniyle reddedildiğini, zararın idari eylemden kaynaklandığını ve
davanın süresinde açıldığını belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
25. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu
olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
26. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
27. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel
unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının,
mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak
isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip
olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya
da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003,
§ 34).
28. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini
ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
29. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlanabilen bir haktır. Bununla birlikte
getirilecek sınırlamaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması,
meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir
yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar,
B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir
davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir
hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği
düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava
açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek
seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, §
34; Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
30. Mahkemeye ulaşmayı aşırı
derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için
belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde
kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına
aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka
aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler
dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97,
11/7/2002, §§ 36-40).
31. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesinin gereği olup
adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin
zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk
güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre
sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup
ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe
Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
32. Bunun yanında bir mahkemeye
başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa
da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını
ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından
düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı
esneklikten kaçınmalıdırlar (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
33. Somut olayda başvurucu
Kooperatif tarafından Erzurum ili Emirşeyh Mahallesi
113 pafta 387 ada 43 parsel sayılı taşınmaza ilişkin verilen 13/5/2005 tarihli
inşaat ruhsatının ve dayanağı revizyon imar planının
iptaline ilişkin Yakutiye İlk Kademe Belediye Meclisinin 4/9/2006 tarihli ve
119 sayılı kararı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini
istemiyle açılan davada İlk Derece Mahkemesi, anılan Meclis kararının İmar ve
Şehircilik Müdürlüğünün 27/11/2006 tarihli yazısı ekinde 10/12/2006 tarihinde
Kooperatif Başkanı imzasına tebliğ edildiğini, bu itibarla başvurucu
Kooperatife verilen inşaat ruhsatı ile dayanağı revizyon imar planının iptaline
yönelik meclis kararı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini
için anılan Meclis kararının tebliğ edildiği, 10/12/2006 tarihinden itibaren
altmış gün içinde doğrudan veya 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca aynı
sürede idareye müracaat edilerek alınacak cevaba göre kalan sürede dava
açılması gerekirken bu süreler geçirildikten sonra 19/11/2007 tarihinde yapılan
müracaatın reddedilmesi üzerine 4/2/2008 tarihinde açılan davada süre aşımı
bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiş ve bu
karar kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir.
34. Bu bağlamda mahkemelerin
usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek
kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının
ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gerekir
(Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
35. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece
mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle
bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye
erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları
çerçevesinde olacaktır.
36. İdari işlemlerin sürekli bir
biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek ve kamu hizmetinin hızlı
ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma
süresi kanunlarla düzenlenmiştir.
37. 2577 sayılı Kanun’un 7.
maddesi ile idari uyuşmazlıklarda dava açma süresinin yazılı bildirimin
yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.
38. Aynı Kanun’un 11. maddesinde
ise ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce idari işlemin kaldırılması,
geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan,
üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde
istenebileceği, bu başvurunun idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün
içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin
reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması hâlinde dava açma süresinin yeniden
işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçen sürenin de hesaba
katılacağı hükme bağlandıktan sonra 12. maddesinde de ilgililerin haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya,
idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve
tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak
bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması hâlinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle
doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı
davası açabilecekleri, bu hâlde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye
başvurma haklarının saklı olduğu kuralına yer verilmiştir (Ömer Topuz, B. No: 2013/6833, 3/4/2014, § 48).
39. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun, verilen inşaat ruhsatının ve dayanağı imar planının Yakutiye İlk
Kademe Belediye Meclisinin 4/9/2006 tarihli ve 119
sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine bu karardan dolayı uğradığını ileri
sürdüğü zararın tazmini istemiyle açtığı davada Erzurum 1. İdare Mahkemesi
tarafından, inşaat ruhsatının ve dayanağı imar planının iptaline ilişkin Meclis
kararının başvurucuya tebliğ edildiği 10/12/2006 tarihinden itibaren dava açma
süresinin başladığı, bu tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 2577
sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca aynı sürede idareye müracaat edilerek
alınacak cevaba göre kalan sürede dava açılması gerekirken bu süreler
geçirildikten sonra 19/11/2007 tarihinde yapılan müracaatın reddedilmesi
üzerine 4/2/2008 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde
değerlendirme yapılarak 2577 sayılı Kanun’da öngörülen süreler geçtikten sonra
başvurucunun açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır.
İlk Derece Mahkemesince usul kurallarına ilişkin yapılan bu yorum, mahkemeye
ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte
olmadığından, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik açık bir ihlalin
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Bunun yanında başvurucu;
idari eylemden kaynaklanan zarar nedeniyle açtığı davanın 2577 sayılı Kanun’un
13. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, anılan maddede tam
yargı davasının eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılması
gerektiğinin düzenlendiğini ve buna göre açtıkları tam yargı davasının
süresinde olduğunu ileri sürmüştür.
41. İdari işlemler, idari makam
ve mercilerin idari faaliyet alanında idare hukuku çerçevesinde, tek taraflı
irade açıklamasıyla hukuk alanında sonuç doğuran kesin ve yürütülmesi zorunlu
nitelikte tasarruflardır. İdarenin, temelinde bir idari karar veya işlem
olmayan veya bir idari sözleşmeye dayanmayan her türlü faaliyeti (fizik
alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar) veya hareketsiz kalması
ise idari eylem olarak tanımlanmaktadır. İdari işlemler hukuk âleminde
değişiklik, yenilik doğuran irade açıklamaları olmalarına karşın idari
eylemler, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki
etki ve sonuç doğurmaktadırlar (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu,
E.2010/308, K.2013/2873, 9/10/2013).
42. Bu durumda başvurucunun,
imar planı ve inşaat ruhsatı işlemlerinden dolayı uğranılan zararların tazmini
istemiyle açtığı davada, imar planı ve inşaat ruhsatının idari işlem
niteliğinde olduğu ve idari eylem olarak değerlendirilemeyeceği hususunda kuşku
bulunmamaktadır.
43. Açıklanan nedenlerle
mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
44. Başvurucu; inşaat ruhsatının
ve dayanağı imar planının iptal edilmesi nedeniyle ağır ekonomik zarara
uğradığını, ticari itibarının sarsıldığını, inşaat tamamlanamadığından üyelere
teslim edilemediğini ve dairelerin piyasa değerinin düştüğünü belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yarglama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
47. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal
edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal
makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §
16).
48. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
49. İdari işlemlerden
kaynaklanan hak ihlallerinin giderilmesi için öncelikle idari yargıda dava açılması
gerektiği, olağan kanun yolları tüketildikten sonra hak ihlali hâlâ devam
ediyorsa ancak bu takdirde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunulabileceği açıktır. (Halit Abdullah,
B. No: 2012/26, 26/3/2013, §§ 16-19).
50. Başvuru konusu olayda
başvurucu, inşaat ruhsatının ve dayanağı imar planının iptal edilmesi sonucu
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de zararlarının tazmini
istemiyle açtığı dava 2577 sayılı Kanun’da öngörülen süreler içinde
açılmadığından İlk Derece Mahkemesi tarafından süre aşımı yönünden
reddedilmiştir.
51. Bu durumda başvurucunun,
zarara uğratıldığını ileri sürdüğü Meclis kararının kendisine tebliğ
edilmesinden itibaren 2577 sayılı Kanun’da öngörülen yargısal başvuru
yollarının tamamını usulüne uygun bir şekilde tüketmeden bireysel başvuruda
bulunduğu görülmektedir
52. Açıklanan nedenlerle Meclis
kararından dolayı meydana geldiği ileri sürülen zararın tazminine yönelik kanun
yollarının tamamı usulüne uygun tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir
c. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığına İlişkin İddia
53. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§§ 38, 39).
56. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
57. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu
itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan
uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucuya ait aracın kaçak olarak yurt
içinde bulunduğundan bahisle müsadere edilmesi sonrasında İçişleri Bakanlığına
yapılan tazminat talebinin reddi üzerine açılan bir tam yargı davası olmasından
dolayı medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku
yoktur (Selahattin Akyıl, B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 44).
58. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup bu tarih somut başvuru açısından 4/2/2008’dir.
59. Sürenin bitiş tarihi ise
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu
kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Altıncı Dairesinin
E.2011/7587, K.2012/6618 sayılı karar tarihi olan 22/11/2012
olduğu anlaşılmaktadır.
60. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucunun inşaat ruhsatının ve dayanağı
imar planının iptal edilmesi üzerine uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini
için 4/2/2008 tarihinde dava açtığı, İlk Derece
Mahkemesinin 22/1/2009 tarihinde davanın süre aşımı yönünden reddine karar
verdiği, başvurucunun 12/3/2009 tarihinde kararı temyiz ettiği, Danıştay
Altıncı Dairesinin 28/6/2011 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının
onandığı anlaşılmıştır. Başvurucu 5/8/2012 tarihinde
karar düzeltme talebinde bulunmuş ve Danıştay Altıncı Dairesi 22/11/2012
tarihli kararı ile bu talebi reddetmiş, uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih
itibarıyla bitmiştir.
61. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk
sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (Güher Ergun ve diğerleri, § 44).
62. Bu kapsamda yargı sisteminin
yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar; hükmün
yazılmasında, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesinde ve raportör atanmasında yaşanan
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle
yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu
gündeme gelmektedir (Selahattin Akyıl,
§ 55).
63. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde İlk Derece Mahkemesinde 4/2/2008
tarihinde açılan dava hakkında 22/1/2009 tarihinde karar verildiği ve yargılama
süresinin 11 ay 18 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesinin karar tarihinden
Danıştay Altıncı Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi kararına kadar geçen
sürenin ise 3 yıl 10 ay ve toplam yargılama süresinin ise 4 yıl 9 ay 18 gün
olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise
de Danıştay Altıncı Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin
yaşandığı tespit edilmekle beraber yukarıda yer verilen tespitler ışığında,
özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon
eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde
baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin yargılama sisteminin -mahkemelerin davaları makul
bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından
hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin
yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
64. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
65. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde başvuruya konu uyuşmazlığın tazminata yönelik olmasına ve davanın
usulden çözümünün ise İlk Derece Mahkemesince 11 ay 18 gün içinde tamamlanmış
olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 3 yıl 10 aylık
sürede karar verilmiş olması, şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir
gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.
66. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
67. Başvurucu, inşaat ruhsatı ve
dayanağı imar planının iptali istemiyle uğradığı 250.000 TL zararın ve 40.000
TL avukatlık ücretinin tazminine karar verilmesini istemiş ancak yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde
bulunmamıştır.
68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 4 yıl 9 ay 18 günlük yargılama süresi nazara alındığında
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden
uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Yargılama süresinin makul olmadığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 harç ve 1.800,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.