logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ejder Özkaya [2.B.], B. No: 2013/2228, 15/4/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EJDER ÖZKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2228)

 

Karar Tarihi: 15/4/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Serhat ALTINKÖK

Başvurucu

:

Ejder ÖZKAYA

Vekili

:

Av. Hüsnü YILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, yargılanmasına devam olunurken bir başka suç ile ilgili olarak verilen tutukluluk kararının müdafiine tefhim edilmediğini ve duruşma tutanaklarının kendisine verilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, tutukluluk halinin sonlandırılarak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, başvurucu tarafından 22/3/2013 tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince “suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçlamasıyla 17/8/2007 tarihinde tutuklanmıştır.

9. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70 sayılı kararıyla, başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis (dört kez) ve 62 yıl 22 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.3338, K.7873 sayılı kararı ile bozulmuştur.

10. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına devam edilen başvurucunun, 24/1/2013 tarihli celsede, suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından tutukluluk süresi beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine karar verilirken aynı duruşmada başka bir suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir.

11. Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair karara itiraz etmiş, ancak itirazı İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2013 tarih ve 2013/106 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, kararın kendisine 26/3/2013 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir.

12. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55 sayılı kararıyla başvurucunun, “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yaralama, tasarlayarak öldürme (dört kez), tasarlayarak öldürme (teşebbüs-üç kez), mala zarar verme, korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etmek” suçlarından müebbet hapis (dört kez) ve 62 yıl 16 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.

13. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.

B. İlgili Hukuk

14. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”

15. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”

16. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesi şöyledir:

(1) Kasten öldürme suçunun;

a) Tasarlayarak,

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

17. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/3/2013 tarih ve 2013/2228 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’da öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurduğu iddiasıyla yaptığı tahliye talebinin Mahkemece kabul edilmesi üzerine tahliye edildiğini, ancak aynı duruşmada dosyada yer alan suçlardan bazıları için hakkında tahliye kararı verilirken başka bir suç isnadıyla tekrar tutuklandığını, 17/8/2007 tarihinde verilen tutuklama kararında suç ayrımı yapılmayıp dosya kapsamındaki tüm suçları kapsamasına rağmen 24/1/2013 tarihli duruşmada ilk tutuklama kararında hakkında isnat edilen suçlardan biri için yeniden tutuklama kararı verildiğini, başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık yedi yıldır tutuklu olduğunu, 24/1/2013 tarihinde verilen yeniden tutuklama kararının vekiline tefhim edilmediğini ve bunun yargılamanın aleniyeti ilkesini zedelediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, tahliyesine karar verilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Tutukluluk Süresinin Kanun’da Öngörülen Azami Süreyi Aştığı İddiası Yönünden

20. Başvurucu, iddianame kapsamındaki tüm suçlardan 17/8/2007 tarihinde tutuklanmasına rağmen 24/1/2013 tarihli duruşmada bazı suçlardan tahliye edildiğini, ancak aynı duruşmada bir başka suçtan yeniden tutuklanmasına karar verildiğini, tutukluluk süresinin Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki dayanağının olmadığını ileri sürmüştür.

21. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun beş yıldan fazla bir süredir tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde temyiz aşamasında geçen sürenin kanuni tutukluluk süresinin hesabında dikkate alınamayacağını belirtmiştir.

22. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne katılmamıştır.

23. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:

“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen:

Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.

...”

24. Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

25. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

26. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).

27. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.

28. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 45).

29. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.

30. Somut olayda 17/8/2007 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla 24/1/2013 tarihli duruşmada tahliye talebinde bulunmuştur. Tahliye talebi, dosya kapsamında isnat olunan “suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçları bakımından yerinde görülerek başvurucunun tahliyesine, ancak aynı duruşmada dosya kapsamındaki “müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedeniyle yeniden tutuklanmasına karar verilmiştir.

31. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.

32. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü açısından sonuç doğuracağı Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilmiştir (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).

33. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerektiği, zira yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma kapsamından çıktığı ve tutmanın nedeninin “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma” haline dönüştüğü Anayasa Mahkemesince verilen birçok kararda belirtilmiştir (B. No: 2013/1303, 21/11/2013, § 42). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.

34. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).

35. Somut olayda başvurucu, 17/8/2007 tarihinde tutuklanması ve ilk derece mahkemesinin 14/4/2011 tarihli kararı ile hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 3 yıl 7 ay 27 gün “bir suç isnadına bağlı olarak tutulmuştur.

36. Başvurucu, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk derece mahkemesinin 14/4/2011 tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 6/11/2012 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur.

37. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2013 tarihinde Yargıtayın bozma kararına uyarak dosyanın esası hakkında karar vermesi arasında 5 ay 6 gün yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay aşamasında geçen süre düşüldükten sonra başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu toplam süre 4 yıl 1 ay 3 gündür.

38. Başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık azami süreyi aşmadığından ve Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanuni”lik şartını karşıladığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Yargılamanın Aleniyeti İlkesi Yönünden

39. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde verilen tahliye ve tutuklama kararının vekiline tefhim edilmediğini ve bunun yargılamanın aleniyeti ilkesini zedelediğini ileri sürmüştür.

40. Adalet Bakanlığı görüşünde, mahkeme kararlarının aleniliği ilkesinin toplumun mahkeme kararlarına ve dolayısıyla yargı organlarına olan güvenini ve bu güvenin devamını sağlamanın en önemli araçlarından biri olduğunu, gerekçeli ve aleni karar ilkelerinin mahkemelerin keyfi uygulama yapmalarını engelleme ve kararların başka yargı organları aracılığıyla denetlenebilmesi açısından da önem arz ettiğini, bir kararın açık duruşmada okunmadığı durumda söz konusu karara erişimin herkese açık olmasının mahkeme kararlarında aleniyetin sağlanması açısından yeterli olduğunu, somut olayda kararın bir nüshasının başvurucu vekillerine verildiğini, aynı gün içinde yapılan vekilinin hazır olduğu ancak kendisinin katılmadığı ilk celsede başvurucunun bazı suçlar bakımından tahliye edilirken müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmasına karar verildiğini, ikinci celsede ilk celsede verilen tutuklama kararının yok sayılarak müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmasına karar verildiğini belirtmiştir.

41. Başvurucu, somut olaydaki duruşmada verilen kararın kendisine ve vekiline kapalı olduğunu, aleniyet ilkesi gereğince verilen kararların tefhim edilmesinin zorunlu olduğunu, kendisi hakkında verilen kararın gizlendiğini, duruşma sonunda zabıtların kendisine verilmediğini belirtmiş ve Adalet Bakanlığının görüşüne katılmamıştır.

42. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

43. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

44. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 Herkes … davasının … açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. ….

46. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur (B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).

47. Dava dosyasında yer alan 24/1/2013 tarihli duruşma zabıtları incelendiğinde, ilk celsede başvurucunun Mahkemeye duruşmaya katılmak istemediğine dair dilekçe göndererek duruşmaya katılmadığı, ancak başvurucu vekilinin duruşmada hazır bulunduğu görülmüştür. Mahkeme, başvurucu hakkında “tutuklu olduğu suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarından tutukluluk süresinin beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhal salıverilmesi için C. Başsavcılığına müzekkere yazılmasına” ve “mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedenleri ile CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmasına, hakkında tutuklama müzekkeresi çıkartılmasına” karar vermiştir.

48. Öte yandan, aynı gün yapılan ikinci celsede başvurucunun hazır edilerek ilk celsede hakkında verilen tutuklama kararının vicahiye çevrildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiğini ileri sürmüşse de, bu tarihte yapılan duruşmada verilen tutukluluk kararının başvurucuya tefhim edildiği görülmektedir. Ayrıca, başvurucu vekilince 24/1/2013 günlü duruşma sonrasında Mahkemenin kararına itiraz etmek amacıyla hazırlanan tutanakta yer alan “sanıkların ve avukatların yüzüne karşı, sanıkların tümünün tutukluluk hallerinin devamına karar verdiğini tefhim etmiştir. Ancak bir süre sonra duruşma tutanakları elimize geldiğinde tutuklu sanıkların tümünün tahliye edilmiş olduğunu …” şeklindeki ifadeden de duruşmada verilen tutuklama kararının tefhim edildiği ve duruşma tutanaklarının başvurucu vekiline verildiği görülmektedir.

49. Somut olayda, davanın temyiz aşamasında derdest olduğu görülmektedir.

50. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

51. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

52. Zira temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18). Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdest olduğundan bu şikâyet bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.

53. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiği” yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Tutukluluğun Kanun’da belirlenen azami süreyi aştığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. 24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiği” yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına

15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Ejder Özkaya [2.B.], B. No: 2013/2228, 15/4/2014, § …)
   
Başvuru Adı EJDER ÖZKAYA
Başvuru No 2013/2228
Başvuru Tarihi 22/3/2013
Karar Tarihi 15/4/2014
Resmi Gazete Tarihi 24/5/2014 - 29009

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, yargılanmasına devam olunurken bir başka suç ile ilgili olarak verilen tutukluluk kararının müdafiine tefhim edilmediğini ve duruşma tutanaklarının kendisine verilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, tutukluluk halinin sonlandırılarak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Sözlü yargılanma hakkı (aleni yargılanma, duruşmada hazır bulunma vs.) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 102
108
5237 Türk Ceza Kanunu 82
220
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi