TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA GÖK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/700)
Karar Tarihi: 15/4/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Mustafa GÖK
Vekili
Av. Yusuf Kenan ALTAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ve davası devam etmekte iken yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığını belirtmiş ve Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia ederek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 14/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 21/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 24/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1/10/2004 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve Isparta Sulh Ceza Mahkemesinin 2/10/2004 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
9. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının 3/11/2004 tarih ve E.2004/1914 numaralı iddianamesi ile uyuşturucu madde ticareti ve nakli yapmak, başkasına ait sürücü belgesini kullanmak suçlamasıyla başvurucunun cezalandırılması istenmiştir.
10. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2004 tarih ve E.2004/232, K.2004/304 sayılı kararı ile başvurucunun isnat edilen suçlardan 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen cezanın miktarı dikkate alınarak bihakkın tahliyesine karar verilmiştir.
11. Başvurucunun Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2004 tarihli kararını temyiz etmesi üzerine karar Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 5/7/2005 tarih ve E.2005/4857, K.2005/7953 sayılı ilamıyla, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un değişik 9. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
12. Bozma üzerine Isparta Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2005 tarihli kararı ile başvurucunun yeniden 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu hakkında Isparta Ağır Ceza Mahkemesince 20/9/2005 tarihinde verilen karar, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 18/12/2007 tarih ve E.2006/4081, K.2007/14899 sayılı kararı ile bozma sonrasında sanığın diyeceklerinin sorulması için duruşmaya çağırılmaması, gerekçeli kararda suçun işlendiği yer ve zaman diliminin gösterilmemesi gerekçeleriyle bozulmuştur.
13. Isparta Ağır Ceza Mahkemesi, 13/7/2010 tarih ve E.2008/53, K.2010/196 sayılı kararı ile Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 18/12/2007 tarihli kararına uymuş, ancak başvurucunun yeniden 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
14. Başvurucu, Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 13/7/2010 tarihli kararını da temyiz etmiştir. Karar, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 8/10/2012 tarih ve E.2012/557, K.2012/14924 sayılı kararı ile onanmıştır.
15. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 8/10/2012 tarihli onama kararı başvurucu tarafından 14/12/2012 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu, karara karşı 21/12/2012 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş, ancak talebi Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 7/1/2013 tarih ve 2013/23 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
16. 5237 sayılı Kanun’un 191. maddesi şöyledir:
“(1)Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçtan dolayı açılan davada mahkeme, birinci fıkraya göre hüküm vermeden önce uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine; kullanmamakla birlikte, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, denetimli serbestlik tedbirine karar verebilir. (Ek cümle: 31/3/2011-6217/20 md.) Bu karar, durma kararının hukuki sonuçlarını doğurur.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/1/2013 tarih ve 2013/700 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını, dava devam etmekte iken yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığını ve dolayısıyla hakkında verilen kararın adil olmadığını, mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını, yasalara aykırı olarak verilen ceza neticesinde mağdur olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
19. Başvurucu, yargılanması devam ederken yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmadığını ileri sürmüştür.
20. Adalet Bakanlığı, görüşünde delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesinin derece mahkemelerinin görevi olduğunu, Anayasa Mahkemesinin de açıkça keyfilik içermedikçe hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasının derece mahkemelerinin görevi olduğuna birçok kararında hükmettiğini, söz konusu iddianın yargılamanın sonucuna ve derece mahkemesinin değerlendirmesine ilişkin olduğunu ve mahkeme kararlarında açıkça keyfilik bulunmadığını belirtmiştir.
21. Başvurucu, başvuru dilekçesindeki ifadelerini tekrarlayarak Adalet Bakanlığının görüşüne katılmamıştır.
22. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
24. Somut olayda başvurucu hakkında derece mahkemesince verilen 23/12/2004 tarihli karar Yargıtayca 5/7/2005 tarihinde 5252 sayılı Kanun’un değişik 9. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
25. Derece Mahkemesi, 20/9/2005 tarihli kararıyla, 5237 sayılı Kanun’un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak” suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına, 191. maddesinin (2) numaralı fıkrası yönünden yapılan incelemede de “sanığın tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri altına alınmasına sanığın sabıka kaydına göre bir daha suç işlemekten çekineceği yönünde olumlu kanaat oluşmadığından cezanın ertelenmesine yer olmadığı”na karar vermiştir.
26. Derece Mahkemesi, 20/9/2005 tarihli kararının Yargıtayca 18/12/2007 tarihinde bozulması üzerine yaptığı değerlendirmede, 13/7/2010 tarihinde “20/9/2005 tarihli Mahkememiz kararında yer alan tedavi denetimli serbestlik kararının usuli kazanılmış hak kapsamında görülmediği ve kazanılmış hakkın sadece hapis cezasına yönelik olduğu, CMK 326 son hükmünde önceki hükümle tayin edilmiş olan cezadan bahsedildiğine göre tedavi ve denetimli serbestliğin bir ceza olmadığı da göz önüne alındığında bu tedavi ve denetimli serbestlikle ilgili bir kazanılmış haktan söz edilemeyeceği ve bu nedenle TCK 192/2 ve devamı maddelerin uygulanmasına yer olmadığına” karar verilmiştir.
27. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre Silivri İnfaz Hâkimliğinin 1/2/2013 tarih ve 2013/529 sayılı kararı üzerine denetimli serbestlik hükümleri çerçevesinde serbest bırakıldığı görülmektedir.
28. 5237 sayılı Kanun’un 191. maddesinin (2) numaralı fıkrasında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi ile ilgili olarak açılan davada mahkemenin, bu suçtan hüküm vermeden önce uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verebileceği hükme bağlanmış olup denetimli serbestlik tedbirine karar vermenin derece mahkemesinin takdir yetkisi dâhilinde olduğu belirtilmiştir.
29. Dava dosyası kapsamında derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz bir takdir hatası veya açıkça keyfilik içerdiğine ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurucunun yargılanması devam ederken yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
31. Başvurucunun, hakkında yürütülen ceza davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığına ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ileri sürmüştür.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucu hakkında yürütülen ceza davasının yaklaşık sekiz yılda sonuçlandığını belirterek daha önceki benzer başvurulardan farklı bir görüş bildirilmesine gerek görülmemiştir.
34. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, başvuru formundaki beyanlarını tekrarlamıştır.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanısıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
38. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
40. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde gözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/673, 19/12/2013, § 27).
41. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
42. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme dönemlerinin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
43. Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
44. Somut olayda, Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 13/7/2010 tarihli kararı ile başvurucunun 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve bu karar Yargıtay tarafından onanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
45. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
46. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
47. Bununla birlikte, suç isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. Anayasa Mahkemesince verilen birçok kararda, ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen sürenin dikkate alınacağına hükmedilmiştir (Bkz: B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 36; B. No: 2013/13, 2/7/2013, § 51).
48. Somut olayda başvurucunun bir suç isnadıyla 1/10/2004 tarihinde yakalanarak gözaltına alınması ile hakkındaki kararın Yargıtayca onandığı 8/10/2012 tarihi arasında geçen süre yaklaşık 8 yıldır.
49. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
50. Başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından söz konusu olan yaklaşık 8 yıllık yargılama süresinin 5 yıllık bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (Bkz: Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981; Guincho/Portekiz, B. No: 8990/80, 10/7/1984; Unión Alımentarıa Sanders S.A./İspanya, B. No: 11681/85, 7/7/1989; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/7/1983). Zira devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
51. Başvurucunun gözaltına alınması ile hakkında ilk derece mahkemesince ilk kez hüküm verilmesi arasında 2 ay 22 gün geçmiştir. Ancak derece mahkemesince verilen karar üç defa temyiz edilmiş ve iki kez bozulmuştur. Başvurucu hakkında derece mahkemesince verilen cezanın 1 yıl 6 ay olduğu mevcut yargılamada, dava dosyasının Yargıtay ve derece mahkemesi arasında üç kez gidip gelmesi üzerine geçen sürelerin toplamı ise yaklaşık 7 yıl 9 aydır. Yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.
52. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
53. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut davadaki yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak vermemektedir. Tek bir sanığın yargılandığı ve karmaşık nitelikte olmayan davada bu yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
54. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
56. Başvuruda, Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.
57. Başvurucu, uğradığı zararların tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
58. Anayasa Mahkemesi başvurucunun sadece ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüde manevi zarar görmüş olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla, davaya ilişkin olayları dikkate alarak başvurucuya takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. “Yargılama devam ederken yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Yargılamasının makul olmayan bir sürede tamamlandığına” ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Yargılamanın makul süreyi aştığı” iddiası yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE ve başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.