TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EJDER ÖZKAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2228)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Ejder ÖZKAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüsnü YILDIRIM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, yargılanmasına devam olunurken bir
başka suç ile ilgili olarak verilen tutukluluk kararının müdafiine
tefhim edilmediğini ve duruşma tutanaklarının kendisine verilmediğini ileri
sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş,
tutukluluk halinin sonlandırılarak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu
tarafından 22/3/2013 tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013
tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/8/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/9/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesince “suç işlemek amacıyla
silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı
tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet”
suçlamasıyla 17/8/2007 tarihinde tutuklanmıştır.
9. İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70
sayılı kararıyla, başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis (dört kez) ve 62
yıl 22 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar,
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.3338,
K.7873 sayılı kararı ile bozulmuştur.
10. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin
bozma kararı üzerine İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına devam
edilen başvurucunun, 24/1/2013 tarihli celsede, suç
işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek,
tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya
muhalefet suçlarından tutukluluk süresi beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle
tahliyesine karar verilirken aynı duruşmada başka bir suçtan tutuklanmasına
karar verilmiştir.
11. Başvurucu, tutukluluk
halinin devamına dair karara itiraz etmiş, ancak itirazı İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 14/2/2013 tarih ve 2013/106 Değişik İş
sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, kararın kendisine 26/3/2013 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir.
12. İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55
sayılı kararıyla başvurucunun, “suç işlemek
amacıyla örgüt kurma, yaralama, tasarlayarak öldürme (dört kez), tasarlayarak
öldürme (teşebbüs-üç kez), mala zarar verme, korku kaygı ve panik yaratacak
şekilde silahla ateş etmek” suçlarından müebbet hapis (dört kez) ve
62 yıl 16 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
13. Başvurucu hakkındaki dava
temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
14. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
16. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 82. maddesi şöyledir:
“(1) Kasten öldürme suçunun;
a)
Tasarlayarak,
…
İşlenmesi
halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
17. 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunun suç saydığı fiilleri
işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip
bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye
elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması
gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
22/3/2013 tarih ve 2013/2228 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’da öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurduğu iddiasıyla
yaptığı tahliye talebinin Mahkemece kabul edilmesi üzerine tahliye edildiğini,
ancak aynı duruşmada dosyada yer alan suçlardan bazıları için hakkında tahliye
kararı verilirken başka bir suç isnadıyla tekrar tutuklandığını, 17/8/2007 tarihinde verilen tutuklama kararında suç ayrımı
yapılmayıp dosya kapsamındaki tüm suçları kapsamasına rağmen 24/1/2013 tarihli
duruşmada ilk tutuklama kararında hakkında isnat edilen suçlardan biri için
yeniden tutuklama kararı verildiğini, başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık yedi
yıldır tutuklu olduğunu, 24/1/2013 tarihinde verilen yeniden tutuklama
kararının vekiline tefhim edilmediğini ve bunun yargılamanın aleniyeti ilkesini
zedelediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini
iddia etmiş, tahliyesine karar verilerek tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Tutukluluk
Süresinin Kanun’da Öngörülen Azami Süreyi Aştığı İddiası Yönünden
20. Başvurucu, iddianame
kapsamındaki tüm suçlardan 17/8/2007 tarihinde
tutuklanmasına rağmen 24/1/2013 tarihli duruşmada bazı suçlardan tahliye edildiğini, ancak aynı
duruşmada bir başka suçtan yeniden tutuklanmasına karar verildiğini, tutukluluk
süresinin Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki dayanağının
olmadığını ileri sürmüştür.
21. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun beş yıldan fazla bir süredir tutuklu bulundurulduğu iddialarına
ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve
Yargıtay içtihatları çerçevesinde temyiz aşamasında geçen sürenin kanuni
tutukluluk süresinin hesabında dikkate alınamayacağını belirtmiştir.
22. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşüne katılmamıştır.
23. Anayasa’nın 19. maddesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
...”
24. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
25. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu
olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
26. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
27. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde
özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle
Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının
bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde
ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında
yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa
Mahkemesince incelenmesi gerekir.
28. Tutuklamaya ilişkin hükümler
5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye
göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir.
Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 45).
29. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
30. Somut olayda 17/8/2007 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami
sürenin aşıldığı iddiasıyla 24/1/2013 tarihli duruşmada tahliye talebinde
bulunmuştur. Tahliye talebi, dosya kapsamında isnat olunan “suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve
yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik,
şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçları bakımından
yerinde görülerek başvurucunun tahliyesine, ancak aynı duruşmada dosya
kapsamındaki “müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla, mevcut delil durumu,
kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedeniyle” yeniden tutuklanmasına karar verilmiştir.
31. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun
yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve
somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik halinde hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda
incelenmesi gerekir.
32. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde
soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni
süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya
kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı
uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü
açısından sonuç doğuracağı Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilmiştir (B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).
33. Tutukluluk süresinin
hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin
dikkate alınması gerektiği, zira yargılanmakta olduğu davada ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutmanın
nedeninin “ilk derece mahkemesince verilen
hükme bağlı olarak tutma” haline dönüştüğü Anayasa Mahkemesince
verilen birçok kararda belirtilmiştir (B. No: 2013/1303, 21/11/2013,
§ 42). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin
değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında
bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece
mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.
34. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni
tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki
yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve
öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden
fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı
hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez
bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale
gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre
boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
35. Somut olayda başvurucu, 17/8/2007 tarihinde tutuklanması ve ilk derece mahkemesinin
14/4/2011 tarihli kararı ile hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesi
arasında 3 yıl 7 ay 27 gün “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutulmuştur.
36. Başvurucu, Mahkemenin
mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk derece mahkemesinin 14/4/2011
tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde
6/11/2012 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede
başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen
hükme bağlı olarak” tutulmuştur.
37. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
12/4/2013 tarihinde Yargıtayın
bozma kararına uyarak dosyanın esası hakkında karar vermesi arasında 5 ay 6 gün
yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulmaya devam edilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay aşamasında geçen süre
düşüldükten sonra başvurucunun “bir suç
isnadına bağlı olarak” tutulduğu toplam süre 4 yıl 1 ay 3 gündür.
38. Başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu
süre, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen
beş yıllık azami süreyi aşmadığından ve Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında belirtilen “kanuni”lik
şartını karşıladığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın
Aleniyeti İlkesi Yönünden
39. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde verilen tahliye ve tutuklama kararının
vekiline tefhim edilmediğini ve bunun yargılamanın aleniyeti ilkesini
zedelediğini ileri sürmüştür.
40. Adalet Bakanlığı görüşünde,
mahkeme kararlarının aleniliği ilkesinin toplumun mahkeme kararlarına ve
dolayısıyla yargı organlarına olan güvenini ve bu güvenin devamını sağlamanın
en önemli araçlarından biri olduğunu, gerekçeli ve aleni karar ilkelerinin
mahkemelerin keyfi uygulama yapmalarını engelleme ve kararların başka yargı
organları aracılığıyla denetlenebilmesi açısından da önem arz ettiğini, bir
kararın açık duruşmada okunmadığı durumda söz konusu karara erişimin herkese
açık olmasının mahkeme kararlarında aleniyetin sağlanması açısından yeterli
olduğunu, somut olayda kararın bir nüshasının başvurucu vekillerine
verildiğini, aynı gün içinde yapılan vekilinin hazır olduğu ancak kendisinin
katılmadığı ilk celsede başvurucunun bazı suçlar bakımından tahliye edilirken
müşteki İ.İ.’yi öldürmeye teşebbüs suçundan
tutuklanmasına karar verildiğini, ikinci celsede ilk celsede verilen tutuklama
kararının yok sayılarak müşteki İ.İ.’yi öldürmeye
teşebbüs suçundan tutuklanmasına karar verildiğini belirtmiştir.
41. Başvurucu, somut olaydaki
duruşmada verilen kararın kendisine ve vekiline kapalı olduğunu, aleniyet
ilkesi gereğince verilen kararların tefhim edilmesinin zorunlu olduğunu,
kendisi hakkında verilen kararın gizlendiğini, duruşma sonunda zabıtların
kendisine verilmediğini belirtmiş ve Adalet Bakanlığının görüşüne
katılmamıştır.
42. Anayasa ve Sözleşme'nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
43. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes …
davasının … açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. ….”
46. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de
Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması
ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini
kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak
ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli
gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur (B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
47. Dava dosyasında yer alan 24/1/2013 tarihli duruşma zabıtları incelendiğinde, ilk
celsede başvurucunun Mahkemeye duruşmaya katılmak istemediğine dair dilekçe
göndererek duruşmaya katılmadığı, ancak başvurucu vekilinin duruşmada hazır
bulunduğu görülmüştür. Mahkeme, başvurucu hakkında “tutuklu olduğu suç işlemek amacıyla silahlı suç
örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit,
evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarından
tutukluluk süresinin beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine, başka
suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhal salıverilmesi için C.
Başsavcılığına müzekkere yazılmasına” ve “mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedenleri ile
CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince müşteki İ.İ.’yi
öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmasına, hakkında tutuklama müzekkeresi
çıkartılmasına” karar vermiştir.
48. Öte yandan, aynı gün yapılan
ikinci celsede başvurucunun hazır edilerek ilk celsede hakkında verilen
tutuklama kararının vicahiye çevrildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiğini
ileri sürmüşse de, bu tarihte yapılan duruşmada verilen tutukluluk kararının
başvurucuya tefhim edildiği görülmektedir. Ayrıca, başvurucu vekilince 24/1/2013 günlü duruşma sonrasında Mahkemenin kararına
itiraz etmek amacıyla hazırlanan tutanakta yer alan “… sanıkların ve avukatların yüzüne karşı,
sanıkların tümünün tutukluluk hallerinin devamına karar verdiğini tefhim
etmiştir. Ancak bir süre sonra duruşma tutanakları elimize geldiğinde tutuklu
sanıkların tümünün tahliye edilmiş olduğunu …” şeklindeki ifadeden
de duruşmada verilen tutuklama kararının tefhim edildiği ve duruşma
tutanaklarının başvurucu vekiline verildiği görülmektedir.
49. Somut olayda, davanın temyiz
aşamasında derdest olduğu görülmektedir.
50. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
51. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
52. Zira temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu
ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle
yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde
olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel
başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18). Başvurucu hakkındaki dava temyiz
aşamasında derdest olduğundan bu şikâyet bakımından başvuru yolları henüz
tüketilmemiştir.
53. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun “24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiği”
yönündeki iddiasının “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Tutukluluğun Kanun’da belirlenen azami süreyi aştığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. “24/1/2013 tarihli mahkeme kararının kendisinden gizlendiği” yönündeki
iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.