TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAYRETTİN KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2293)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hayrettin KAYA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü
terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların
karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde
açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık
8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/3/2013 tarihinde
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 27/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/9/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı beyanlarını 4/12/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Diyarbakır ili, Kulp ilçesi, Akbulak köyünde ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana
gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir.
9. Başvurucu, 1992–2002 yılları arasında malvarlığına
ulaşamaması nedeniyle uğradığı zararların karşılanması talebiyle, 7/9/2004 tarihinde 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Diyarbakır
Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuruda bulunmuştur.
(Komisyon kayıtlarında başvuru tarihi 23/11/2004
olarak yer almaktadır.)
10. Komisyon, 5/3/2008 tarih ve 2008/4-9733
sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin terör nedeniyle boşaltılmadığını,
keşif ve tespit raporunda müracaatçının evinin sağlam olduğunu tespit etmiş
ancak terör kaygısıyla arazilerini bir süre ekip biçememesi ve mal varlığına
ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının tazmini amacıyla 5.836,59 TL
ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun Komisyonca belirlenen zarar miktarını
kabul etmemesi üzerine 31/12/2008 tarihli uyuşmazlık
tutanağı düzenlenmiştir.
11. Başvurucu, Komisyonun verdiği kısmen ret kararının iptali
talebiyle 16/2/2009 tarihinde Diyarbakır İdare
Mahkemesine dava açmıştır. Mahkeme, 24/12/2009 tarih,
E.2009/324 ve K.2009/2585 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen
boşaltılan yerlerden olmadığı ve başvurucunun sübjektif güvenlik algısı
nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların 5233 sayılı Kanun
kapsamında idarece karşılanmasının mümkün olmayacağı gerekçesiyle davanın
reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15.
Dairesinin 6/11/2012 tarih, E.2011/5489 ve K.2012/7177
sayılı kararıyla onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine başvurucu, bireysel başvuru
öncesinde tüketilmesi zorunlu bir hukuk yolu olmadığı ve sonuç alamayacağı
düşüncesiyle, karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.
14. Başvurucu, Danıştay 15. Dairesinin temyiz talebinin
reddine ilişkin kararının 4/3/2013 tarihinde kendisine
tebliğinden sonra 26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un “Amaç”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
16. Aynı Kanun’un “Kapsam”
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
…
d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
17. Aynı Kanun’un “Zarar
tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun
kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir
başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı
komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri,
sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu
görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim
kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat
komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk
haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş
yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”
18. Aynı Kanun’un “Başvurunun
süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/12/2005
- 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili
temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde,
her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın
gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine
başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak
başvurular kabul edilmez.
…”
19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak
Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından
kaynaklanan maddî zararlar.”
20. Aynı Kanun’un “Zararın
Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“7 nci
maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara
başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri
uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”
22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna
28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen
geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi,
maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl
uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması
halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere
uzatabilir.”
23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:
“(Ek: 24/5/2007-5666/1
md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde,
19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına
giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan
başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013
tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1.
maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
25. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:
“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların
5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından
tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma
kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının
araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.
…”
26. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008
tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:
“…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin
değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle
uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı
bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların
tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi,
terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle
uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması
halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen
süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira,
boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması
zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği;
başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi
gerektiği de tabiidir.
Bu kabule göre,
uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından
kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı
tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı
bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık
süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde
hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
…”
27. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679,
K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:
“…Dava konusu olayda;
komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç
Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993
yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu
sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam
ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör
olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri
hususlarında çekişme bulunmamaktadır.
Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün,
güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik
kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa
kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının
tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde
hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmemektedir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 8/9/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/3/2013 tarih ve 2013/2293 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, Akbulak
köyünün 1992 yılında terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında idarece
yürütülen askeri operasyonlar nedeniyle güvenlik kaygısıyla boşaltıldığını,
2002 yılına kadar köyde kalan malvarlığına erişemediğini, uğradığı zararların
karşılanması amacıyla yaptığı idari başvurudan ve akabinde açtığı davadan sonuç
alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü
belirterek Anayasa’da düzenlenen adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
30. Başvurucu, terör olayları nedeniyle
vatandaşların zorunlu göçe tabi tutulduğunu, Akbulak
köyünün gayri resmi olarak boşaltıldığını, uğradığı zararların karşılanması
amacıyla yaptığı idari başvurudan ve ardından açtığı davadan Akbulak köyünün tamamen boşalan yerleşim yerlerinden biri
olmadığı gerekçesiyle reddedildiği için bir sonuç alamadığını, oysa Akbulak köyünde birden fazla terör eylemi ve silahlı çatışma
gerçekleştiğini, Akbulak İlköğretim Okulunun
1992-2003 yılları arasında kapalı kaldığını, bu nedenlerle köyü terk etmek
zorunda kaldığını ve köyde bulunan taşınmazlarından yararlanamadığını tüm
bunlardan dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde, mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM) mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere
değinilmiş, mülkiyetin korunması hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel
ve tüzel kişilere ait olan mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında
kullanma ve hatta bu kişileri bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği,
bu kapsamda ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik
sorunları nedeniyle bazı köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili
şahısların köylerine girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet
haklarına bir müdahale teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu
kişilerin zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul
edildiği ifade edilmiştir.
32. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin
özellikle silahlı çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne
alındığında, yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak
için istisnai tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan
yoksun olmadığı, bu müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için
oluşturulan iç hukuk yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların
tespit edilmesi veya maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki
değerlendirmelerin iç hukuk yolu olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna
vardığı görüşüne yer verilmiştir.
33. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Diyarbakır ili, Kulp
ilçesi, Akbulak köyünde ikamet etmekte iken meydana
gelen terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmiştir. Başvurucunun
başvurusu sonrasında Komisyon tarafından yapılan araştırma sonucunda Akbulak köyünün terör nedeniyle tamamen boşalmamış olduğu
tespitinde bulunmakla birlikte terör kaygısıyla arazilerini bir süre ekip
biçememesi nedeniyle oluştuğu belirlenen zararını tazmini amacıyla 5.836,59 TL
ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu miktarın kabul edilmemesi
üzerine Komisyon tarafından uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş, başvurucu da bu
karara karşı idare mahkemesinde dava açmıştır. İdare mahkemesi tarafından dava
hakkında yapılan araştırmada 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun olarak
ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge temininde bulunulmuş, Akbulak köyünün boşaltılmadığı, her beş yılda bir muhtarlık
seçimlerinin yapıldığı, köye koruculuk sisteminin getirilmediği, yıllar
itibariyle köydeki nüfusun bildirildiği tespit edilmiştir. Tüm bu somut
araştırmalar sonrasında Mahkeme söz konusu köyün terör olayları nedeniyle
tamamen boşalan köylerden olmadığı sonucuna vararak başvurucunun davasını
reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından temyiz başvurusunda
bulunulmuşsa da bu talep Danıştay tarafından reddedilmiştir. Böylelikle
başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı kesinleşmiş kararla tespit
edilmiştir.
34. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı sunduğu beyanında Adalet Bakanlığının görüşüne katılmadığını belirtmiş,
İdare Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde yer verdiği iddiaları özetleyerek
yinelemiştir.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
36. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası veya açık
keyfilik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
37. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde, idari başvuru ve
yargılama aşamasında taşınmaz mallarına erişememekten dolayı uğradığı zararın
usulünce tespit edilemediği, talep edilmesine rağmen tanıklarının komisyon ve
mahkeme aşamasında dinlenmediği, ileri sürdüğü iddia ve sunduğu delillerinin
yeterince araştırılmadığı ve zararının tazmin edilmediği, bu nedenlerle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği ileri sürülmektedir.
38. Başvurucunun taleplerinin reddine ilişkin 5/3/2008 tarihli Komisyon kararı ve derece mahkemelerinin
karar gerekçeleri incelendiğinde, iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un
kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde
yer verilen “Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
ifadesinin Komisyon ve derece mahkemeleri tarafından yorumlanmasında ve ileri
sürülen iddia ve delillerin değerlendirilmesinde isabet olmadığına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
39. Başvurucu her ne kadar iddialarını
mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun dava ve temyiz
dilekçelerinde de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve
mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının
mahkeme tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan
mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun
ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından
değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
40. Nitekim Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 24/12/2009 tarih ve E.2009/324, K.2009/2585 sayılı kararında
5233 sayılı kanun kapsamında hangi hallerde uğranılan zararların tazmin
edilebileceği şu şekilde ifade edilmiştir:
“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan
maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya
"terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına
ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre
idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka deyişle, bir yerleşim yerinin güvenlik
nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan ha/k
tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin
boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek
sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.
Dolayısıyla, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi
zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o
yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari
güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir
göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürek)i
yasayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden
kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda
oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi
mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik
kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması
zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle
yerleşim yerinde sadece köy korutulan ile bunların aileleri kalmış, diğer köy
halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde, bir başka İfade ile bu
şekilde bir yerleşim yeri kısmen boşalmış ise yerleşim yerini kısmen terk eden
köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu
nedenden dolay» malvarlığına ulaşılamamasından
kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece
karşılanacağı açıktır.”
41. Mahkemenin kararında Diyarbakır ili Kulp ilçesi Akbulak köyüne ilişkin şu değerlendirmelere yer verilerek
davacının (başvurucunun) uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun
kapsamında tazmininin mümkün olmadığına ve davanın reddine şu gerekçeyle karar
verilmiştir:
“…
Dava dosyasında ve
Mahkememizin 2008/2392 sayılı dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerden;
Diyarbakır ili Kulp ilçesi Akbulak köyünün
boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, Genel
Nüfus Sayımları ve tespitlerine göre 1990 yılında 970, 1997 yılında 615, 2000
yılında ise 877 kişinin köyde yaşadığı, 1995 yılı Milletvekili Genel
Seçimlerinde 241, 1999 yılı Milletvekili Genel Seçimlerinde 246 oy kullanıldığı
görülmüştür.
Bu nedenle yukarıda yer verilen açıklamalara
göre Kulp ilçesi Akbulak köyünün boşalan yerleşim
yerlerinden olmaması nedeniyle davacının subjektif
güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığını ileri
sürdüğü zararın, 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanmasına olanak
bulunmamaktadır.
…”
42. Mahkemenin belirtilen kararı, ilgili hükmün (5233 sayılı
Kanun’un 2. maddesi) yorumu kapsamında başvurucunun zararının tazmin
edilebilmesi için köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya
anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması şartını
arayan Danıştayın yerleşik içtihatlarına (§§ 25–27)
uygun olup, herhangi bir keyfilik içermemektedir.
43. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını
terör dolayısıyla terk etmediği Danıştayın onaması
sonucu kesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de
ifade edildiği üzere bunun doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına 5233
sayılı Kanun’un kapsamına girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa
Mahkemesi açısından bu tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus
bulunmadığından mülkiyet hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve
Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).
44. Açıklanan nedenlerle, başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu,
mülkiyet hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece
mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiği İddiası
45. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu
zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki
yargılamanın yaklaşık 8 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken,
öncelikle AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda
benimsediği ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurların biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun
incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar
geçen sürecin de dikkate alınmakta olduğu ifade edilmiştir.
48. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda
sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak
idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem
aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceği belirtilmiştir.
49. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup
olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup
olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar,
kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar
verildiği görüşüne yer verilmiştir.
50. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın
141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede
yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 35-39).
52. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken hususlardır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40–46). Bu nedenle başvuruya konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu
hususlar dikkate alınarak değerlendirilecektir.
53. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama
sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin
toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi
açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 46).
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No:
2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından
benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak
zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona başvurduğu
kayıt altına alınan 23/11/2004 tarihidir. Bu
doğrultuda idari makama başvurulması ile başlayan süreç ile yargılamada geçen
süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
55. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 23/11/2004
tarihinde Komisyona başvurduğu, Komisyonun 5/3/2008 tarihli kararıyla “2 yıl mal varlığına ulaşamama nedeniyle”
toplam 5.836,59 TL ödenmesine karar verdiği, başvurucunun sulhname
tasarısını kabul etmemesi nedeniyle 31/12/2008 tarihli uyuşmazlık tutanağının
düzenlendiği, bu suretle idari başvurunun karara bağlanmasının yaklaşık 4 yıl 1
ay sürdüğü görülmektedir.
56. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda,
personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle
yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu
gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §
55).
57. Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka
başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008,
2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014), bu konuda gereken
çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici
olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir
süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı
ancak, bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda
uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan
gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B. No: 2013/3007,
6/2/2014, § 65).
58. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara
toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara
bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105
komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam
etmiştir.
59. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat
komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok
büyük çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak
1987-2004 yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler
nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular
oluşturmaktadır. 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme
ilişkin bir anda çok yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer
yandan, 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin
başvuruların anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde yapılabileceği
belirtilmiş fakat bu süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666 sayılı Kanunla
eklenen geçici 4. madde ile 30/5/2008 tarihine kadar
uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem çok sayıda başvuru yapıldığı,
fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam etmesinin mümkün olmadığı
anlaşılmaktadır.
60. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı
Kanun uyarınca oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup
her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre
değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir.
Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan
bu sistemin etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin yeterli
çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının
ortaya konulması gerekmektedir.
61. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda bu komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri
uyarınca karşılanacak zararları tespit ettiği, bu çerçevede, her bir başvuruda
yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler
yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları
aldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım
arazisi niteliğinde olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri
bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı
görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve
ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının
tespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık
ve zaman alıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§ 69, benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, § 69-70).
62. Bu çerçevede, 5233 sayılı Kanun kapsamında Diyarbakır
ilinden yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4.
maddesi uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle
komisyon sayısının 26/5/2005 tarihinde 3'e ve daha
sonra 6’ya kadar çıkarıldığı, 2012 yılına kadar 6 komisyon halinde çalışıldığı,
kurulan komisyonlara toplam olarak yaklaşık 51.148 başvuru yapıldığı, 5233
sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi olan 27/7/2004
tarihinden 2006 yılı sonuna kadar yaklaşık 42.594 başvuru yapıldığı
anlaşılmaktadır. Komisyona 2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008 tarihine kadar başvuruların yapılabildiği, bu
tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni ortaya çıkan olaylara
ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam başvuru sayısındaki artışın
çok sınırlı olduğu, 15/4/2014 tarihi itibarıyla yapılan toplam 51.148
başvurudan 50.832’sinin karara bağlandığı, komisyon sayısının bire düştüğü ve
sadece 316 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.
63. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun
başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008)
başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu
tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar.
Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70) ve Siirt (B. No: 2013/3054, § 74)
örneklerinde de görüldüğü üzere, illerde kurulan komisyonların sayısının
arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının düşürüldüğü ve işi biten
komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke genelinde hem de Diyarbakır
ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların sayısına bakıldığında çok
az sayıda başvurunun kaldığı anlaşılmaktadır.
64. Ülke genelinde ve Diyarbakır ilinde karara bağlanan
başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken
işlemler göz önünde bulundurulduğunda, komisyonların çok yoğun bir şekilde
çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233
sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü
işlemleri yerine getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin
komisyon üyesi olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan
kamu görevlileri oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon
sayısının belirli bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir
(2013/3007, 6/2/2014, § 72).
65. Somut olayda, Komisyon kayıtlarından anlaşıldığı
kadarıyla, 23/11/2004 tarihinde Komisyona
başvurulduğu, başvuru tarihinden yaklaşık 3 yıl 3 ay sonra Komisyonun 5/3/2008
tarihli kararıyla “2 yıl mal varlığına
ulaşamama nedeniyle” başvurucuya toplam 5.836,59 TL ödenmesine karar
verildiği, başvurucunun sulhname tasarısını kabul
etmemesi nedeniyle yaklaşık 10 ay sonra 31/12/2008 tarihli uyuşmazlık
tutanağının düzenlendiği, bu suretle idari başvurunun karara bağlanmasının 4
yıl 1 ay sürdüğü görülmektedir.
66. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin
Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya
çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu
iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda
üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
67. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, Komisyon
tarafından uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesinden sonra 16/2/2009
tarihinde dava dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu
sürecin başladığı, dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat
işlemlerinin yapıldığı, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 2008/2392 sayılı dava
dosyasında ara karar ile 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca dava konusu
köy hakkında ilgili mercilerden bilgi ve belgelerin istenilmesine karar
verildiği ve bu talebin sonucunun beklendiği ve 24/12/2009 tarihinde davanın
reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.
68. Başvurucu tarafından 5/2/2010
tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince 6/2/2010
tarihinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi
için 22/3/2010 tarihinde Danıştay’a gönderilmiştir. Temyiz talebine ilişkin
olarak yaklaşık 2 yıl 7 ay sonra 6/11/2012 tarihinde
Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.
69. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin
toplam 3 yıl 8 ay 20 gün sürdüğü (16/2/2009-6/11/2012
tarihleri arası) anlaşılmaktadır.
70. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde,
ilgili dava dosyasının Diyarbakır 1. İdare Mahkemesince verilen ara karar ile
bilgi ve belgelerin istenilmesi nedeniyle yaklaşık 10 ayda esasa ilişkin
kararın verildiği, karara ilişkin temyiz talebinin yaklaşık 2 buçuk yıl sonra
Danıştay tarafından karara bağlandığı anlaşılmaktadır. Ülke genelinde tazminat
komisyonlarının aldıkları kararlar sonrasında açılan davalar nedeniyle ilgili
Danıştay 10. Dairesine bu konuda kısa sürede çok sayıda temyiz dosyasının geldiği,
ilgili Danıştay dairesinin halihazırda var olan iş yükünün yanı sıra ortaya
çıkan bu yeni iş yükünün gecikmeye yol açtığı, 14/2/2011
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
6110 sayılı Kanun ile Danıştay daire sayısının 13’ten 15’e çıkarıldığı, üye
sayısının arttırıldığı ve birden fazla heyet halinde karar alma imkanının
getirildiği, 5233 sayılı Kanun’un uygulanmasından doğan uyuşmazlıklara ilişkin
yaklaşık 11.000 temyiz başvurusunun yeni kurulan Danıştay 15. Dairesine
devredildiği, anılan Dairenin bu konuda gelen davalar hakkında çok sayıda
(yaklaşık 22.000) karar verdiği ve 2013 yılı sonu itibarıyla bu konuda derdest
dosya sayısının 2.400 olduğu dikkate alındığında, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde (§§ 56-57) geçici iş yükü artışına bağlı olarak ortaya çıkan
gecikmenin yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine
düşeni yapmadıkları söylenemez. Bu nedenle, her ne kadar temyiz talebinin
karara bağlanması göreceli olarak uzun sürmüşse de, yargılamada geçen toplam süre
dikkate alındığında kayda değer bir gecikmenin yaşanmadığı görülmektedir.
71. Başvurucunun idari başvurusunun karara bağlanması ile
devamında açılan davanın neticelenmesi için geçen toplam sürenin (23/11/2004-6/11/2012 tarihleri arası) yaklaşık 7 yıl 11 ay
olduğu görülmektedir.
72. Sonuç olarak, idari başvuru
sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir
başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb.
faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi
ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru
yapılması (Başvurucunun dosya sıra numarası 3455’tir.) ve bunların karara
bağlanması, bunların yanı sıra yargılama sürecinde davanın ilk derece mahkemesinde
10 ayda ve Danıştay’da temyiz başvurusunun 2 buçuk yılda karara bağlanmasının
bu konuda kısa sürede çok sayıda dosyanın gelmesinden kaynaklanması ancak,
ortaya çıkan bu gecikmenin yapısal bir soruna dönüştüğünün ve yetkililerin bu
konuda üzerine düşeni yapmadıklarının söylenemeyeceği (§ 70) ve idari davanın
toplamda 3 yıl 8 ay 20 günde ilk derece ve temyiz aşamalarından geçerek
kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında, toplamda 7 yıl 11
ayda başvurunun karara bağlanmasında kamu otoritelerine ve yargılama
organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu söylenemez.
73. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin
gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu görülmekle “açıkça
dayanaktan yoksunluk” nedeniyle, KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
8/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.