TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET DENİZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2307)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet DENİZ
|
Mirasçıları
|
:
|
1. Mustafa DENİZ
|
|
|
2. Devriş
DENİZ
|
|
|
3. Mehmet DENİZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili
davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık
kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle
çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma
bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama
gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede
tamamlanmaması, kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin
gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile özel
hayata ve aile hayatına saygı haklarının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/3/2013 tarihinde Mersin
1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/7/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüşünde başvurucunun, bireysel başvuruda
bulunduktan sonra 28/12/2013 tarihinde vefat ettiği
belirtilmiş; Anayasa Mahkemesince, Merkezî Nüfus İdare Sistemi üzerinden
yapılan sorgulamada da başvurucunun belirtilen tarihte vefat ettiği
anlaşılmıştır.
7. Vefat eden başvurucunun mirasçılarından Mustafa DENİZ, Devriş DENİZ ve Mehmet DENİZ tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulan 28/4/2015, 29/4/2015 ve 5/5/2015 tarihli
dilekçeler ile anılan kişiler murisleri tarafından yapılmış olan bireysel
başvuruyu devam ettirdiklerini, başvuru dosyasındaki ihlal iddialarına
katıldıklarını beyan etmişlerdir.
8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
Mustafa Deniz'e 21/11/2015 tarihinde, Devriş Deniz'e 19/11/2015 tarihinde ve Mehmet Deniz'e
26/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
9. Bireysel başvuruyu devam ettirdiklerini beyan eden mirasçılar
Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
11. Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM), başvurucu aleyhine 22/9/2008 tarihinde Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) açtığı kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına
tescili davasında, mülkiyeti başvurucuya ait olan Mersin ili Gülnar ilçesi Sipahili köyü sınırları içinde bulunan taşınmazın
kamulaştırılmasına karar verildiğini ve idare tarafından oluşturulan kıymet
takdir komisyonunun söz konusu taşınmaz için tespit ettiği bedele bağlı
kalınmaksızın taşınmazın kamulaştırılan kısmının başvurucu adına olan tapu
kaydının iptali ile Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilmesini talep
etmiştir.
12. Mahkeme; yargılama boyunca altı
kişilik bilirkişi heyeti, bir mahallî bilirkişi, bir de tanık ile birlikte
ilgili taşınmaz başında keşif yapmış, bilirkişi raporu ve ek rapor aldırmış,
tarafların rapora karşı beyanlarını toplamış, yeni bilirkişi raporu talebi
üzerine yeni bir bilirkişi kurulu ile tekrar keşif yaparak yeniden bilirkişi
raporu ve tarafların itirazları üzerine ek rapor aldırmış, banka şubesinde
hesap açtırarak ikinci raporda belirtilen kamulaştırma bedeli tutarında
meblağın başvurucu adına banka hesabında bloke edilmesini sağlamıştır.
13. Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 9/7/2009
tarihli ve E.2008/91, K.2009/83 sayılı kararı ile davanın kabulüne vekamulaştırılması talep edilen yerin yol vasfı ile Maliye
Hazinesi adına tesciline, ikinci bilirkişi heyetince kamulaştırma bedeli ve
taşınmazın kamulaştırmadan artakalan kısmı için değer düşüklüğü bedeli de dâhil
olmak üzere tespit edilip banka hesabında bloke olarak bekletilen 325.856
TL'nin kamulaştırma bedeli olarak tespiti ile kararın kesinleşmesi beklenmeden
başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
Dava dilekçesi, taraf beyanları, getirtilen
belgeler, yapılan keşifler, alınan raporlar, dinlenen mahalli bilirkişi, tanık
beyanı ve tüm dosya kapsamı birlikte ele alındığında, dava konusu
kamulaştırılan yerin belediye sınırları içinde olup, tüm belediye
hizmetlerinden yararlandığı, yerleşim yeri olduğu dolayısıyla arsa niteliğinde
değerlendirilerek kamulaştırma bedelinin belirlenmesi gerektiği, yapılan ikinci
keşif sonrasında, ikinci bilirkişi kurulu tarafından verilen rapor ve ek rapora
itibar edilerek raporlarda belirtilen kamulaştırma bedelinin ilk bilirkişi
kurulunun raporlarından daha bilimsel, doğru, gerçeği daha yansıtır nitelikte
olduğu, ikinci bilirkişi kurulunun esas aldığı somut emsalin ilk bilirkişi
kurulunun esas aldığı somut emsalden, ikinci bilirkişi kurulunun raporunda ayrıtıları ile belirtildiği üzere, gerek kamulaştrılan yer ile emsal taşınmazların değeri gerek
bunların konumları ve nitelikleri gerek yüzölçümleri ve gerekse diğer yönlerden
daha uygun olduğu, raporlarda belirtilen kalemlerin ayrıntılı ve gerekçeli
olduğu, arta kalan yerlere ilişkin olarak yapılan değer düşüklüğü ve işe
yaramazlık değerlendirmelerin de gerekçeli olup durumu yansıttığı, kamulaştırmadanarta kalan yerlerde kalan miktarın çok küçük
kalması ve artık herhangi bir şekilde kullanmaya elverişli bulunmayıp tamamen
işe yaramaz kaldığı belirtilen yerlerin de arsa olarak hazine adına
kamulaştırılmasının gerektiği, buralardaki işe yaramazlığın yüzde yüz oranında
bulunduğu anlaşıldığından ikinci bilirkişi rapor ve ek raporlarında belirtilen
kamulaştırma bedeline, belirtilen sebeplerle itibar edilerek, hükmedilmiş ve
aşağıda belirtilen şekilde hüküm kurularak tescile karar verilmiştir.
..."
14. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı
başvurucu tarafından, dava konusu taşınmazın m² değerinin Mahkeme kararında ve
bilirkişi kurulu raporunda ifade edilen değerden yüksek olduğu, taşınmazda
kısmi kamulaştırma yapılmasından dolayı taşınmazın kalan kısmının %100'e yakın
değer kaybedeceği, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen sürenin 2942
sayılı Kanun'da öngörülen süreyi aştığı, bu süre içinse kamulaştırma bedeline
kamu alacakları için öngörülen en yüksek oranda faize hükmedilmesi gerektiği
belirtilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına
alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş ve
temyiz talebinde bulunulmuştur.
15. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 1/3/2010 tarihli ve E.2009/14168, K.2010/2965 sayılı ilamı
ile uyuşmazlık konusu taşınmazın tamamının 7.484,61 m² olduğunu,
kamulaştırmadan sonra kalan 4.945,28 m²'lik kısım için kamulaştırma nedeniyle
en fazla %20 değer kaybının oluşacağının kabulü gerekirken %30 değer kaybı
oluşacağı belirtilen bilirkişi raporunun esas alınarak karar verilmesinin uygun
olmadığını, ayrıca harcı da yatırılarak açılan bir karşı dava olmasına rağmen
bu dava hakkında bir karar verilmesi gerektiği düşünülmeden hüküm kurulduğunu
belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ancak diğer yönlerden kararı
onamış; temyiz peşin harcının talep edilmesi hâlinde başvurucuya iadesine
hükmetmiştir.
16. Başvurucu tarafından aynı Daireye 35,50 TL karar düzeltme
harcı yatırılarak yapılan karar düzeltme istemi de 15/7/2010
tarihli ve E.2010/7229, K.2010/10828 sayılı ilam ile reddedilmiş ve takdiren 172 TL para cezasının başvurucudan alınarak
Hazineye gelir kaydına hükmedilmiştir.
17. Mahkeme; 22/12/2010 tarihli ve
E.2010/246, K.2010/302 sayılı kararla bozma ilamına uyarak tekrar incelemeye
aldığı dosya kapsamında, bozma nedenine göre farklı bilirkişi kurulu ile
yeniden keşif yapmış, keşif sonrası sunulan bilirkişi raporuna karşı tarafların
itirazlarını toplamış ancak itiraz konusu hususların bozma kapsamı dışında
kalarak kesinleştiğini ve söz konusu bilirkişi raporunun hükme elverişli
olduğunu belirterek davanın kabulü ile kamulaştırılması talep edilen yerin yol
vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapudan terkinine, bilirkişi raporu
doğrultusunda kamulaştırma bedeli ve kamulaştırmadan artakalan kısım için bozma
ilamında belirtilen oran olan %20 üzerinden değer düşüklüğünü de içerir
234.611,53 TL'nin toplam bedel olarak tespitine, bu durumda başvurucuya önceki
karar gereği ödenen 325.856,00 TL'nin, fazla olan 91.244,47 TL'lik kısmının
bankadan çekildiği tarihe kadar işlemiş yasal faizi ile birlikte başvurucudan
tahsiline, başvurucunun maddi hataların düzeltilmesi ve faiz ödenmesi talepli
karşı davasının da reddine hükmetmiştir.
18. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 25/4/2011 tarihli ve E.2011/2600, K.2011/5559 sayılı ilamı
ile "Mahkemenin ilk kararında
kamulaştırmadan artan ve yararlanmaya elverişli olmadığı kabul edilen631,95
m²'lik kesimin de davacı İdare adına tesciline ve bilirkişi raporunda tespit
edilen bedelinin malike ödenmesine karar verildiği, bu hususun bozma nedeni
yapılmadığı, bozmadan sonraki kararda 631,95 m²'nin de Hazine adına tesciline
karar verildiği halde bu kısım için tespit edilen bedelin malike ödenmesine
karar verilmemiş olması" ve "İdarece
fazladan ödenen bedelin davalı tarafından bankadan çekilmesine kadar işlemiş,
varsa, mevduat faiziyle birlikte idareye ödenmesine karar verilmesi gerekirken
yasal faizi ile ödeme kararı verilmesi" gerekçesine dayanarak
İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve temyiz peşin harcının istenilmesi
hâlinde başvurucuya iadesine hükmetmiştir.
19. Davacının karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin 24/10/2011 tarihli ve E.2011/7972,
K.2011/10574 sayılı ilamıyla taşınmazın KGM adına tapuya tesciline karar
verilmesi gerekirken tapudan terkinine karar verilmesi de doğru görülmemiş, bu
yönden 25/4/2011 tarihli ilamın düzeltilmesine karar verilmiştir.
20. Bozma ilamında belirtilen hususlar dikkate alınarak yeniden
yapılan inceleme sonucu Mahkeme; 8/2/2012 tarihli ve
E.2011/162, K.2012/20 sayılı kararı ile davanın kabulü ile kamulaştırılması
talep edilen yerin yol vasfıyla KGM adına tapuya tesciline, kamulaştırmadan
artakalan, yararlanmaya elverişli olmadığı kabul edilen 631,95 m² kısmın Hazine
adına arsa vasfıyla tapuya tesciline, bu doğrultuda toplam kamulaştırma
bedelinin 285.799,48 TL olarak tespitine, bu durumda başvurucuya 9/7/2009
tarihli karar gereği ödenen 325.856 TL ile son tespit edilen bedel arasındaki
fark olan 40.056,52 TL'nin başvurucu tarafından bankadan çekildiği tarihe kadarişlemiş mevduat faizi ile birlikte davacı idareye
iadesine hükmetmiştir. Mahkeme kararda davacı idarenin yapmış
olduğu yargılama giderlerini 2942 sayılı Kanun'un 29. maddesi uyarınca idare
üzerinde bırakmış, ayrıca başvurucu lehine 1.200 TL vekâlet ücretinin davacı
idareden alınmasına, davacı idare de kendisini vekille temsil ettirdiğinden
1.200 TL vekâlet ücretinin de başvuruculardan alınarak davacı idareye
ödenmesine ve başvurucu tarafından açılan karşı davanın reddedilmesi sonucunda
da bu davada vekil ile temsil olunan idare lehine 1.200 TL vekâlet ücretine
hükmetmiştir.
21. İlk Derece Mahkemesinin bu kararı Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin 25/6/2012 tarihli ve E.2012/6245,
K.2012/7942 sayılı ilamı ile onanmıştır.
22. Başvurucu tarafından aynı Daireye karar düzeltme isteminde
bulunulması üzerine istem 21/1/2013 tarihli ve
E.2012/13838, K.2013/688 sayılı ilam ile reddedilmiş ve başvurucu aleyhine takdiren 219 TL para cezasına hükmedilmiştir.
23. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
25. 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma
bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili"
kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk
mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle,
... idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya
katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.
...
Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada
hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları
anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca
anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve
...
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın
değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ...
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya
vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi
raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı
beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş
gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve
hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından
yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder.
Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının
kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun
ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma
bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve
paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların
bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459
S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.
..."
26. 2942 sayılı Kanun'un
"Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı
11. maddesi şöyledir:
"15 inci madde uyarınca oluşturulacak
bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere
mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten
sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a)Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü.
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d)Varsa vergi beyanını,
e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca
yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini.
g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve
yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer
objektif ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları
ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate
alınmaz.
..."
27. 2942 sayılı Kanun'un "Kısmen
kamulaştırma" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"Kısmen
kamulaştırılan taşınmaz malın değeri;
...
b) Kamulaştırma dışında kalan kısmın kıymetinde, kamulaştırma nedeniyle
eksilme meydana geldiği takdirde; bu eksilen değer miktarı tespit edilerek,
kamulaştırılan kısmın (a) bendinde belirtilen esaslar dairesinde tayin olunan
kamulaştırma bedeline eksilen değerin eklenmesiyle bulunan miktardır.
...
(b) ve (c) bentlerinde sözü edilen bedelin düşüş ve artış miktarları,
11 inci maddede belirtilen esaslara göre bedel takdiri suretiyle tespit
olunur."
28. 2942 sayılı Kanun 'un "Giderlerin
ödenmesi" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:
"10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci
madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen
muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu
harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece
ödenir."
29. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul
ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde
yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
31. Başvurucu; 22/9/2008 tarihinde
Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan kamulaştırmabedelinini
tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli
miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık,
öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamadığını, 2942 sayılı
Kanun'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişir
olduğunu bu anlamda kamulaştırmaya konu olan taşınmazların gerçek değerlerinin
tespiti noktasında belirsizlikler oluştuğunu dolayısıyla hukuki güvenlik
ilkesinin sarsıldığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına ve
2942 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine rağmen dava tarihi ile karar tarihi
arasında geçen süre için tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz işletilmediğini,
kamulaştırma bedelinin bir kısmını yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak
ödemek zorunda kaldığını, davanın anılanKanun'da
öngörülen sürede tamamlanmadığını, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı konusunda
Sözleşme hükümlerinin uygulanmadığını, bu şekilde Anayasa'nın 90. maddesinin
beşinci fıkrası hükmünün dikkate alınmadığını, kamulaştırmadan dolayı mesleki
faaliyetlerin gerçekleştirilemediğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet
hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; nihai Mahkeme kararı nedeniyle idareye geri ödemek zorunda kaldığı
meblağın ödenmesinin tedbir kararı verilerek durdurulmasını, ihlallerin tespit
edilmesi ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
33. Başvurucunun, yukarıda sayılan şikâyetlerinden açılan dava
sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamadığı, davada Sözleşme hükümlerinin
uygulanmayarak Anayasa'nın 90. maddesinin ihlal edildiği, geçimini sağladığı
taşınmazın elindenalınması nedeniyleözel
hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği veAİHM
içtihatlarına ve 2942 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine rağmen dava tarihi ile
karar tarihi arasında geçen süre için tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz
işletilmediği şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun
görülmüştür. Bununla birlikte başvurucunun, 2942 sayılı
Kanun'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişir
olduğu bu anlamda kamulaştırmaya konu olan taşınmazların gerçek değerlerinin
tespiti noktasında belirsizlikler oluştuğu dolayısıyla hukuki güvenlik
ilkesinin sarsıldığı şikâyetinin özünün ise yine yargılama sürecinde
kamulaştırmaya konu taşınmazın bedelinin tespitine yönelik olduğu
anlaşıldığından bu şikâyet de mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında
incelenmiştir.
34. Öte yandan başvurucunun, kamulaştırma bedelinin bir kısmını
yargılama gideri olarak ödemek zorunda kaldığı ile davanın 2942 sayılı Kanun'nda öngörülen sürede tamamlanmadığı iddiaları adil
yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlaline İlişkin İddialar
i. Taşınmazın Bedel
Tespitine İlişkin Şikâyetler
35. Başvurucu; aleyhine açılan kamulaştırmabedelinini
tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli
miktarının taşınmazın gerçek karşılığı olmadığını, kamulaştırma işlemine ve
taşınmazın bedelinin hesaplanmasına dayanak olan 2942 sayılı Kanun'un 10. ve
11. maddelerinin AİHM içtihatları doğrultusunda yasallık kriterini
karşılamadığını, 2942 sayılı Kanun'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı
kararlarının birbirleriyle çelişir olduğu bu anlamda kamulaştırmaya konu olan
taşınmazların gerçek değerlerinin tespiti noktasında belirsizlikler oluştuğunubelirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde başvurucunun şikâyetinin; delillerin
takdiri, hukuk kurallarını yorumlaması ve Mahkeme kararının sonucuna yönelik
olduğu belirtilerek bu konuda daha önce verilmiş Anayasa Mahkemesi kararlarına
atıfta bulunulmuştur.
37. Bireysel başvuru incelemesi henüz sonuçlanmadan başvurucunun
vefat etmesi üzerine (bkz. § 6) başvuruyu sürdüreceklerini belirten
başvurucunun mirasçılarına iletilen Bakanlık görüşüne karşı mirasçılar tarafındanherhangi bir beyanda bulunulmamıştır.
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.
39. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
40. Somut başvurunun dayanağını oluşturan konulardan biri olan
kamulaştırılan taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi talebi, Anayasa'nın 35.
maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa'nın 35.
maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 13. maddesi
temel hak ve hürriyetleri sınırlanmada genel ilkeleri tespit ederken devlet ve
kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi
veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa'nın 46. maddesi, mülkiyet
hakkının sınırlanmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa'nın
bütünselliği ilkesi gereği başvurucunun bahsedilen talebinin
değerlendirilmesinde Anayasa'nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46.
maddelerinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
41. 2942 sayılı Kanun'un 10. ve 11. maddelerinde
bir taşınmazın kamulaştırılması ve bu kamulaştırmanın satın alma usulü ile
gerçekleştirilememesi hâlinde uyuşmazlığın yargıya taşınacağı hüküm altına
alınmış, asliye hukuk mahkemelerinin görevli kılındığı bu yargılama sürecinde
uygulanacak usule ilişkin kurallar ile kamulaştırmaya konu taşınmazın bedelinin
belirlenmesine yönelik yöntem ve işlemler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir (bkz.
§§ 23, 24). Yine
2942 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile de kısmi bir kamulaştırma işlemi yapılması
hâlinde kamulaştırılan kısmın dışında kalan bölümlerde kamulaştırma nedeniyle
değer kaybı söz konusu olduğunda bu kaybın da anılan Kanun'un 11. maddesi
hükümleri uyarınca telafi edileceği düzenlenmiştir (bkz. § 25). Bu durumda söz
konusu düzenlemeler ışığındakanun koyucunun,
bireylerin mülkiyet hakkına kamulaştırma yolu ile müdahalede bulunulduğunda bu
müdahalenin bireylerde yarattığı külfetin adil biçimde giderilebilmesi niyetini
taşıdığı görülmektedir.
42. Bu kapsamda başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve
taşınmazın idare adına tescili davasında İlk Derece Mahkemesi 2942 sayılı
Kanun'un 10. maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu taşınmaz başında
oluşturulan bilirkişi heyeti, mahallî bilirkişi ve tanık beraberinde keşif icra
etmiştir. Mahkeme, keşfin ardından düzenlenen bilirkişi raporu ve ek rapora
tarafların itirazı üzerine yeniden bilirkişi heyeti oluşturulmasına karar
vererek tekrar keşif icra etmiş; bu keşfin ardından da düzenlenen bilirkişi
raporuna ve ek rapora karşı tarafların itirazlarını dinlemiş ancak ikinci
bilirkişi raporunu hükme elverişli bularak 9/7/2009
tarihli kararı ile bu raporda yapılan tespitler üzerinden taşınmazın bedeli
hususunda hüküm oluşturmuştur. İlk Derece Mahkemesi kararının temyize konu
edilmesi sonucu ise Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 1/3/2010
tarihli ilamı ile kararı, kamulaştırılan kısımda oluştuğu kabul edilen değer
düşüklüğü oranı yönünden bozmuş ancak diğer temyiz itirazlarını kabul etmemiş
ve bu itirazlar yönünden karar kesinleşmiştir. Daire, karar düzeltme istemini
de 15/7/2010 tarihli ilamı ile reddetmiştir.
43. İlk Derece Mahkemesi bozma ilamı doğrultusunda dosyayı
yeniden incelemeye alarak bozma nedenine göre yeni bir bilirkişi heyeti ile
tekrar keşif icra etmiş, ardından düzenlenen bilirkişi raporuna tarafların
itirazlarını dinlemiş, itirazların daha önceki kararın kesinleşen kısımlarına
yönelik olduğunu tespit etmiş ve söz konusu bilirkişi raporunda belirtilen
değer düşüklüğü oranında kamulaştırma bedelini belirleyerek 22/12/2010
tarihinde tekrar hüküm kurmuştur. Bu hükmün de temyize konu edilmesi sonucunda
Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 25/4/2011 tarihli ilamı ile
Mahkemenin ilk kararında taşınmazın kamulaştırmadan artakalan ve yararlanmaya
elverişli olmadığı kabul edilen kısmının idare adına tesciline ve bedelinin
başvurucuya ödenmesine hükmedildiğini ancak bozma sonrası verilen ikinci
kararda, bu kısım için tespit edilen bedelin başvurucuya ödenmesine
hükmedilmediğini belirtmiş ve bu yönden bozmaya hükmetmiştir. Karar düzeltme
istemini de 24/10/2011 tarihli ilamı ile taşınmazın
KGM adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken tapudan terkinine karar
verilmesi nedeniyle kabul etmiş, bu yönden 25/4/2011 tarihli ilamın
düzeltilmesine hükmetmiştir. İkinci bozma ilamından sonra dosya tekrar
kendisine gelen Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi, 8/2/2012
tarihli kararı ile nihai olarak kamulaştırma bedeli olarak toplam 285.799,48
TL'ye hükmetmiş ve bu doğrultuda başvurucuya 9/7/2009 tarihli ilk kararının
ardından ödenen toplam 325.856 TL'den artakalan 40.056,52 TL'nin bankadan
çekildiği tarihe kadar işlemiş mevduat faizi ile birlikte davacı idareye geri
verilmesine karar vermiştir. Mahkemenin bu kararı Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
25/6/2012 tarihli ilamı ile onanmış, karar düzeltme
isteminin de 21/1/2013 tarihli ilamla reddi üzerine kesinleşmiştir.
44. Başvuruya konu olan ve yukarıda
özetlenen yargılama sürecinde, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespitinde
kullanılan yöntem, taşınmazın kendine has özelliklerinin değerine etkisinin
belirlenmesi ve emsalleri ile karşılaştırılması gibi somut olayın durumuna göre
dikkate alınacak hususlar, ilgili kanun hükümlerinin öngördüğü sınırlar
dâhilinde hâkimin takdir yetkisinde olmakla birlikte yargılama bir bütün olarak
değerlendirildiğinde kamulaştırma bedelinin tespiti hususunda gerek tarafların
talep ve itirazları gerekse Yargıtayın tespitleri
dikkate alınarak değerlendirmeler yapılıp karara varıldığı ve bunun sonucunda
mülkiyet hakkına kamulaştırma yolu ile yapılan müdahalenin karşılığı tespit
edilerek müdahalenin giderimi yoluna gidildiği, karşılığın da başvurucuya İlk
Derece Mahkemesi kararının hemen ardından ödendiği tespit edilmiştir.
45. Öte yandan 2942 sayılı Kanun'un somut başvuruya konu edilen
yargılamaya uygulanan 10. ve 11. maddelerinin son hâllerini, 24/4/2001
tarihli ve 4650 sayılı Kanun ile aldığı, 12. maddesinin de 2942 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girdiği tarih olan 8/11/1983'ten beri mevcut olduğu, bu bağlamda
somut olaya uygulanan ilgili maddelerde belirlenen usul ve esasların, 1983 ve
2001 yıllarındanbu yanabu
tür uyuşmazlıklara uygulandığı dolayısıyla söz konusu usul ve esaslarınbireyler için erişilebilir ve bilinebilir olduğu,
2008 yılında başvurucu aleyhine açılan davada da başvurucu açısından uygulanan
usul ve esasların öngörülebilir durumda olduğu anlaşılmıştır.
46. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkına yönelik açık ve
görünür bir ihlal bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Kamulaştırma Bedeline Faiz Ödenmemesine
İlişkin İddia
47. Başvurucu, dava tarihi olan 22/9/2008
ile karar tarihi olan 8/2/2012 tarihi arasında geçen süre için tespit edilen
kamulaştırma bedeline faiz işletilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
48. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesininbu
konuda verilmiş önceki kararlarına atfen görüş sunulmasına gerek görülmediği
bildirilmiştir.
49. Somut olayda başvurucunun taşınmazının yol yapılması
amacıyla KGM kararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2492 sayılı
Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten
yoksun bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve Kanun'a uygun olarak yapıldığı
anlaşıldığından başvurucuların faiz ödenmemesine yönelik şikâyeti Anayasa’nın
35. maddesi kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
50. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak
kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle
ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği
kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilecek kamu yararı
ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge
kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 37).
51. Ölçülülük ilkesi; “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını; “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
52. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu
yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet
hakkının, malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek
koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması,
kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek
karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir (AYM,
E.2004/25, K.2008/42, 17/1/2008).
53. İdarenin, malikin rızasına gerek olmaksızın yapabileceği bir
işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi gereken bedeli ödemede
gecikmesi durumunda hissedilir değer kaybına neden olan unsurların varlığının
dikkate alınmaması hâlinde ödenen bedelin gerçek karşılık olarak nitelendirilemeyeceği
açıktır. Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması gerekir Bu çerçevede gerçek karşılığa ulaşmayı engelleyen düzenleme
ve uygulamaların Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkını da
zedeleyeceği açıktır (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, §§ 42, 43).
54. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre kamulaştırma
bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması,
büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi,
yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla
kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir.
Kanun'un taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde ve herhangi bir sebeple
ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz
işletilebilir. Yargıtayın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak
kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18.
Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002).
Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden
itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin
yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir
uygulaması bulunmamaktadır (Mehmet Akdoğan
ve diğerleri, § 50).
55. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri gereğince
tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları
hâlinde taşınmazın bedeli adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde mahkemece dava
tarihi itibarıyla tespit edilmelidir. Değer tespitinin dava tarihine göre
yapılması, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde meydana
gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel
tespitine belirlilik kazandırmanın da gereğidir. Aksi hâlde taşınmazın değeri
uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabilme ihtimali de olduğundan idare
veya vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir. Ancak bu durum taşınmazın gerçek
değerinin enflasyon karşısında korunması için dava tarihine göre belirlenen
bedele faiz işletilmesine mâni değildir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 52).
56. Bu durumda somut başvuruya konu kamulaştırma sürecinde de
kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul
bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucunun üzerine orantısız
ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin araştırılması gerekmektedir.
57. Başvuru konusu davada İlk Derece Mahkemesince nihai şekilde
285.799,48 TL olarak belirlenen ve kesinleşen kamulaştırma bedelinin
başvurucuya, İlk Derece Mahkemesinin daha sonra bozmaya konu olan 9/7/2009 tarihli kararı ile 325.856 TL olarak ödendiği
görülmektedir. Dolayısıyla esasen yargılama süreci sonunda 285.799,48 TL olarak
belirlenip kesinleşen bedel, başvurucuya 9/7/2009
tarihli kararın ardından 325.856 TLolarak ödenmiştir.
58. İlk dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma
bedeli başvurucuya 9/7/2009 tarihli karar ile dava
tarihinden on ay sonra 325.856 TL olarak ödenmiştir. Bu durumda başvurucuyayapılan ödemenin de idarece kamulaştırma ile
gözetilen amaç doğrultusunda, başvurucu üzerine orantısız bir yük yüklenip
yüklenmediğinin değerlendirilmesi gerekmekle birlikte bu değerlendirmeninbaşvurucuya
yapılan 325.856 TL'lik ödeme üzerinden değil, yargılama sürecinin sonunda nihai
olarak belirlenip kesinleşen 285.799,48 TL üzerinden yapılması gerekmektedir.
59. Bu değerlendirme için davanın açıldığı ve bedel tespitine
esas alınan Eylül 2008 ile ödemenin yapıldığı Temmuz 2009 tarihleri arası dönem
dikkate alınmalıdır. Merkez Bankası verilerine göre Eylül 2008 ile Temmuz 2009
tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış %5,18'dir. Bu orandaki değer
kaybının ise başvurucuya orantısız ve aşırı bir yük getirmediği açık olmakla
birlikte esasen yargılama sonunda 8/2/2012 tarihli
kararla 285.799,48 TL olarak belirlenen ve kesinleşen bedelin, başvurucuya
9/7/2009 tarihli karar ile 325.856 TL olarak ödendiği dolayısıyla iki karar
arasında geçen yaklaşık iki yıl yedi aylık süreçte başvurucunun fazladan ödenen
40.056,52 TL'lik meblağa serbestçe tasarruf edebileceği ve Merkez Bankası
verilerine göre yine bu dönemde enflasyonda gerçekleşen artışın %24,02 olduğu
ve yargılama sonunda başvurucudan, fazla ödemenin iadesinin yalnızca paranın
bankadan çekildiği tarihe kadar işlemiş mevduat faizi oranı üzerinden istendiği
hususlarından başvurucu üzerindeki yükün daha da hafiflediği anlaşılmaktadır.
60. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkına yönelik açık ve
görünür bir ihlal bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i. Kamulaştırma
Bedelinin Bir Kısmının Yargılama Gideri Olarak Ödendiğine İlişkin İddia
61. Başvurucu; taşınmaz maliklerinin
kamulaştırma yapmak isteyen idare ile uzlaşmak zorunda olmadıklarını, bu
durumda idarelerin dava açmak zorunda olduklarını ancak açılan bu davalarda
idare lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini ve ilgili yargılama
süreçlerinde maliklerin kanun yolu masraflarına katlanmak zorunda kalmamaları
gerektiğini ifade etmiş ancak yapılan yargılama sonunda lehine kamulaştırma
bedeline hükmedilse bile bu süreçte katlanmak zorunda bırakıldığı yargılama
giderlerinin, hükmedilen bedelden kesinti anlamına geldiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
62. Bakanlık görüşünde başvurucu tarafından şikâyet konusu
edilen yargılama giderlerine idarece açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ile
taşınmazın tescili davası sonucunda değil, başvurucu tarafından açılan karşı
davanın reddi sonucunda hükmedildiği, bu karşı davanın da 2942 sayılı Kanun'da
idari başvuru hakkının süresinde kullanılmaması sonucu, başvurucunun kendi inisiyatifi ile açıldığı bildirilmiştir.
63. Bireysel başvuru incelemesi henüz sonuçlanmadan başvurucunun
vefat etmesi üzerine (bkz. § 6), başvuruyu sürdüreceklerini belirten
başvurucunun mirasçılarına iletilen Bakanlık görüşüne karşı bu kişiler herhangi
bir beyanda bulunmamışlardır.
64. Başvurucunun, söz konusu şikâyeti mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenecektir.
65. 36216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
66. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
67. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda
mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı
"mahkemeye gitme hakkı"nı da kapsamaktadır
(Ayşe Başcı ve
diğerleri, B. No: 2013/5367, 25/2/2015, §
35).
68. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların;
hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık
ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Ulaşılmak istenen kamu yararının gerekleri
ile bireylerin temel hakları arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan ve
başvuranlara çok yüksek bir külfet yükleyen düzenlemeler mahkemeye erişim
hakkını ihlal edebilir (Ayşe Başcı ve diğerleri, § 36).
69. Hukuk yargılamalarında uygulanan ve AİHM kararlarında da
geçen "kaybeden öder"
ilkesi, tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen
değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarına hükmedilmesine ilişkin
düzenlemeleri ifade eder (Hüseyin Sezen, B.
No: 2013/1793, 18/9/2014, § 50).
70. AİHM, bu ilke gereği muhtemel
davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için
mahkemeye erişim hakkını engelleyici bir sonuç doğurabilecek nitelikteki
düzenlemelerin tek başına adil yargılanma hakkıyla çelişmeyeceğini, bununla
birlikte davanın koşulları çerçevesinde hesaplanan masrafın miktarının bu
hakkın engellenip engellenmediğini tespitte önemli bir faktör olduğunu ifade
etmektedir (Ayşe Başcı
ve diğerleri, § 38).
71. Öte yandan gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkların makul sürede bitirebilmesi amacıyla karar düzeltme istemlerinin
reddi hâlinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayan cezalar, başvurucular
üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi bu yola başvurulmasını imkânsız hâle
getirmediği veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye erişim hakkının
ihlali niteliğinde kabul edilemez (Faik
Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 36).
72. Somut olayda başvurucunun katlanmak zorunda kaldığından
şikâyet ettiği yargılama giderleri, idare tarafından açılan kamulaştırma
bedelinin tespiti ve tescil davasına ilişkin yargılama sürecinde ortaya
çıkmıştır. Başvurucu, vekili vasıtasıyla davaya katılmış ve yargılama sürecine
aktif olarak dâhil olmuştur. Somut başvuruya konu kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil davası sonunda Mahkeme, yargılama giderlerini davacı idareye
yüklemiş ancak başvurucu ve davacı idarenin vekille temsil edilmeleri nedeniyle
karşılıklı olarak birbirlerine 1.200 TL vekâlet ücreti ödemelerine karar
vermiştir. Öte yandan yargılama sürecinde başvurucu
tarafından yapılan temyiz taleplerinin biri ve karar düzeltme taleplerinin
ikisi Yargıtay 18. Hukuk Dairesince reddedilmiş ve başvurucu bu nedenle toplam
124,65 TL temyiz karar harcı ile temyiz yoluna başvurma harcına, toplam 85,95
TL karar düzeltme harcına, reddedilen karar düzeltme talepleri nedeniyle de
172,00 TL ve 219 TL para cezasına katlanmak durumunda kalmıştır.
73. Bu durumda yargılama sürecinde başvurucular ile davacı
idarenin karşılıklı olarak birbirlerine 1.200 TL vekâlet ücreti ödenmesine
karar verildiği, yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesinin 9/7/2009
tarihli kararının ardından başvurucuya toplam 325.856 TL kamulaştırma bedeli
ödendiği, elde edilen kamulaştırma bedeli ile kıyaslandığında ödenen vekâlet
ücretinin makul bir miktar olduğu, ayrıca karşılıklı ödenmesine karar
verildiğinden başvuruculara da aynı miktarda vekâlet ücreti ödendiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucular aleyhine
hükmedilen vekâlet ücretinin başvurucuların mahkemeye erişimini engelleyecek
mahiyette ve oranda olmadığı, bunun yanında kanun yollarında yapılan ve
yukarıda ayrıntılı gösterilen toplam 210,60 TL harç ve toplam 391 TL para
cezasının da dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere
meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacı taşıdığı ve
yine bu meblağların kanun yolu incelemelerine ulaşmayı engelleyecek şekilde
yüksek bir miktara ulaşmadığı anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik
açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
74. Öte yandan aynı yargılama sürecinde başvurucu tarafından
açılan ve idarece açılan dava ile birleşen karşı davanın reddi nedeniyle
aleyhine ayrıcavekâlet ücreti olarak hükmedilen 1.200
TL yargılama giderinin, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
şikâyetinin kapsamı dışında kaldığı anlaşıldığından bu yönden değerlendirme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
75. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
ilişkin iddiası yönünden açık ve görünür bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına
İlişkin İddia
76. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
77. Başvurucu, yargılama sürecinin 2942 sayılı Kanun'da
öngörülen sürenin çok üzerinde bir sürede tamamlanmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
78. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesinin bu konuda verilmiş
önceki kararlarına atfen görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
79. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa'nın 141. maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§§ 38, 39).
80. Makul sürede yargılanma hakkının
amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları
maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup hukuki uyuşmazlığın
çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı
edilemeyeceğinden yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, § 40).
81. Makul süre incelemesinde yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki
tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usul haklarını kullanırken
gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri, yargı makamları yanında dava
süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir
yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup
olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilip gösterilmediği, başvurucu için hukuki korumanın bir an önce
gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine
ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir
(Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).
82. Kanun koyucu, 2942 sayılı Kanun'un 37.
maddesiyle basit yargılama usulünün uygulanmasını kabul etmekle beraber
taşınmazı kamulaştırılan kişilerin dava süresince geçen zaman nedeniyle hak
kaybına uğramamaları ve taşınmazın bedelinin ilgilisine kısa sürede ödenmesini
sağlamak için kamulaştırma davalarının diğer davalara oranla daha hızlı bir
şekilde karara bağlanması amacıyla Kanun'un 10. maddesinde ayrıca özel
hükümlere yer vermiştir. Anılan maddeye göre tarafların kamulaştırma bedeli
konusunda anlaşamamaları ve idarenin bedel tespiti ve tescil davası açması
hâlinde mahkemenin otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve taraflara
duruşma gününü tebliğ etmesi, duruşmada bedel konusunda anlaşma sağlanamaz ise
yine otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve bu sırada bilirkişi tayin
ederek keşif yapması, taraflar yine anlaşamazlar ise on beş gün sonrasına
duruşma günü tayin etmesi ve ikinci bilirkişi raporuna başvurması ve bunun
sonucunda bedeli tespit ederek davayı sonuçlandırması gerekmektedir. Görüldüğü üzere kanun koyucu,
kamulaştırma davalarının kısa sürede bitirilmesini öngörmektedir. Bu öngörüye
bağlı olarak yakın zamana kadar kamulaştırma bedelinin tespiti davaları için
yasal faiz öngörülmemiştir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 38).
83. Taraflar için 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesinde
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen
süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup
mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri
kararların geçerli olduğuna şüphe yoktur. 2942 sayılı Kanun gereği yapılması
gereken duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi ve
tebligat işlemleri gözönünde bulundurulduğunda bu
sürelerin aşılabileceği görülmektedir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, §§ 47, 48).
84. Nitekim AİHM de benzer şekildeki düzenleyici sürelerin
yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal
mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek
davaların "makul süre"de tamamlanıp
tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almakta
ve bu sürenin Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığı
hususunda sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Çalık/Türkiye,
B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
85. 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesindeki sürelerin düzenleyici
nitelikte süreler olduğu ve dava süreci gözönünde
bulundurulduğunda bu sürelerin aşılabileceği kabul edilmekle birlikte
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında kamulaştırma işlemlerinin
başlamasıyla kişilerin mülkiyet haklarını kullanmalarının kısıtlandığı,
kamulaştırma bedelini ancak dava sonunda alabildikleri ve bu bedele 11/04/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'la yapılan
değişiklikten önce faiz uygulanmadığı gözönünde
bulundurulduğunda bu davaların süratle sonuçlandırılması gerektiği de açıktır (Tahsin Erdoğan, § 41).
86. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde
açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın söz konusu
olduğu görülmekle 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğuna kuşku yoktur.
87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih 22/9/2008'dir.
88. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme
talebinin Yargıtay 18. Hukuk Dairesince reddedildiği 21/1/2013'tür.
89. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil talebi olduğu, 22/9/2008 tarihinde
açılan davanın yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince verilen 9/7/2009 ve
22/12/2010 tarihli kararların, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 1/3/2010 ve
25/4/2011 tarihli ilamları ile bozulduğu, bu ilamlara karşı yapılan karar
düzeltme taleplerinin değerlendirildiği, tüm yargılama sürecinde taşınmaz başındaüç kez keşif yapıldığı, keşiflerin ardından
bilirkişi raporları alındığı ve itirazlar üzerine ek raporlar alındığı akabinde
İlk Derece Mahkemesinin 8/2/2012 tarihli kararının Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin 25/6/2012 tarihli ilamı ile onandığı, karar düzeltme isteminin de
21/1/2013 tarihinde reddedilmesi üzerine kesinleştiği ve böylece yargılama
sürecinin yaklaşık dört yıl dört ayda tamamlandığı anlaşılmaktadır.
90. Yargılama sürecinde tarafların yargılamayı geciktirici
yöndeki işlem ve davranışları kural olarak yargılamanın uzamasında taraf kusuru
olarak kabul edilmekte ise de yargılama makamlarının ilgili usul imkânlarını
kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır (Haydar İzgi, B. No: 2012/673, 19/12/2013, § 41). Nitekim AİHM bir kararında AİHM'e başvuru konusu edilen davada uzun yargılama
şikâyetini incelerken ulusal hukukta açtığı diğer bir davanın bekletici mesele
yapılmasını başvuranın kendisinin istediğini tespit etmiş ancak davaların
ivedilikle görülmesini sağlamanın ulusal mahkemelerin görevi olduğunun altını
çizerek uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşmıştır (Nebahat Tanrıverdi, B.
No:2012/13, 6/3/2014,
§ 83).
91. Bu durumda başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve
tescili davasının toplam dört yıl dört ay sürdüğü ve başvuruya konu davada
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
92. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
93. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
94. Başvurucu, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
95. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
96. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucunun, başvuruyu devam ettiren mirasçıları Mustafa Deniz, Devriş Deniz ve Mehmet Deniz'e mirasçı sayısı dikkate
alınarak ayrı ayrı net 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
97. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucunun başvuruyu devam ettiren mirasçılarına
müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Taşınmazın bedel tespiti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri olarak
ödenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun, başvuruyu devam ettiren mirasçıları Mustafa
Deniz, Devriş Deniz ve Mehmet Deniz'e ayrı ayrı net
500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucunun,
başvuruyu devam ettiren mirasçıları Mustafa Deniz, Devriş
Deniz ve Mehmet Deniz'e MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/3/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.