TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CÜNEYT ALİ TURGUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8332)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Fatma
KARAMAN ODABAŞI
|
Basvurucu
|
:
|
Cüneyt Ali
TURGUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali
Selman ER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun
ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 31/8/1956
tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine
adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar
hanesinde kullanıcı tespitine ilişkin kaydın düzeltilmesi istemiyle açılan
kadastro tespitine itiraz davasında usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili
sağlanmadan eksik ve yetersizinceleme ile karar
verilmesi, verilen kararın hukuka aykırı olması, iddia ve deliller
değerlendirilmeden temyiz isteminin gerekçesiz olarak reddedilmesi nedenleriyle
mülkiyet, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
26/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 8/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine
adına orman sınırı dışına çıkarılan İstanbul ili Sultanbeyli ilçesi Orhangazi
Mahallesi 102 ada 20 parsel sayılı taşınmazın beyanlar hanesinde bulunan,
taşınmazın yirmi yıldan beri başvurucunun fiilî kullanımında olduğuna ilişkin
kaydın düzeltilmesi ile on beş yıldır davacı A.D.ninkullanımında
olduğunun yazılması istemiyle başvurucu aleyhine 16/7/2010 tarihinde
Sultanbeyli Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.
9. Mahkemece, 1/8/2012 tarihli ve E.2010/85, K.2012/723 sayılı
karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Davalı C.A.T. ye usulüne uygun tebligat
yapılmış, ancak davalı duruşmalara katılmamış ve herhangi bir cevap
vermemiştir.
...
Davayla ilgili olarak belediye emlak kayıtları
ile orman idaresinden 2/B kayıtları celp edilmiş, dava konusu taşınmaz başında
harita mühendisi aracılığı ile keşif yapılmış,ayrıca
keşifte, kadastro çalışmaları sırasındahazır bulunan
muhtar, mahalli bilirkişi ile tanık dinlenmiştir.
Belediye emlak kayıtlarının incelenmesinden,
davacının kullanımında olan taşınmazın Orhangazi mahallesi 102 ada 10 ve 20 nolu parseller olduğu,davalı
C.A.T.nin kullanımında olan yerin ise Akşemsettin Mahallesi 130 ada 10 nolu
parsel olduğu görülmüştür.
...her ne kadar dava konusu Orhangazi
mahallesi 102 ada 20 nolu parsel davalı C.A.T. adına
tespit edilmiş ise de,dava konusu 20 nolu parseli davacının 102 ada 10 nolu
parsel ile kullandığı, her iki parsele de davacı tarafından zilyet edildiği,
davalı C.A.T.ye ait olan yerin Akşemsettin mahallesi130
ada10 nolu parsel oduğu,
Orhangazi mahallesi 102 ada 20 nolu parselin sehven
davalı adına tespit edildiği, her ne kadar bilirkişiler tarafından keşif
sırasında yerin davalının kullanımında olduğu belirtilmiş ise de tespit
tutanakları topluca düzenlendiğinden ve davalı adına Akşemsettin
mahallesi 130 ada 10 nolu parsel tespit edildiğinden
bilirkişilerin beyanlarına itibar edilmeyerek dava konusu 102 ada 20 nolu parselin davacının kullanımında olduğu sonucuna varıl(mıştır)."
10. Karar, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 18/3/2013 tarihli ve
E.2013/2023, K.2013/1951 sayılı ilamı ile dosya içeriğine, kararın dayandığı
delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve delillerin takdirinde bir
isabetsizlik bulunmamasına göre temyiz itirazlarının yerinde olmadığı
belirtilmek suretiyle onanmıştır.
11. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve
E.2013/8320, K.2013/9029 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
12. Karar başvurucuya 9/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu8/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
"Orman sayılan yerlerden:
...
B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen
bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe,
meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep
fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak
gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile
şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına çıkartılır.
Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler
Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise
bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına
çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi
yapılır."
15. 6831 sayılı Kanun'un 26/2/2014 tarihli ve 6527 sayılı Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'la yapılan değişiklikten önceki
11. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"Orman kadastro komisyonlarınca
düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ
hükmündedir. Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren bir ay
içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro
davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2 nci maddeye göre orman sınırları
dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve
hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz
olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak,
tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma
hakları mahfuzdur.
...
Kadastrosu yapılıp kesinleşen Devlete ait
ormanlar, tapu sicil müdürlüklerince hiçbir harç, vergi ve resim alınmaksızın
orman vasfı ile, 2 nci
maddeye göre orman sınırları dışına çıkarılan yerler halihazır vasfı ile
kaydında belirtme yapılarak Hazine adına tapuya tescil olunur."
16. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
“6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla
değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896
sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro
komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili
kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın
kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri
kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu
Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar
yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları
ikinci kadastro sayılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında
orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve
hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman işletme
müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman
mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir. Bu
çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren
tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan
kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro
kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir
ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte
imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına
göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ
edilmiş sayılır.
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan
yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının
talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları
dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu işlemler
sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hatalar,
yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir."
17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
1012. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"...
Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku
kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer
hususlar tüzükle belirlenir.
Özel kanun hükümleri saklıdır."
18. Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Tapu Sicil
Tüzüğü'nün 60. maddesi şöyledir:
"Kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın
yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek
yazılır."
19. 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin
Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan
Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında
Kanun'un 6. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"(1) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar
hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme
listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına
göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların
31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın
sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi
içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve
dava konusu etmeksizin kabul edenler bu Kanuna göre hak sahibi sayılır.
(2) 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar
hakkında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme
listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına
göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu taşınmazların
31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın
sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi
içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve
dava konusu etmeksizin kabul edenler de hak sahibi sayılır.
(3) Hak sahiplerinden birinci fıkra kapsamında
olanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, ikinci
fıkra kapsamında olanlar ise, güncelleme listelerinin tescil edildiği veya
kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye
başvurarak, bu taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan
satılmasını isteyebilirler.
(4) Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan
taşınmazların satış bedeli, rayiç bedelin yüzde yetmişidir.
(5) Başvuru sahiplerinden satış bedellerine
mahsup edilmek üzere; belediye ve mücavir alan sınırları içinde olan yerler
için iki bin Türk Lirası, dışında olan yerler için bin Türk Lirası başvuru
bedeli alınarak ilgilileri adına emanet hesabına kaydedilir.
(6) Hak sahiplerine satış işlemleri idarece,
başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.
(7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
düzenlenen güncelleme listeleri veya kadastro tutanakları kapsamında kalan
taşınmazların satış işlemleri, 1/5/2010 tarihinden itibaren tespit edilen rayiç
bedeller üzerinden yapılır.
(8) Satış bedeli peşin veya taksitle
ödenebilir. Satış bedelinin tamamının peşin ödenmesi hâlinde yüzde yirmi, en az
yarısının ödenmesi hâlinde yüzde on oranında indirim uygulanır ve bu bedeller
idarece yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenir.
Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemez ve dava açılamaz. Peşinat
alınmadan yapılan taksitle satışlarda ise satış bedelinin yüzde onu, yapılan
yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanı ise belediye ve
mücavir alan sınırları içinde en fazla üç yılda altı eşit taksitte, belediye ve
mücavir alan sınırları dışında ise en fazla dört yılda sekiz eşit taksitte
faizsiz olarak ödenir. Taksitli satışlarda kalan miktarı karşılayacak tutarda
kesin ve taksitlendirmeye uygun süreli banka teminat mektubu verilmesi veya
satışı yapılan taşınmazın üzerinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medenî Kanunu hükümleri uyarınca Hazine lehine kanuni ipotek tesis edilmesi
hâlinde; taşınmaz, tapuda hak sahibi adına devredilir. İdare tarafından yapılan
taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan taşınmaz satış sözleşmeleri ile kanuni
ipotek sözleşmelerinde resmî şekil şartı aranmaz. Hak sahipliği belgesi; hak
sahibinin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, imzası, fotoğrafı ve nüfus
bilgilerini içerecek şekilde idarece düzenlenir. Düzenlenen hak sahipliği
belgelerinin idarece yazılı olarak tapu idaresine bildirilmesi üzerine, devir
ve kanuni ipotek tapu siciline resen tescil edilir. İpotek tesis edilerek
devredilen taşınmazların üçüncü kişilere satılması hâlinde borcun kalan
tutarından alıcılar sorumludur. Bu hususta tapu kütüğünde gerekli belirtme
yapılır. Hak sahibi adına mülkiyet devredilmeden yapılan taksitli satışlarda, hak
sahibi tarafından yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda, tahsil edilen
tutar hak sahibine aynen ve faizsiz olarak iade edilir.
(9) Peşin satışlarda satış bedelinin tamamını,
taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle
yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma hakları düşer.
Ancak, taksitli satışlarda, taksit süresinin sonuna kadar ödenmek kaydıyla
taksitlerden ikisinin vadesinde ödenmemesi yükümlülüklerin ihlali anlamına
gelmez. Vadesinde ödenmeyen taksit tutarlarına 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesine göre
belirlenen oranda gecikme zammı uygulanır.
...
(11) Hak sahibi olmadığı belirlenen başvuru
sahiplerine, bu Kanundan yararlanamayacakları gerekçeleriyle birlikte
bildirilerek başvuru bedeli aynen ve faizsiz olarak iade edilir.
(12) Bu maddeye göre hak sahiplerine doğrudan
satılması gereken taşınmazlardan ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne
tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan ya da Maliye
Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ile ilgili idarelerce bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren en geç üç ay içerisinde idareye bildirilmesi şartıyla
özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gerekenler ile içme ve kullanma suyu
havzalarında maksimum su seviyesinden itibaren üç yüz metrelik bant içerisinde
kalan yerler hak sahiplerine satılmaz. Bu taşınmazların yerine istenilmesi
hâlinde hak sahiplerine, hak sahibi oldukları taşınmazın rayiç değerine eşdeğer
öncelikle aynı il sınırları içerisinde bulunan 2/B alanlarındaki taşınmaz, bu
maddenin dördüncü fıkrasına göre hesaplanacak satış bedeli karşılığında
doğrudan satılabilir.
(13) Hak sahiplerinden idarenin teklifini
kabul etmeyenler doğrudan satış hakkından yararlanamazlar, başkaca talepte
bulunamazlar, hak ve tazminat talep edemezler ve dava açamazlar.
(14) Bu maddeye göre hak sahibi bulunmayan
veya doğrudan satın almaya ilişkin hak sahipliği kalmayan taşınmazların tapu
kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat
belirtmeleri Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir
ve bu taşınmazlar Maliye Bakanlığınca satış dâhil genel hükümlere göre
değerlendirilir.
(15) Hak sahipliği kalmayan taşınmazların
değerlendirilmesi amacıyla, 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin son fıkrası
kapsamında kalanlar hariç olmak üzere, üzerlerinde bulunan kişilere ait yapı ve
eklentiler; o yıla ait Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapı birim fiyatlarından
eksik imalat bedelleri ve yıpranma payı düşüldükten sonra kalan bedeli
ilgililerine ödenmek suretiyle yıktırılır veya bu şekilde belirlenen bedel,
taşınmazın değerine eklenerek son müracaat tarihinden itibaren üç yıl içinde
satılarak satıştan elde edilen gelirden yapı ve eklenti sahiplerine ödenir ve
idare tarafından yapıların tahliyesi sağlandıktan sonra ferağ işlemleri
gerçekleştirilir.
..."
20. 6292 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
" (4) Bu Kanun kapsamında kalan taşınmazlardan
hak sahiplerine satılmaması, ilgililerine devredilmemesi veya iade edilmemesi
gerektiği halde bu tasarruflara konu edilenlerden; satılanların satış bedeli
kanuni faiziyle iade edilir, devir ve iade edilenler ise bedelsiz olarak geri
alınır.
(5) Hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu
Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak üzere hak sahipleri veya ilgilileri
tarafından süresi içerisinde başvuruda bulunulmaması veya başvuruda
bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da gerekli
şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan satılamamaları veya iade edilmemeleri
sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan taşınmazların tapu kütüklerinde yer
alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat belirtmeleri Maliye
Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin edilir ve bu taşınmazlar
Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre değerlendirilir. Bu yerlerden kamu
hizmetlerinde kullanılanlar, kamu idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanlar
ve özel kanunları gereğince ilgili idarelere tahsisi gerekenler Maliye
Bakanlığınca tahsis edilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında
yapılan kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B)
bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın
kadastro tutanağının beyanlar hanesinde kullanıcı tespitine ilişkin kaydın
düzeltilmesi istemiyle aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında
usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan eksik ve yetersiz inceleme
ile karar verildiğini, zilyetliğe ilişkin tereddüt içeren bilirkişi raporuna
rağmen aleyhe hüküm kurulduğunu, davacının gerçek dışı beyanlarına itibar
edildiğini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu, temyiz incelemesinde iddia
ve delillerinin gerektiği gibi incelenmediğini, taşınmaz Hazineye ait olsa da
süreç içerisinde bedeli ödenmek suretiyle tapuda adına tescil yaptırabilecek
iken bu imkândan mahrum kaldığını belirterek etkili başvuru, mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tedbir kararı verilmesi,
dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesi, bu talebin
kabul görmemesi hâlinde tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun taşınmaz Hazineye ait olsa da
süreç içerisinde bedeli ödenmek suretiyle tapuda adına tescil yaptırabilecek
iken bu imkândan mahrum kaldığı yönündeki iddiası mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmiştir. Davada usulsüz tebligat sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan
karar verildiği iddiası, adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı yönünden değerlendirilmiş; temyiz incelemesinde iddia ve
delillerinin gerektiği gibi incelenmediği yönündeki iddiası ise adil yargılanma
hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden ayrıca değerlendirilmiştir.
Başvurucunun diğer ihlal iddialarının ise yine adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
24. Başvurucu, dava konusu taşınmaz tapu kayıtlarına göre Hazine
adına kayıtlı ise de süreç içerisinde bedelini ödemek suretiyle taşınmazın
kendi adına tapuya tescilini sağlayabilecek iken bundan mahrum kaldığını
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüş yazısında mülkiyet hakkının ihlali iddiasına
karşı görüş sunulmamış, şikâyetlerin adil yargılanma hakkı kapsamımda ele
alınmasının gerektiği bildirilmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
28. Belirtilen hükümler uyarınca bir anayasal hak ihlali
iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi
için başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması,
ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren
korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).
29. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
30. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
31. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmamakla birlikte taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence
kapsamına girdiğine kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının
ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca
korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı
noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30, 31).
32. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının
ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin
bulunması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu,
B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
33. Sahip olunan mülk kavramı, Sözleşme ve Anayasa'daki
düzenlemeler açısından özerk bir kavram olarak ele alınıp incelenmektedir.
Dolayısıyla bu konudaki değerlendirmeler gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) ve gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından mevzuattan bağımsız olarak
değerlendirilmektedir (Depalle/Fransa, B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62;
Anheuser-Busch Inc./Portekiz, B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
124; Beyeler/İtalya, B. No:
33202/96, 5/1/2000, § 100; Selçuk Emiroğlu,
§ 27).
34. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı,
kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme,
onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Nazmiye
Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17). Başvurucular, bu haktan
yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal iddiasında
bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip olunan bir
mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır. Bir kişinin hâlihazırda sahip
olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati
ne kadar güçlü olursa olsun- mevcut mülke sağlanan bu korumadan
yararlanamayacaktır (Murat İslamoğlu,
B. No: 2013/614, 25/6/2014, § 32).
35. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir
"ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde
etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının güvencesi altındadır. Meşru
beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına
dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli
değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).
36. Somut olayda mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren
başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu veya en azından meşru
bir beklenti kapsamında mülkiyet hakkının bulunduğunu kanıtlaması
gerekmektedir.
37. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında,
6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi uyarınca Hazine adına orman
sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiilî kullanım durumları dikkate alınarak
kimler tarafından ve ne zamandan beri kullanıldığı ve varsa üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro tutanağının
beyanlar hanesinde gösterilmesi suretiyle öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine
adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.
38. Tapu sicilinde yapılabilecek tapu sicil işlemlerine ilişkin
olarak 4721 sayılı Kanun'un 1012. maddesinde beyanlar düzenlenmiş olup maddenin
ikinci ve üçüncü fıkralarında taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku
kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer
hususların tüzükle belirleneceği, özel kanun hükümlerinin saklı olduğu
düzenlenmiş; başvuruya konu dava ve karar tarihlerinde yürürlükte olan Tapu Sicil
Tüzüğü'nün 60. maddesinde de kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını
öngördüğü hususların tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılacağı
belirtilmiştir.
39. Beyanlar, hukuki niteliği itibarıyla diğer tapu sicil
işlemlerinden farklıdır. Tescil gibi ayni haklara doğrudan etki etmedikleri
gibi şerhler gibi şahsi hakların kuvvetlendirilmesi, tasarruf yetkisinin
sınırlandırılması veya geçici tescilin yazılması gibi bir etkiye de sahip
değildirler. Tapu kütüğünün diğer sütunlarına kaydedilemeyen ancak ispat veya
bilgilendirme gibi birtakım sebeplerle açıklanmasında veya alenileştirilmesinde
yarar görülen bazı fiilî ve hukuki durumları ortaya koymaktadırlar. Bir başka
deyişle beyanların temel fonksiyonu bilgi vermeleridir.
40. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, tapu sicilinin beyanlar
hanesinde yazılı zilyetliğe ilişkin açıklamanın değiştirilmesine yönelik olarak
açılan pek çok davanın temyiz incelemesinde, kütüğün beyanlar hanesinde yazılı
zilyetlik veya muhdesata ilişkin açıklamanın, ayni
hak olmayıp kişisel hak niteliğinde olduğundan tapu sicilinden ayrı olarak
alınıp satılması ve değiştirilmesinin mümkün olmadığı, böyle bir talebin
tarafların isteğiyle dahi tapu sicil müdürlüğünce yerine getirilemeyeceği ve
dava yoluyla genel mahkemeden istenemeyeceğiancak
ilgili yörede 4127 sayılı Kanun ile değişik 2924 sayılı Kanun'un 11. maddesi
gereğince yapılacak kadastro ile hak sahipliği tespit komisyonunun yapacağı
tespit sırasında ve 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi gereğince yapılacak kadastro
sırasında değerlendirilebileceği, itiraz ve dava haklarının da o aşamada kullanılmasınınmümkünolabileceği değerlendirmelerine yer
vererek kütüğün beyanlar hanesindeki fiilî kullanıma ilişkin açıklamaların ayni
hak niteliğinde olmayıp kişisel hak niteliğinde bulunduğunu vurgulamıştır
(Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 17/3/2010 tarihli ve E.2010/201, K.2010/3352;
21/6/2010 tarihli ve E.2010/5012, K.2010/8793; 20/12/2010 tarihli ve
E.2010/13734, K.2010/16210; 1/3/2011 tarihli ve E.2010/15612, K.2011/1911; 22/11/2011
tarihli ve E.2011/14400, K.2011/13140; 19/1/2012 tarihli ve E.2011/13065,
K.2012/342; 6/3/2012 tarihli ve E.2011/14477, K.2012/3257; 25/12/2012 tarihli
ve E.2012/10652, K.2012/14946; 31/4/2014 tarihli ve E.2013/9236, K.2014/3866;
7/5/2015 tarihli ve E.2014/8909, K.2015/3793 sayılı kararları).
41. 4721 sayılı Kanun'un 1012. ve Tapu
Sicili Tüzüğü'nün 60 ila 64. maddelerinde düzenlenen beyanlar, tescil ve
şerhten farklı olarak herhangi bir ayni hak doğurmayacağı gibi şahsi hakların
kuvvetlendirilmesi işlevine de sahip değildir. Beyanların fonksiyonu,
taşınmazla ilgili bazı fiilî veya hukuki durumlara ya da zaten mevcut bulunan
bazı haklara aleniyet sağlamaktan ibarettir. Beyanlar hanesine bir hususun
kaydedilmesi ilgili kişiye herhangi bir hak vermeyeceği gibi o kişi bakımından
bir hak da doğurmaz. Bu nedenle orman dışına çıkarılan alanların kadastrosu
sırasında buraları fiilen kullananların, beyanlar hanesine kaydı bu kişiler
açısından herhangi bir hak doğurmayıp ancak fiilî durumun tespiti ve alenileştirilmesi
anlamına gelecektir. Bu tespitin tek amacının bu arazilerin fiilen kullananlara
satılması olduğu söylenemez. Devletin orman alanı dışına çıkarılan arazilerin
fiilî kullanım durumlarını da dikkate alarak envanterini çıkarması bu alanlarla
ilgili yapılacak her türlü tasarruf açısından büyük önem taşımaktadır.
Yapılacak tespitler bu arazilerin orman köylülerine tahsisi, fiilen
kullananlardan ecrimisil alınması, fiilî durumun
ispatı gibi işlevler de görebilirler (AYM, E.2009/24, K.2011/75, 12/5/2011).
42. Somut olayda 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında
yapılan kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B)
bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın
beyanlar hanesinde taşınmazın bahçe olarak yirmi yıldan beri başvurucunun
kullanımında olduğu gösterilmiştir. Davacı, mülkiyet hususunda Hazine adına
yapılan tespite bir itirazı olmamakla birlikte taşınmazın kullanıcısının
kendisi olduğunu iddia ederek fiilî kullanım yönünden taşınmazın beyanlar
hanesine yazılan kayda itiraz etmiş ve beyanlar hanesindeki kullanıcı kaydının
değiştirilerek kendisinin yazılması için başvurucu aleyhine dava açmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilerek taşınmazın
beyanlar hanesindeki başvurucu adına yazılı kaydın, taşınmazın bahçe olarak on
beş yıldan beri davacının fiilî kullanımında olduğu şeklinde düzeltilmesine
karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi
hükmü onamış ve karar düzeltme isteminin aynı Daire tarafından reddedilmesi
sonucu hüküm kesinleşmiştir.
43. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
(B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın, 3402 sayılı
Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine
adına tespit gördüğü ve mülkiyetinin Hazineye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim bu husus taraflar arasında uyuşmazlık konusu da olmamıştır. Yargılama
aşamasında davacı, dava dilekçesini tekrar ederek davanın mülkiyet hususunda
Hazine adına yapılan tespite ilişkin olmadığını, fiilî kullanım yönünden
taşınmazın beyanlar hanesine yazılan kayda itiraz ettiğini açıklamıştır. Bu
bakımdan başvurucu adına düzenlenen bir tapu kaydının bulunmadığı ve taşınmazın
mülkiyetinin Hazineye ait bulunduğu tartışmasızdır.
44. Öte yandan başvurucu, taşınmazın beyanlar hanesindeki kayda
göre süreç içerisinde bedelini ödeyerek taşınmazın kendi adına tapuda tescilini
sağlayabilecek iken bu imkândan mahrum kaldığını iddia etmektedir.
45. AİHM, kamu malı niteliğinde bulunan taşınmazlara tapu tahsis
belgesi verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti yönünden
değerlendirmeler yaptığı kararında, mülkten yararlanmaya devam etme konusundaki
meşru beklentinin iç hukukta yeterli bir temele dayanması gerektiğini,
başvuruculara verilen tapu tahsis belgesine dayanılarak mülk sahibi olunmasının
şartları olduğunu yani bu hakkın şartlı bir hak sağladığını ve şartların oluşup
oluşmadığının derece mahkemeleri tarafından değerlendirileceğini belirtmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04,
26/4/2011, §§ 52, 53). AİHM'in tapu tahsis
belgelerini incelediği kararlarında, anılan belgenin; tapu senedi olmadığı,
sadece kişinin söz konusu taşınmazı elinde bulundurduğunu belgelediği, bu
belgenin verilmesinin belge sahibine mülkiyet hakkı tanındığı anlamına
gelmediği gibi yetkili makamlara tapu senedi verme zorunluluğu da getirmediği,
başvurucuların sadece bu belgeye dayalı olarak arazilerinin elinden alınması
ile alacaklı duruma geldikleri yönünde haklı bir beklenti içine girdiklerinden
söz edilemeyeceği vetaşınmazla ilgili olarak 1 No.lu
Ek Protokol'ün 1. maddesi anlamında “mülk”ün
varlığını iddia edemeyecekleri belirtilmiştir (Anat ve diğerleri/Türkiye,§§ 55, 56).
46. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
(B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın mülkiyeti
Hazineye ait olup kamu malı niteliğinde bulunmaktadır.
47. 6292 sayılı Kanun kapsamında Hazine adına orman sınırları
dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi bakımından, fiilî kullanım
sebebiyle beyanlar hanesinde yazılı olan kişilerin hak sahipliği belli şartlara
bağlanmıştır. Buna göre 6292 sayılı Kanun'un 6. maddesinde, 6831 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında kalan alanlarda (2/B alanlarında)
bulunan taşınmazlar hakkında bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce
düzenlenen güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş
mahkeme kararlarına göre oluşturulan tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre;
bu taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu
taşınmazları satın almak için bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
altı ay içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini
itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenler ile 2/B alanlarında bulunan
taşınmazlar hakkında bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek
güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme
kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre; bu
taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilecek kişilerden bu
taşınmazları satın almak için güncelleme listelerinin tescil edildiği veya
kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye
başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu
etmeksizin kabul edenler hak sahibi sayılmıştır. Peşin satışlarda satış
bedelinin tamamının, taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde
ödememek suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma
haklarının düşeceği, yine hak sahiplerinden idarenin teklifini kabul
etmeyenlerin doğrudan satış hakkından yararlanamayacakları, başkaca talepte
bulunamayacakları, hak ve tazminat talep edemeyecekleri ve dava açamayacakları
belirtilmiştir.
48. Ayrıca, 6292 sayılı Kanun'un 6. maddesine göre hak
sahiplerine doğrudan satılması gereken taşınmazlardan ağaçlandırılmak üzere
Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla
kullanılan ya da Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ile ilgili
idarelerce bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç ay
içerisinde idareye bildirilmesi şartıyla özel kanunlar gereğince
değerlendirilmesi gerekenler ile içme ve kullanma suyu havzalarında maksimum su
seviyesinden itibaren üç yüz metrelik bant içerisinde kalan yerlerin hak
sahiplerine satılamayacağı, bu taşınmazların yerine, istenilmesi hâlinde hak
sahiplerine taşınmazın rayiç değerine eş değer öncelikle aynı il sınırları
içerisinde bulunan 2/B alanlarındaki taşınmazın hesaplanacak satış bedeli
karşılığında doğrudan satılabileceği düzenlenmiştir.
49. Yine 6292 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (5) numaralı fıkrasında,
hak sahibi bulunmayan taşınmazlar ile bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılmak
üzere hak sahipleri veya ilgilileri tarafından süresi içerisinde başvuruda
bulunulmaması veya başvuruda bulunulmasına rağmen yükümlülüklerin yerine
getirilmemesi ya da gerekli şartları sağlayamaması sebebiyle doğrudan
satılamamaları veya iade edilmemeleri sebepleriyle haklarında işlem yapılamayan
taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan 2/B, kullanıcı ve muhdesat
belirtmelerinin Maliye Bakanlığının talebi üzerine tapu idaresince terkin
edileceği ve bu taşınmazların Maliye Bakanlığınca genel hükümlere göre
değerlendirileceği, bu yerlerden kamu hizmetlerinde kullanılanların, kamu
idarelerinin ihtiyaçları için gerekli olanların ve özel kanunları gereğince
ilgili idarelere tahsisi gerekenlerin Maliye Bakanlığınca tahsis edileceği
düzenlenmiştir.
50. 2/B alanlarında kalan taşınmazın 6292 sayılı Kanun
kapsamında doğrudan satışı için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle idare mahkemesinde açılan dava kapsamında Danıştay Sekizinci
Dairesi 9/9/2015 tarihli ve E.2015/4106, K.2015/6968 sayılı kararında dava
konusu işlemin taşınmazın 6292 sayılı Kanun kapsamında davacıya satışının
yapılıp yapılamayacağının tespitine yönelik idari nitelikte bir ön işlem
olduğunu, bu durumda taşınmazın davacıya satışı için 6292 sayılı Kanun'da
öngörülen şartları taşıyıp taşımadığının idari yargı yerinde değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmiştir (Danıştay Sekizinci Dairesinin 9/9/2015 tarihli ve E.
2015/4106, K.2015/6968; 7/10/2015 tarihli ve E.2015/909, K.2015/8076 sayılı
kararları).
51. Sonuç olarak orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın
mülkiyetinin Hazineye ait olması, kadastro tutanağının beyanlar hanesindeki
herhangi bir ayni etki doğurmayan yanlızca
bilgilendirme ve açıklama fonksiyonuna sahip kaydın hukuki niteliği, 6292
sayılı Kanun kapsamında başvuru ve satış işlemleri için bazı şartların
öngörülmüş olması ve uyuşmazlık halinde satış için taşınmazın 6292 sayılı
Kanun'da öngörülen şartları taşıyıp taşımadığının derece mahkemelerince
değerlendirileceğine dair yargı kararları dikkate alındığında özellikle 6292
sayılı Kanun'da belirtilen şartların sağlanamaması durumunda meşru beklenti
kapsamında bir hak veya alacağının bulunduğu söylenemez. Başvurucuyu,
taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir
içtihat da bulunmadığından başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen
mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, fiilî kullanım durumu
dikkate alınarak taşınmazın beyanlar hanesine fiilen kullanıcı olduğunun
kaydedilmesine ilişkin olarak Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya
değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucu; dava dilekçesinin kendisinin ve ailesinin ikamet
ettiği adrese tebliğe çıkarıldığını ancak tebliğ evrakının üzerine tebligatın
mahalle muhtarlığına teslim edildiği ve kendisine haber vermek üzere komşusu
E.G.ye bilgi verildiği yazılmış ise de kendisinin E.G. isminde bir komşusunun
bulunmadığını, bu bakımdan tebligatın usulsüz olduğunu veyargılamaya
katılamadığını ve taraf teşkili sağlanmadan karar verildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucunun şikâyeti, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden
hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla ilgili olduğundan bu kapsamda
değerlendirilmiştir.
54. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun şikâyetlerin özünün
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasıyla ilgili
olduğu, başvurucuya çıkarılan tebligatın geçerli olup olmadığı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği hususunun Anayasa Mahkemesi
tarafından değerlendirilmesi gerektiğinin düşünüldüğü, ihlal tespit edilmesi
hâlinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesi gerektiği
bildirilmiştir.
55. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde
tebligata ilişkin mevzuat hükümlerine atıf yapan değerlendirmelere itirazının
bulunmadığını belirtmiştir.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
57. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
58. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin yerine getirilmemesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013,
§ 16).
59. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere
usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını
zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
60. Somut olayda başvurucu, dava dilekçesinin kendisi ve
ailesinin ikamet ettiği adrese tebliğe çıkarılmasına rağmen tebliğ evrakının
üzerine kendisine haber vermek üzere komşusu E.G.ye bilgi verildiğinin
yazıldığını ancak kendisinin E.G. isminde bir komşusunun bulunmadığını
belirterek tebligatın usulsüz olduğundan şikâyet etmektedir. İlk Derece
Mahkemesince verilen karar üzerine temyiz talebinde bulunan başvurucu temyiz
dilekçesinde, şikâyete konu tebligatın gönderilen adresten bilaikmal
geri dönmesinin makul ve mantıklı bir izahının bulunmadığını, kendisinin yirmi
yıldan fazla bir zamandan beri ailesi ile birlikte bu yerde oturduğunu, kendisi
olmasa bile tebligatı alacak aile yakını ve apartman görevlisi bulunduğunu,
tebligat yapıl(a)maması sebebi ile davadan haberdar olunamadığını belirterek usul
ve esas yönünden hükmün bozulmasını istemiştir. Hükmün onanması üzerine
başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş ise de karar düzeltme talep
dilekçesinde şikâyete konu tebligatın usulsüz olduğuna ilişkin bir açıklama ve
değerlendirmeye yer vermemiş, özellikle davanın esasına ilişkin hususlarda
açıklamalarda bulunarak hükmün bozulmasını istemiştir.
61. Buna göre tebligat çıkarılan adrese ve şikâyete konu
tebligat evrakı üzerinde yazılı diğer hususlara bir itirazı bulunmayan, yanlızca tebliğ evrakı üzerinde komşusu olduğu belirtilen
kişinin aslında komşusu olmadığı ve tebligatın bu sebeple usulsüz olduğundan
şikâyet eden başvurucunun bu hususu temyiz incelemesinde usulünce ileri
sürmediği, temyiz dilekçesinde yalnızca belirtilen adreste kendisi olmasa bile tebligatı
alabilecek bir aile yakını ve apartman görevlisi bulunduğundan ilk çıkarılan
tebligatın bilaikmal iadesinin makul ve mantıklı
olmadığı ve bu sebeple usulüne uygun tebligat yapılmadığından bahsedildiği,
karar düzeltme dilekçesinde ise şikâyete konu tebligatın usulsüz olduğuna dair
hiçbir açıklamaya yer verilmediği ve bu hususun karar düzeltme aşamasında da
usulünce ileri sürülmediği değerlendirilmiştir. Başvurucunun, tebligatın
usulsüz olduğu ve taraf teşkili sağlanmadan karar verildiğine dair bireysel
başvuruya konu şikâyetinin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında ileri
sürebilmesi ve dolayısıyla bu iddialarla ilgili olarak giderim sağlayabilmesi
mümkün olduğu hâlde bu konuda hukuk yollarını tüketmeden bireysel başvuruda
bulunduğu anlaşılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yolları tüketilmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
63. Başvurucu; zilyetliğe ilişkin tereddüt içeren bilirkişi
raporuna rağmen aleyhe hüküm kurulduğunu, davacının gerçek dışı beyanlarına
itibar edildiğini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu, hatalı ve eksik
değerlendirme ile karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden şikâyet etmiştir.
64. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun şikâyetlerin özünün
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasıyla ilgili
bulunduğu bildirilmiştir.
65. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde,
yargılama sürecinin bireysel başvuru denetiminden uzak olduğu görüşüne
katılmadığını belirtmiştir.
66. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
68. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
69. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
70. Başvuru konusu olayda 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B)
bendi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılarak Hazine adına
tespit gören taşınmazın beyanlar hanesindeki fiilî kullanıma ilişkin kaydın
düzeltilmesi istemiyle Hazine ve başvurucu aleyhine dava açılmıştır. Yargılama
aşamasında davacı, dava dilekçesini tekrar ederek mülkiyet hususunda Hazine
adına yapılan tespite itirazının olmadığını ve fiilî kullanım yönünden beyanlar
hanesinde yapılan tespite itiraz ettiklerini belirtmiştir. Mahallinde keşif
yapılmak suretiyle alınan bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın kimin
kullanımında olduğunun Mahkemenin takdirinde bulunduğu belirtilmiştir. İlk
Derece Mahkemesince, kadastro çalışmalarında tespit tutanağına göre dava konusu
taşınmazın beyanlar hanesinde taşınmazın başvurucunun fiilî kullanımında olduğu
belirtilmiş ise de belediye emlak kayıtlarının incelenmesi neticesinde
davacının kullanımında olan taşınmazın Orhangazi Mahallesi 102 ada 10 ve 20
No.lu parseller olduğu, başvurucunun kullanımında olan yerin ise Akşemsettin Mahallesi 130 ada 10 No.lu parsel olduğu; dava
dilekçesi, tespit tutanağı, belediye emlak kayıtları ve tüm dosya kapsamına
göre davacının, dava konusu parseli 102 ada 10 No.lu parsel ile kullandığı, her
iki parselin de davacının zilyetliğinde bulunduğu, dava konusu parselin
kadastro tespitinde sehven davalının kullanımında olduğunun yazıldığı, her ne
kadar kadastro tespit bilirkişileri tarafından Mahkemece yapılan keşif
sırasında taşınmazın başvurucunun kullanımında olduğu belirtilmiş ise de tespit
tutanakları topluca düzenlendiğinden ve davalı adına Akşemsettin
Mahallesi 130 ada 10 No.lu parsel tespit edildiğinden kadastro tespit
bilirkişilerinin beyanlarına itibar edilmediği belirtilerek davanın kabulüne
karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin
18/3/2013 tarihli ilamı ile onanmış, karar düzeltme talebi reddedilerek hüküm
kesinleşmiştir.
71. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına
ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmakta olup
Derece Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
72. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
73. Başvurucu, temyiz dilekçesindeki itirazlar ve sunulan
deliller değerlendirilmeden temyiz talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucunun şikâyeti, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden
gerekçeli karar hakkıyla ilgili olduğundan bu kapsamda değerlendirilmiştir.
74. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun şikâyetlerin özünün
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasıyla ilgili
bulunduğu bildirilmiştir.
75. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde
yargılama sürecinin bireysel başvuru denetiminden uzak olduğu görüşüne
katılmadığını belirtmiştir.
76. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
77. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin,
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
78. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt
vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul
edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise mahkeme bu hususa
belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
79. Temyiz mercilerinin kararlarının da tamamen gerekçeli olması
zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı
fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir
şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece
mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
80. Somut olayda başvurucu, temyiz dilekçesindeki itirazlar ve
sunulan deliller değerlendirilmeden temyiz talebinin reddedildiğini ileri
sürmüştür. İlk Derece Mahkemesince davanın niteliği gözetilerek kadastro tespit
tutanağı, 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (B) bendi kapsamında tutulan
kayıtlar, belediye emlak kayıtları, keşif, bilirkişi incelemesi, mahallî
bilirkişi ve tanık beyanları ile tüm dosya kapsamı dikkate alınmak ve ilgili
hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir (bkz.
§ 9). Yargıtay 16. Hukuk Dairesi tarafından da İlk Derece Mahkemesince verilen
kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm
onanmış ve temyiz istemi reddedilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay onama kararının
gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
81. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1.Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.