TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SERKAN AKBAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2342)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Aydın
ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Serkan
AKBAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av.
Pirozhan KARALİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; soruşturma kapsamında
kopyalanan avukatlık bürosundaki bilgisayarda müvekkillere ait mesleki
dokümanlar bulunmasına rağmen bilgisayarın kopyasının iade edilmemesi, isnat
edilen fiil avukatlık mesleğiyle ilgili olmasına rağmen kanundaki özel
soruşturma usullerine uyulmaması, özel yetkili mahkeme tarafından yapılan
yargılamanın adil olmaması, dosyayla ilgili olmayan belgelerin çıkarılması
talebinin reddedilmesi, gözaltına alındıktan sonra müdafiyle yapılacak
görüşmenin yirmi dört saat süreyle engellenmesi, suçlamaya esas alınan ses
kaydının orijinalinin dinlenilmesi talebinin mahkemece reddedilmesi, kısıtlama
kararı bulunduğu için suçlanmaya dayanak belgelere erişilememesi ve yeterli
savunma imkânı tanınmaması, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul
süreyi aşması, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların duruşma yapılmadan
incelenmesi, yasak delil niteliğinde olan müvekkil ile yapılan görüşmeye
ilişkin ses kaydına dayanılarak tutuklanma nedenleriyle Anayasa’nın 10., 19., 20., 21. 36., 38. ve 40. maddelerinde düzenlenen
hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 27/3/2013
tarihinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru
formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 22/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 12/02/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,
görüşünü 18/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 25/4/2014 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
6/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İmralı F Tipi
Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan ve PKK
terör örgütünün kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan’ın avukatıdır.
9. Başvurucu; müvekkili
Abdullah Öcalan ile hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda 14/8/2009, 2/9/2009, 21/10/2009, 8/1/2010 ve 14/7/2010
tarihlerinde beş kez görüşme yapmıştır.
10. Başvurucunun 14/7/2010 tarihinde yaptığı görüşmeye, Abdullah Öcalan’ın
diğer bazı avukatlarının yanı sıra İnfaz Hâkimliği tarafından görevlendirilen
bir görevli de katılmıştır.
11. Görüşme içeriği ses kaydı
ile kayıt altına alınmış, ses kaydının içeriğinde yer alan konuşmaların çözümü
yaptırılmıştır.
12. Başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının (4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250. maddesi ile görevli bölümü)
2011/2196 soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında
22/11/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır.
13. Öte yandan, başvurucu
hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli ve 2011/3737 teknik
takip sayılı kararı ile “(12/4/1991 tarihli
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga) 10/b. maddesi uyarınca
soruşturma dosyası kapsamında ismi geçen şüphelilerin yakalandıkları tarih ve
saatlerden itibaren (24) saat süre ile müdafilerle görüşmelerinin, 10/d.
maddesi uyarınca da müdafilerin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden
örnek almasının engellenmesi amacıyla KISITLANMASINA” karar
verilmiştir.
14. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, 25/11/2011 tarihinde başvurucunun
ifadesini müdafilerinin refakatinde almış ve sonrasında başvurucuyu
tutuklanması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine sevk etmiştir.
15. İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesi (5271 sayılı Kanun’un mülga 250. maddesi ile görevli) tarafından yapılan
sorguda, başvurucu, sorgu hâkimi olarak görev yapan M.E.’nin
tarafsızlığını yitirdiğini iddia ederek reddi hâkim talebinde bulunmuştur.
Mahkeme, başvurucunun talebine ilişkin olarak“şüpheli sorgusunun yapıldığı gecikmesinde sakınca bir hal bulunduğu, bu
nedenle şüpheli söz ve iddialarının dinlenilmeden bu hususta bir karar verilmek
üzere yalnızca sorguya yönelik işlemler yapmak suretiyle sorgu bitiminde
dosyanın İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine” karar
vermiş, sonrasında başvurucunun sözlü savunmasını almıştır. Mahkemenin 25/11/2011 tarihli ve 2011/107 sorgu sayılı kararı ile
başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye
olma” suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Mahkemenin
tutuklama gerekçesi şöyledir:
“... dosyadaki mevcut delil durumu,
şüphelilerin atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesini gösterir
olguların varlığı (bu kapsamda özellikle atılı suçlara ilişkin bir kısım
şüpheli beyanları, telefon görüşmeleri, dosyada bulunan ve aramalarda ele
geçirilen örgütsel dokümanlar) ile bu aşamada henüz delillerin tamamen
toplanmamış olması, şüphelilerin delillere etki etmek ve karartma şüpheleri
dikkate alınarak ...”
16. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 3/4/2012 tarihli ve E.2012/225 sayılı
iddianamesi ile başvurucunun “silahlı terör
örgütüne üye olma” suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması
istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede
başvurucu ile birlikte toplam 50 sanığın cezalandırılması talep edilmiştir.
17. İddianamede başvurucuya
yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:
“Soruşturma sırasında yapılan teknik takipler neticesinde;
Şüphelinin 2009-2011 yılları arasında İmralı’da hükümlü
bulunan teröristbaşı ÖCALAN ile 14.08.2009,
02.09.2009, 21.10.2009, 08.01.2010 ve 14.07.2010 tarihlerinde (5) kez görüşme
yaptığı, bu görüşmeler ve diğer tüm görüşmeler ile özet olarak;
İmralı Cezaevinde Hükümlü olarak yatmakta olan PKK/KCK terör
örgütü teröristbaşısı ÖCALAN ile Avukatları arasında
haftalık olarak yapılan görüşmeler sonrasında, yapılan görüşmelerin Avukatlar
tarafından karşılıklı diyalog şeklinde metne çevrildiği ve çevrilen bu metnin
ham halinin ‘Görüşme Notlarının 1. Hali’, avukat konuşmalarının çıkartıldığı, ÖCALAN’ın konuşmaları olarak düzenlendiği ve kısmi
değişikliklerin yapıldığı halinin ‘Görüşme Notlarının 2. Hali’, yine 2. Hali
üzerinde çeşitli değişiklikler yapılarak basında yayınlanan halinin ‘Görüşme
Notlarının 3. Hali veya Basın Metni’ olarak isimlendirildiği, daha sonra
bunların internet üzerinden ortak kullanılan ve tarafımızdan teknik takibi
yapılan e-mail adreslerinin taslaklar kısmına kaydedildiği veya e-mail
adresleri üzerinden PKK/KCK terör örgütünün kırsal alanı ve yurtdışında bulunan
üst düzey örgüt yöneticileri ile Türkiye ve yurtdışında legal görünüm altında
örgütsel faaliyet gösteren şahıslara iletildiği böylelikle tamamen örgütsel
kapalı bir iletişim ağı meydana getirdikleri, ayrıca bahse konu görüşme notları
üzerinde belirli ekleme, çıkartma ve düzenlemelerden sonra bunların PKK/KCK
terör örgütüne ait veya örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan internet
sitelerinde yayınlanmasının sağlandığı, dolayısıyla ÖCALAN’ın
terör örgütünü, Avukatları aracılığı ile ‘Görüşme Notları’ üzerinden verdiği
talimatlarla Yönlendirdiği ve Yönettiğinin tespit edildiği,
Şüphelinin yapmış olduğu görüşmelere bakılacak olursa;
1- Teröristbaşı ÖCALAN ile
Avukatları M.S.K., M.I., Serkan AKBAŞ [başvurucu] arasında
14.07.2010 günü yapılan görüşme sonrasında Avukatlar tarafından hazırlanan ve
Teknik Takipler neticesinde tespit edilen 14.07.2010 tarihli ‘Görüşme
Notlarının 1. Hali’ incelendiğinde;
01-ÖCALAN’IN ruh hali ve beden dili ile ilgili,
02-ÖCALAN’IN sağlık durumu ile ilgili,
03-Günlük gazetesi ile ilgili,
04-İmralı Cezaevi Koşulları Hakkında CPT Tarafından
Yayınlanan Rapor ile ilgili,
05-Ölen örgüt mensuplarının fotoğraflarının Başbakan’a
gönderilmesi ile ilgili,
06-M. K’nın Demokratik Özerklik
Açıklamasının aktarımı, ÖCALAN’ın bu açıklamaya
yaptığı yorumlar ve talimatları ile ilgili,
07-Operasyonlar, çatışmalar ve kayıp bilançoları ile ilgili,
08-Suriye’de PKK/KCK terör örgütü hakkında yaşanan
gelişmeler ile ilgili,
09-Irak ve K.Irak Bölgesel
yönetimi hakkındaki gelişmeler ile ilgili,
10-İran’da PJAK hakkında yaşanan gelişmeler ile ilgili,
11-PKK/KCK terör örgütünün yürüteceği sözde Devrimci Halk
Savaşının nasıl olması gerektiği” ile ilgili,
12-Basında yer alan açıklamaların avukatlar tarafından
aktarılması, ÖCALAN’ın yorumları ile kamuoyu
oluşturmak amacıyla gazeteci, yazar ve aydınlarla görüşme talimatları ile
ilgili,
13-A. T., A.T.’nin
DTK’ın başına geçmeleri ve burada faaliyet
yürütmeleri ile ilgili,
14-STÖ’lerin ve Baro Başkanının Tehdit edilmesi ile ilgili,
15-Anayasa değişiklik paketinin desteklenmemesi ve
referandumun boykot edilmesi ile ilgili konular hakkında Avukatların, terör
örgütü teröristbaşı ÖCALAN’a
AKTARIMLARDA bulundukları, ÖCALAN ise bu konular hakkında YÖNLENDİRİCİ
AÇIKLAMALARDA bulunarak Avukatlara TALİMATLAR verdiği tespit edilmiştir.
Teröristbaşı ÖCALAN ile görüşen şüpheli Avukatların;
Teröristbaşının cezaevinde sözde kendisine baskı uygulandığı
nefes alamadığı ve uyuyamadığı hakkındaki şikâyetleri terör örgütüne
aktarmaları neticesinde ilimizde bir takım eylemlerin meydana geldiği,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal düzenin ve ülkesi, milleti
ile bölünmez bütünlüğünü yıkmayı toprak bütünlüğünü parçalamayı amaç edinen
Kürdistan Demokratik Konfederalizm adı altında ayrı
bir devlet kurmanın bir ön adımı olduğu tespit edilen Demokratik Özerklik ile
ilgili KCK-PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin örgütsel düşüncelerini
aktardıkları,
Teröristbaşının strateji geliştirmesi için KCK-PKK terör
örgütünün eylem ve söylemlerini ilke haline getiren terör örgütünün talimatları
doğrultusunda yayınlar yapan günlük gazetesini hükümlüye getirdikleri,
KCK-PKK terör örgütünün kırsal alanında faaliyet gösterirken
ölen örgüt mensupları hakkında ‘GERİLLA’ kullanarak örgütsel tavır
sergiledikleri,
Teröristbaşının ‘savaş yapılacaksa doğru yöntemle yapılması,
şehirlere yayılması’ şeklindeki talimatı neticesinde ülkemiz genelinde
eylemlerin meydana geldiği,
Teröristbaşı ÖCALAN’dan Barış ve
Demokrasi Partisi ve KCK sözleşmesinin; Üçüncü Bölüm-Genel Organlar-Madde 14’te
Alan Merkezlerinden ‘Siyasi Alan Merkezi’ altında ‘Siyasi Komite’ içerisinde
faaliyet gösteren ve Dördüncü Bölüm-Parça Örgütlenmesi-Madde 16’da ‘Söz konusu
Kürdistan parçasındaki halkın karar organıdır. Parçanın büyüklüğüne, nüfus
yoğunluğuna ve komünal örgütlülük durumuna göre
yasayla düzenlenmiş seçimle belirlenen üyelerden oluşur. İç
örgütlenmesinde ve çalışma düzeninde Kongra Gel
sistemini esas alır…’ şeklinde açıklanan Halk Meclisine karşılık olarak, yatay
örgütlenme modeli esas alınarak ve sözde Kürdistan’ın Türkiye parçasında
Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı İlçe ve Kentlerde oluşturulan KCK terör örgütünün
içerisindeki Kent Meclislerinin birleşiminden oluşturulduğu tarafımızca tespit
edilen DTK(Demokratik Toplum Kongresi) Eşbaşkanlığı
konusunda verdiği talimat ile görev alan A.T. ve A.T. isimli şahıslar hakkında
faaliyetlerini yoğunlaştırmaları ve örgütlülüklerini artırmaları konusunda
talimat aldıkları ve şahısların bu doğrultuda hareket ettikleri,
Teröristbaşının örgütün amaçlarına hizmet eden bir anayasa
olmadığı yapılan anayasa değişikliği hakkındaki referandum oylamasının boykot
edilmesi talimatını terör örgütüne iletmeleri neticesinde ülkemiz genelinde
terör örgütüne müzahir kişi ve kurumlarca protestoların yapıldığı,
tâhlili yapılan yukarıda yazılı görüşmeler ile diğer
görüşmelere bakıldığında;
14.07.2010 günü İmralı Cezaevinde yatmakta olan hükümlü
ÖCALAN ile görüşme yapan şüphelinin müvekkilline
herhangi bir hukuki yardımda bulunmadığı, ÖCALAN’a
‘AKTARIM’ adı altında örgütsel bilgiler aktardığı, terör örgütünün
yönlendirilmesi ve yönetilmesi amacı ile ÖCALAN’dan
‘ÖRGÜTSEL TALİMATLAR’ aldığı, bu suretle PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile örgüt teröristbaşı ÖCALAN arasında iletişim sağlayarak ‘KURYELİK’
yaptıkları ve terör örgütünün varlığını devam ettirebilmesi için örgüt
mensuplarının ‘YÖNLENDİRMESİNDE’, örgütün ‘STRATEJİSİNİ’ belirlemesinde ve ‘YÖNETİLMESİNDE’
bilerek ve isteyerek görev aldığı ...”
18. İstanbul 16. Ağır Ceza
Mahkemesi, 18/4/2012 tarihinde iddianameyi kabul
ederek E.2012/64 sayılı dosya üzerinden 20/4/2012 tarihinde yaptığı tensip
incelemesi sonunda, başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
19. Mahkemece, başvurucunun
kimlik tespiti 16/7/2012 tarihli celsede yapılmıştır.
Aynı celsede başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar, müdafileri
aracılığıyla Kürtçe savunma yapma talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme sanıkların
talebini reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir:
“... sanıkların da ana dilleri olan
Kürtçe savunma yapmayı talep etmiş iseler de,
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşmasının
Azınlıkların Korunması başlıklı III. Kesim’de yer
alan 39/5. maddesinde ‘devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe'den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına,
mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun
düşen kolaylıklar sağlanacaktır.’ hükmü yer almakta olup, bu maddenin de yer
aldığı III. Kesim’in başlığı ile aynı Kesim'de yer alan 39/1 ve devamı ile,
44 ve 45. madde hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu hükmün
Türkiye'deki Müslüman olmayan azınlıkların haklarına ilişkin olduğu, antlaşma
hükümleri ve özellikle söz konusu 39/5. maddenin de yer aldığı III. Kesim'de yer alan diğer maddeler ile bu antlaşmanın
müzakere edildiği ve imzalandığı dönemin koşulları ve dağılan Osmanlı
İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde Müslüman olsun veya olmasın Türkçe'den başka dillerde konuşan çok sayıda milletlerin
yer alması, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsurları arasında yer alan Kürtleri
azınlık statüsüne almaya ilişkin bir kısım itilaf devletleri tarafından
getirilen teklif ve çalışmaların kabul edilmeyip, asli kurucu vatandaş olan
Kürtlerin azınlık statüsüne alınmamaları ve Lozan Antlaşmasındaki koruma
önlemlerinin yalnızca Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlı tutulması göz önüne
alındığında, bu düzenlemeyle, Türkçe'den başka bir
dil konuşan ve Müslüman olmayan azınlıklara mahkemelerde kendi dillerini sözlü
olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylığın sağlanacağının açık bir şekilde
hükme bağlandığı ve bununla Müslüman olmayan azınlıkların haklarının
korunmasının amaçlandığı, bu nedenle söz konusu hükmün somut olayımıza
uygulanamayacağı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu antlaşma hükmüne
uygun olarak iç hukukumuzda CMK'nın 202/1 maddesi ile
gerekli düzenlemenin yapılmış olduğu da belirtilmelidir.
Diğer
uluslararası sözleşmelerden BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası
Sözleşmesinin 14. maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiş olup, bu
maddenin 3. fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadı bulunan kimsenin
‘hakkındaki suç isnadının niteliği ve nedenleri konusunda ayrıntılı bir şekilde
ve anlayabileceği bir dilde bilgilendirilme’ hakkının bulunduğu, (f) bendinde
ise ‘mahkemede konuşulan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa, bir çevirmenin
yardımından ücretsiz olarak yararlanma’ hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı
başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde her kişinin ‘şahsına tevcih
edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı bir dille ve
etraflı surette haberdar edilmek’ ve (e) fıkrasında ‘duruşmada kullanılan dili
anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen
faydalanmak’ hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır.
İç hukukumuzda 5271 sayılı CMK'nın
202/1. maddesinde ise, ‘sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe
bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia
ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir’ denilmektedir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin bir organı olan ve başvuruların ön şartları taşıyıp
taşımadığını inceleyen Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun Application
No:10210/82, K.v France Kararı, 07.12.1983 tarihli
kararında ‘Fransa vatandaşı olan azınlık mensubunun Fransa'da doğduğu ve okula
gittiği için AİHS'nin 6/3-e maddesindeki ücretsiz tercüman isteme hakkı kapsamında
değerlendirilemeyeceği çünkü AHİS'nin 6/3-e maddesi
sanığın ülkenin ana dilini bilmediği yani anlayamadığı veya kendini ifade
edemediği durumlardan biri söz konusu olur ise tercüman atanmasını öngördüğü,
sanık o ülkede doğduğu, yaşadığı ve okula gittiği için o ülkenin resmi dilini
anladığı ve kendini ifade ettiği kabul edilmektedir’ şeklindeki kararı ile
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Komisyonu'nun bu yöndeki kararları (No:
10210/80, K.v.france kararı), ayrıca Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Broz İcek-İtalya
kararı göz önüne alınarak,
Ayrıca sanıkların Türkiye'de doğup çeşitli kurumlarda eğitim
aldıkları ve yine sanıkların yargılamanın bugüne gelene kadarki aşamalarında
Türkçe dilini konuştuğu ve soruşturma aşamasında da ifadelerini Türkçe olarak verdikleri,
çoğu avukat olan sanıkların Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinin duruşmalarında
avukatlık görevi ifa ettikleri, dolayısıyla Kürtçe savunma talebinin hukuki bir
ihtiyaca dayanmayıp, hukuki olmayan gerekçelerle istendiği,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 3/1. maddesinde ‘Dili
Türkçedir’ hükmü getirilerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi dilinin
Türkçe olduğunun belirtildiği, bu hükmün dışında Ceza Mahkemesi Kanununda
ayrıca duruşmada Türkçe dilinde savunma yapılması gerektiğinin açıkça belirtilmediği,
ancak CMK'nın 202/1. maddesinde ‘sanık veya mağdur,
meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan
tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar
tercüme edilir’ hükmünün getirilerek sanık veya mağdura ancak meramını
anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa kendilerine tercüman atanacağının
belirtildiği, dolayısıyla sanıkların soruşturma aşamasında ifadelerini Türkçe
dilinde verdikleri,
Yukarıda belirtilen yasal mevzuat çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetindeki
tüm mahkemelerde Türkçe dilini bilen herkesin etnik kökenine ya da hangi ülke
vatandaşı olduğuna bakılmaksızın Türkçe dilinde kimlik tespiti yapılmasının
zorunluluk olduğu, Türkçe bilen bir kişinin Türkçe dili dışında sadece Kürtçe
değil yabancı hiçbir dilde (örneğin İngilizce ya da Almanca dilinde) kimlik
tespiti yapmasının mümkün olmadığı, bu konunun hakimlerin
taktirinde olan bir husus olmayıp bir zorunluluk olduğu, bu konuyla ilgili Türk
yargı pratiğine bakıldığında, mahkememizde ve birçok diğer mahkemede Türkçe
dilini bilmeyen sanık, mağdur yada tanığın konuşabildiği hangi dil olursa olsun
bu dili bilen tercümanın duruşmada bulundurulmak suretiyle Kürtçe yada başka
dilde (örneğin İngilizce yada Almanca dilinde) kimlik tespitlerinin, beyanlarının
yada savunmasının tespit edildiğinin bilindiği
Yine CMK'nın 147. maddesinin 1-a bendine göre şüpheli veya sanık
kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlü olduğunun
belirtildiği, sanıkların kimlik tespiti konusundaki kendilerine sorulan
sorulara Kürtçe dillerinde cevap verdiklerinde sanıklarında yukarıda
belirtildiği şekilde daha önceki aşamalarda Savcılıkta ve Sorgu Hakimliği ifadelerinde Türkçe dilinde kimlik bilgilerini
verdikleri gibi ifadelerini de Türkçe olarak yaptıkları, dolayısıyla Türkçe
dilini bildikleri buna rağmen Türkçe olarak kimlik tespiti ile ilgili sorulara
cevap vermemeleri halinde CMK 147. maddedeki zorunluluğu yerine getirmiş
sayılmayacakları anlaşıldığından,
Sanıkların
ana dilleri olan Kürtçe dilinde kimlik tespiti yapılması ve belirtilen bu
dillerde yapacakları kimlik tespitinin Türkçe diline çevrilmesi için duruşmada
Kürtçe bilen tercümanlar bulundurulması talebinin yasal temelinin bulunmadığı
ve hukuki bir ihtiyaca dayanmadığı gibi yargılamanın uzamasına sebebiyet
vereceği anlaşıldığından; taleplerinin REDDİNE oy birliği ile karar verilip
açık duruşmaya devam olundu.”
20. Mahkeme, 17/7/2012
tarihli celsede sanıkların yinelediği “Kürtçe
tercüman atanması ve Kürtçe dilinde savunma yapılması” taleplerini
aynı gerekçelerle reddetmiştir. 17/7/2012 ve 18/7/2012
tarihli celselerde sanıkların Kürtçe savunma yapmaları (sorulan sorulara Kürtçe
cevap vermeleri) nedeniyle, Mahkemece sanık savunmaları alınamamıştır.
21. Başvurucu, savunmasının
sorulduğu 6/11/2012 tarihli celsede “Ben Kürtçe anadilde savunma yapmak istiyorum. Şu
anda bu konuda bir yasal çalışma vardır. O nedenle bu hususun bekletici mesele
yapılmasını talep ediyorum. Daha sonra savunmamı yapacağım” şeklinde
beyanda bulunmuştur.
22. Başvurucu, 3/1/2013 tarihli celsede müdafii
aracılığıyla, bilgisayarından çıkan dökümlere ilişkin bazı belgelerin
müvekkillerine ait (dosyalara ilişkin) olduğunu belirterek belgelerin iadesini;
Öcalan ile yaptığı görüşmelerin dosyaya alınan tape
kayıtlarının gerçeği yansıtmadığını belirterek tapenin
orijinalinin dosyaya sunulmasını (ve dinlenilmesini), eğer bu mümkün değilse
söz konusu delilin dosyadan çıkarılmasını talep etmiştir.
23. Mahkeme aynı tarihli celsenin
6 ve 9 numaralı ara kararları ile “Bir kısım
sanıklar müdafilerinin hukuka aykırı olduğunu iddia ettikleri delillerin
dosyadan çıkarılması yönündeki taleplerinin, CMK'nın
230/1-b maddesindeki hükmün gerekçesinde ‘...dosya içerisinde bulunan ve hukuka
aykırı yöntemler ile elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi’
düzenlemesi karşısında, varsa bu tür delillerin Yargıtay denetimine de tabi
olduğu gözetilerek” ve “Bir kısım
sanık müdafilerinin hükümlü Abdullah Öcalan ile bir kısım sanık görüşmelerinin
canlı CD kayıtlarının getirtilerek duruşmada dinlenilmesi taleplerinin, söz
konusu kayıtların infaz hakimliği kontrolünde uzman
bilirkişilere yaptırıldığı anlaşılmakla ve söz konusu kayıtların duruşmada
dinlenilmesinin davaya esaslı bir etkisinin olmayacağı”
gerekçeleriyle başvurucunun taleplerini reddetmiştir.
24. Mahkeme 3/1/2013
tarihli celsede ayrıca başvurucunun tutukluğunun devamına karar vermiştir.
25. Başvurucu, 7/1/2013 tarihinde anılan 6 ve 9 numaralı ara kararlarına ve
tutukluluğun devamına itiraz etmiş, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesinin
25/1/2013 tarihli ve 2013/8 Değişik İş sayılı kararı ile “üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut
delil durumu, iddianamede gösterilen sevk maddelerinin alt ve üst sınırı, suç
ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüphesi devam ettiğinden, delilleri
karartma ihtimali bulunduğundan bu nedenlerle koruma tedbirlerinin de
uygulanması yeterli olmayacağından, tutuklama sebeplerinin kalkmadığından ve
tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin sanık açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle
tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın kesin olarak reddine karar
verilmiştir. Mahkeme, aynı kararı ile 6 ve 9 numaralı ara kararları yönünden de “itirazın mümkün olmadığı” gerekçesiyle
itirazı reddetmiştir.
26. İstanbul 17. Ağır Ceza
Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli itirazın reddi kararı,
başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucu, 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
28. Başvurucu, yargılandığı
davada 28/3/2013 tarihli celsede savunmasını tercüman
vasıtasıyla yapmıştır.
29. Mahkeme, 20/6/2013
tarihli celsede “05.07.2012 Tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 Sayılı Yasanın 98. Maddesi ile
değişik CMK'nın 109 Maddesi hükümleri değerlendirildiğinde,
sanıkların üzerine atılı suç vasfının değişme olasılığı, tutuklulukta
geçirdikleri süre nazara alınarak” başvurucunun tahliyesine karar
vermiştir.
30. 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine
dosya, İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/235 sayısı ile devredilmiştir.
31. Dava, inceleme tarihi
itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
32. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt”
kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
33. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun “Tarafsızlığını
şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” kenar
başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tarafsızlığını
şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece
mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya … kadar istenebilir…”
34. 5271 sayılı Kanun’un “Hâkimin reddi istemine karar verecek mahkeme” kenar
başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hâkimin reddi
istemine mensup olduğu mahkemece karar verilir. Ancak, reddi istenen hâkim
müzakereye katılamaz …”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Reddi istenen hâkimin yapabileceği işlemler” kenar
başlıklı 29. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Reddi istenen hâkim,
ret hakkında bir karar verilinceye kadar yalnız gecikmesinde sakınca olan
işlemleri yapar.”
36. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
...”
37. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı 101.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki
bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir ...”
38. 5271 sayılı Kanun’un “Avukat bürolarında arama, elkoyma
ve postada elkoyma” kenar başlıklı 130. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda
belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir.
Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
(2) Arama sonucu elkonulmasına
karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı
veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî
ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya
paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli
kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde
hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan
şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında,
elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan
işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.”
39. 5271 sayılı Kanun’un “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve
kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” kenar başlıklı 134. maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut
delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil
elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine
şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar
kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına,
bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar
verilir.
(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin
yedeklemesi yapılır.
(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya
çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek
imza altına alınır.”
40. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme
yetkisi” kenar başlıklı 153.
maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Müdafiin dosya içeriğini
inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla
kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen
soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
...
(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği
tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir;
bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.”
41. 5271 sayılı Kanun’un “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı 202. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe
bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia
ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Ayrıca sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade
edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme
hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği
tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet
Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına
yönelik olarak kötüye kullanılamaz.”
42. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” kenar başlıklı 230. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar
gösterilir:
…
b) Delillerin
tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle
elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.”
43. 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek kararlar” kenar başlıklı 267. maddesi şöyledir:
“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme
kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
44. 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı 271. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz
hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde
Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.”
45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Avukat ve noterle görüşme hakkı” kenar başlıklı 59. maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde
avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir
(2) Avukat ve noter
ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve
çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların
duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılır.
(4) (Değişik: 25/5/2005-5351/5 md.) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve
müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci,
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan
mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden
fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör
örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine
aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede
hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya
avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz
hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir.
Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.”
46. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı
Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili
Cumhuriyet Savcısı” kenar başlıklı 58. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“(Değişik :23/1/2008-5728/331 md.) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya
da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında
işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının
vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda
belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro
temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren
bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.”
47. 1136 sayılı Kanun’un “Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı
ve duruşmanın yapılacağı mahkeme” kenar başlıklı 59. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet
Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda
kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır
ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına
gönderilir.”
48. 3713 sayılı Kanun’un “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma
ve kovuşturma usulü” kenar başlıklı mülga 10. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
“Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
…
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve
316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında,
görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet
savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983
tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.
c) Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi
gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve
sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.
…”
49. Ceza İnfaz Kurumlarının
Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün
“Avukat ve noterle görüşme hakkı” kenar başlıklı 84. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(1) Hükümlü, kurumda avukat ve noterle görüşme hakkına
sahiptir.
(2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar
uygulanır:
…
c) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve
müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz.
1. Hükümlü ile görüşmek üzere kuruma gelen avukatların,
yanlarında bulundurdukları belge ve dosyaların savunmaya ilişkin olup
olmadıkları konusunda kendilerinden yazılı beyanları alınır. Savunmaya ilişkin
olduğu beyan edilen belge ve dosyalar, her ne suretle olursa olsun incelenemez.
Hükümlü ile doğrudan ilişkisi olmak koşulu ile avukatın yanında getirmiş olduğu
ve bir hukuki uyuşmazlık konusunu oluşturan belge ve dosyalar hakkında da aynı
hükümler uygulanır.
2. 5237 sayılı Kanunun 220 nci
maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer
alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın
savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir.
Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun
güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri
mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu
veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz
hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu
kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler
infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675
sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.
3. Avukatların hükümlü ile kurumda yapmış olduğu görüşme
sırasında konuşmaları yansıtan ve bizzat avukat tarafından elle tutulan
kayıtlar hakkında da bu bent hükümleri uygulanır.
…
(3) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı
üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan
görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle
görüşmenin görülebileceği bir biçimde yapılır.
(4) Kurumlarda, avukat ve noter ile hükümlünün görüşmeyi
yapacağı mekanlar, bu hakkın kullanımına uygun şekilde
kurum idaresince düzenlenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
50. Mahkemenin 21/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
51. Başvurucu; gözaltına
alınırken kopyalanan avukatlık bürosundaki bilgisayarında müvekkillerine ait
mesleki dokümanlar bulunduğunu, bunların el konulmadan kendisine iade edilmesi
gerektiği yönündeki itirazına rağmen bilgisayarın kopyasının kendisine iade
edilmediğini ve dava dosyasına konulduğunu, isnat edilen fiilin avukatlık
mesleğiyle ilgili ve mesleğin icrası sırasında işlenebilecek bir fiil olmasına
rağmen soruşturmada 1136 sayılı Kanun’un 58. ve 59. maddelerinde öngörülen
usule uyulmadığını, özel yetkili mahkeme tarafından yapılan yargılamanın adil
olmadığını, dosyayla ilgili olmayan ve müvekkillerine ait olan belge ve
fotoğrafların dosyadan çıkarılması talebinin reddedildiğini ve bu durumun nihai
karara olumsuz etki edebileceğini, gözaltına alındıktan sonra müdafiiyle görüşmesinin 24 saat süreyle engellendiğini,
suçlamaya esas alınan ve 14/7/2010 tarihli görüşmeye ait olduğu iddia edilen ses
kayıtlarının dökümünü içeren tutanakta kendisine ait olmayan ifadelerin
bulunduğu gerekçesiyle ses kaydının olduğu CD’nin orijinalinin getirilmesi ve
dinlenilmesi talebinin mahkemece reddedildiğini, kuvvetli suç şüphesi olmadan
tutuklandığını ve basmakalıp gerekçeler tekrarlanarak tutukluluğun devam
ettirildiğini, tutukluluğa ilişkin kararlarda gerekli kişiselleştirmenin
yapılmadığını ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalma nedenlerinin
kararlarda açıklanmadığını, tutukluluğun makul süreyi aştığını, tutukluluğa
yönelik itirazlarının duruşma yapılmadan incelendiğini, kısıtlama kararı
nedeniyle kendisine suçlamaya ilişkin bilgi ve belge verilmeden ve yeterli
savuma imkanı tanınmadan tutuklandığını, reddi hâkim talebinde bulunması
nedeniyle sorgusu yapılmaksızın tutuklanmasına karar verildiğini, yasak delil
niteliğinde olan müvekkili ile arasındaki görüşmeye ilişkin ses kaydına
dayanılarak tutuklandığını belirterek Anayasa’nın 10.,
19., 20., 21. 36., 38. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tedbiren tahliyesine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
52. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu itibarla başvurucunun;
i. İsnat edilen fiilin
avukatlık mesleğiyle ilgili ve mesleğin icrası sırasında işlenebilecek bir fiil
olmasına rağmen, soruşturmada 1136 sayılı Kanun’un 58. ve 59. maddelerinde
öngörülen usule uyulmadığı, özel yetkili mahkeme tarafından yapılan
yargılamanın adil olmadığı, dosyayla ilgili olmayan ve müvekkillerine ait olan
belge ve fotoğrafların dosyadan çıkarılması talebinin reddedildiği ve bu
durumun nihai karara olumsuz etki edebileceği, gözaltına alındıktan sonra müdafiiyle görüşmesinin 24 saat süreyle engellendiği,
suçlamaya esas alınan ve 14/7/2010 tarihli görüşmeye ait olduğu iddia edilen
ses kaydının olduğu CD’nin orijinalinin getirilmesi ve dinlenilmesi talebinin
mahkemece reddedildiği şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı,
ii. Gözaltına alınırken,
avukatlık bürosundaki bilgisayarından kopyalanan belgeler arasında
müvekkillerine ait mesleki dokümanların bulunduğu, bunlara el konulmadan
kendisine iade edilmesi gerektiği yönündeki itirazına rağmen bilgisayarın
kopyasının kendisine iade edilmediği ve dava dosyasına konulduğu şikâyetlerinin
Anayasa’nın 22. maddesi ile güvence altına alınan haberleşme hürriyeti,
iii. Kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandığı ve basmakalıp
gerekçeler tekrarlanarak tutukluluğun devam ettirildiği, tutukluluğa ilişkin
kararlarda gerekli kişiselleştirmenin yapılmadığı ve adli kontrol tedbirlerinin
yetersiz kalma nedenlerinin açıklanmadığı, tutukluluğun makul süreyi aştığı,
tutukluluğa yönelik itirazlarının duruşma yapılmadan incelendiği, kısıtlama
kararı nedeniyle kendisine suçlamaya ilişkin bilgi ve belge verilmeden ve
yeterli savuma imkânı tanınmadan tutuklandığı, reddi hâkim talebinde bulunması
nedeniyle sorgusu yapılmaksızın tutuklanmasına karar verildiği, yasak delil
niteliğinde olan müvekkili ile arasındaki görüşmeye ilişkin ses kaydına
dayanılarak tutuklandığı şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesi ile güvence
altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı,
kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucu, isnat edilen
fiilin avukatlık mesleğiyle ilgili ve mesleğin icrası sırasında işlenebilecek
bir fiil olmasına rağmen soruşturmada 1136 sayılı Kanun’un 58. ve 59.
maddelerinde öngörülen usule uyulmadığını, özel yetkili mahkeme tarafından
yapılan yargılamanın adil olmadığını, dosyayla ilgili olmayan ve müvekkillerine
ait olan belge ve fotoğrafların dosyadan çıkarılması talebinin reddedildiğini
ve bu durumun nihai karara olumsuz etki edebileceğini, gözaltına alındıktan
sonra müdafiiyle görüşmesinin 24 saat süreyle
engellendiğini, suçlamaya esas alınan ve 14/7/2010
tarihli görüşmeye ait olduğu iddia edilen ses kaydının olduğu CD’nin
orijinalinin getirilmesi ve dinlenilmesi talebinin mahkemece reddedildiğini
ileri sürmüştür.
54. Bakanlık görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin benzer kararlarına atıf yapılarak bireysel başvurunun ikincil
nitelikte bir hak arama yolu olduğu, Anayasa Mahkemesince benzer şikâyetlerin
incelendiği başvurularda şikâyetlerin temyiz aşamasında dile getirilebileceği
belirtilerek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik
kararı verildiği, başvurucunun yargılandığı davanın ilk derece mahkemesinde
derdest olduğu belirtilmiştir.
55. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarında, anılan şikâyetlerinde belirttiği hususların, tutukluluğun
devamına etkisi bulunduğundan, başvuru yollarının tüketilmesinin gerekli
olmadığını iddia etmiştir.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
57. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
58. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu
makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §
16).
59. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca,
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
60. Somut olayda başvurucu,
hakkında yargılama devam ederken Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince inceleme yapıldığı tarih itibarıyla da
başvurucu hakkındaki dava İlk Derece Mahkemesinde devam etmektedir.
Başvurucunun, hakkındaki soruşturma ve yargılama süreçlerinde yapılan
uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkin şikâyetlerini derece mahkemelerinde yapılan yargılama ve temyiz süreçlerinde
ileri sürebilme ve ileri sürülmüş ise bu şikâyetlerin bu aşamalarda incelenme
imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede, başvurucu tarafından derece
mahkemelerindeki yargılama ve temyiz süreçlerinin sonuçlanması beklenmeden
ileri sürülen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerin
bireysel başvuruya konu edildiği görülmüştür.
61. Açıklanan nedenlerle, derece
mahkemeleri önünde usulüne uygun olarak açılmış ve devam eden başvuru yolları
tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel
başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, kopyalanan
avukatlık bürosundaki bilgisayarında müvekkillerine ait mesleki dokümanlar
bulunduğunu, bunlara el konulmadan kendisine iade edilmesi gerektiği yönündeki
itirazına rağmen bilgisayarın kopyasının kendisine iade edilmediğini ve dava
dosyasına konulduğunu ileri sürmüştür.
63. Bakanlık görüşünde
başvurucunun bu iddialarına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır.
64. Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22.
maddesi şöyledir:
“Herkes, haberleşme
hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği
esastır.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme
engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve
kuruluşları kanunda belirtilir.”
65. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile
hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“1. Herkes özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına
sahiptir.
2. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik,
kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda
gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale
yapılamaz.”
66. Anayasa'nın 22. maddesinde,
herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas
olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesinde de herkesin
haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlemesine
yer verilmiştir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı, haberleşme
hürriyetinin yanı sıra, içeriği ve biçimi ne olursa olsun, haberleşmenin
gizliliğini de güvence altına almaktadır. Haberleşme bağlamında, bireylerin
karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine konu olan
ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir. Posta, elektronik posta, telefon,
faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin, haberleşme
hürriyeti ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Yasemin Çongar ve Diğerleri, B. No:
2013/7054, 6/1/2015, §§ 48-50).
67. Görüldüğü üzere haberleşme
özgürlüğü ve haberleşmenin gizliliğine saygı hakkı, gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de güvence altına alınmaktadır. Anılan
düzenlemelerde ifade edilen haberleşme kavramı, avukatların müvekkilleri ile
yazışmalarını ve bilgisayarlarındaki iletişime ilişkin kayıtları da içine
almaktadır. Dolayısıyla başvurucunun, müvekkillerine ait mesleki dokümanların
olduğu bilgisayarlarındaki kayıtların imajının alındığı iddiasının, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında bulunan haberleşme hürriyeti
çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) kararı için bkz. Campbell ve Fell/İngiltere,
B. No: 7819/77,7878/77, 28/6/1984, §§
108-110, 114-120).
68. Bununla beraber, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem
veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerekir (bkz. §§ 58-59).
69. Somut olayda başvurucu,
avukatlık bürosundaki bilgisayarında müvekkillerine ait mesleki dokümanlar
bulunmasına rağmen bilgisayarın kopyasının kendisine iade edilmeyip dava
dosyasına konulduğunu ifade etmektedir.
70. 5271 sayılı Kanun’un 130.
maddesinde şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde
edilebilmesi amacıyla avukat bürolarında yapılacak aramalarda elkoyma işleminin nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre, arama sonucu elkonulmasına
karar verilen materyaller bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro
başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki
meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyarsa, bu materyaller ayrı
bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenecek ve bu
konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden,
kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenecektir. Yetkili hâkim, elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî
ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey
derhâl avukata iade edilecek ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan
kaldırılacaktır. Bu konuda soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilecek
olan karara karşı 5271 sayılı Kanun’un 267. maddesi uyarınca itiraz yoluna
başvurulabilecektir.
71. Öte yandan 5271 sayılı
Kanun’un 134. maddesi uyarınca bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve
kütüklerinde yapılacak aramalarda kopyalama ve elkoyma
işlemi, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi suretiyle yapılacaktır. Maddede
ayrıca alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verileceği
de belirtilmiştir. Dijital verilere elkonulmasına
dair soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilecek olan karara karşı da 5271
sayılı Kanun’un 267. maddesi uyarınca itiraz yoluna başvurulabilecektir.
72. 6216 sayılı Kanun’un 47.
maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili
fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun, kamu gücünün
işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve
özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan
deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler
olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu
gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair
olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin
gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§
19-20). Başvurucunun anılan yükümlülüğü, şikâyetlerine ilişkin olarak idari ve
yargısal başvuru yollarının tüketildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmayı ve bu
husustaki kanıtlarını ortaya koymayı da gerektirmektedir.
73. Somut olayda, elkoymaya konu bilgisayar ve içerisindeki verilere ve bu
kapsamda başvurucunun müvekkiline ait olduğunu iddia ettiği dokümanlara ilişkin
olarak, Baro temsilcisi tarafından bunların avukat ile müvekkili arasındaki
meslekî ilişkiye ait olduğunun öne sürüldüğü belirtilmişse de 5271 sayılı
Kanun’un 130. ve 134. maddeleri uyarınca ilgili Hâkimlik tarafından ne yönde
kararlar verildiği, başvurucunun bu kararlara karşı itiraz yoluna başvurup
başvurmadığı ve başvurulmuş ise itiraz merciince itirazın ne şekilde
sonuçlandırıldığı hususlarında başvuru formu ve eklerinde bilgi ve/veya belge
bulunmamaktadır. Başvurucunun, anılan şikâyetlerine ilişkin yargısal mercilere
başvurmadan ve başvurulmuş ise olağan başvuru yolları tüketilmeden doğrudan
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması, bireysel başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmamaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiaları ile ilgili olarak
yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığı
İddiası
75. Başvurucu, kısıtlama kararı
nedeniyle kendisine suçlamaya ilişkin bilgi ve belge verilmediğini, yeterli
savunma imkânı tanınmadığını ileri sürmüştür.
76. Bakanlık görüşünde, AİHM’in benzer kararlarına atıf yapılarak, Sözleşme’nin 5.
maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müdafiin,
müvekkilinin tutukluluğunun hukukiliğine etkili biçimde itiraz edebilmesi için
önem arz eden dosya içeriğini inceleme hakkından mahrum bırakıldığı durumda
tarafların eşitliğinin sağlanmamış olacağı; başvurucuya soruşturma aşamasında
temel delillerin açıklanması, başvurucunun ve müdafiinin
bu delillerden haberdar olması ve itirazlarında bu delillerin içeriğine atıf
yapmaları halinde gizlilik (kısıtlama) kararının Sözleşme’nin anılan hükmünü
ihlal etmeyeceği; somut olayda başvurucunun savcılık ifadesi sırasında
suçlamalara ilişkin bilgilendirilmiş olduğu belirtilmiştir.
77. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarında, savcılık ifadesinde kendisine sorulan soruların, daha sonra
iddianamede dava konusu edilen eylemlerle ilgisiz olduğunu, yalnızca 14/7/2010 tarihli görüşmeye ilişkin soruların iddianamede
belirtildiğini iddia etmiştir.
78. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
79. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla
Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu
düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş
nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi
mümkün değildir (G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
80. Başvurunun kabul edilebilir
bulunabilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya
kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş
olmaları gerekmektedir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel
başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Semih Tufan Günaltay, B. No: 2013/1130, 17/9/2013, § 23).
81. Somut olayda, soruşturma
aşamasında, başvurucunun tutuklu olduğu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2011/2196 soruşturma sayılı dosyasında, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli kararı ile 5271 sayılı Kanun’un 153.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafilerin dosya içeriğini
incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmiştir.
Başvuru formunda, “kısıtlama”
kararının soruşturma sürecinde kaldırılmadığı ifade edilmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin
kabul edildiği 18/4/2012 tarihi itibarıyla kısıtlılık
Kanun gereği kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
82. Açıklanan nedenlerle,
soruşturma dosyasına erişimi kısıtladığı şikâyetine konu olan kararın
sonuçlarının, Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önce sona
erdiği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası
83. Başvurucu, kuvvetli suç
şüphesi olmadan, yasak delil niteliğinde olan müvekkili ile arasındaki
görüşmeye ilişkin ses kaydına dayanılarak ve reddi hâkim talebinde bulunması
nedeniyle sorgusu yapılmadan tutuklandığını ileri sürmüştür.
84. Bakanlık görüşünde, AİHM’in benzer kararlarına atıf yapılarak, bir kişinin Sözleşme’nin
5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca ancak isnat edilen
suçu işlediğine dair inandırıcı delillerin bulunması durumunda
tutuklanabileceği, inandırıcı delilin, objektif bir gözlemciyi ikna etmeye
uygun yeterlilikte olması gerektiği, inandırıcı delillerin mutlaka kişinin
yakalandığı anda toplanmış olmasının zorunlu olmadığı, somut olayda başvurucu
hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından PKK terör örgütünün
talimatları doğrultusunda, örgütsel faaliyet yürüten bir örgüt mensubu
olduğundan bahisle kamu davası açıldığı belirtilmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarında, AİHM’in, sayısız başvuruda
tutukluluğa ilişkin uygunluk ve yerindelik denetimi yaptığını, yine AİHM
tarafından avukatların, insan hakları savunucularının yaptıkları işle
demokratik kanalları ve hukuku işler kılmaya çalışanların “terörist veya ayrılıkçı” yaftalarıyla
tutuklanıp savunmanın caydırılması ve özgürlüklerin kısıtlanması teşebbüslerine
cevaz vermediğini, tutuklama kararının özensizce bir inceleme sonunda
verildiğini iddia etmiştir.
86. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
87. Anayasa’da yer alan
kurallara benzer şekilde Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f)
bentlerinde belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan
hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).
88. Kişi hürriyetine ilişkin
sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama
yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare
organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla
yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfi bir şekilde
hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması gerekir (Abdullah Ünal, B.
No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).
89. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
90. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
91. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
92. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir (Abdullah Ünal, § 39).
93. Diğer taraftan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle
organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye
neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye
Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin organize nitelikteki suçlar ile
etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek
biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye,
B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
94. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak
koşuluyla, hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla
tutulabilir. Tutmanın amacı ayrıca kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya
çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87).
95. Somut olayda, başvurucunun
yargılandığı davada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 3/4/2012 tarihli iddianame ile başvurucunun 14/7/2010
tarihinde hükümlü Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmede müvekkiline hukuki bir
yardımda bulunmayıp PKK terör örgütüne ilişkin örgütsel bilgiler aktardığı,
terör örgütünün yönlendirilmesi ve yönetilmesi amacıyla Öcalan’dan talimatlar
aldığı, terör örgütü ile Öcalan arasında “kuryelik”
yaptığı, terör örgütünün varlığını devam ettirebilmesi için örgüt
mensuplarının yönlendirilmesinde, örgütün stratejisinin belirlenmesinde ve
yönetilmesinde bilerek ve isteyerek görev aldığı iddia edilmektedir (bkz. §
17).
96. İlk tutuklamaya ilişkin
yargısal denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı
nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda
hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun
işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından
yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve Diğerleri,
B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 84).
97. Başvurucunun, iddianame ile
kendilerine isnat edilen eylemleri işleyip işlemediği, isnat edilen eylemlerin
iddianamede belirtilen suçları oluşturup oluşturmadığı devam etmekte olan
yargılamanın sonucunda ve bir bütünlük içerisinde görevli Mahkemece
belirlenecektir. Yine bu belirlemeye göre varılacak sonucun hukuka uygun olup
olmadığı kanun yolu incelemesi ile tespit edilebilir. Anayasa’ya bariz şekilde
aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere, isnat edilen
eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil
kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin
takdir yetkisi kapsamındadır (Mehmet
Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 77).
98. Somut olayda, başvurucu
hakkında yürütülen soruşturmanın niteliği ve kapsamı gözönüne
alındığında, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, soruşturma dosyasında
bulunan “şüpheli beyanları, telefon
görüşmeleri ve örgütsel dokümanlara” dayanılarak başvurucunun isnat
edilen PKK terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak suretiyle “silahlı terör örgütü üyesi olma” suçunu
işlediğine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutuklama
kararı verildiği görülmektedir (bkz. § 15). Başvurucu hakkında
düzenlenen iddianamede, başvurucunun isnat edilen “silahlı terör örgütü üyesi olma” suçundan cezalandırılması
talep edilmiş ve delil olarak özellikle “ifade
tutanakları, bilgi alma tutanakları, ekspertiz
raporları, teşhis tutanakları, dokümanlar, hard diskler, flash
diskler, CD’ler, disketler, video kasetleri, ev arama ve el koyma tutanakları,
dijital ön veri tespit tutanakları, CD/DVD inceleme ve tespit tutanakları,
iletişim tespit tutanakları, adli emanet makbuzları, fiziki takip tutanakları,
banka dekontları ve gizli tanık beyanı”na dayanılmıştır.
99. Dava dosyası, iddianame ile
başvurucuya isnat edilen ve yukarıda özetlenen eylemler ile başvurucu hakkında
verilen tutuklama kararındaki gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde,
başvurucu yönünden suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı
delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucuya isnat edilen “silahlı örgüt üyesi olma” suçu, 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar
arasında olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu görülmektedir.
Yine başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında, delillerin toplanmamış
olmasına, şüphelilerin delillere etki etme ve karartma şüphelerinin bulunduğuna
değinilerek tutuklama nedenleri açıklanmıştır.
100. Öte yandan başvurucu, reddi
hâkim kararı nedeniyle sorgusu yapılmadan tutuklandığını iddia etmektedir.
Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli “ifade
sorgu zaptı” incelendiğinde, diğer tutuklanması talep edilen
şüpheliler ile birlikte başvurucunun kimlik tespitinin yapıldığı, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talep yazısı ve eklerinin okunduğu,
başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı ve kanuni haklarının
hatırlatıldığı, başvurucunun sorguda savunmasını ifade etmeden sorgu hâkimi
olarak görev yapan M.E.’nin tarafsızlığını
yitirdiğini iddia ederek reddi hâkim talebinde bulunduğu, başvurucunun bu
talebine ilişkin Mahkemece, 5271 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına dayanılarak “şüpheli sorgusunun
yapıldığı gecikmesinde sakınca bir hal bulunduğu, bu nedenle şüpheli söz ve
iddialarının dinlenilmeden bu hususta bir karar verilmek üzere yalnızca sorguya
yönelik işlemler yapmak suretiyle sorgu bitiminde dosyanın İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine” karar verildiği,
sonrasında başvurucuya Cumhuriyet savcılığında alınan ifadesinin okunduğu,
başvurucunun okunan ifadesinin doğruluğuna dair beyanda bulunduğu, yine
başvurucuya dosyada bulunan bilgi, belge, yakalama ve elkoyma
tutanakları ve raporların okunduğu, başvurucunun okunan belgelerden aleyhine
olanları kabul etmediğini ifade ettiği, devamında başvurucu müdafiinin
sorgudan çekildiğini söyleyerek salondan ayrıldığı, bunun üzerine başvurucunun
savunmasını kendisinin yapacağını ifade ettiği ve savunmasında özetle “davanın siyasi bir dava olduğunu, Başbakan’ın
müvekkil vekil ilişkisi içerisinde görüşen insanları suçlu ilan ettiğini,
kesinlikle örgüt talimatı alıp iletmediğini, vekil müvekkil ilişkisi içerisinde
hareket ettiğini, suçlamalarla ilgisinin bulunmadığını” beyan ettiği
görülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun sorgusu yapılmadan tutuklanmasına karar
verildiği iddiası, yerinde değildir.
101. Başvurucu, ayrıca
tutuklanmasına dayanak ses kayıtlarının hukuka aykırı yöntemle elde edildiğini
ileri sürmüştür. Somut olayda, başvurucunun avukat olarak müvekkili Abdullah
Öcalan ile yaptığı 14/7/2010 tarihli görüşmenin ses
kaydının yapıldığı ve bu kaydın suçlamalara dayanak alınan delillerden biri
olduğu görülmektedir.
102. Belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme
yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında değildir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, §
27).
103. Delilleri değerlendirme
yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, koruma
tedbiri niteliğindeki bir kararın icrasının hukuka aykırı şekilde
gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak
yargılamada kullanılması ve bu delillere göre bir karar verilmesi hâlinde bir
bütün olarak yargılamanın hakkaniyeti zedelenebilir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014,
§ 19).
104. Hükümlüler ile avukatlarının
görüşmeleri 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve
müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi
tutulamayacak; ancak, 5237 sayılı Kanunun 220. maddesi ile İkinci Kitap
Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan
hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri
işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü
veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine
aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevlinin görüşmede
hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya
avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilecektir. İnfaz
hâkiminin kararıyla bu görüşmede hazır bulunacak görevlinin, görüşmenin
içeriğini yazılı olarak veya elektronik bir cihazın yardımıyla sesli ya da görüntülü
bir şekilde kayda alıp alamayacağı hususunda maddede bir açıklık
bulunmamaktadır.
105. Başvurucu, “silahlı terör örgütü üyesi olma” suçundan
yargılanmaktadır. Başvurucuya yöneltilen suçlama, müvekkili olan PKK terör
örgütünün kurucusu ve ele başısı Abdullah Öcalan ile
yaptığı görüşmede aldığı örgüte ilişkin talimatları örgütün yöneticilerine
iletmektir. Bu itibarla suçlama, 5275 Kanun’un 59. maddesi kapsamındadır.
Yargılama süreci devam ederken söz konusu ses kaydının hukuka uygun bir delil
olup olmadığı konusunda henüz hukuki bir kesinliğin ortaya çıktığı söylenemez.
Yapılan ses kaydının hukukiliği ve kesin sonuçlarının Yargıtay tarafından
yapılacak temyiz incelemesi sonucunda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
106. Bu durumda, aynı dava
sürecine ilişkin iddiaların farklı düzlemlerde hem Anayasa Mahkemesince hem de
Yargıtay tarafından yargısal incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvurudaki ikincil nitelikteki rolüne uygun olmayacağından
başvurucunun anılan iddiasının bu aşamada bireysel başvuruda incelenmesi mümkün
görülmemiştir. Kaldı ki somut olayda başvurucu hakkında verilen tutuklama
kararı ve iddianame incelendiğinde başvurucunun suçlanmasına ve tutuklanmasına
dayanak yapılan tek delilin, anılan ses kaydı olmadığı, diğer birçok delile
dayanıldığı görülmektedir (bkz. §§ 15, 17, 98).
107. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İtiraz İncelemelerinin Duruşmasız Yapıldığı
İddiası
108. Başvurucu, tutukluluğa
itiraz incelemelerinin duruşmasız yapıldığını ileri sürmüştür.
109. Bakanlık görüşünde
başvurucunun bu iddiasına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır.
110. Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu
hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen
serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma
hakkına sahiptir. Fıkrada öngörülen bu prosedürde adil
yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen tutmanın koşullarına
uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli
bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet
Haberal, §§ 122-123).
111. Tutukluluk halinin devamının
veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı” ilkelerine riayet
edilmesi gerekir (Hikmet Yayğın,
B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30).
112. Silahların eşitliği ilkesi,
davanın taraflarının usulü haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan
avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da
silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014,
§ 70).
113. Çelişmeli yargılama ilkesi
ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının
tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak
katılmasını gerektirmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği
ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir.
Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını
savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (Bülent Karataş, § 71).
114. AİHM’e göre, Sözleşme’nin 5.
maddesinin (4) numaralı fıkrasından kaynaklanan ilk temel teminat, tutukluluğa
karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi
hakkıdır. Tutuklu kişi, bu haktan düzenli ararlıklarla
yararlanabilmelidir (bkz. Knebl/Çek Cumhuriyeti, B. No: 20157/05, 28/10/2010, § 85).
115. Hürriyeti kısıtlanan
kişinin, salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi
huzurunda hazır bulunması, ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemenin
önüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması, silahların eşitliği ilkesi
gözetildiği müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan
teminatları ihlal etmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 67).
116. Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası uyarınca, tutukluluğun devamına ilişkin olarak mahkemelerce
verilen kararlara yapılan her itirazda başvurucunun dinlenilmesi gerekli
olmamakla beraber tutuklu kişinin makul aralıklarla dinlenilmeyi talep etme
hakkı vardır (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
§ 68).
117. İtiraz incelemelerinde,
başvurucunun ve Cumhuriyet Savcısının tutukluluk halinin hukuka aykırı olup
olmadığına ilişkin sözlü açıklama yapmak üzere Mahkemeye çağrılmadığı ve
dinlenmediği durumlarda, incelemede silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğinden bahsedilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
§ 71).
118. Somut
olayda başvurucu, başvuru formu ve eklerinde, tutukluluğun devamı kararlarından
hangisine veya hangilerine karşı yaptığı itiraz(lar)ın incelenmesi sırasında itiraz merciinin duruşma
yapmadığını bildirmemiştir. Bu nedenle başvurucunun anılan şikâyetine ilişkin
olarak, bireysel başvuruya konu ettiği İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 3/1/2013 tarihli celsede verilen tutukluluğun devamı kararına
yönelik itirazın incelenmesi ile sınırlı bir değerlendirme yapılmıştır.
119. Başvurucu, İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesince 3/1/2013 tarihli celsede verilen
tutukluluğun devamı kararına 7/1/2013 tarihinde itiraz etmiş; itirazı inceleyen
İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi, incelemesini dosya üzerinden yaparak verdiği
25/1/2013 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir.
120. Buna göre, İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun müdafilerinin sözlü olarak dinlenildiği,
tahliyeye ilişkin beyan ve taleplerinin alındığı ve başvurucunun yüzüne karşı
tutukluluğun devamına karar verildiğinin açıklandığı tarih (3/1/2013)
ile İstanbul 17. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun tutukluluğa
yönelik itirazının duruşmasız olarak incelendiği tarih (25/1/2013) arasında 22
günlük bir zaman dilimi bulunmaktadır. AİHM içtihatlarına göre bir ayın
altındaki süre (28 gün) aralığında tutukluluğun devamına ilişkin incelemenin
ilgili dinlenilmeden yapılması, Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
ihlali olarak değerlendirilmemektedir (bkz. Çatal/Türkiye,
B. No: 26808/08, 17/4/2012, §§ 41-42).
121. 5271 sayılı Kanun’un 267.
maddesine göre resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm
kararlar bir başka mahkeme önünde itiraza konu edilebilmektedirler. Böyle bir
sistemde başvuruya konu dava bakımından tüm itirazların duruşmalı incelenmesi
tutukluluk bakımından yargılamanın itiraz merciinde tekrar edilmesi anlamına
gelecektir. Dolayısıyla
başvurucunun müdafilerinin sözlü olarak dinlenilmesinden sonra tutukluluğun
devamına karar verildiği tarihten 22 gün sonra yapılan itiraz incelemesinin
duruşmasız olmasının, çelişmeli yargılama ilkesini ihlal ettiği söylenemez.
122. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı
iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
123. Başvurucu, basmakalıp
gerekçeler tekrarlanarak tutukluluğun devam ettirildiğini, tutukluluğa ilişkin
kararlarda gerekli kişiselleştirmenin yapılmadığını ve adli kontrol
tedbirlerinin yetersiz kalma nedenlerinin açıklanmadığını, tutukluluğun makul
süreyi aştığını ileri sürmüştür.
124. Bakanlık görüşünde, AİHM’in benzer kararlarına atıf yapılarak, bir kişinin
Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamında
özgürlüğünden yoksun bırakılması için başlangıçta yeterli olan makul şüphenin,
belirli bir sürenin ötesinde tutukluluğun devamı açısından tek başına yeterli
olmayıp özgürlükten yoksun bırakmayı meşru kılacak gerçek bir kamu yararının
bulunmasının gerekli olduğu; bu kamu yararının, belirli sürenin ötesinde
tutukluluğu meşru kılan tutuklama nedenleri olduğu; bu nedenlerin ise kaçma
şüphesi, yargılamayı etkileme tehlikesi, yeniden suç işleme riski ve kamu
düzeninin bozulması tehlikesi olduğu, somut olayda yargılamayı yapan mahkemenin
tutukluluğun devamı kararlarında buna ilişkin nedenleri açıkladığı
belirtilmiştir.
125. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarında, avukatlık yapan bir kişi olarak kaçma şüphesinin
bulunmadığını, tutukluluğun bir tedbir olduğunu, tutukluluğun devamı
kararlarının özensizce verildiğini iddia etmiştir.
126. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
127. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır (Murat Narman, § 60).
128. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, § 61).
129. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm
olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir
(Murat Narman, § 62).
130. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu
kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler ”ilgili” ve ”yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların
birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Murat Narman, §
63).
131. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlâl edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı gözönüne
alınmalıdır. Öte yandan, hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği
sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul
edilmesi gerekir (Murat Narman, §§
64-65).
132. Bir kişinin gerekçeden
tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek
bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün
değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm
gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya
temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı
durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural
olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, §§ 70-71).
133. Somut olayda İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi, soruşturma aşamasında başvurucunun tutukluluk durumunu
değerlendiren, 1/1/2012 tarihli kararında “şüphelilerin üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı,
kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgular, soruşturma dosyasında şüphelilerin
lehine değişen herhangi bir delil durumunun bulunma(ma)sı, soruşturmanın devam edip delillerin toplanma aşamasında
olması”; 6/2/2012 tarihli kararında ise “şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil
durumu, delillerin toplanmamış olması, atılı suçun CMK'nın
100/3 maddesinde yazılı suçlardan oluşu ve tutuklama kararındaki gerekçelere
göre tutuklama neden ve koşullarında bir değişiklik bulunmaması”
gerekçeleriyle tutukluluğu devam ettirmiştir.
134. Başvurucu hakkında
düzenlenen iddianameyi kabul eden İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, 20/4/2012 tarihinde yaptığı tensip incelemesinde “... üzerlerine atılı suçun
yasal yaptırımı olan sevk maddelerinin alt ve üst sınırları, atılı suçun
niteliği, dosyada bulunan fiziki takip tutanakları, telefon görüşme tutanak
içerikleri, analiz raporları, bilgisayar dökümleri, mail trafiğini ve içeriğini
gösterir tespit tutanakları, başka yer CMK. 250 ile Yetkili Başsavcılıklarca
yürütülen soruşturma kapsamında tespit edilen şüpheli beyanları, bir kısım
sanıkların beyanları, tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanakları göz
önüne alındığında kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu kriterinin
mevcut dosyada devam etmesi, delillerin henüz toplanmamış olması, delillere
etki etme ve karartma ihtimalinin bulunması ve bu nedenle koruma tedbirlerinin
de uygulanmasının yeterli olmayacağı anlaşılmakla ve tutuklama sebepleri
kalkmadığından ...” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluğunun
devamına karar vermiştir.
135. Başvurucunun tahliye talebi,
yargılandığı davanın 18/7/2012 tarihli celsesinde, “... üzerlerine atılı
suçların vasıf ve mahiyeti, sanıklarla ilgili olarak iletişimin tespiti,
dinlenmesi ve kayda alınması, teknik araçlarla izleme kararları doğrultusunda,
‘Kapalı İletişim Ağı’ üzerinden ‘Görüşme Notları’, ‘Gözlem Notları’, ‘Ek
Notları’, ‘Örgütsel Talimatlar ve Aktarımların’ların
yapılmasına ilişkin olarak ‘... hizmet numaralı ADSL
hattının’ takılı bulunduğu Beyoğlu ilçesinde faaliyet gösteren O. İNTERNET KAFE
isimli iş yerinden giriş yapılan e-posta adresleri, ‘... numaralı telefona
tahsis edilen ADSL hattına’ takılı bulunan Beyoğlu ilçesinde faaliyet gösteren
L.İNTERNET KAFE isimli iş yerinden giriş yapılan e-posta adreslerinin
taslaklarına kaydedilerek karşılıklı iletildiğinin tespitine ilişkin tutanak
içerikleri, buna bağlı olarak Fiziki Takip Tutanaklarının ve Teknik Araçlar ile
yapılan izleme neticesinde elde edilen kamera görüntülerinin incelenmesi
neticesinde yapılan tespitlere ilişkin tutanak içerikleri, fiziki takip
tutanakları ile uyumlu olduğu bildirilen ... hizmet
numaralı ADSL hattı üzerinden ... posta
adreslerine giriş yapıldığına ilişkin tespitler, ‘... numaralı telefona tahsis
edilen ADSL hattı’ üzerinden ... isimli
e-posta adreslerine giriş yapıldığına ilişkin tespitler, sanıkların evlerinde
ve işyerlerinde yapılan arama sonucu elde edilen dökümanlar,
dijital veri ve diğer delillerin içeriği, iletişim tespiti tutanakları, analiz
raporları, bilgisayar dökümleri, mail trafiğini ve içeriğini gösterir tespit
tutanakları, başka yer C.Başsavcılıklarca yürütülen
soruşturma kapsamında tespit edilen şüpheli beyanları, bir kısım sanıkların
beyanları, tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanakları ve dosyada mevcut
tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde isnad
edilen PKK/KCK silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyesi olmak suçları ile
ilgili olarak, somut olayda kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların
bulunması, delillerin henüz tamamen toplanamamış olması, sanıklar hakkında isnad edilen suçların CMK' nın
100/3-a Maddesinde yer alan suçlardan olması, yine sanıklar hakkında isnad edilen suçların yasada öngörülen hürriyeti bağlayıcı
cezasının alt ve üst sınırları değerlendirildiğinde 05.07.2012 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 Sayılı Yasa ile değişik hükümler de
dikkate alındığında diğer koruma tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada
yeterli olmayacağı anlaşılmakla” gerekçesiyle reddedilmiştir.
Mahkeme, 6/11/2012, 3/1/2013, 28/3/2013 tarihli
celselerde de aynı gerekçelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir.
136. Suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk
süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte, bu durumun
devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve
yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (Burhan İsmailoğlu, B. No: 2012/349, 25/6/2014, § 37).
137. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk
derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat
Narman, § 66).
138. Somut olayda başvurucu, 22/11/2011 tarihinde gözaltına alınmış, 25/11/2011 tarihinde
tutuklanmış ve İlk Derece Mahkemesince 20/6/2013 tarihinde tahliye edilmiştir.
Buna göre başvurucunun özgürlüğünden yoksun kaldığı süre, 1 yıl 6 ay 28 gündür.
139. Dava dosyasının
incelenmesinde, derece mahkemelerince, “sanık
ve tanık beyanları, fiziki takip tutanakları, teknik araçlarla izleme
işlemlerine ilişkin tutanaklar, telefon görüşme tutanak içerikleri, analiz
raporları, bilgisayar dökümleri, mail trafiğini ve içeriğini gösterir tespit
tutanakları, diğer bir kısım dosyalarda alınan şüpheli/sanık beyanları,
yakalama ve el koyma tutanakları” gibi delillere dayanılarak
kuvvetli suç şüphesi altında olduğu kabul edilen başvurucunun tutukluluğunun
devamına ilişkin kararların gerekçelerinde, genel olarak suçun niteliğine,
delillerin toplanmamış olması itibarıyla delillere etki edilmesi ve
karartılması ihtimalinin bulunmasına, suç için öngörülen cezanın miktarına,
suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen
tutuklama nedeni bulunduğu varsayılan “katalog”
suçlardan olmasına değinildiği görülmektedir.
140. Başvurucunun, “silahlı terör örgütü üyesi olma” suçunu
işlediği iddiasıyla yürütülen yargılama, tutuklu olarak devam ettirilmiştir.
Mahkemelerce, başvurucunun kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu kabul edilmiş ve
tutukluluğun sürdürülme nedeni olarak diğer etkenlerin yanı sıra suçun
niteliğine de (ağırlığına) değinilmiştir. Kişinin mahkûmiyeti halinde alacağı
hapis cezasının ağırlığı, kaçma şüphesinin varlığına işaret eden durumlardan
biridir.
141. Mahkemelerce kuvvetli suç
şüphesi altında bulunduğu kabul edilen başvurucu hakkında verilen tutukluğun
devamına ilişkin kararların gerekçeleri, tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içeriktedir.
Somut olaydaki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçeler, yaklaşık 1
yıl 7 aylık tutukluluk süresi yönünden ilgili ve yeterlidir.
142. Öte yandan başvurucunun
yargılandığı dava, örgütlü işlendiği iddia edilen suçlara ilişkin olup,
iddianamede başvurucu ile birlikte toplam 50 kişi hakkında cezalandırma talep
edildiği görülmektedir. Dolayısıyla dava, organize suçlara ilişkin olup
karmaşık niteliktedir. Mahkemece, 16-17-18/7/2012
tarihlerinde peşi sıra üç gün boyunca duruşma yapılmıştır. Anılan tarihlerde
yapılan duruşmalarda sanıklar Kürtçe savunma yaptıklarından, Mahkeme sanıkların
savunmalarını tespit edememiştir. Başvurucu, savunmasının sorulduğu 6/11/2012 tarihli celsede,
“Ben Kürtçe anadilde savunma yapmak istiyorum. Şu anda bu konuda bir yasal
çalışma vardır. O nedenle bu hususun bekletici mesele yapılmasını talep
ediyorum. Daha sonra savunmamı yapacağım” şeklinde beyanda
bulunduğundan başvurucunun savunması yine alınamamıştır. Başvurucunun
savunması, tercüman aracılığıyla 28/3/2013 tarihli celsede
alınmış olup başvurucu, bir sonraki (20/6/2013 tarihli) celsede tahliye
edilmiştir.
143. Başvurucunun yargılandığı
davada, aralarında başvurucunun da olduğu birçok sanığın Kürtçe savunma yapmak
istemeleri ve Kürtçe anlatımda bulunmaları nedeniyle sanıkların savunmaları
aylarca alınamamıştır. Bu bağlamda başvurucunun savunması ilk duruşmaların
yapıldığı tarihten sekiz ay sonra alınabilmiştir. Bu itibarla Mahkemenin
başvurucunun (ve diğer sanıkların) Kürtçe savunma yapma ve Kürtçe tercüman
atanması taleplerini 28/3/2013 tarihli celseye kadar
kabul etmemesinin, özen yükümlülüğüne aykırı olup olmadığı incelenmelidir.
144. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı olan kişinin, mahkemede
kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde, bir tercümanın
yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına almaktadır. Bu
hak yalnızca, hakkında suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır ve
bu haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar,
B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 51).
145. Tercüman, bir dili başka bir
dil ile beyan eden, dilden dile çeviri yapan kişidir. Tercüman hakkı, hem
belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki durumda da adil
bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin yapılması
gerekmektedir. Bu hak bir duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm belgelerin
çevrilmesini gerektirmez; değerlendirilecek husus, sanığın hakkındaki
suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup olmadığıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Kamasinski/Avusturya, B. No: 9783/82, 19/12/1989, §§ 74, 83).
146. Ancak somut olayda
çözümlenmesi gereken mesele devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar
bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir
hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Başka bir deyişle tercüman isteyen
herkesin değil, adil bir yargılamadan umulan yararın sağlanması amacıyla ve
yalnızca yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan
kişilere tercüman atanması bir zorunluluktur. Diğer bir deyişle, yargılamada
kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilerin bir tercümanın
yardımına ihtiyaç duyması halinde devletin çeviri sağlama yükümlülüğü doğar (Aycan Özdoğan, B. No: 2013/4841, 25/2/2015, § 20).
147. Bu kişilerin böyle bir
ihtiyacının bulunup bulunmadığını belirlemek davaya bakan hâkimin görevidir.
Hâkim, sanıkla görüştükten sonra yargılamada tercüman bulunmamasından sanığın
zarar görmeyeceğinden emin olmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.Cuscani/Birleşik Krallık, B. No: 32771/96, 24/9/2002, § 38).
148. AİHM, Sözleşme'nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendinin ancak mahkemede konuşulan dili bilmeyenlerin
kullanabileceği bir hak getirdiğini; mahkemenin dilini “anlayan” ve “konuşan” bir sanığın, başka bir dilde, örneğin mensubu
olduğu etnik dilde savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde
ısrar edemeyeceğini belirtmektedir (Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95, 14/1/2003,
§§ 61-64).
149. 5271 sayılı 202. maddesine
göre, sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa;
mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya
ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir. Bu haktan, soruşturma evresinde
dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar da yararlanır. 5271 sayılı Kanun'un 202.
maddesiyle, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmeyen
şüphelilerin/sanıkların kendilerine daha iyi ifade edebilecekleri Türkçe
dışındaki bir dilde savunmalarını yapabilmelerine imkân tanınmıştır. Böylece,
Türkçeyi hiç konuşamayan ve anlayamayan kişiler, ana dilleri ya da bildikleri
başka bir dilde şikâyetlerini aktarabilmesi veya savunmalarını yapabilmesi
sağlanmıştır.
150. Diğer taraftan, 5271 sayılı
Kanun’un 202. maddesine 24/1/2013 tarihinde ilave
edilen (4) numaralı fıkra ile Sözleşme’de ve AİHM
içtihatlarında ortaya konan ölçütlerin ilerisine geçilerek tercüman hakkı
genişletilmiştir. Yeni kurala göre, sanıkların “İddianamenin
okunması ve esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını,
kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde”
yapabileceği hükmü getirilmiştir. Böylece “meramını
anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen” sanığa da sözlü savunmasını başka
dilde yapabilme imkânı getirilmiştir.
151. Somut olayda ise başvurucu, soruşturma
aşamasında Cumhuriyet savcılığında verdiği ifadesinde ve İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesindeki sorgusunda Türkçe savunma yapmıştır. Başvurucu, yargılama
aşamasında Kürtçe savunma yapmak istemiş, ancak davaya bakan İstanbul 16. Ağır
Ceza Mahkemesi başvurucunun da aralarında olduğu sanıkların tercümandan
yararlanma isteğini reddetmiştir. Mahkeme, gerekçesinde, avukat olarak görev
yapan başvurucunun mahkemede kullanılan Türkçe dilini konuşup, anladığını ve
meramını tam olarak ifade ettiğini, mensup olduğu ana dilinde savunma hakkı
talebinin hukuki ihtiyaca dayanmadığını belirtmiştir. (bkz. § 19). Diğer bir
ifadeyle, Mahkeme, başvurucunun böyle bir ihtiyacının bulunmadığını
belirleyerek, yargılamada tercüman bulunmamasından onun zarar görmeyeceğinden
emin olmuştur.
152. Başvuru konusu olayda,
avukat olan başvurucunun, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim
önünde, müdafii huzurunda Türkçe ifade verdiği
görülmektedir. Diğer yandan, 6/11/2012 tarihli celsede
başvurucu ana dili olan Kürtçe dilinde savunma yapmak istediğini Türkçe olarak
Mahkemeye bildirmiştir. Bu durumda mahkemenin dilini rahatlıkla “anlayan” ve “konuşan” başvurucunun, başka bir dilde savunma yapabilmesi
için tercümandan yararlanma talebinin Mahkemece, 5271 sayılı Kanun’un 202.
maddesinde değişiklik yapılıncaya kadar kabul edilmemesi, başvurucunun savunma
hakkını kısıtlamamaktadır. Mahkeme,
yapılan Kanun değişikliği ile başvurucunun konumunda bulunan, bir başka
ifadeyle mahkemenin dilini rahatlıkla “anlayan”
ve “konuşan” kişilere, bir başka
dilde savunma yapma imkanının tanınması üzerine yapılan ilk (28/3/2013
tarihli) celsede, başvurucunun
savunmasını tercüman aracılığıyla almış ve bir sonraki celsede de başvurucuyu
tahliye etmiştir. Bu itibarla,
başvurucunun savunmasının alınmasındaki gecikme, başvurucunun tutumundan
kaynaklanmış olup başvurucunun tutuklu olduğu süreç içerisinde davanın
yürütülmesinde derece mahkemelerince bir özensizlik gösterildiği tespit
edilmemiştir.
153. İlgili ve yeterli
gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı, davanın
örgütlü suçlara ilişkin ve karmaşık nitelikte olduğu, başvurucunun savunmasının
alınmasındaki gecikmenin kendi tutumundan kaynaklandığı ve derece
mahkemelerince bir özensizlik gösterilmediği dikkate alındığında, yaklaşık 1
yıl 7 aylık tutukluluk süresinin makul olduğu görülmektedir.
154. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
2. Haberleşme
hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması”,
3. Soruşturma
dosyasına erişiminin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “zaman
bakımından yetkisizlik” ,
4.
Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça
dayanaktan yoksun olması”
5.
Tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmasız yapılması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça dayanaktan yoksun olması”
6.
Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
21/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.