logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hasan Rahmi Özgenç [1.B.], B. No: 2013/2418, 16/12/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN RAHMİ ÖZGENÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2418)

 

Karar Tarihi: 16/12/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2016-29615

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Fatma KARAMAN ODABAŞI

Başvurucu

:

Hasan Rahmi ÖZGENÇ

Vekili

:

Av. İbrahim AKSOY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucu aleyhine açılan menfi tespit davasında imza incelemesine ilişkin alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmemesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına uyulmaması, devam eden ceza yargılamasının bekletici mesele yapılmaması ve davanın kabul edilmiş olması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/4/2013 tarihinde İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 23/1/2015 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, eski eşi Y.A. tarafından Kadıköy 2. Aile Mahkemesinde açılan boşanma davasında karşı dava olarak devam eden ve daha sonra boşanma davasından tefrik edilerek aynı Mahkemenin E.2006/406 sayısına kaydedilen katılım payı ve tazminat istemli davada Mahkemece yurt dışındaki yaklaşık 40.000.000 USD’nin oluşumundaki katkı payı alacağının reddedilmesinden sonra taraflar arasındaki uyuşmazlığın 28/10/2008 tarihli beş maddelik protokol kapsamında sulh olunmak suretiyle sonuçlandırıldığını belirtmiştir.

8. 28/10/2008 tarihli protokolün 1. maddesinde, tarafların evlilikleri boyunca edindikleri yurt dışında Y.A. adına kayıtlı fonlarda bulunan ve Y.A.nın ilk eşinden olan oğlu A.H.O. tarafından yönetilen hesaplara karşılık Y.A.nın protokolün 2. maddesinde yazılı 28/10/2008 tanzim ve 5/1/2009 vade tarihli 20.000.000 USD meblağlı bonoya (senet) dayalı olarak 20.000.000 USD'yi başvurucuya ödeyeceği, bunun karşılığında protokolün 4. maddesinde başvurucunun Y.A.nın oğlu A.H.O. tarafından yönetilen fon ve banka hesaplarını kesinlikle irdelemeyeceği, bu konuda herhangi bir hukuki yola başvurmayacağı ve suç duyurusunda bulunmayacağı, protokolün 5. maddesinde de başvurucunun temyiz etmiş olduğu Kadıköy 2. Aile Mahkemesinin E.2006/406 sayılı dosyasında yürüyen davadan feragat edeceği şartları yazılıdır.

9. Başvurucu, protokolün 5. maddesine dayanarak Kadıköy 2. Aile Mahkemesinin 27/5/2008 tarihli ve E.2006/406, K.2008/463 sayılı kararıyla ilgili temyiz talebinden feragat etmiş; feragat üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 1/12/2008 tarihli ve E.2008/17919, K.2008/16212 sayılı ilamı ile temyiz dilekçesinin reddine karar verilerek hükmün 1/12/2008 tarihinde kesinleştiği karara yazılmıştır.

10. Başvurucu, protokol ve 28/10/2008 tanzim ve 5/1/2009 vade tarihli 20.000.000 USD meblağlı senede dayalı olarak 20.000.000 USD'nin kendisine ödenmesini istemiştir.

11. Senet bedelinin ödenmemesi üzerine başvurucu, Y.A. hakkında İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün E.2009/27171 sayılı dosyası kapsamında icra takibi başlatmış; Y.A.nın malları üzerine haciz konulmuştur.

12. a. Y.A. imzaya ve borca itiraz ederek başvurucu aleyhine 16/9/2009 tarihinde İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinde imzaya itiraz davası açmıştır. Mahkemece İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümünden üç kişiden oluşan bilirkişi heyetinden alınan 31/5/2010 tarihli bilirkişi raporunda senetteki imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğu tespit edilmiştir.

 b. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinin 30/6/2010 tarihli ve E.2009/1899, K.2010/1013 sayılı kararı ile imza inkârına rağmen takibe konu senetteki imzanın davacının eli ürünü olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

 c. Temyiz üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 9/11/2010 tarihli ve E.2010/22814, K.2010/26240 sayılı kararı ile hükme esas alınan bilirkişi raporunun yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamı yerine icra mahkemesi hâkim odasında yapılan inceleme sonucu düzenlendiği, ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında açıklanan ilkelere uygun bulunmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

 d. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 3/5/2011 tarihli ve E.2011/1431, K.2011/8268 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

 e. Bu arada Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan bireysel başvuruya konu menfi tespit davasında verilen karar kesinleşmiştir. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 22/3/2013 tarihli ve E.2011/666, K. 2013/169 sayılı karar ile davacı tarafından bireysel başvuruya konu Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davası sonunda protokol ve senet dolayısıyla davacının başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verildiği ve kararın kesinleştiği, bu karar doğrultusunda davacının icra takibine konu senetten dolayı borcunun bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın konusu kalmadığından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kabul edilmiştir.

13. a. Y.A., protokolün sahte olarak kendisi adına imzalandığını ileri sürerek başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

 b. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığınca protokoldeki imzanın incelenmesi için önce Kadıköy Adli Tıp Şube Müdürlüğüne başvurulmuş, 17/2/2010 tarihli raporda protokol aslındaki imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğu tespit edilmiş; itiraz üzerine alınan Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 24/11/2010 tarihli raporunun da aynı doğrultuda olması nedeniyle 7/12/2010 tarihli ve Sor. 2009/52964, K.2010/25805 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

 c. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı, itiraz üzerine Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2011 tarihli ve 2011/136 Değişik İş sayılı kararı ile suçun işlenip işlenmediğine ilişkin yargılama yapılması gerektiği belirtilerek kaldırılmış ve başvurucu aleyhine Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan dava açılmıştır.

 d. Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 20/3/2012 tarihli ve E.2011/73, K.2012/54 sayılı kararı ile gerek Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının Sor.2009/52964 sayılı dosyası kapsamında Adli Tıp Belge İnceleme Uzmanı tarafından düzenlenen 17/2/2010 tarihli bilirkişi raporu gerek Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 24/11/2010 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporları destekler nitelikteki diğer bilirkişi raporları kapsamında protokoldeki imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğunun net olarak tespit edildiği, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen rapora itibar edilmekle birlikte protokol çıplak gözle incelendiğinde de katılan Y.A.nın ismi altında bulunan imzanın Y.A.dan temin edilen imza örnekleri ile benzerlik gösterdiği, her ne kadar Y.A. tarafından senede ilişkin olarak Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının kabul edildiği iddia edilmiş ise de menfi tespit davasından farklı olarak bu davanın taraflar arasındaki borca ilişkin olmayıp iddia edilen belge üzerindeki imzanın Y.A.ya ait olup olmadığına ilişkin bir ceza davası olduğu, hukuk mahkemesi ile ceza mahkemesinin ispat kuralları arasında fark bulunduğu, bu bakımdan borçlu olunmadığının tespitine ilişkin olarak Hukuk Mahkemesince verilen kararın bu yargılama yönünden bağlayıcı bir yönü olmadığı ve çelişki oluşturmadığı vurgulanarak tüm dosya kapsamı dikkate alındığında protokoldeki imzanın Y.A.ya ait olduğunun anlaşıldığı ve müsnet suçların başvurucu tarafından işlenmediğinin sabit olduğu gerekçesiyle başvurucunun beraatına karar verilmiştir.

 e. Karar, katılan sıfatıyla Y.A. tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesinin devam ettiği anlaşılmıştır.

14. a. Y.A., senedin sahte olarak düzenlendiği iddiasıyla başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

 b. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 28/2/2011 tarihli senetteki imzanın müşteki Y.A.nın eli ürünü olduğunu tespit eden raporuna dayanılarak 8/3/2011 tarihli ve Sor.2009/54795, K.2011/2568 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

 c. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı, itiraz üzerine Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/4/2011 tarihli ve 2011/130 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ise de Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/7/2012 tarihli ve 2012/286 Değişik İş sayılı kararıyla şikâyete konu senedin sahte olarak düzenlendiği hususunun Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davası sonunda verilen karar ile kesinleştiği, bu nedenle yeni delilin ortaya çıktığı, ortaya çıkan bu yeni delilin mahkemede tartışılmasının zorunlu olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 173. maddesinin (6) numaralı fıkrası kapsamında itirazın reddine ilişkin kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda başvurucu aleyhine İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinde resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan dava açılmıştır.

 d. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/379 sayılı dosyası kapsamında açılan ceza davası devam etmekte olup Mahkemece Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin (İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi) 20/3/2012 tarihli ve E.2011/73, K.2012/54 sayılı dosyasının Yargıtay temyiz incelemesinden dönüşünün beklendiği anlaşılmıştır.

15. a. Y.A. tarafından başvurucu aleyhine protokol ve senedin kendi iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak düzenlendiği, her iki belgedeki imzaların kendisine ait olmadığı ve borçlu olmadığının tespitine ilişkin olarak 22/10/2010 tarihinde Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde, yukarıda belirtilen (bkz. § 12.e) ve İcra Hukuk Mahkemesi kararına esas alındığı anlaşılan menfi tespit davası açılmıştır.

 b. Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesince protokol ve senetteki imzaların incelenerek rapor alınması için dosya, İstanbul Polis Kriminoloji Müdürlüğü Belge İnceleme Şube Müdürlüğüne gönderilmiş; üç grafoloji ve sahtecilik uzmanının hazırladığı 17/8/2011 tarihli bilirkişi raporunda protokoldeki ve senetteki imzaların davacı Y.A.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit edilemediği yönünde görüş bildirilmiştir.

 c. Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2010/837, K.2011/986 sayılı kararı ile davanın kabul edilme gerekçesi şöyledir:

...

Her ne kadar davalı tarafından bilirkişi raporuna itiraz edilmişse de, raporun içeriğine yönelik bir itirazları olmamıştır. Şeklen bilirkişilere ve bilirkişilere gönderilme biçimine itirazda bulunmuşlardır. Ayrıca dosya içinde bir kısım imza incelemesi raporları bulunsa da, bunların başka dava dosyalarından yapılan incelemeler olması, bir kısmının tek kişilik bilirkişi, bir kısmının da özel bilirkişi incelemesi olması ve denetime elverişli olmaması nedeniyle, mahkemece 3 kişilik heyetçe incelenmesi için bilirkişi incelemesi kararı verilmesiyle, dava dosyası Polis Kriminoloji Enstitüsüne gönderilerek inceleme yaptırılmıştır. Heyetçe verilen raporun kapsamlı, denetime elverişli ve karar verilmeye yeterli olduğu kanaatine varılmıştır. Ayrıca, Mahkemenin aşağıda açıklandığı gibi farklı gerekçeleri de olduğundan yeniden bilirkişi incelemesinin gerekli olmadığı sonucuna varmıştır. Bu nedenle davalının yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını isteyen itirazları reddedilmiştir.

Kaldı ki; davalı-alacaklı tarafından, davacı Y.A.nın şahsına verilmiş bir para bulunmadığı konusunda taraflar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Davalı-alacaklı Y.A.nın şahsına herhangi bir para verdiği iddiasında değildir.

 Davalının iddiası; davaya konu “senedin temel ilişkisi” olarak, davacı Y.A.nın eski eşinden olma oğlu A.H.O.ya ticaret yapmak üzere para verdiği iddiasına dayanmaktadır. Davalı gerek Kadıköy 2.Aile Mahkemesinde açmış olduğu 2006/406 E., 2008/463 K. sayılı katkı payı davasında, gerekse işbu davada aynı iddiasını tekrarlamıştır…..

…Davalının para verdiğini iddia ettiği kişi A.H.O. dava dışı olup, üçüncü kişi durumundadır. Davacının oğlu A.H.O.ya verildiği iddia edilen paradan davacının sorumlu olması söz konusu değildir. Davalı iddiasını sürdürecekse, üçüncü kişi A.H.O.ya karşı yöneltmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle senedin temel ilişkisinde davacıya verilen bir para olmadığından, davacının borçlu olması söz konusu değildir. Nitekim, Kadıköy 2.Aile Mahkemesi’nin … 27/5/2008 tarih ve 2006/406 E., 2008/463 K. sayılı kararının hüküm fıkrasında ‘’davacı-karşı davalının oğlu A.H.O.nun Amerika’daki yaklaşık 40.000.000.- USD’nin oluşumundaki katkı payı isteminin ispatlanamadığından reddine’’ karar verilmiştir.…Karar kesinleşmiştir.

Davalının cevap dilekçesinin 2.sayfasındaki, …A.H.O.nun yaptığı usulsüzlüklerin tespit edilmesi ve Amerika vergi kanunlarındaki ağır hükümler nedeniyle büyük miktarda para cezalarına ve hapis cezasına çarptırılması söz konusu olacağından Y.A.nın müvekkiline uzlaşma talebinde bulunduğunu, bunun üzerine 28.10.2008 tarihli protokolün tanzim edildiğini, protokol gereği 05.01.2009 vadeli, 20.000.000.- USD. bedelli senedin kendilerine verildiğini, protokolde ayrıca, A.H.O tarafından hesaplarda bir takım usulsüzlükler yapılıyor olsa gerek, bu ödeme karşılığında müvekkilli tarafından A.H.O.nun fon ve banka hesaplarının müvekkil tarafından irdelenmemesi, bu konuda Amerika ve Bermuda’da hiçbir hukuki yola başvurulmaması ve suç duyurusunda bulunulmaması kararlaştırıldığından, özellikle dilekçenin 3.sayfasındaki “protokolde ayrıca (A.H.O tarafından hesaplarda bir takım usulsüzlükler yapılıyor olsa gerek) bu ödeme karşılığında müvekkil tarafından A.H.O.nun fon ve banka hesaplarının müvekkil tarafından irdelenmemesi, bu konuda Amerika ve Bermuda’da hiçbir hukuki yola başvurulmaması, suç duyurusunda bulunulmaması kararlaştırılmıştır” şeklindeki ifadesinden davacı tarafından imzalandığı öne sürülen senet ve protokol, davalı tarafın, davacının oğlu A.H.O.nun Amerika’da usulsüz işler yaptığı, oğlunun şikayet edileceği, şikayet edilmesi halinde ağır vergi cezaları ve hapis cezalarıyla karşı karşıya kalacağı yönündeki telkinleri neticesinde, davacının endişe ve korku ile müzayakaya düşürülmesi neticesinde gerçekleşmiştir. Bu durumda senet ve protokol davacı tarafından imzalanmış olsa bile, davalının bu davranışı hukuken ahlaki olmadığından, hukuki korumadan yararlanması söz konusu değildir.

Bu itibarla;

Senet ve bonodaki imzanın davacının eli mahsulü olmadığı yönündeki raporun yeterli ve denetime elverişli olması, senedin temel ilişkisinde iddia edilen paranın üçüncü kişi A.H.O.ya verildiği, davalı tarafında bir talepte bulunacaksa davacı-borçludan değil, üçüncü kişi A.H.O.ya yönlendirilmesi gerekeceği, davacı-borçluya doğrudan herhangi bir para verilmemiş olması, bu hususta davacı ve davalı tarafın ihtilafının olmaması, ayrıca senet ve protokol davacı tarafından verilmiş olsa bile, senedin iktisap şeklinin hukuken korunamayacak nitelikte ahlaka aykırı olması nedenleriyle mahkememizce, davanın kabulüne karar vermek kanaati kesin olarak oluşmuştur.”

 d. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 12/11/2012 tarihli ve E.2012/10133, K.2012/16467 sayılı ilamı ile dosya içeriğine uygun davanın görüldüğü Mahkemede alınan bilirkişi heyetinin raporunun hükme esas alınmasına ve senedin düzenlemesine konu paranın dava dışı üçüncü kişiye verildiği savunmasına göre hükmü oy çokluğu ile onamıştır.

 e. Çoğunluk görüşüne katılmayan üyenin karşıoy gerekçesi şöyledir:

‘’…

Davacı vekili, gerek protokol, gerekse bonodaki imzaların müvekkiline ait olmadığını, dava konusu protokol ve bononun sahte düzenlendiğini ve müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu bulunmadığını iddia etmiş, davalı ise protokolün taraflar arasındaki boşanma davasından sonra açılan katkı payı alacağına ilişkin davanın uzlaşma yoluyla sonuçlandırılması amacıyla bononun da bu protokole göre düzenlendiğini, imza inkarının yersiz olduğunu savunmuştur.

Bu iddia ve savunma karşısında öncelikle dava konusu protokol ve bonodaki imzaların davacının eli ürünü olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

Mahkemece yaptırılan imza incelemesiyle ilgili olarak düzenlenen 17.08.2011 tarihli bilirkişi heyeti raporunda: “protokol ve senet altındaki imzaların mevcut mukayese imzalarına kıyasla Y.A.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit edilemediği” görüşüne yer verilmiştir. Davalı vekilince iş bu bilirkişi raporuna itiraz edilmiş, dosyada bulunan ve resmi mercilerce alınan diğer bilirkişi raporlarıyla mahkemece alınan bilirkişi raporu arasında çelişki bulunduğu gerekçesiyle imza incelemesine yönelik olarak Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan rapor alınması talep edilmiştir.

Hükme esas alınan bilirkişi heyeti raporu dışında dosyada resmî yoldan alınmış imza incelemesine ilişkin 4 ayrı rapor bulunmaktadır. Bu raporlardan ikisi protokoldeki imzanın, diğer ikisi ise senetteki imzanın incelenmesi sonucu düzenlenmiştir.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, önceki resmi raporlar irdelenmemiş ve o raporlardaki görüşlere itibar edilmemesinin nedenleri açıklanmamıştır. Bu durumda mahkemece, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla yeniden imza incelemesi yaptırılması ve bu yöne ilişkin itirazların değerlendirilmesi gerekirken eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru değildir.

Yerel mahkemenin “dava konusu protokol ve senet davacı tarafından imzalanmış olsa bile, davacı müzayakaya düşürülerek alındığından ve davalının davranışı hukuken ahlaki olmadığından hukuki korunmadan yararlanamayacağı, senedin temel ilişkisinde iddia edilen paranın üçüncü kişi A.H.O.ya verildiği konusunda taraflar arasında ihtilaf bulunmaması karşısında davalının alacak talebini davacıya değil A.H.O.ya yönlendirmesi gerektiği" yolundaki gerekçesinde de isabet bulunmadığı düşünülmektedir.

Zira, dava konusu protokolün konusu, “21 yıl evli kalan tarafların Kadıköy 2.Aile Mahkemesinin 2006/406 Esas ve 2008/463 Karar sayılı ilamı ile aralarında devam eden katılım payı, tazminat davasının protokolde belirtilen hususlarda mutabık kalınarak sonuçlandırılması” olarak belirlenmiş ve 2. maddesinde “İmzalanan bu protokol ile Y.A.nın davalıya 28.10.2008 tanzim ve 05.01.2009 vadeli 20.000.000 USD bedelli bonoyu imza edip verdiği” belirtilmiştir. Protokolün 3,4 ve 5. maddelerinde ise davalıya düşen yükümlülükler hükme bağlanmış ve davalı bu yükümlülükler çerçevesinde katkı payına ilişkin davanın temyizinden feragat etmiştir.

Taraflar arasında dava konusu olan katkı payı ile ilgili uyuşmazlığın sulh yoluyla çözümlenmesini amaçlayan dava konusu protokolün müzayaka altında düzenlendiği ve ahlaka aykırı olduğu yolundaki iddianın inandırıcı delillerle kanıtlanamadığı ve bu nedenle uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde ve her türlü kuşkudan uzak bir şekilde çözümlenebilmesinin imza incelemesiyle ilgili raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine bağlı olduğunu ve yerel mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerektiği …’’ şeklinde görüş bildirmiştir.

 f. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 11/2/2013 tarihli ve E.2013/589, K.2013/2466 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

16. Anılan karar başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

18. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.”

19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesi şöyledir:

“(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz

…”

20. 6100 sayılı Kanun’un 26. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.

 …”

21. 6100 sayılı Kanunu’nun 27. maddesi şöyledir:

“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,

 içerir.”

22. 6100 sayılı Kanun’un 141. maddesi şöyledir:

“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.”

23. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 185. maddesi şöyledir:

“Kanunu Medenide tayin olunan haller mahfuz kalmak şartiyle dava ikamesi ile aşağıda gösterilen neticeler hasıl olur:

1 – Müddeaaleyhin rızası olmaksızın müddei davasını takipten sarfınazar edemez.

2– Müddei, Müddeaaleyhin rızası olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tebdil edemez. Aşağıdaki madde hükmiyle davadan feragat veya ıslah bu hükümden müstesnadır.”

24. 6100 sayılı Kanun’un 211. maddesi şöyledir:

“(1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:

a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.

b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.”

25. 6100 sayılı Kanun’un 214. maddesi şöyledir:

“(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.

(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.”

26. 6100 sayılı Kanun’un 266. maddesi şöyledir:

“(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”

27. 6100 sayılı Kanun’un 281. maddesi şöyledir:

“(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.”

28. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi şöyledir:

Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 1/4/2013 tarihli ve 2013/2418 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, başvuruya konu edilen Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2010/837, K.2011/986 sayılı menfi tespit davasında daha önce dava, takip ve soruşturma dosyaları kapsamında ikisi Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınmış toplam dört resmî bilirkişi raporuyla dava konusu senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğu tespit edilmesine rağmen Mahkemece yeniden imza incelemesi yapıldığını, alınan son bilirkişi raporunun diğer raporlar ile çelişkili olmasına ve çelişkinin giderilmesi talep edilmesine rağmen çelişki giderilmeden son rapora itibar edilerek karar verildiğini, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığı dışından bilirkişilerce düzenlendiğini, çelişki hâlinde bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınması zorunlu olmasına rağmen bu kurala uyulmadığını, protokolün sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza yargılamasının sonucu beklenmeksizin hızlı bir şekilde karar verildiğini, iddia ve savunmanın genişletilmesine muvafakat edilmediği hâlde iddianın genişletilmesi yasağına aykırı olarak karar verildiğini, verilen kararın keyfî olduğunu belirterek adil yargılanma ve davanın sonucu itibarıyla mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihtiyati tedbir kararı verilerek 20.000.000 USD (36.422.000 TL) zararın ödenmesini, bu talebin kabul edilmemesi hâlinde yeniden yargılanma yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

31. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını özellikle menfi tespit davasının sonucuna dayandırmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

32. Başvurucunun; daha önce alınmış bulunan resmî bilirkişi raporlarına rağmen yeniden imza incelemesi yapılarak diğer bilirkişi raporlarıyla çelişkili olan son bilirkişi raporuna itibar edilmek suretiyle hüküm kurulduğu, çelişkinin giderilmesi talep edilmesine rağmen talebin dikkate alınmadığı, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığı dışından bilirkişilerce düzenlendiği, çelişki hâlinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığından rapor alınmasının zorunlu olduğu, dava konusu protokolün sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza yargılamasının sonucunun beklenmediği, iddianın ve savunmanın genişletilmesi yasağına aykırı hareket edildiği, kararın keyfî olduğu yönündeki iddiaları bir bütün olarak adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiası niteliğinde değerlendirilerek incelenmiştir. Menfi tespit davasının sonucu itibarıyla Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ise hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olup bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Başvurucunun, adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurusunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucu, daha önce ikisi Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınmış bulunan toplam dört resmî bilirkişi raporunda dava konusu senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğunun tespit edilmesine rağmen Mahkemece yeniden imza incelemesi yapıldığını, son alınan bilirkişi raporunun diğer raporlar ile çelişkili olmasına ve çelişkinin giderilmesi talep edilmesine rağmen çelişki giderilmeden son rapora itibar edilerek karar verildiğini, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığı dışından bilirkişilerce düzenlendiğini, çelişki hâlinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığından rapor alınması zorunlu olmasına rağmen bu kurala uyulmadığını, protokolün sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza yargılamasının sonucu beklenmeksizin hızlı bir şekilde karar verildiğini, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına aykırı davranıldığını, verilen kararın keyfî olduğunu belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

35. Bakanlık görüş yazısında, dava konusu olay ve olgulara ilişkin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması sonucu keyfîlik içermeyen bir gerekçe ile karar verilmesi durumunda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği, bu kapsamda ceza hâkiminin verdiği kararın kural olarak hukuk hâkimini bağlamayacağı ancak hukuk hâkiminin bazı durumlarda ceza hâkiminin kararlarını dikkate alması, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin tecellisi için iki çelişkili bilirkişi raporu ile karşılaşıldığında raporlar arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıracak yeni bir bilirkişi raporu istemesi gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de (AİHM) aynı dava konusuna ilişkin çelişkili bilirkişi raporları ile karşılaşılması hâlinde hiçbir kuşkuya yer vermeyecek ve çelişkileri ortadan kaldıracak şekilde yeni bir bilirkişi raporunun hazırlanması gerektiği yönünde kararı bulunduğu, somut olayda senetteki imzanın Y.A.ya ait olduğunun toplam dört bilirkişi raporuyla kabul edildiği ancak menfi tespit davasında İstanbul Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğüne yaptırılan incelemede imzanın Y.A.nın eli ürünü olmadığının tespit edildiği, Mahkemece toplam beş bilirkişi raporu arasında oluşan bu çelişkili duruma rağmen hazırlanan bilirkişi raporunun yeterli ve denetime elverişli olması gerekçe gösterilerek son bilirkişi raporu yönünde hüküm kurduğu, şikâyetin esasının incelenmesinde belirtilen hususların da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.

36. Başvurucu; Bakanlık görüşüne katıldığını, başvurunun özünü teşkil eden ve somut olan problemin bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmemesi olduğunu belirtmiştir.

37. Anayasa Mahkemesi; kural olarak derece mahkemelerince verilen kararlarda maddi vakıaların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulaması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirmesi ile uyuşmazlığa getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmadığını inceleyen bir merci değildir. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir. Buna göre Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan hak ve özgürlüklere müdahale edilmedikçe, derece mahkemelerinin maddi vakıaları ve delilleri değerlendirmesi, hukuk kurallarını yorumlaması ve uygulaması ile uyuşmazlığın sonucunun esas yönünden adil olup olmaması Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru incelemesine konu olmayacaktır (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, §§ 53, 54).

38. Nitekim Anayasa Mahkemesi adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri incelediği pek çok kararında derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu, özellikle taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesinin öncelikle derece mahkemelerinin görevi olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, görevi gereği Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan usule ilişkin güvencelerin asgari standartlarda sağlanıp sağlanmadığını denetlemek zorundadır. Bu durum salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapıldığı şeklinde yorumlanamayacağı gibi Anayasa Mahkemesinin, Anayasa ile verilen temel haklardan birinin ihlal edilip edilmediğini incelemek görevinin yerine getirilmesi anlamını taşımaktadır (Sebahat Tuncel (2), § 54).

39. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden başvurucunun şikâyetleriyle bağlantılı görülen silahların eşitliği ilkesi ile gerekçeli karar hakkının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini, bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülüp yürütülmediğini inceleyecektir.

40. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

41. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

42. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

44. Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özeni haiz olması gerekmektedir. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 37, 38).

45. Mahkemeler “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmanın yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda toplumun kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri, § 34).

46. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 26).

47. Diğer yandan özellikle muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Nitekim insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması zorunludur. Buna göre mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, § 36). Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya savunmaların cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının ihlaline neden olabilir (Hüseyin Özdemir, B. No: 2013/7455, 25/3/2015, § 77).

48. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (Sencer Başat ve diğerleri, § 30; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçmaya neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).

49. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmektedir (Uğur Büke, B. No: 2013/4177, 22/1/2015, § 29). Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkesine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

50. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27). Buna göre özellikle çözümü hukuk dışında özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda Mahkemece -alınan bilirkişi raporu yeterli şekilde açıklığa kavuşturulmamış ve başvurucunun bu yöndeki iddia ve delilleri yeterince değerlendirilmemiş ise- silahların eşitliği ilkesi kapsamında delilleri inceletme hususunda uygun imkânların sağlandığından bahsedilemeyecektir. Sunulan delillere karşı davanın taraflarına etkili şekilde itiraz etme imkânı sunulmalıdır.

51. Başvuru konusu olayda, protokol ve senedin Y.A.nın iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak düzenlendiği, protokol ve senetteki imzaların Y.A.ya ait olmadığı iddiasıyla başvurucu aleyhine menfi tespit davası açılarak borçlu olunmadığının tespiti istenmiştir. Protokol ve senet üzerindeki imzaya itiraz edilerek imzaların davacıya ait olmadığı iddia edildiğinden Mahkemece gerekçeli kararda konunun en iyi uzmanı olduğu belirtilen İstanbul Kriminal Polis Müdürlüğü Belge İnceleme Şube Müdürlüğünden imza incelemesine ilişkin olarak rapor alınmıştır. Üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan 17/8/2011 tarihli raporda, protokol ve senet üzerinde yer alan iki imza ile Y.A.nın mevcut mukayese imzaları arasında her ne kadar genel şekil ve yapıları itibarıyla benzerlik bulunduğu gözlemlenmiş ise de yapılan ileri analiz ve mukayeseli incelemeler neticesinde aralarında kaligrafik ve grafolojik tanı unsurları yönünden farklılıklar bulunduğunun belirlendiği ve sonuç olarak protokol ve senet üzerindeki imzaların Y.A.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit edilemediği belirtilmiştir. Raporda daha önce savcılık soruşturma dosyalarında ve taraflar arasında devam eden dava dosyaları kapsamında alınmış bulunan bilirkişi raporlarından farklı bir sonuca ulaşılmasına rağmen bu raporlara niçin itibar edilmediği yönünde bir değerlendirme ve açıklamaya yer verilmemiştir.

52. Başvurucu, bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Bilirkişi raporunun Mahkemeye sunulmasından sonra 25/10/2011 tarihli celsede bilirkişi raporuna itirazların tekrar edildiği, dosyada dört rapor bulunduğu, Adli Tıp Kurumundan alınan iki ayrı rapor, İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinden alınan rapor ve Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığınca alınmış raporlar bulunduğu, bu raporların mevcut rapor ile çeliştiği, çelişkinin giderilmesi ve dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiği vurgulanmış; yine 20/12/2011 tarihli celsede Polis Kriminal Müdürlüğünde inceleme yapılmasının doğru olmadığı, raporun geçersiz olup Adli Tıp Kurumu Daireler Genel Kurulundan rapor alınması gerektiği, ayrıca rapora itirazların da bulunduğu belirtilmiştir. Mahkemece 20/12/2011 tarihli celsede başvurucu vekilinin Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına ilişkin talepleri dosya kapsamına göre yerinde görülmeyerek reddedilmiş ve 30/12/2011 tarihli celsede davanın kabulüne, dava konusu protokol ve senet dolayısıyla davacının davalı başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.

53. Mahkeme kararının gerekçesinde davalı başvurucunun bilirkişi raporunun içeriğine yönelik bir itirazının bulunmadığı, şeklen bilirkişilere ve bilirkişilere gönderilme biçimine itiraz ettiği, dosya içinde bir kısım imza incelemesi raporu bulunsa da bunların başka dava dosyaları kapsamında alındığı, bir kısmının tek kişilik, bir kısmının da özel bilirkişi incelemesi olduğu ve denetime elverişli bulunmadığı, Mahkemece üç kişilik heyetçe bilirkişi incelemesi kararı verildiği, dava dosyasının Polis Kriminoloji Enstitüsüne gönderilerek inceleme yaptırıldığı, heyetçe verilen raporun kapsamlı, denetime elverişli ve karar vermeye yeterli olduğu, ayrıca Mahkemenin davanın kabulüne ilişkin olarak farklı gerekçeleri de olduğundan yeniden bilirkişi incelemesinin gerekli bulunmadığı, bu yöndeki itirazların reddedildiği belirtilmiştir.

54. Bir davaya ilişkin olarak iddia ve savunmanın dayanağını teşkil eden, taraflarca usulüne uygun ileri sürülmüş maddi vakıaların ve bu vakıalara ilişkin delillerin doğru olup olmadığının usulünce araştırılarak tespit edilmesi mahkemelerin görevidir. Özellikle yapılan bir yargılamada çözümü hukuk dışında, özel ve teknik bir bilgi ve inceleme gerektiren hususların yeterince açıklığa kavuşturulması gerekir.

55. Somut olayda davacı, menfi tespit davasına ilişkin dava dilekçesinde protokol ve senedin iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak düzenlendiğini, protokol ve senetteki imzaların kendisine ait olmadığını iddia ederek borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Yargılama aşamasında senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğuna ilişkin ilgili Cumhuriyet Savcılıklarınca ve İcra Hukuk Mahkemesince alınmış dört bilirkişi raporu sunulmuştur.

56. Uyuşmazlık konusu protokol sebebiyle resmî belgede sahtecilik suçundan Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının Sor.2009/52964 sayılı dosyası ile başlatılan soruşturma kapsamında 17/2/2010 tarihli Adli Tıp-belge inceleme (grafoloji) uzmanı tarafından düzenlenen raporda, protokoldeki Y.A. adına atfen atılı imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğu kanaati bildirilmiştir. Aynı soruşturma dosyası kapsamında Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 24/11/2010 tarihli raporda da Adli Belge İnceleme Laboratuvarında yapılan incelemede protokoldeki Y.A. adına atılı imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğu, belgedeki Y.A. adına atılı imzanın başvurucu adına atılı imzaya kıyasla farklı fiziki evsafta bir kalem ile atılmış olduğu bildirilmiştir.

57. Uyuşmazlık konusu senet sebebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Sor.2009/54795 sayılı dosyası ile başlatılan soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 28/2/2011 tarihli raporda Adli Belge İnceleme Laboratuvarında yapılan incelemede senetteki borçlu imzalarının Y.A.nın eli ürünü olduğu bildirilmiştir.

58. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinin E.2009/1899 sayılı dosyası ile senetteki imza itirazına ilişkin olarak yapılan yargılamada İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D. ve İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden bilirkişilerce heyet hâlinde düzenlenen 31/5/2010 tarihli raporda da bir kısım optik aletten istifade edilmek suretiyle grafometrik yöntemlerle yapılan incelemede senette atılı bulunan borçlu imzalarının Y.A.nın eli ürünü olduğu bildirilmiştir.

59. Başvurucu, senet ve protokoldeki imzaların davacıya ait olduğunu tespit eden birbiriyle aynı yönde dört resmî bilirkişi raporu bulunmasına rağmen Mahkemece yeniden yapılan bilirkişi incelemesinde önceki raporlardan farklı olarak imzaların davacıya ait olmadığının ilk kez belirlenmesinden ve itiraz edilmesine rağmen çelişki giderilmeksizin karar verildiğinden şikâyet etmektedir. Başvurucunun söz konusu şikâyeti, davacının dava dilekçesindeki temel iddiası ile doğrudan bağlantılı olup davanın sonucuna etki etme ve oluşacak vicdani kanaati değiştirme ihtimali bulunmaktadır. Buna göre başvurucunun bu şikâyetine ilişkin usulünce ileri sürülen itirazlarının Mahkemece gerekçelendirilmemesi hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında sorun oluşturabilir. Diğer yandan itirazların şeklî olarak değerlendirmiş olması yeterli olmayıp itiraza makul bir gerekçe ile cevap verilmelidir.

60. Başvurucunun 25/10/2011 ve 20/12/2011 tarihli duruşma tutanaklarına da yansıyan raporun içeriği ile raporlar arasındaki çelişkiye ilişkin itirazları, protokoldeki imzanın davacının eli ürünü olduğunu tespit eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 24/11/2010 tarihli bilirkişi raporu ile senetteki imzanın davacının eli ürünü olduğunu tespit eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 28/2/2011 tarihli bilirkişi raporları ile bu raporları teyit eden diğer raporlar dikkate alındığında başvurucunun son alınan bilirkişi raporunun içeriğine itiraz ettiği, itirazın yalnızca şeklen bilirkişilere ve bilirkişilere gönderilme biçimine ilişkin olmadığı, itiraza dayanak bilirkişi raporlarının resmî nitelikte bulunduğu, özellikle 24/11/2010 ve 28/2/2011 tarihli raporların Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınmış raporlar olduğu anlaşılmaktadır.

61. Belirtilen nedenlerle başvurucunun bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi yönündeki itirazlarının yeterince ve makul bir biçimde değerlendirilmediği, itirazın reddi sebeplerinin makul gerekçeler ile ortaya konulmadığı sonucuna varılmıştır.

62. Diğer yandan Mahkemece imza incelemesine ilişkin bilirkişi raporu dışında davanın kabulüne ilişkin başka gerekçelerin de bulunduğu belirtilmiş, başvurucunun cevap dilekçesi kapsamından imzalandığı öne sürülen senet ve protokolün davacının endişe ve korku ile müzayakaya düşürülmesi neticesinde gerçekleştiği, senet ve protokol imzalanmış olsa bile senedin iktisap şeklinin hukuken korunamayacak nitelikte ahlaka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına aykırı hareket edildiğinden ve protokolün tamamının ahlaka aykırı olduğu ayrıca ikrah nedeniyle iptalinin istenebileceği yönünde davacının sonradan ileri sürdüğü iddiaya süresinde itiraz edilerek muvafakat edilmediğinin bildirilmesine rağmen bu hususun dikkate alınmadığından şikâyet etmektedir.

63. Dava açılmasının usul hukuku bakımından bir takım sonuçları bulunmaktadır. Gerek dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun’da gerek karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’da iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına ilişkin düzenlemeler bulunmakta olup davanın belli bir aşamasından sonra iddianın değiştirilmesi ve genişletilmesi ancak karşı tarafın muvafakati gibi bir takım şartların varlığına bağlanmıştır.

64. Somut olayda davacının iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak protokol ve senet düzenlendiği iddiasıyla dava açılmıştır. Başvurucu dava dilekçesinin verilmesinden sonra protokolün ahlaka aykırı olduğu, ikrah nedeniyle iptal edilebileceğine ilişkin olarak davacı tarafça dilekçe verildiğini, sahtelik iddiasıyla çelişen bu beyanlara süresinde itiraz edilerek iddianın genişletilmesine muvafakat edilmediğinin bildirildiğini savunmuştur. Buna göre davacının süresinden sonra ileri sürüldüğü belirtilen iddialarının öncelikle iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında değerlendirilmesi ve ancak bu değerlendirmeden sonra esas yönünden kabul edilebilirliğinin irdelenmesi gerektiği hâlde Mahkemece hakkaniyete uygun yargılama hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden bu hususlarda herhangi bir tartışma yapılmadığı, başvurucunun bu yöndeki iddialarına rağmen hangi gerekçe ile belirtilen şekilde karar verildiği anlaşılamamaktadır.

65. Dava konusu protokolün sahteliği iddiasına dayalı olarak başvuruya konu menfi tespit davasından sonra hükme bağlanan Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/3/2012 tarihli kararında bilirkişi raporları kapsamında imzanın katılan Y.A.ya ait olduğunun net bir şekilde tespit edildiği, mesnet suçların sanık başvurucu tarafından işlenmediğinin sabit olduğu gerekçesiyle bir maddi vakıayı tespit eden nitelikte beraat kararı verilmiş olup bu durum başvurucunun iddialarının ciddiliğini destekleyici olması bakımından önemlidir.

66. Belirtilen nedenlerle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmış olup başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

67. Başvurucu, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek terditli olarak dava tarihi itibarıyla 20.000.000 USD (36.422.000 TL) olan zararının ödenmesini, bu talebin kabul edilmemesi hâlinde ise yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.

68. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun haklarının ihlal edildiğinin tespiti hâlinde daha önce verilen kararlar doğrultusunda hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olabileceğini bildirmiştir.

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiştir. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de bulunulmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesine (Kapatılan Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA

16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Hasan Rahmi Özgenç [1.B.], B. No: 2013/2418, 16/12/2015, § …)
   
Başvuru Adı HASAN RAHMİ ÖZGENÇ
Başvuru No 2013/2418
Başvuru Tarihi 1/4/2013
Karar Tarihi 16/12/2015
Resmi Gazete Tarihi 5/2/2016 - 29615

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, başvurucu aleyhine açılan menfi tespit davasında imza incelemesine ilişkin alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmemesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına uyulmaması, devam eden ceza yargılamasının bekletici mesele yapılmaması ve davanın kabul edilmiş olması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-hukuk) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2004 İcra ve İflas Kanunu 72
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 25
26
27
141
211
214
266
281
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 185
818 Borçlar Kanunu 53
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi