TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN RAHMİ ÖZGENÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2418)
|
|
Karar Tarihi: 16/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2016-29615
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Fatma KARAMAN ODABAŞI
|
Başvurucu
|
:
|
Hasan Rahmi ÖZGENÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim AKSOY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucu aleyhine açılan menfi tespit davasında
imza incelemesine ilişkin alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin
giderilmemesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına uyulmaması, devam
eden ceza yargılamasının bekletici mesele yapılmaması ve davanın kabul edilmiş
olması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 1/4/2013 tarihinde İstanbul
13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 4/7/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 21/11/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular
bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir.
Bakanlığın 23/1/2015 tarihli görüş yazısı başvurucuya
tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7. Başvurucu, eski eşi Y.A. tarafından Kadıköy 2. Aile
Mahkemesinde açılan boşanma davasında karşı dava olarak devam eden ve daha
sonra boşanma davasından tefrik edilerek aynı Mahkemenin E.2006/406 sayısına
kaydedilen katılım payı ve tazminat istemli davada Mahkemece yurt dışındaki
yaklaşık 40.000.000 USD’nin oluşumundaki katkı payı
alacağının reddedilmesinden sonra taraflar arasındaki uyuşmazlığın 28/10/2008 tarihli beş maddelik protokol kapsamında sulh
olunmak suretiyle sonuçlandırıldığını belirtmiştir.
8. 28/10/2008 tarihli protokolün 1.
maddesinde, tarafların evlilikleri boyunca edindikleri yurt dışında Y.A. adına
kayıtlı fonlarda bulunan ve Y.A.nın ilk eşinden olan
oğlu A.H.O. tarafından yönetilen hesaplara karşılık Y.A.nın
protokolün 2. maddesinde yazılı 28/10/2008 tanzim ve 5/1/2009 vade tarihli
20.000.000 USD meblağlı bonoya (senet) dayalı olarak 20.000.000 USD'yi başvurucuya ödeyeceği, bunun karşılığında protokolün
4. maddesinde başvurucunun Y.A.nın oğlu A.H.O.
tarafından yönetilen fon ve banka hesaplarını kesinlikle irdelemeyeceği, bu
konuda herhangi bir hukuki yola başvurmayacağı ve suç duyurusunda
bulunmayacağı, protokolün 5. maddesinde de başvurucunun temyiz etmiş olduğu
Kadıköy 2. Aile Mahkemesinin E.2006/406 sayılı dosyasında yürüyen davadan
feragat edeceği şartları yazılıdır.
9. Başvurucu, protokolün 5. maddesine dayanarak Kadıköy 2. Aile
Mahkemesinin 27/5/2008 tarihli ve E.2006/406, K.2008/463
sayılı kararıyla ilgili temyiz talebinden feragat etmiş; feragat üzerine
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 1/12/2008 tarihli ve E.2008/17919, K.2008/16212
sayılı ilamı ile temyiz dilekçesinin reddine karar verilerek hükmün 1/12/2008
tarihinde kesinleştiği karara yazılmıştır.
10. Başvurucu, protokol ve 28/10/2008
tanzim ve 5/1/2009 vade tarihli 20.000.000 USD meblağlı senede dayalı olarak
20.000.000 USD'nin kendisine ödenmesini istemiştir.
11. Senet bedelinin ödenmemesi üzerine başvurucu, Y.A. hakkında
İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün E.2009/27171 sayılı dosyası kapsamında icra
takibi başlatmış; Y.A.nın malları üzerine haciz
konulmuştur.
12. a. Y.A. imzaya ve borca itiraz ederek başvurucu aleyhine 16/9/2009 tarihinde İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinde
imzaya itiraz davası açmıştır. Mahkemece İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli
Tıp Bölümünden üç kişiden oluşan bilirkişi heyetinden alınan 31/5/2010
tarihli bilirkişi raporunda senetteki imzanın Y.A.nın
eli ürünü olduğu tespit edilmiştir.
b. İstanbul 10. İcra
Hukuk Mahkemesinin 30/6/2010 tarihli ve E.2009/1899, K.2010/1013 sayılı kararı
ile imza inkârına rağmen takibe konu senetteki imzanın davacının eli ürünü
olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
c. Temyiz üzerine
Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 9/11/2010 tarihli ve E.2010/22814, K.2010/26240
sayılı kararı ile hükme esas alınan bilirkişi raporunun yeterli teknik donanıma
sahip bir laboratuvar ortamı yerine icra mahkemesi hâkim odasında yapılan
inceleme sonucu düzenlendiği, ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında
açıklanan ilkelere uygun bulunmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar
verilmiştir.
d. Karar düzeltme
istemi aynı Dairenin 3/5/2011 tarihli ve E.2011/1431, K.2011/8268 sayılı
ilamıyla reddedilmiştir.
e. Bu arada Kadıköy
4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan bireysel başvuruya konu menfi tespit
davasında verilen karar kesinleşmiştir. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesince
bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 22/3/2013
tarihli ve E.2011/666, K. 2013/169 sayılı karar ile davacı tarafından bireysel
başvuruya konu Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit
davası sonunda protokol ve senet dolayısıyla davacının başvurucuya borçlu
olmadığının tespitine karar verildiği ve kararın kesinleştiği, bu karar
doğrultusunda davacının icra takibine konu senetten dolayı borcunun
bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın konusu kalmadığından esas
hakkında karar verilmesine yer olmadığı kabul edilmiştir.
13. a. Y.A., protokolün sahte olarak
kendisi adına imzalandığını ileri sürerek başvurucunun resmî belgede sahtecilik
suçunu işlediği iddiasıyla Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunmuştur.
b. Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığınca protokoldeki imzanın incelenmesi için önce Kadıköy Adli Tıp
Şube Müdürlüğüne başvurulmuş, 17/2/2010 tarihli raporda protokol aslındaki
imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğu tespit edilmiş;
itiraz üzerine alınan Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 24/11/2010 tarihli
raporunun da aynı doğrultuda olması nedeniyle 7/12/2010 tarihli ve Sor.
2009/52964, K.2010/25805 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir.
c. Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı, itiraz üzerine Üsküdar
2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2011 tarihli ve 2011/136 Değişik İş sayılı kararı
ile suçun işlenip işlenmediğine ilişkin yargılama yapılması gerektiği
belirtilerek kaldırılmış ve başvurucu aleyhine Kadıköy 3. Ağır Ceza
Mahkemesinde resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan dava açılmıştır.
d. Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 20/3/2012
tarihli ve E.2011/73, K.2012/54 sayılı kararı ile gerek Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığının Sor.2009/52964 sayılı dosyası kapsamında Adli Tıp Belge
İnceleme Uzmanı tarafından düzenlenen 17/2/2010 tarihli bilirkişi raporu gerek
Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 24/11/2010 tarihli bilirkişi raporu ile bu
raporları destekler nitelikteki diğer bilirkişi raporları kapsamında
protokoldeki imzanın Y.A.nın eli ürünü olduğunun net
olarak tespit edildiği, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen rapora itibar
edilmekle birlikte protokol çıplak gözle incelendiğinde de katılan Y.A.nın ismi altında bulunan imzanın Y.A.dan temin edilen imza örnekleri ile benzerlik
gösterdiği, her ne kadar Y.A. tarafından senede ilişkin olarak Kadıköy 4.
Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının kabul edildiği iddia
edilmiş ise de menfi tespit davasından farklı olarak bu davanın taraflar
arasındaki borca ilişkin olmayıp iddia edilen belge üzerindeki imzanın Y.A.ya ait olup olmadığına ilişkin bir ceza davası olduğu,
hukuk mahkemesi ile ceza mahkemesinin ispat kuralları arasında fark bulunduğu,
bu bakımdan borçlu olunmadığının tespitine ilişkin olarak Hukuk Mahkemesince
verilen kararın bu yargılama yönünden bağlayıcı bir yönü olmadığı ve çelişki
oluşturmadığı vurgulanarak tüm dosya kapsamı dikkate alındığında protokoldeki
imzanın Y.A.ya ait olduğunun anlaşıldığı ve müsnet suçların başvurucu tarafından işlenmediğinin sabit
olduğu gerekçesiyle başvurucunun beraatına karar verilmiştir.
e. Karar, katılan
sıfatıyla Y.A. tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesinin devam ettiği
anlaşılmıştır.
14. a. Y.A., senedin sahte olarak
düzenlendiği iddiasıyla başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
suç duyurusunda bulunmuştur.
b. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 28/2/2011 tarihli
senetteki imzanın müşteki Y.A.nın eli ürünü olduğunu
tespit eden raporuna dayanılarak 8/3/2011 tarihli ve Sor.2009/54795,
K.2011/2568 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
c. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı, itiraz
üzerine Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/4/2011 tarihli ve 2011/130 Değişik
İş sayılı kararı ile reddedilmiş ise de Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
18/7/2012 tarihli ve 2012/286 Değişik İş sayılı kararıyla şikâyete konu senedin
sahte olarak düzenlendiği hususunun Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde
açılan menfi tespit davası sonunda verilen karar ile kesinleştiği, bu nedenle
yeni delilin ortaya çıktığı, ortaya çıkan bu yeni delilin mahkemede
tartışılmasının zorunlu olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 173. maddesinin (6) numaralı fıkrası kapsamında
itirazın reddine ilişkin kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu
kapsamda başvurucu aleyhine İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinde resmî belgede
sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan dava açılmıştır.
d. İstanbul 18. Ağır
Ceza Mahkemesinin E.2012/379 sayılı dosyası kapsamında açılan ceza davası devam
etmekte olup Mahkemece Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin (İstanbul Anadolu 8.
Ağır Ceza Mahkemesi) 20/3/2012 tarihli ve E.2011/73, K.2012/54 sayılı
dosyasının Yargıtay temyiz incelemesinden dönüşünün beklendiği anlaşılmıştır.
15. a. Y.A. tarafından başvurucu aleyhine protokol ve senedin
kendi iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak düzenlendiği, her iki belgedeki
imzaların kendisine ait olmadığı ve borçlu olmadığının tespitine ilişkin olarak
22/10/2010 tarihinde Kadıköy 4. Asliye Ticaret
Mahkemesinde, yukarıda belirtilen (bkz. § 12.e) ve İcra Hukuk Mahkemesi
kararına esas alındığı anlaşılan menfi tespit davası açılmıştır.
b. Kadıköy 4. Asliye
Ticaret Mahkemesince protokol ve senetteki imzaların incelenerek rapor alınması
için dosya, İstanbul Polis Kriminoloji Müdürlüğü Belge İnceleme Şube
Müdürlüğüne gönderilmiş; üç grafoloji ve sahtecilik uzmanının hazırladığı
17/8/2011 tarihli bilirkişi raporunda protokoldeki ve senetteki imzaların
davacı Y.A.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte
kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit edilemediği yönünde görüş bildirilmiştir.
c. Kadıköy 4. Asliye
Ticaret Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2010/837, K.2011/986 sayılı kararı
ile davanın kabul edilme gerekçesi şöyledir:
“...
Her ne kadar davalı tarafından bilirkişi raporuna itiraz
edilmişse de, raporun içeriğine yönelik bir itirazları olmamıştır. Şeklen
bilirkişilere ve bilirkişilere gönderilme biçimine itirazda bulunmuşlardır. Ayrıca dosya içinde bir kısım imza incelemesi raporları bulunsa da,
bunların başka dava dosyalarından yapılan incelemeler olması, bir kısmının tek
kişilik bilirkişi, bir kısmının da özel bilirkişi incelemesi olması ve denetime
elverişli olmaması nedeniyle, mahkemece 3 kişilik heyetçe incelenmesi için
bilirkişi incelemesi kararı verilmesiyle, dava dosyası Polis Kriminoloji
Enstitüsüne gönderilerek inceleme yaptırılmıştır. Heyetçe verilen
raporun kapsamlı, denetime elverişli ve karar verilmeye yeterli olduğu
kanaatine varılmıştır. Ayrıca, Mahkemenin aşağıda açıklandığı gibi farklı
gerekçeleri de olduğundan yeniden bilirkişi incelemesinin gerekli olmadığı
sonucuna varmıştır. Bu nedenle davalının yeniden bilirkişi incelemesi
yapılmasını isteyen itirazları reddedilmiştir.
Kaldı ki; davalı-alacaklı tarafından, davacı Y.A.nın şahsına verilmiş bir para bulunmadığı konusunda
taraflar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Davalı-alacaklı Y.A.nın şahsına herhangi bir para verdiği iddiasında
değildir.
Davalının iddiası;
davaya konu “senedin temel ilişkisi” olarak, davacı Y.A.nın
eski eşinden olma oğlu A.H.O.ya ticaret yapmak üzere
para verdiği iddiasına dayanmaktadır. Davalı gerek Kadıköy 2.Aile Mahkemesinde
açmış olduğu 2006/406 E., 2008/463 K. sayılı katkı
payı davasında, gerekse işbu davada aynı iddiasını tekrarlamıştır…..
…Davalının para verdiğini iddia ettiği kişi A.H.O. dava dışı
olup, üçüncü kişi durumundadır. Davacının oğlu A.H.O.ya
verildiği iddia edilen paradan davacının sorumlu olması söz konusu değildir.
Davalı iddiasını sürdürecekse, üçüncü kişi A.H.O.ya
karşı yöneltmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle senedin temel ilişkisinde
davacıya verilen bir para olmadığından, davacının borçlu olması söz konusu
değildir. Nitekim, Kadıköy 2.Aile Mahkemesi’nin …
27/5/2008 tarih ve 2006/406 E., 2008/463 K. sayılı
kararının hüküm fıkrasında ‘’davacı-karşı davalının oğlu A.H.O.nun
Amerika’daki yaklaşık 40.000.000.- USD’nin
oluşumundaki katkı payı isteminin ispatlanamadığından reddine’’ karar
verilmiştir.…Karar kesinleşmiştir.
Davalının cevap dilekçesinin 2.sayfasındaki, …A.H.O.nun yaptığı usulsüzlüklerin tespit edilmesi ve
Amerika vergi kanunlarındaki ağır hükümler nedeniyle büyük miktarda para
cezalarına ve hapis cezasına çarptırılması söz konusu olacağından Y.A.nın müvekkiline uzlaşma talebinde bulunduğunu, bunun
üzerine 28.10.2008 tarihli protokolün tanzim edildiğini, protokol gereği
05.01.2009 vadeli, 20.000.000.- USD. bedelli senedin kendilerine verildiğini, protokolde
ayrıca, A.H.O tarafından hesaplarda bir takım usulsüzlükler yapılıyor olsa
gerek, bu ödeme karşılığında müvekkilli tarafından A.H.O.nun fon ve banka hesaplarının müvekkil tarafından
irdelenmemesi, bu konuda Amerika ve Bermuda’da hiçbir hukuki yola
başvurulmaması ve suç duyurusunda bulunulmaması kararlaştırıldığından,
özellikle dilekçenin 3.sayfasındaki “protokolde ayrıca (A.H.O tarafından
hesaplarda bir takım usulsüzlükler yapılıyor olsa gerek) bu ödeme karşılığında
müvekkil tarafından A.H.O.nun fon ve banka
hesaplarının müvekkil tarafından irdelenmemesi, bu konuda Amerika ve Bermuda’da
hiçbir hukuki yola başvurulmaması, suç duyurusunda bulunulmaması
kararlaştırılmıştır” şeklindeki ifadesinden davacı tarafından imzalandığı öne
sürülen senet ve protokol, davalı tarafın, davacının oğlu A.H.O.nun
Amerika’da usulsüz işler yaptığı, oğlunun şikayet edileceği, şikayet edilmesi
halinde ağır vergi cezaları ve hapis cezalarıyla karşı karşıya kalacağı
yönündeki telkinleri neticesinde, davacının endişe ve korku ile müzayakaya
düşürülmesi neticesinde gerçekleşmiştir. Bu durumda senet ve protokol davacı
tarafından imzalanmış olsa bile, davalının bu davranışı hukuken ahlaki
olmadığından, hukuki korumadan yararlanması söz konusu değildir.
…
Bu itibarla;
Senet ve bonodaki imzanın davacının eli mahsulü olmadığı
yönündeki raporun yeterli ve denetime elverişli olması, senedin temel
ilişkisinde iddia edilen paranın üçüncü kişi A.H.O.ya
verildiği, davalı tarafında bir talepte bulunacaksa davacı-borçludan değil,
üçüncü kişi A.H.O.ya yönlendirilmesi gerekeceği,
davacı-borçluya doğrudan herhangi bir para verilmemiş olması, bu hususta davacı
ve davalı tarafın ihtilafının olmaması, ayrıca senet ve protokol davacı
tarafından verilmiş olsa bile, senedin iktisap şeklinin hukuken korunamayacak
nitelikte ahlaka aykırı olması nedenleriyle mahkememizce, davanın kabulüne
karar vermek kanaati kesin olarak oluşmuştur.”
d. Davalının temyizi
üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 12/11/2012 tarihli ve E.2012/10133,
K.2012/16467 sayılı ilamı ile dosya içeriğine uygun davanın görüldüğü Mahkemede
alınan bilirkişi heyetinin raporunun hükme esas alınmasına ve senedin
düzenlemesine konu paranın dava dışı üçüncü kişiye verildiği savunmasına göre
hükmü oy çokluğu ile onamıştır.
e. Çoğunluk görüşüne
katılmayan üyenin karşıoy gerekçesi şöyledir:
‘’…
Davacı vekili, gerek protokol, gerekse bonodaki imzaların
müvekkiline ait olmadığını, dava konusu protokol ve bononun sahte
düzenlendiğini ve müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu bulunmadığını iddia
etmiş, davalı ise protokolün taraflar arasındaki boşanma davasından sonra
açılan katkı payı alacağına ilişkin davanın uzlaşma yoluyla sonuçlandırılması
amacıyla bononun da bu protokole göre düzenlendiğini, imza inkarının
yersiz olduğunu savunmuştur.
Bu iddia ve savunma karşısında öncelikle dava konusu
protokol ve bonodaki imzaların davacının eli ürünü olup olmadığının
belirlenmesi gerekmektedir.
Mahkemece yaptırılan imza incelemesiyle ilgili olarak
düzenlenen 17.08.2011 tarihli bilirkişi heyeti raporunda: “protokol ve senet
altındaki imzaların mevcut mukayese imzalarına kıyasla Y.A.nın
elinden çıktığını gösterir nitelikte kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit
edilemediği” görüşüne yer verilmiştir. Davalı vekilince iş bu bilirkişi
raporuna itiraz edilmiş, dosyada bulunan ve resmi mercilerce alınan diğer
bilirkişi raporlarıyla mahkemece alınan bilirkişi raporu arasında çelişki
bulunduğu gerekçesiyle imza incelemesine yönelik olarak Adli Tıp Kurumu Genel
Kurulu'ndan rapor alınması talep edilmiştir.
Hükme esas alınan bilirkişi heyeti raporu dışında dosyada
resmî yoldan alınmış imza incelemesine ilişkin 4 ayrı rapor bulunmaktadır. Bu
raporlardan ikisi protokoldeki imzanın, diğer ikisi ise senetteki imzanın
incelenmesi sonucu düzenlenmiştir.
…
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, önceki resmi raporlar
irdelenmemiş ve o raporlardaki görüşlere itibar edilmemesinin nedenleri
açıklanmamıştır. Bu durumda mahkemece, raporlar arasındaki çelişkinin
giderilmesi amacıyla yeniden imza incelemesi yaptırılması ve bu yöne ilişkin itirazların
değerlendirilmesi gerekirken eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru değildir.
Yerel mahkemenin “dava konusu protokol ve senet davacı
tarafından imzalanmış olsa bile, davacı müzayakaya düşürülerek alındığından ve
davalının davranışı hukuken ahlaki olmadığından hukuki korunmadan
yararlanamayacağı, senedin temel ilişkisinde iddia edilen paranın üçüncü kişi A.H.O.ya verildiği konusunda taraflar arasında ihtilaf
bulunmaması karşısında davalının alacak talebini davacıya değil A.H.O.ya yönlendirmesi gerektiği" yolundaki
gerekçesinde de isabet bulunmadığı düşünülmektedir.
Zira, dava konusu protokolün konusu, “21 yıl evli
kalan tarafların Kadıköy 2.Aile Mahkemesinin 2006/406 Esas ve 2008/463 Karar
sayılı ilamı ile aralarında devam eden katılım payı, tazminat davasının
protokolde belirtilen hususlarda mutabık kalınarak sonuçlandırılması” olarak
belirlenmiş ve 2. maddesinde “İmzalanan bu protokol ile Y.A.nın
davalıya 28.10.2008 tanzim ve 05.01.2009 vadeli 20.000.000 USD bedelli bonoyu
imza edip verdiği” belirtilmiştir. Protokolün 3,4 ve 5. maddelerinde ise
davalıya düşen yükümlülükler hükme bağlanmış ve davalı bu yükümlülükler
çerçevesinde katkı payına ilişkin davanın temyizinden feragat etmiştir.
Taraflar arasında dava konusu olan katkı payı ile ilgili uyuşmazlığın
sulh yoluyla çözümlenmesini amaçlayan dava konusu protokolün müzayaka altında
düzenlendiği ve ahlaka aykırı olduğu yolundaki iddianın inandırıcı delillerle
kanıtlanamadığı ve bu nedenle uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde ve her türlü
kuşkudan uzak bir şekilde çözümlenebilmesinin imza incelemesiyle ilgili
raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine bağlı olduğunu ve yerel mahkeme
kararının bu nedenlerle bozulması gerektiği …’’ şeklinde görüş bildirmiştir.
f. Başvurucunun karar
düzeltme talebi, aynı Dairenin 11/2/2013 tarihli ve E.2013/589, K.2013/2466
sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
16. Anılan karar başvurucuya 28/2/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı
İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Borçlu, icra takibinden önce veya takip
sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit
davası açabilir.”
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki
taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz
ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz
…”
20. 6100 sayılı Kanun’un 26. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan
fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.
…”
21. 6100 sayılı Kanunu’nun 27. maddesi şöyledir:
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer
ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına
sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini
ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
içerir.”
22. 6100 sayılı Kanun’un 141. maddesi şöyledir:
“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile
serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile
iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme
duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun
muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut
değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya
savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi
konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.”
23. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı
mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 185. maddesi şöyledir:
“Kanunu Medenide tayin olunan haller mahfuz
kalmak şartiyle dava ikamesi ile aşağıda gösterilen
neticeler hasıl olur:
1 – Müddeaaleyhin
rızası olmaksızın müddei davasını takipten sarfınazar edemez.
2– Müddei, Müddeaaleyhin rızası
olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tebdil edemez. Aşağıdaki madde
hükmiyle davadan feragat veya ıslah bu hükümden müstesnadır.”
24. 6100 sayılı Kanun’un
211. maddesi şöyledir:
“(1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu
hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile
inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:
a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap
ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza
attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim,
sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek
durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında
bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr
etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine
çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.
b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde
sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar
verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma
yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu
yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak
inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda
tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.”
25. 6100 sayılı Kanun’un 214. maddesi şöyledir:
“(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince
verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde
de sahtelik iddiası dinlenmez.
(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza
verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk
mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.”
26. 6100 sayılı Kanun’un 266. maddesi şöyledir:
“(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya
teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut
kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik
mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan
konularda bilirkişiye başvurulamaz.”
27. 6100 sayılı Kanun’un 281. maddesi şöyledir:
“(1) Taraflar, bilirkişi raporunun,
kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik
gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren
hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni
bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.
(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik
yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için,
bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi,
tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da
kendiliğinden isteyebilir.
(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için
gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme
de yaptırabilir.”
28. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı
mülga Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi şöyledir:
“Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 1/4/2013 tarihli ve 2013/2418 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, başvuruya konu edilen
Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2010/837, K.2011/986 sayılı menfi
tespit davasında daha önce dava, takip ve soruşturma dosyaları kapsamında ikisi
Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınmış toplam dört resmî bilirkişi raporuyla
dava konusu senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğu tespit
edilmesine rağmen Mahkemece yeniden imza incelemesi yapıldığını, alınan son
bilirkişi raporunun diğer raporlar ile çelişkili olmasına ve çelişkinin
giderilmesi talep edilmesine rağmen çelişki giderilmeden son rapora itibar
edilerek karar verildiğini, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
dışından bilirkişilerce düzenlendiğini, çelişki hâlinde bilirkişi raporunun
Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınması zorunlu olmasına rağmen bu kurala
uyulmadığını, protokolün sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza
yargılamasının sonucu beklenmeksizin hızlı bir şekilde karar verildiğini, iddia
ve savunmanın genişletilmesine muvafakat edilmediği hâlde iddianın
genişletilmesi yasağına aykırı olarak karar verildiğini, verilen kararın keyfî
olduğunu belirterek adil yargılanma ve davanın sonucu itibarıyla mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihtiyati tedbir kararı verilerek
20.000.000 USD (36.422.000 TL) zararın ödenmesini, bu talebin kabul edilmemesi
hâlinde yeniden yargılanma yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine gönderilmesini
talep etmiştir.
B. Değerlendirme
31. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun,
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü
anlaşılmıştır. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını özellikle
menfi tespit davasının sonucuna dayandırmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
32. Başvurucunun; daha önce alınmış
bulunan resmî bilirkişi raporlarına rağmen yeniden imza incelemesi yapılarak
diğer bilirkişi raporlarıyla çelişkili olan son bilirkişi raporuna itibar
edilmek suretiyle hüküm kurulduğu, çelişkinin giderilmesi talep edilmesine
rağmen talebin dikkate alınmadığı, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu
Başkanlığı dışından bilirkişilerce düzenlendiği, çelişki hâlinde Adli Tıp
Kurumu Başkanlığından rapor alınmasının zorunlu olduğu, dava konusu protokolün
sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza yargılamasının sonucunun
beklenmediği, iddianın ve savunmanın genişletilmesi yasağına aykırı hareket
edildiği, kararın keyfî olduğu yönündeki iddiaları bir bütün olarak adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali
iddiası niteliğinde değerlendirilerek incelenmiştir. Menfi tespit davasının sonucu
itibarıyla Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiası ise hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının
incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olup bu ihlal iddiası yönünden ayrıca
inceleme yapılmamıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Başvurucunun, adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurusunun açıkça
dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
34. Başvurucu, daha önce ikisi Adli Tıp
Kurumu Başkanlığından alınmış bulunan toplam dört resmî bilirkişi raporunda
dava konusu senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğunun
tespit edilmesine rağmen Mahkemece yeniden imza incelemesi yapıldığını, son
alınan bilirkişi raporunun diğer raporlar ile çelişkili olmasına ve çelişkinin
giderilmesi talep edilmesine rağmen çelişki giderilmeden son rapora itibar
edilerek karar verildiğini, son bilirkişi raporunun Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
dışından bilirkişilerce düzenlendiğini, çelişki hâlinde Adli Tıp Kurumu
Başkanlığından rapor alınması zorunlu olmasına rağmen bu kurala uyulmadığını,
protokolün sahteliğine ilişkin olarak devam eden ceza yargılamasının sonucu
beklenmeksizin hızlı bir şekilde karar verildiğini, iddia ve savunmanın
genişletilmesi yasağına aykırı davranıldığını, verilen kararın keyfî olduğunu
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
35. Bakanlık görüş yazısında, dava
konusu olay ve olgulara ilişkin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk
kurallarının yorumlanması sonucu keyfîlik içermeyen
bir gerekçe ile karar verilmesi durumunda adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden söz edilemeyeceği, bu kapsamda ceza hâkiminin verdiği kararın
kural olarak hukuk hâkimini bağlamayacağı ancak hukuk hâkiminin bazı durumlarda
ceza hâkiminin kararlarını dikkate alması, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin
tecellisi için iki çelişkili bilirkişi raporu ile karşılaşıldığında raporlar
arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıracak yeni bir bilirkişi raporu istemesi
gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de (AİHM) aynı dava konusuna
ilişkin çelişkili bilirkişi raporları ile karşılaşılması hâlinde hiçbir kuşkuya
yer vermeyecek ve çelişkileri ortadan kaldıracak şekilde yeni bir bilirkişi
raporunun hazırlanması gerektiği yönünde kararı bulunduğu, somut olayda
senetteki imzanın Y.A.ya ait olduğunun toplam dört
bilirkişi raporuyla kabul edildiği ancak menfi tespit davasında İstanbul Kriminal Polis Laboratuarı
Müdürlüğüne yaptırılan incelemede imzanın Y.A.nın eli
ürünü olmadığının tespit edildiği, Mahkemece toplam beş bilirkişi raporu
arasında oluşan bu çelişkili duruma rağmen hazırlanan bilirkişi raporunun
yeterli ve denetime elverişli olması gerekçe gösterilerek son bilirkişi raporu
yönünde hüküm kurduğu, şikâyetin esasının incelenmesinde belirtilen hususların
da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
36. Başvurucu; Bakanlık görüşüne katıldığını, başvurunun özünü
teşkil eden ve somut olan problemin bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin
giderilmemesi olduğunu belirtmiştir.
37. Anayasa Mahkemesi; kural olarak derece mahkemelerince
verilen kararlarda maddi vakıaların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulaması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirmesi
ile uyuşmazlığa getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmadığını inceleyen
bir merci değildir. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında kalan
haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını
incelemektir. Buna göre Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan hak
ve özgürlüklere müdahale edilmedikçe, derece mahkemelerinin maddi vakıaları ve
delilleri değerlendirmesi, hukuk kurallarını yorumlaması ve uygulaması ile
uyuşmazlığın sonucunun esas yönünden adil olup olmaması Anayasa Mahkemesinde
bireysel başvuru incelemesine konu olmayacaktır (Sebahat Tuncel (2),
B. No: 2014/1440, 26/2/2015, §§ 53, 54).
38. Nitekim Anayasa Mahkemesi adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri
incelediği pek çok kararında derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği
ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu, özellikle
taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesinin öncelikle
derece mahkemelerinin görevi olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesi, görevi gereği Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan
adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan usule ilişkin güvencelerin asgari
standartlarda sağlanıp sağlanmadığını denetlemek zorundadır. Bu durum salt
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapıldığı şeklinde
yorumlanamayacağı gibi Anayasa Mahkemesinin, Anayasa ile verilen temel
haklardan birinin ihlal edilip edilmediğini incelemek görevinin yerine getirilmesi
anlamını taşımaktadır (Sebahat Tuncel (2), § 54).
39. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen
iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla
birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma
ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi,
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti.,
B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut
başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden başvurucunun
şikâyetleriyle bağlantılı görülen silahların eşitliği ilkesi ile gerekçeli
karar hakkının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini, bir bütün olarak
yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülüp yürütülmediğini inceleyecektir.
40. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
41. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
42. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
44. Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki
gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak
gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma
sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara
dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin
reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak
ölçü ve özeni haiz olması gerekmektedir. Zira bir davada tarafların, hukuk
düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri
için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme
varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren,
ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe
bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı”
yönünden zorunludur (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014,
§§ 37, 38).
45. Mahkemeler “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını
yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmanın yanı sıra
tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun
bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda toplumun kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri, § 34).
46. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 26).
47. Diğer yandan özellikle muhakeme sırasında açık ve somut bir
biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka
bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla
doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt
verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 35). Nitekim insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak
değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması zorunludur. Buna göre
mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları
yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması,
mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce
belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, § 36). Makul
gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş,
B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Mahkemenin davanın
sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir
yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya
savunmaların cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil
yargılanma hakkının ihlaline neden olabilir (Hüseyin
Özdemir, B. No: 2013/7455, 25/3/2015, §
77).
48. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için
davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların
dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi”
vardır (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 30; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000,
§ 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının,
başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel
şikâyetlerini incelemekten kaçmaya neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi
davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007,
§§ 84, 85).
49. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmektedir (Uğur Büke, B.
No: 2013/4177, 22/1/2015, § 29). Silahların eşitliği
ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi
tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma
düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile
getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın
Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkesine
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38).
50. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik
Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27). Buna göre özellikle
çözümü hukuk dışında özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda Mahkemece -alınan
bilirkişi raporu yeterli şekilde açıklığa kavuşturulmamış ve başvurucunun bu
yöndeki iddia ve delilleri yeterince değerlendirilmemiş ise- silahların
eşitliği ilkesi kapsamında delilleri inceletme hususunda uygun imkânların
sağlandığından bahsedilemeyecektir. Sunulan delillere karşı davanın taraflarına
etkili şekilde itiraz etme imkânı sunulmalıdır.
51. Başvuru konusu olayda, protokol ve senedin Y.A.nın iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak
düzenlendiği, protokol ve senetteki imzaların Y.A.ya
ait olmadığı iddiasıyla başvurucu aleyhine menfi tespit davası açılarak borçlu
olunmadığının tespiti istenmiştir. Protokol ve senet üzerindeki imzaya itiraz
edilerek imzaların davacıya ait olmadığı iddia edildiğinden Mahkemece gerekçeli
kararda konunun en iyi uzmanı olduğu belirtilen İstanbul Kriminal
Polis Müdürlüğü Belge İnceleme Şube Müdürlüğünden imza incelemesine ilişkin
olarak rapor alınmıştır. Üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan 17/8/2011 tarihli raporda, protokol ve senet üzerinde yer
alan iki imza ile Y.A.nın mevcut mukayese imzaları
arasında her ne kadar genel şekil ve yapıları itibarıyla benzerlik bulunduğu
gözlemlenmiş ise de yapılan ileri analiz ve mukayeseli incelemeler neticesinde
aralarında kaligrafik ve grafolojik tanı unsurları yönünden farklılıklar
bulunduğunun belirlendiği ve sonuç olarak protokol ve senet üzerindeki imzaların
Y.A.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte
kaligrafik ve grafolojik bulgu tespit edilemediği belirtilmiştir. Raporda daha
önce savcılık soruşturma dosyalarında ve taraflar arasında devam eden dava
dosyaları kapsamında alınmış bulunan bilirkişi raporlarından farklı bir sonuca
ulaşılmasına rağmen bu raporlara niçin itibar edilmediği yönünde bir
değerlendirme ve açıklamaya yer verilmemiştir.
52. Başvurucu, bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Bilirkişi
raporunun Mahkemeye sunulmasından sonra 25/10/2011 tarihli
celsede bilirkişi raporuna itirazların tekrar edildiği, dosyada dört rapor
bulunduğu, Adli Tıp Kurumundan alınan iki ayrı rapor, İstanbul 10. İcra Hukuk
Mahkemesinden alınan rapor ve Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığınca alınmış
raporlar bulunduğu, bu raporların mevcut rapor ile çeliştiği, çelişkinin
giderilmesi ve dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiği vurgulanmış;
yine 20/12/2011 tarihli celsede Polis Kriminal
Müdürlüğünde inceleme yapılmasının doğru olmadığı, raporun geçersiz olup Adli
Tıp Kurumu Daireler Genel Kurulundan rapor alınması gerektiği, ayrıca rapora
itirazların da bulunduğu belirtilmiştir. Mahkemece 20/12/2011
tarihli celsede başvurucu vekilinin Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına
ilişkin talepleri dosya kapsamına göre yerinde görülmeyerek reddedilmiş ve
30/12/2011 tarihli celsede davanın kabulüne, dava konusu protokol ve senet
dolayısıyla davacının davalı başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar
verilmiştir.
53. Mahkeme kararının gerekçesinde
davalı başvurucunun bilirkişi raporunun içeriğine yönelik bir itirazının
bulunmadığı, şeklen bilirkişilere ve bilirkişilere gönderilme biçimine itiraz
ettiği, dosya içinde bir kısım imza incelemesi raporu bulunsa da bunların başka
dava dosyaları kapsamında alındığı, bir kısmının tek kişilik, bir kısmının da
özel bilirkişi incelemesi olduğu ve denetime elverişli bulunmadığı, Mahkemece
üç kişilik heyetçe bilirkişi incelemesi kararı verildiği, dava dosyasının Polis
Kriminoloji Enstitüsüne gönderilerek inceleme yaptırıldığı, heyetçe verilen
raporun kapsamlı, denetime elverişli ve karar vermeye yeterli olduğu, ayrıca
Mahkemenin davanın kabulüne ilişkin olarak farklı gerekçeleri de olduğundan
yeniden bilirkişi incelemesinin gerekli bulunmadığı, bu yöndeki itirazların
reddedildiği belirtilmiştir.
54. Bir davaya ilişkin olarak iddia ve savunmanın dayanağını
teşkil eden, taraflarca usulüne uygun ileri sürülmüş maddi vakıaların ve bu
vakıalara ilişkin delillerin doğru olup olmadığının usulünce araştırılarak
tespit edilmesi mahkemelerin görevidir. Özellikle yapılan bir yargılamada
çözümü hukuk dışında, özel ve teknik bir bilgi ve inceleme gerektiren
hususların yeterince açıklığa kavuşturulması gerekir.
55. Somut olayda davacı, menfi tespit davasına ilişkin dava
dilekçesinde protokol ve senedin iradesi ve bilgisi dışında sahte olarak
düzenlendiğini, protokol ve senetteki imzaların kendisine ait olmadığını iddia
ederek borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Yargılama
aşamasında senet ve protokoldeki imzaların davacının eli ürünü olduğuna ilişkin
ilgili Cumhuriyet Savcılıklarınca ve İcra Hukuk Mahkemesince alınmış dört
bilirkişi raporu sunulmuştur.
56. Uyuşmazlık konusu protokol sebebiyle resmî belgede
sahtecilik suçundan Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının Sor.2009/52964 sayılı
dosyası ile başlatılan soruşturma kapsamında 17/2/2010
tarihli Adli Tıp-belge inceleme (grafoloji) uzmanı tarafından düzenlenen
raporda, protokoldeki Y.A. adına atfen atılı imzanın Y.A.nın
eli ürünü olduğu kanaati bildirilmiştir. Aynı soruşturma dosyası kapsamında
Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 24/11/2010
tarihli raporda da Adli Belge İnceleme Laboratuvarında yapılan incelemede
protokoldeki Y.A. adına atılı imzanın Y.A.nın eli
ürünü olduğu, belgedeki Y.A. adına atılı imzanın başvurucu adına atılı imzaya
kıyasla farklı fiziki evsafta bir kalem ile atılmış olduğu bildirilmiştir.
57. Uyuşmazlık konusu senet sebebiyle İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının Sor.2009/54795 sayılı dosyası ile başlatılan soruşturma
kapsamında Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınan 28/2/2011 tarihli raporda Adli Belge İnceleme
Laboratuvarında yapılan incelemede senetteki borçlu imzalarının Y.A.nın eli ürünü olduğu bildirilmiştir.
58. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinin E.2009/1899 sayılı
dosyası ile senetteki imza itirazına ilişkin olarak yapılan yargılamada İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D. ve İstanbul Kriminal
Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden bilirkişilerce heyet hâlinde düzenlenen 31/5/2010 tarihli raporda da bir kısım optik aletten istifade
edilmek suretiyle grafometrik yöntemlerle yapılan
incelemede senette atılı bulunan borçlu imzalarının Y.A.nın
eli ürünü olduğu bildirilmiştir.
59. Başvurucu, senet ve protokoldeki imzaların davacıya ait
olduğunu tespit eden birbiriyle aynı yönde dört resmî bilirkişi raporu
bulunmasına rağmen Mahkemece yeniden yapılan bilirkişi incelemesinde önceki
raporlardan farklı olarak imzaların davacıya ait olmadığının ilk kez
belirlenmesinden ve itiraz edilmesine rağmen çelişki giderilmeksizin karar
verildiğinden şikâyet etmektedir. Başvurucunun söz konusu şikâyeti, davacının
dava dilekçesindeki temel iddiası ile doğrudan bağlantılı olup davanın sonucuna
etki etme ve oluşacak vicdani kanaati değiştirme ihtimali bulunmaktadır. Buna
göre başvurucunun bu şikâyetine ilişkin usulünce ileri sürülen itirazlarının
Mahkemece gerekçelendirilmemesi hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
sorun oluşturabilir. Diğer yandan itirazların şeklî olarak değerlendirmiş
olması yeterli olmayıp itiraza makul bir gerekçe ile cevap verilmelidir.
60. Başvurucunun 25/10/2011 ve
20/12/2011 tarihli duruşma tutanaklarına da yansıyan raporun içeriği ile
raporlar arasındaki çelişkiye ilişkin itirazları, protokoldeki imzanın
davacının eli ürünü olduğunu tespit eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet
hâlinde alınan 24/11/2010 tarihli bilirkişi raporu ile senetteki imzanın
davacının eli ürünü olduğunu tespit eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet
hâlinde alınan 28/2/2011 tarihli bilirkişi raporları ile bu raporları teyit
eden diğer raporlar dikkate alındığında başvurucunun son alınan bilirkişi
raporunun içeriğine itiraz ettiği, itirazın yalnızca şeklen bilirkişilere ve
bilirkişilere gönderilme biçimine ilişkin olmadığı, itiraza dayanak bilirkişi
raporlarının resmî nitelikte bulunduğu, özellikle 24/11/2010 ve 28/2/2011
tarihli raporların Adli Tıp Kurumu Başkanlığından heyet hâlinde alınmış
raporlar olduğu anlaşılmaktadır.
61. Belirtilen nedenlerle başvurucunun bilirkişi raporları
arasındaki çelişkinin giderilmesi yönündeki itirazlarının yeterince ve makul
bir biçimde değerlendirilmediği, itirazın reddi sebeplerinin makul gerekçeler
ile ortaya konulmadığı sonucuna varılmıştır.
62. Diğer yandan Mahkemece imza
incelemesine ilişkin bilirkişi raporu dışında davanın kabulüne ilişkin başka
gerekçelerin de bulunduğu belirtilmiş, başvurucunun cevap dilekçesi kapsamından
imzalandığı öne sürülen senet ve protokolün davacının endişe ve korku ile
müzayakaya düşürülmesi neticesinde gerçekleştiği, senet ve protokol imzalanmış
olsa bile senedin iktisap şeklinin hukuken korunamayacak nitelikte ahlaka
aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına
aykırı hareket edildiğinden ve protokolün tamamının ahlaka aykırı olduğu ayrıca
ikrah nedeniyle iptalinin istenebileceği yönünde davacının sonradan ileri
sürdüğü iddiaya süresinde itiraz edilerek muvafakat edilmediğinin
bildirilmesine rağmen bu hususun dikkate alınmadığından şikâyet etmektedir.
63. Dava açılmasının usul hukuku bakımından bir takım sonuçları
bulunmaktadır. Gerek dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun’da
gerek karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’da iddia ve
savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına ilişkin düzenlemeler
bulunmakta olup davanın belli bir aşamasından sonra iddianın değiştirilmesi ve
genişletilmesi ancak karşı tarafın muvafakati gibi bir takım şartların
varlığına bağlanmıştır.
64. Somut olayda davacının iradesi ve bilgisi dışında sahte
olarak protokol ve senet düzenlendiği iddiasıyla dava açılmıştır. Başvurucu
dava dilekçesinin verilmesinden sonra protokolün ahlaka aykırı olduğu, ikrah
nedeniyle iptal edilebileceğine ilişkin olarak davacı tarafça dilekçe
verildiğini, sahtelik iddiasıyla çelişen bu beyanlara süresinde itiraz edilerek
iddianın genişletilmesine muvafakat edilmediğinin bildirildiğini savunmuştur. Buna göre davacının süresinden sonra ileri sürüldüğü belirtilen
iddialarının öncelikle iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında
değerlendirilmesi ve ancak bu değerlendirmeden sonra esas yönünden kabul
edilebilirliğinin irdelenmesi gerektiği hâlde Mahkemece hakkaniyete uygun
yargılama hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden bu hususlarda
herhangi bir tartışma yapılmadığı, başvurucunun bu yöndeki iddialarına rağmen
hangi gerekçe ile belirtilen şekilde karar verildiği anlaşılamamaktadır.
65. Dava konusu protokolün sahteliği iddiasına dayalı olarak
başvuruya konu menfi tespit davasından sonra hükme bağlanan Kadıköy 3. Ağır
Ceza Mahkemesinin 20/3/2012 tarihli kararında
bilirkişi raporları kapsamında imzanın katılan Y.A.ya
ait olduğunun net bir şekilde tespit edildiği, mesnet suçların sanık başvurucu
tarafından işlenmediğinin sabit olduğu gerekçesiyle bir maddi vakıayı tespit
eden nitelikte beraat kararı verilmiş olup bu durum başvurucunun iddialarının
ciddiliğini destekleyici olması bakımından önemlidir.
66. Belirtilen nedenlerle yargılama süreci bir bütün olarak
değerlendirildiğinde hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında silahların
eşitliği ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmış olup
başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
67. Başvurucu, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini belirterek terditli olarak dava tarihi
itibarıyla 20.000.000 USD (36.422.000 TL) olan zararının ödenmesini, bu talebin
kabul edilmemesi hâlinde ise yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın
Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.
68. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun haklarının ihlal
edildiğinin tespiti hâlinde daha önce verilen kararlar doğrultusunda
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olabileceğini
bildirmiştir.
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi
şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
70. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiştir. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de bulunulmuş
olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş
olmakla beraber tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet
bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesine
(Kapatılan Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.