TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYNUR ÖZDEMİR ve DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2453)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Basvurucular
|
:
|
1. Aynur ÖZDEMİR
|
|
|
2. Mustafa ÖZDEMİR
|
|
|
3. Gülsüm ÖZDEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Kadir GÜNDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; birinci başvurucunun Deniz Harp Okulu öğrencisi
olduğu dönemde mobbinge (psikolojik taciz) maruz
kalması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakılmasının maddi ve manevi
varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, oda hapsi cezalarına
hükmedilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının,
ifade alma işlemi sırasında savunma hakkının gözetilmemesi, bağımsız ve
tarafsız mahkemede yargılamanın yapılmaması, açılan tazminat davasının
reddedilmesi ve aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/4/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin İdari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/11/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/2/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/4/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 5/5/2014
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 4/9/2009 tarihinde Deniz Harp
Okulunda öğrenime başlayan birinci başvurucu yaz tatili nedeniyle ailesinin
yaşadığı Antalya’da bulunmakta iken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2010/1003 Soruşturma sayılı dosyasından elde edilen birtakım belgelerde isminin
geçtiği gerekçesiyle ifadesi alınmak üzere 12/8/2010 tarihinde telefonla
aranarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ve öğrenim gördüğü Deniz Harp Okuluna
davet edilmiştir.
9. Çağrı üzerine birinci başvurucu; anne, babası olan ikinci ve üçüncü
başvurucular ile 13/8/2010 tarihinde İstanbul’da
bulunan Deniz Harp Okuluna gitmiş, aynı gün İstanbul Merkez Komutanlığına
götürülmüş ve burada iki subay tarafından "bilgi veren" sıfatıyla
başvurucunun ifadesi alınmıştır.
10. 13/8/2010 tarihli ifade tutanağına
göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda numarası anılan soruşturma
dosyasında şüpheli olan emekli bir albayın ikametgâhında yapılan aramada el
konulan dijital malzemeler ile çeşitli dokümanlarda birinci başvurucunun da
isminin geçtiği ve kendisiyle ilgili birtakım bilgilerin bulunduğu
açıklandıktan sonra kendisine, şüpheli emekli albayı ve el konulan belgelerde
isimleri bulunan bazı subaylar ile bazı askerî bayan öğrencileri tanıyıp
tanımadığı, bu kişilerle bir bağlantı ve ilişki içinde olup olmadığı, fiziksel
özellikleriyle ilgili kendisi hakkında tutulan nottan bilgi sahibi olup
olmadığı, bazı komutanlarının isimleri zikredilip kendileriyle cinsel ilişki
yaşayıp yaşamadığı, komutanlarından herhangi bir menfaat temin edip etmediği, kendisine
tehdit ve şantajda veya telkin ve vaatte bulunulup bulunulmadığı şeklinde
sorular sorulmuştur.
11. Birinci başvurucu, kendisine sorulan hususlarda herhangi bir
bilgisinin olmadığını ve kendisiyle ilgili olarak notlarda belirtilen fiziksel
özelliklerin dışındaki bilgilerin kendisiyle bir ilgisinin olmadığını, özel
hayatıyla ilgili asılsız bilgileri toplayan ve ele geçiren kişilerden şikâyetçi
olduğunu dile getirmiş ve bu hususlar ifade tutanağına aktarılmıştır.
12. Söz konusu ifade işleminden sonra Deniz Harp Okulundaki
öğrenimine ikinci sınıf öğrencisi olarak 23/11/2010
tarihine kadar devam eden birinci başvurucu hakkında bu süreçte verilen
disiplin cezaları şöyledir:
i.
25/8/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik”
ile cezalandırılan “Uygun olmayan kıyafet
ile okul içerisinde müsaade edilmeyen yerlere gitmek” eylemi,
ii. 27/8/2010
tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi”
ile cezalandırılan “Üstünü mükerreren
selamlamamak” eylemi,
iii. 1/9/2010
tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi”
ile cezalandırılan “Yatakhane düzeni bozuk
olmak” eylemi,
iv.
13/9/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik”
ile cezalandırılan “Tabura geç
gelmek” eylemi,
v.
13/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik”
ile cezalandırılan “Konferansta gürültü
etmek” eylemi,
vi. 27/10/2010
tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi”
ile cezalandırılan “Disiplin odasının iç
düzenini bozmak” eylemi,
vii. 27/10/2010
tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile
cezalandırılan “Tabura geç gelmek”
eylemi.
13. Birinci başvurucu; okul arkadaşlarının ve idarecilerin
kendisine olan bakış açılarının değişmesi, yaşananların basına yansıması ve
kendisine fahişelik yakıştırmasında bulunulması, en küçük olayda dahi
soruşturma açılıp savunmasının istenmesi ve disiplin cezasıyla
cezalandırılması, içinde bulunduğu psikolojik durum gereğince kendisini
koruması ve destek vermesi gereken denetim ve gözetim yükümlülüğü altındaki
idarenin bu sorumluluğunu yerine getirmemesi, aksine üzerine gelip kendisini
cezalandırma yolunu seçmesi ve kendisine karşı rencide edici asılsız
suçlamalarda bulunulması gibi nedenleri gerekçe göstererek 23/11/2010
tarihinde kendi isteğiyle Deniz Harp Okulundan ayrılmıştır.
14. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 115. maddesi gereğince istifa
hakkını kullanarak Deniz Harp Okulundan ilişiği kesilen birinci başvurucu
aleyhine yasal faiziyle birlikte 22.009 TL tazminat borcu hesaplanmıştır.
15. Başvurucular, psikolojik olarak zor günler geçiren birinci
başvurucuya karşı idareciler tarafından sorumlulukların yerine getirilmediği ve
aksine disiplin cezaları ile birinci başvurucunun yıldırılarak askerlik
mesleğinden ayrılmak zorunda bırakıldığı, kızlarını büyük bir umut ve beklenti
ile Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim eden ailenin de tüm bu süreçlerden olumsuz
olarak etkilendiği gerekçeleriyle idareden tazminat talebinde bulunmuşlar,
yasal süre içinde taleplerine cevap verilmeyerek taleplerinin zımnen
reddedilmesi üzerine 5/7/2011 tarihinde maddi ve manevi
tazminat davası açmışlardır.
16. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2011/1387, K.2012/1090 sayılı kararı
gereğince dava reddedilmiş ve 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli
İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname'nin (KHK) 14. maddesi gereğince, reddedilen maddi ve manevi tazminat
miktarları dikkate alınarak başvurucular aleyhine 10.450 TL avukatlık ücretine
hükmedilmiştir.
17. AYİM’in ret gerekçesi şöyledir:
“.. Davacı Aynur Özdemir’in
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda İstanbul Merkez K.lığınca ifadesinin alınması ve bu kapsamda kendisine
çeşitli sorular sorulmasının idari bir işlem olmadığı ve tamamen adli
makamların talimatları doğrultusunda gerçekleştirilen bu ifade alma işlemi
nedeniyle idarenin hukuki sorumluluğunun ileri sürülemeyeceği, zira AYİM’de (ve genel idari yargıda) tam yargı davası
açılabilmesinin temel koşulu olan “idari işlem veya eylemden dolayı zarar
görme” koşulunun oluşmadığı, keza yazılı ve görsel basında davacıyla ilgili
asılsız ve abartılı haberler yapılmasında da idarenin herhangi bir
sorumluluğunun bulunmadığı, zira bu haber ve yayınların da idari işlem veya
eylem mahiyetinde olmadıkları, dolayısıyla bu iki noktaya temas eden tazminat
taleplerinin hukuki dayanağının bulunmadığı ve tam yargı davasına konu
edilemeyeceği, bu halde; “Yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle psikolojik bir yıkım
sürecinde olan davacı Aynur Özdemir’e idarece gerekli destek ve yardımın
yapılmadığı, amirlerince rencide edildiği, okulla ilişiğinin kesilmesini temin
amacıyla ve asılsız suçlamalarla disiplin cezaları verildiği” yönündeki
iddiaların ayrıca incelenmesinde yarar bulunduğu, dosyaya yansıyan bilgilere
göre; davacının Merkez Komutanlığında ifadesinin alınmasından sonra davalı
idarece iki kez psikolojik destek sağlandığı, bu amaçla uzman psikologla
görüştürüldüğü ve son görüşme neticesinde psikolog tarafından davacının
“davacının ruhsal açıdan aşırı hassasiyet gösteren bir durumu yoktur” şeklinde
rapor düzenlendiği, keza süreç içinde idarece davacının her türlü disipline
aykırı eyleminin cezalandırılması cihetine gidilmeyip, onun kazanılmasına
çalışıldığı, verilen cezaların ise üst sınırdan verilmediği, 2009 yılında da
okuldan kendiliğinden ayrılmak için girişimde bulunan ve ancak amirlerinin
telkinleriyle bu girişimden dönen davacının, 2010 yılında yaşanan bu olumsuz
gelişmeler üzerine okuldan ayrılma yönündeki talebini tekrarladığı ve kendi
isteği doğrultusunda ilişiğinin kesildiği, okuldan ayrılmasına kadar geçen süre
içinde verilen disiplin cezalarının davacının ilişiğinin kesilmesini temin
amacıyla verildiği yönündeki iddiaları ve davacı vekilinin dilekçesinde geçen
sair soyut iddiaları kanıtlayacak somut herhangi bir bilgi ve belge
bulunmadığı, dolayısıyla davacının ifadesine başvurulmasından okuldan
ilişiğinin kesilmesine kadar devam eden süreçte davalı idareye yüklenebilecek
herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı, gibi olayda kusursuz sorumluluk
kuramına göre idarenin sorumluluğunu gerektirecek bir durum da olmadığı, bu
nedenle hukuki dayanaktan yoksun davanın reddinin gerektiği sonuç ve kanaatine
varılmıştır.”
18. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 6/3/2013 tarihli ve E.2013/327, K.2013/275 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 18/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucular 12/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un “Askerî
Öğrencilerin İstifa Hakları” kenar başlıklı 115. maddesi şöyledir:
“a)
Türk Silahlı Kuvvetleri eğitim-öğretim kurumları ile yurt içi ve yurt dışı
fakülte ve yüksek okullarda öğrenim gören askerî öğrenciler;
1) Lisans seviyesinde 4 üncü sınıfın,
2) Ön lisans seviyesinde 2 nci sınıfın,
3) Ortaöğretimde son sınıfın, Temmuz ayının son gününe kadar okul
masraflarını,
... ödemek suretiyle
istifa edebilirler. Yapılan hesaplamada personel ve amortisman
giderleri hariç, masraflar, sarf tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süre
için kanuni faizi ile birlikte hesaplanır. İntibak eğitimi sırasında yapılan
masraflar ödemeye dahil edilmez. Ayrıca, intibak
eğitimi sırasında yapılan tedavi masrafları ile vefat edenlerin cenaze
masrafları, Devlet tarafından karşılanır.”
21. 16/2/2013 tarihli ve 6413 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun 45. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 22/5/1930 tarihli ve 1632
sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun "Disiplin
cezalarının nevileri" kenar başlıklı mülga 165. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Askeri şahıslar hakkında
verilebilecek disiplin cezaları şunlardır:
...
B) Askeri öğrenciler hakkında:
1. Uyarı.
2. İzinsizlik: Altı haftaya kadar.
3. Oda Hapsi: Dört haftaya kadar.
..."
22. 6413 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin cezası vermeğe salahiyetli
amirler" kenar başlıklı mülga 168. maddesi şöyledir:
"1- Her amir emri altındaki şahıslara
disiplin cezaları vermeğe salahiyetlidir.
2- Disiplini bozan hareketten sonra fail
merbut bulunduğu takım ve kıta ve saireyi değiştirmiş
ise, disiplin amiri, yeni amirdir."
23. 6413 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin âmirlerinin ceza salâhiyeti"
kenar başlıklı mülga 171. maddesi şöyledir:
"Disiplin amirlerinin ceza vermek salâhiyetleri merbut cetvelde
gösterilmiştir."
24. 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli
ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi
amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve
avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler
lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve
işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler
lehine vekalet ücreti takdir edilir."
25. Anayasa'nın "Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi" kenar başlıklı 157. maddesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis
edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî
işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son
derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda
ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri,
mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve
gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için
gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve
nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay
ğınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca
seçilir.
Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört
yıldır.
Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından
olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama
usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."
26. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "Teminat"
kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire
Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri
olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında
hizmet görürler."
27. 1602 sayılı Kanun'un 8., 9. ve 10.
maddeleri şöyledir:
"Üyelerin seçimi:
Madde 8 - Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hakim
sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt
çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından
olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç
aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir."
"Atanma:
Madde 9 - Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve
üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının
onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de
yayımlanır.
Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askerî hakim
sınıfından olması şarttır."
"Görev süresi:
Madde 10 - Askeri Hakim sınıfından olmayan
üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucular;
i.
Birinci başvurucunun ailesinden ve avukatından yardım almaksızın iki sivil
polis eşliğinde İstanbul Merkez Komutanlığında bilgi veren sıfatıyla tek başına
ifadesinin iki subay tarafından alındığını, ifade alma işlemi esnasında birinci
başvurucuya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturmada
şüpheli olan emekli albay ve el konulan belgelerde isimleri bulunan bazı
subaylar ile bazı askerî bayan öğrencileri tanıyıp tanımadığı, bu kişilerle
hukuk dışı bir bağlantı ve ilişki içinde olup olmadığı, fiziksel özellikleriyle
ilgili kendisi hakkında tutulan notlardan haberdar olup olmadığı, isimleri
zikredilen bazı komutanları ile cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, bu kişilerden
bir menfaat temin edip etmediği, kendisine tehdit veya şantajda ya da meslek
hayatına ilişkin vaatte bulunulup bulunulmadığı şeklinde itham edici bir
üslupla yasal hakları hatırlatılmadan sorular sorulduğunu; tüm bunlar dikkate
alındığında ifadesine bilgi veren sıfatıyla değil, şüpheli sıfatıyla
başvurulduğunun anlaşılacağını; ifade alma işleminde savunma hakkının
gözetilmediğini, sonrasında Harp Okulunda öğrenim gören kendisinden başka sekiz
bayan öğrencinin daha ifadesinin alındığını öğrenen birinci başvurucu ve diğer
askerî bayan öğrenciler kastedilerek “askerî
fahişeler”, “Aynur kod adlı”
gibi ifadelerle yürütülen soruşturma kapsamındaki gelişmelerin medyaya
yansıdığını,
ii. Bilgi veren sıfatıyla
13/8/2010 tarihinde ifade veren birinci başvurucunun
bu tarihten sonra öğrenimine devam ettiği Deniz Harp Okulunda, ifadenin içeriği
ile ilgili olarak herhangi bir soruşturma geçirmemesine rağmen idarenin
kendisine karşı olan tutumunun olumsuz yönde değiştiğini, okuldan ayrılmak
zorunda kaldığı 23/11/2010 tarihine kadar geçen yaklaşık üç buçuk aylık süreçte
farklı disiplin suçlarını işlediği iddiasıyla on iki kez savunmasının
istendiğini, toplamda on altı gün hafta sonu izinsizlik ve on sekiz gün oda
hapsi cezasından oluşan yedi ayrı disiplin cezasıyla cezalandırıldığını,
psikolojik olarak zor günler geçirmesine rağmen gerek disiplin cezaları ile
gerekse kendisini koruması ve destek vermesi gereken koruma ve gözetim görevi
bulunan komutanlarının cinsel tacize varan onur kırıcı söz ve davranışları
nedeniyle mobbinge maruz kaldığını, tüm bunların
kişisel verilerini ve özel hayatını korumayan, sonrasında da baskıları
engelleyeceğine psikolojik olarak tacizde bulunan idarenin kusurlu eylem ve
işlemlerinden kaynaklandığını, son olarak kimliği gizli tutulan birinin
hakkında yaptığı ihbara binaen “Okulda porno
cd izlemek, ticaretini yapmak ve bulundurmak” suçlamasıyla
savunmasının istendiğini, tüm bu baskılar nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda
bırakıldığını,
iii. Birinci başvurucu
hakkında, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkeme ilkesine riayet
edilmeyerek askerî üstleri tarafından toplamda on sekiz gün oda hapsi cezasına
hükmedildiğini,
iv.
Tüm bu süreçte uğranılan maddi ve manevi zararların telafi edilmesi amacıyla
açtıkları tazminat davasını karara bağlayan AYİM’in,
hâkim sınıfından olmayan subay üyelerinin de bulunması nedeniyle bağımsız ve
tarafsız olmadığını,
v.
Yargılama sürecinde dile getirdikleri taleplerin ve sundukları delillerin AYİM
tarafından dikkate alınmadığını, yalnızca davalı idarenin beyanlarının hükme
esas alındığını, AYİM’in ret kararıyla birinci
başvurucunun yaşadığı tüm bu olumsuzluklar nedeniyle toplumda dışlanan aile
bireylerinin de ağır bir psikolojik bunalıma girdiklerini, ayrıca kusurlu
idareye ödemeleri için kendilerine tebliğ edilen öğrenci maliyetlerini içeren
tazminat ile gerçekleştirilen masraflar nedeniyle maddi ve manevi kayba
uğradıklarını,
vi. Davanın açıldığı
tarihte yürürlükte olan mevzuata göre AYİM’deki
yargılamalarda ıslah imkânı bulunmadığını ve davalı idare lehine nispi
avukatlık ücretine hükmedilemezken, dava sürecinde yapılan yasal değişiklikle
bunun aksine bir düzenleme getirildiğini, bu nedenle davanın reddedilmesi
sonucunda idare lehine 10.450 TL avukatlık ücretine hükmedildiğini, dava
tarihinde öngörülemeyen ve idari istikrar ilkesiyle bağdaşmayan bu durum
nedeniyle hak arama hürriyetlerinin zedelendiğini belirterek Anayasa’nın 17., 19., 20., 36., 48. ve 49. maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşler; ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
31. Başvurucuların;
i.
Yürütülen adli bir soruşturma kapsamında bilgi veren sıfatıyla 13/8/2010
tarihinde ifadesi alınan birinci başvurucunun bu tarihten sonra Deniz Harp
Okulunda sürdürdüğü öğrenim sürecinde yaşadığını ileri sürdüğü şikâyetlerinin
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı,
ii. Birinci başvurucunun
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkeme ilkesine riayet edilmeyerek
askerî üstleri tarafından toplamda on sekiz gün oda hapsi cezası ile
cezalandırıldığı yönündeki şikâyetlerinin özgürlük ve güvenlik hakkı,
iii. AYİM’in,
bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki
şikâyetleri, tazminat davasında sunulan delillerin ve dile getirilen taleplerin
AYİM tarafından dikkate alınmaması nedenleriyle maddi ve manevi kayba
uğradıkları yönündeki şikâyetleri ve dava tarihinden sonra değiştirilen mevzuat
gereğince aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
haklarının engellendiği yönündeki şikâyetleri ile 13/8/2010
tarihli ifade alma işleminde birinci başvurucunun haklarının hatırlatılmaması
ve avukat yardımından yararlandırılmaması yönünde savunma hakkı bağlamında
ayrıca ileri sürdükleri şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
a. Anayasa'nın 17.
Maddesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. İkinci ve Üçüncü
Başvurucular Yönünden
32. Birinci başvurucunun anne, babası olan ikinci ve üçüncü
başvurucular, yukarıda belirtilen iddialar kapsamında (bkz. § 29) Anayasa’nın
17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruması ve
geliştirmesi haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
33. Bakanlık görüş yazısında, ileri sürülen ihlal iddiasından
doğrudan zarar görmeyen ikinci ve üçüncü başvurucuların mağdur sıfatlarının
bulunmadığı ifade edilmiştir.
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar
başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından yapılabilir"
35. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar,
başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya
işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden
dolayı kişinin "kişisel olarak"
ve "doğrudan" etkilenmiş
olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014,
§ 42)
36. Başvuru konusu olayda
başvurucuların, kızlarının ifade vermesi için onunla birlikte İstanbul’a
geldikleri, ifade işleminden sonraki süreçte kızlarının Deniz Harp Okulundaki
öğrenimine devam ettiği, gerçekleştiği iddia edilen psikolojik tacizlerin okul
içindeki akademik ve sosyal yaşamdan kaynaklandığı, açılan maddi ve manevi
tazminat davasında mobbing sonucunu doğuracak eylem
ve işlemlerin birinci başvurucunun yaşadığı olaylar üzerinden dile getirildiği
ve söz konusu eylem ve işlemlerin kendileri üzerindeki etkilerinin kızlarının
okuldan ayrılmasından sonraki süreçte de devam ettiğini belirttikleri maddi ve
manevi kayıplar üzerinden davaya konu edildiği anlaşılmış; ayrıca dosya
kapsamındaki bilgi ve belgelerden başvuruya konu edilen süreç içinde ikinci ve
üçüncü başvurucuların kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden “doğrudan” etkilendiği sonucunu doğuracak
herhangi bir kanıya ulaşılamamıştır.
37. Maddi ve manevi varlığın korunması
ve geliştirilmesi hakkı bağlamında kızlarının maruz kaldığını iddia ettikleri
psikolojik tacizler nedeniyle ikinci ve üçüncü başvurucuların güncel ve kişisel
haklarının doğrudan etkilendiği hususunda kanaat oluşmaması ve hakkın niteliği
gereğince dolaylı etkinin yoğunluğunun neden olacağı sonuçların
tartışılabilmesine olanak sağlayabilecek şekilde başvurucuların içinde
bulunduğu koşulların detaylandırılıp delillendirilmemesi
nedenleriyle işlem ve eylemlerin ya da ihmallerin doğrudan mağdurları olmayan
başvurucuların bu hak bakımından bireysel başvuru yapma hakkı bulunmamaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı yönünden ikinci ve üçüncü başvurucuların mağdur
sıfatı taşımadıkları anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Birinci Başvurucu Yönünden
39. Başvurucunun iddialarına (bkz. § 29) karşı sunulan Bakanlık
görüş yazısında, birinci başvurucu hakkındaki kişisel bilgilerin kötü niyetli
kişilerin eline geçmiş olması hususunda başvurucuların şikâyetçi olmadıkları ya
da bu nedenle uğradıkları zararın tazmini maksadıyla yargı yoluna
başvurmadıkları ifade edilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan
dilekçesinde ifade alma işlemi sırasında birinci başvurucunun sorumlulardan
şikâyetçi olduğunu dile getirdiğini ve bu hususun tutanağa aktarıldığını
belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
41. Somut başvuruda psikolojik tacizler nedeniyle Anayasa’nın
17. maddesinin ihlal edildiği iddiası, AYİM'de
yürütülen yargılamalarda dile getirilmiş ve derece mahkemeleri tarafından
tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı bu kapsamda değerlendirilmiştir. Söz
konusu yargılamalar neticesinde yapılabilecek tespitlerin ve verilebilecek
tazminatların, idarenin eylem ve işlemlerine konu olan başvurucunun maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiası
bakımından zararlarını giderebilecek yeterlilikte olduğu anlaşıldığından
başvuru yollarının usulüne uygun şekilde tüketildiği sonucuna varılmıştır.
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın birinci başvurucu açısından kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Kişi Hürriyeti
ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucular, mobbing iddiasına
dayanak olarak gösterdikleri disiplin cezalarından olan oda hapsi cezası
yönünden ayrıca şikâyette bulunmuşlar veherhangi bir
mahkeme kararı bulunmaksızın yalnızca yetkili amirin kararıyla birinci
başvurucu hakkında verilen oda hapsi cezası ile kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
44. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
45. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman
bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme
ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan
bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının
anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde
genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013,
§ 16).
46. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir
tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
47. Başvuru konusu olayda birinci başvurucu, öğrenimine devam
ettiği 13/8/2010 ile 23/11/2010 tarihleri arasında 1632 sayılı Kanun'un mülga
171. maddesi uyarınca disiplin amiri tarafından on sekiz gün oda hapsi cezası
ile cezalandırılmış,en yeni
tarihli oda hapsi cezası ise 27/10/2010 tarihinde kendisine tebliğ edilmiştir.
Dolayısıyla başvuru konusu edilen söz konusu oda hapsi cezalarının tümü,
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihten önce kesinleşmiştir.
48. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu işlemlerin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. 3/8/2010 Tarihli
İfade Alma İşleminde Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucular ayrıca 13/8/2010
tarihli ifade alma işleminde birinci başvurucunun bilgi veren sıfatından ziyade
şüpheli olarak sorgulandığını, buna rağmen hakları hatırlatılmadan ve avukat
yardımından yararlandırılmadan ifadesinin alındığını belirterek savunma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
50. Başvuru konusu olayda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 13/8/2010
tarihinde “bilgi veren” sıfatıyla birinci başvurucunun ifadesine başvurulmuş,
ifade kapsamındaki hususlar ile ilgili sonraki süreçte birinci başvurucu
hakkında adli ya da idari herhangi bir soruşturma yürütülmemiştir.
51. Soruşturma veya kovuşturma sürecinde savunma hakkının ihlal
edildiği iddiasını içeren başvuruların zaman bakımından yetki kapsamında olup
olmadığı incelenirken Anayasa Mahkemesi tarafından bu süreçlerin sona erdiği ya
da kesinleştiği tarih dikkate alınmaktadır (Nail
Yılmaz, B. No: 2014/4147, 10/6/2015, § 29).
Somut başvuruda, birinci başvurucu hakkında bir soruşturma ya da kovuşturma
süreci yürütülmediği anlaşıldığından anılan kuraldan farklı olarak bu kapsamda
yapılacak değerlendirmede ifade alma işleminin gerçekleştiği tarihin esas
alınması gerekir.
52. Başvuru konusu olay daha önce belirtilen ilkeler de (bkz. §§
45, 46) gözetilerek ele alındığında şikâyete konu ihlal iddiasının 13/8/2010 tarihinde alınan ifade işlemine ilişkin olduğu ve
söz konusu işlemin Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucuların savunma hakkına ilişkin
şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önceye ait
olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezliğine karar
verilmesi gerekir.
ii. AYİM'in Bağımsız
ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
54. Başvurucular, bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle AYİM'in bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme olmadığı iddiaları, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesince bu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir
(Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 29; S.Ç., B. No: 2012/1061,
21/11/2013, § 26; Salih Karakoç,
2013/2954, 19/12/2013, § 49). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
56. Başvurucuların, aleyhlerine hükmedilen avukatlık ücretinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan
yoksun olmayıp başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun
bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa'nın 17.
Maddesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Birinci başvurucu; bilgi veren
sıfatıyla ifadesinin alınmasıyla başlayan süreç içinde öğrenim gördüğü Deniz
Harp Okulunda yalnızlaştırıldığını, en küçük hareketinin dahi disiplin
soruşturmasına konu edildiğini, okuldan ayrıldığı tarihe kadar geçen yaklaşık
üç buçuk aylık dönemde üçü oda hapsi, dördü de izinsizlik cezası olmak üzere
yedi kez disiplin cezası ile cezalandırıldığını, ayrıca hiçbir kusurunun
olmamasına rağmen kötü niyetli kişilerin hakkında tutukları notlar bahane
edilerek cinsel tacize varacak şekilde komutanları tarafından kendisine karşı
fahişelik ithamlarında bulunulduğunu, bu söylemlerin birçok kez
gerçekleştiğini, psikolojik olarak kendisine destek olunmadığı gibi okulu
bırakması için “porno cd ticareti yapmak”
suçlaması dâhil her türlü gerçek dışı iddialarla suçlandığını, kendisine mobbing uygulanması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda
kaldığını belirterek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
58. Bakanlık tarafından esasa ilişkin bir görüş
bildirilmemiştir.
59. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı
3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele
veya ceza uygulanamaz."
61. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte
olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme
hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında
güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendini
gerçekleştirme ve kendine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık
gelmektedir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
62. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye "işkence", "eziyet" yapılamayacağı ve
kimsenin "insan haysiyetiyle
bağdaşmayan" muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş
olup bu hüküm, Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan
hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer
alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin "işkence", bu seviyeye varmayan
fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin "eziyet", küçük düşürücü ve
alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza
olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan,
§ 22).
63. Ancak, bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut
olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihadında da başvuru konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin
güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul
edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın
ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin; şiddetli acı veya
eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak,
cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği
benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek
yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise
insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin
ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve
alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak söz
konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup
olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme'nin 3. maddesi
ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
65. Yukarıda yer verilen tespitlerden de
anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile
olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi
ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri
açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün
olmakla birlikte belirtilen eylemlerin, Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında
işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların;
Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya
haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için
mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve
yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından
önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, § 35).
66. Belirtilen tespitler ışığında somut
başvuru incelendiğinde başvurucu, öğrenim gördüğü Deniz Harp Okulunda amirleri
tarafından hakkında sürekli olarak disiplin soruşturmaları açıldığını ve
kendisine yedi ayrı disiplin cezası verildiğini, ayrıca yıldırma ve okuldan
ayrılmasını sağlama amacıyla hareket eden okul idaresi tarafından koruma ve
gözetim yükümlülüğünün bilinçli olarak yerine getirilmediğini, bu suretle
kendisine "mobbing" uygulandığını
belirterek bu şekilde uğradığı maddi ve manevi zararlar nedeniyle Anayasa'nın
17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından iddia
edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi
unsurların değerlendirilmesi neticesinde belirtilen eylemlerin; kişilik
haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde bedensel ve ruhsal etkiler ortaya
çıkarması mümkün olmakla birlikte özellikle askerlik mesleğini seçen
başvurucunun aldığı harp eğitiminin nitelikleri, başvurucunun yetişkin bir
birey olması ve statüsü de dikkate alındığında Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği
aştığı söylenemez.
67. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin maddi ve
manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
i. Genel İlkeler
68. Anayasa'nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
69. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin niteliği" kenar başlıklı 12. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
70. Anayasa’nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine bağlı,
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bu
genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine yönelen
ve zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Yine Anayasa’nın
17. maddesine göre bireylerin beden ve ruh bütünlüğü "maddi ve manevi varlık" kapsamında ele alınıp
korunmaktadır. Böylece bireylerin sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri açısından
kendi varlıklarını koruma ve geliştirme hakkına sahip olmaları sıkı şekilde
anayasal güvence altına alınmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 5. maddesinde,
bireylerin maddi ve manevi varlıklarının gelişmesi için gerekli şartların
hazırlanması devletin temel amaç ve görevlerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu
doğrultuda devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan beden ve
ruh bütünlüğüne keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlü kılınmaktadır.
71. Sözleşme'nin "Özel
ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi
şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
72. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavram olup özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan
biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak kapsamında devlet
için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette
müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek
olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif
yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler
arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik
tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Halime
Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 45; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80,
26/3/1985, §§ 23, 24, 27).
73. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel hayat" kavramı AİHM
tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım
yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012,
§ 51).
74. Kişinin bireyselliğinin yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran
ve onu bireyselleştiren niteliklerin hukuken tanınması ve bu unsurların güvence
altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları
belgesinde "kişiliğin korunması ve
serbestçe geliştirilmesi" kavramına yer verilmekle beraber
Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir (Sevim Akat Eşki,
§ 27).
75. Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının
içtihatlarında "bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramının, özel hayata saygı
hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel
hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği
karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar
bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir (Sevim
Akat Eşki, § 28). Anayasa’nın 17.
maddesinde, herkesin maddi ve manevini koruma ve geliştirme hakkına sahip
olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen hakkın kapsamı
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir.
76. Bireyler için çoğu zaman bir zorunluluk olan iş yaşamının
barındırdığı olumlu ya da olumsuz nitelikler, başta bireylerin beden ve ruh
sağlıklarına olan etkisi dikkate alındığında genel yaşam kalitesinin
belirlenmesinde önemli bir ölçü oluşturmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 5., 12. ve 17. maddelerindeki genel düzenlemelerin yanında
Anayasa’nın 49. maddesinde yer verilen “Devlet,
çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için
çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, .. ve
çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindeki
anayasal hüküm de maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı
çerçevesinde bireylerin bedensel ve ruhsal olarak zarar görmeyecekleri, asgari
koşulları sağlanmış sağlıklı bir çalışma ortamı içinde bulunabilmelerini
güvence altına almaktadır.
77. Mobbing
olarak tabir edilen ve iş yerlerinde çalışanlara yönelik gerçekleştirilen,
belirli bir süre sistematik biçimde devam eden; yıldırma, dışlama, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan,
mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine ve
özellikle ruh sağlıklarına zarar veren, bireylerin yaşamlarına etkisi
bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşan, kasıtlı
biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan psikolojik
taciz niteliğindeki eylem, işlem ya da ihmallerin gerek Anayasa gerekse
Sözleşme ile güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması,
geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi hakkı bağlamında korunmayacağı açıktır. Mobbing mahiyetindeki bu tür davranışların
önlenmesi için tedbirler alınması ve gerçekleştirildiğine yönelik şikâyetlerin
etkili şekilde incelenmesi anayasal bir gereklilik olduğu gibi yıldırıcı ve
kasıtlı tutumlara maruz kalanların uğradıkları maddi ve manevi zararların
giderilip sorumluların yasal çerçevede cezalandırılmaları da bu gerekliliğin
bir devamını oluşturmaktadır.
78. Çalışanların adil çalışma koşulları altında, güvenli ve
sağlıklı ortamlarda çalışmaları ile ilgili hususlar insan hakları ile ilgili
diğer birtakım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Örneğin
Türkiye’nin 27/9/2006 tarihinde onayladığı 3/5/1996
tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 26. maddesinde, tüm
çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını
sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak
çalışanların birey olarak iş yerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldığı
kınanacak ya da açıkça olumsuzluk ya da suç oluşturan, tekrarlanarak devam eden
eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesi
konusunda desteklenmesi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik
tüm uygun önlemlerin alınması taraf devletlerin taahhüdü olarak düzenlenmiştir.
79. Bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri
sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin mobbing
olarak nitelendirilmesi her somut olaya özgü koşulların değerlendirilmesiyle
mümkündür. Müdahalelerin iş yeri ile ilgili, iş yerinde çalışan diğer şahıslar
tarafından süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanan, sistemli ve kasıtlı,
yıldırma ve dışlama amaçlı, mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve
sağlığında zarar ortaya çıkaran nitelikte olması gerekir. Müdahalelerin neden
olduğu sonuçların boyutu, mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına,
kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve
sağlık durumuna kadar birçok faktöre göre değişebilmektedir. Ayrıca negatif
yükümlülüklerin yanında mesleki faaliyetlerden dolayı gözetim ve denetim
kapsamında olan bireylere karşı kamusal makamların pozitif yükümlülüklerinin
bulunduğu durumlarda, bu yükümlülüklerin kasıtlı ve sürekli bir biçimde yerine
getirilmemesi de psikolojik taciz olarak değerlendirilebilir. Bu kapsamda her
olayın kendine özgü koşullarının ayrı ayrı ele alınması gerekir.
80. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki söz konusu güvenceler,
bazı mesleklerin nitelikleri gereğince o mesleğin bir parçası olan zorunlu
mesleki eğitim süreci içinde olan bireylere yönelen bu türden müdahalelere
karşı onların beden ve ruh bütünlüklerini korumasız bırakmaz. Bu kapsamda örneğin askerî mesleklerin tercih edildiği durumlarda,
mesleğe hazırlayıcı mahiyette olan ve mesleğin icra edilebilmesi için sıkı bir
disiplin anlayışı içinde verilmesi gereken askerî eğitimlerin özellikleri
dikkate alındığında bu tür meslekleri seçen ve yerine getirilecek kamu hizmetinin
ayrılmaz bir parçası olan zorunlu askerî eğitime tabi tutulan öğrencilerin
amirleri tarafından psikolojik şiddet olarak nitelendirilebilecek sistemli,
kasıtlı, sürekli ve disiplinin gerektirdiği ölçüyü aşan yoğunlukta eylem, işlem
veya ihmallere maruz kalması hâlinde bu tür müdahaleler korunmayacaktır. Ancak
hakkın koruma alanına yönelen müdahalelerin etkileri irdelenirken alınan
eğitimin özellikleri, bu özelliklerin bireylerce öngörülüp öngörülmediği, genel
yararı amaçlayıp amaçlamadığı ya da genel yarar ile bireyin yararı arasında bir
dengelemenin yapılıp yapılmadığı gibi hususlar her olayın özelliklerine göre
değerlendirilmeyi gerektirir. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren bu tür başvurular,
Anayasa Mahkemesi tarafından belirtilen tespitler doğrultusunda ele
alınacaktır.
81. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan hakka
yönelen müdahalelerin ağırlığını tespit etmek ve mevzuatın yorumlanmasıyla
ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk
alanındadır. Sistemli olarak sürdürüldüğü iddia edilen
psikolojik tacizlerin nihai ve somut görünümü olduğu anlaşılan disiplin
cezalarının tesis edilmesi şeklindeki işlemlerin ve idarenin eylemlerinin,
başvurucunun maddi ve manevi varlığına ne gibi etkilerinin bulunduğu hususunun
incelenmesinde olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece
mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı
konumda bulunduğu tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu
kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi; derece mahkemeleri tarafından izlenen
usulü denetleme ve özellikle mahkemelerce işlemlere dayanak teşkil eden mevzuat
hükümleri yorumlanıp uygulanırken Anayasa’nın 17. maddesindeki güvencelerin
gözetip gözetilmediği, müdahalelerin varlığının tespiti hâlinde bu
müdahalelerin kanunilik ilkesine dayandırılıp dayandırılmadığı ve müdahaleyi
haklı kılan diğer anayasal sebeplerin var olup olmadığı ile tüm süreç ele
alındığında söz konusu eylem, işlem ya da eylemlerin kişinin maddi ve manevini
varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali anlamına gelip gelmediği
hususlarında her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirmeler yapmak
yetkisine sahiptir.
ii. Müdahalenin Varlığı
82. Somut başvuru açısından yatılı olarak askerî eğitim ve
öğrenim görenbaşvurucunun başvuruya konu edilen
süreçte toplamda yedi kez disiplin cezasıyla cezalandırıldığı açıktır.
Yürütülen idari soruşturmaların içeriği ile Derece Mahkemelerine sunulan bilgi
ve belgeler incelendiğinde müdahale iddialarının, başvurucunun askerî okul
içindeki birtakım davranışlarının disiplin talimatlarına aykırı olduğu
gerekçesiyle yapılan soruşturmalar neticesinde verilen disiplin cezalarına
dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda birçok eylem ve işlem gerekçe
gösterilerek verilen ve belirli yoğunlukta tekrarlandığı görülen disiplin
cezalarının, başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
83. Anayasa'nın 17. maddesinde, maddi ve manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün
olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş
olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul
edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine
yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada
Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
§ 33).
84. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
85. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları dikkate alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen
düzenlemede yer alan başta kanun ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence
ölçütlerinin, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
Kanunilik
86. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların
yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp bunların içerik
olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasına ilişkin
gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin
-gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte
öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla
uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede
öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte kanun metninin tüm sonuç ve etkileri
göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü; söz konusu
metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve
büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip
kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (Günay Okan, B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 23; AYM, E.2011/62, K.2012/2, 12/1/2012).
87. Başvuruya konu disiplin soruşturmalarının 1632 sayılı
Kanun'un mülga 165., 168. ve 171. maddeleri temelinde
gerçekleştirildiği ve disiplin cezalarının tesis edildiği tarihtesöz
konusu düzenlemelerin yürürlükte olduğu anlaşıldığından kanunilik ölçütünün karşılandığı sonucuna
varılmıştır (bkz. §§ 21-23).
Meşru Amaç
88. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek; onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve bu hizmeti
yürütenlerin hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmesi amacıyla
uygulanmaktadır. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara
ve amirlere mutlak bir itaat, astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde
tanımlanmıştır. Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış,
disiplinin muhafazası ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari
tedbirlerin alınacağı düzenlenmiştir (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §
40).
89. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, § 41).
90. Bu bağlamda hiyerarşik bir düzenin titizlikle uygulandığı ve
katı bir disiplin anlayışının bulunduğu askerî eğitim kurumlarında öğrenim
gören askerî öğrencilerin işlem ve eylem tarzlarına disiplin cezaları ile bazı
sınırlamalar getirilmesi şeklindeki müdahalenin meşru temellere dayandığı
anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve
Ölçülülük
91. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalelerin,
ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik
toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence
ölçütlerine uygun olması gerekir.
92. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle
getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı
kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve
özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal
düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu
nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni,
yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı
demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 71)
93. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü
anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak
açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı
bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi
veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran
müdahalelerin bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı
da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının
önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama
için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade
eden elverişlilik; sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından
zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü
içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına
gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Marcus Frank Cerny, § 72;AYM,
E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
94. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge,
maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının
sınırlandırılmasında da gözönünde bulundurulmalıdır.
Sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,sınırlandırma ile
ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin
kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp
yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve maddi ve manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlal ettiği iddia edilen eylem ve
işlemlerin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın
ağırlığının dikkate alınması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin
temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının
belirlenmesi zorunludur (Marcus Frank Cerny, §
73).
95. Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde
iki aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün
seçimidir. İkincisi ise ilgili sınırlama ölçütü çerçevesinde izlenen meşru
amacı gerçekleştirmek üzere yapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal
makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp ihlal iddiasına konu
önlemin, anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması yani müdahaleyi
meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı
olması gerekir (Bülent Polat
[GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 108).
96. Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir
kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği
ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı
daralmakta veya genişlemektedir (Bülent
Polat, § 109).
97. Bireyin maddi ve manevi varlığına veya kimliğine ilişkin
önemli haklar ya da hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda söz konusu takdir
yetkisinin daralması doğaldır. İş yaşamının olağan stres ve yorgunluğunun
dışında çalışan bireyleri sistematik olarak kasıtlı psikolojik tacizlerle
yıldırmak suretiyle maddi ve manevi bütünlüklerine yöneltilen saldırılar söz
konusu olduğunda ise bu tür müdahalelerin meşru görülebilmesi mümkün
olmamalıdır. Zira maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, bireyin ruhsal
bütünlüğünün zarar görmemesi ve sağlıklı bir iş ortamında yaşamın
sürdürülebilmesi için gerekli olan en temel haklardan biri olduğu açıktır.
98. Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi
bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre
değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Her idari işlem ve eylemin
amacının kamu yararını sağlamak olduğu dikkate alındığında söz konusu takdir
yetkisi, amacı dışında bireylerin ruhsal bütünlüklerini zedeleyecek şekilde
kullanılamaz. İş yaşamında gerek idarecilerin gerekse aynı konumdaki diğer
çalışanların kimi eylem ve işlemleri, bireyin psikolojik olarak yıpranmasına ve
yılmasına neden olabilmektedir. Özellikle disiplin soruşturmaları yapılarak
çalışanların cezalandırıldığı durumlarda,yoğunluğuna
ve sürekliliğine göre etkileri her olaydaki koşullara göre kişiden kişiye
değişen, sübjektif bir algı olan ve kişinin maddi ve manevi varlığına zarar
verebilen psikolojik taciz kavramı ortaya çıkabilmektedir.
99. Bu noktada her somut olay temelinde yapılacak
değerlendirmelerle olaya özgü objektif kriterleri
belirlemek ve mobbing anlamına gelebilecek maddi ve
manevi varlığın korunması hakkını sınırlayan müdahaleler söz konusu olduğunda
bireylerin asgari güvence ölçütlerinden faydalanmalarını sağlamak gerekir.
Özellikle bireylerin anılan temel hakkı ile kamu hizmetinin aksatılmadan gereği
gibi yürütülmesini gerektiren meşru menfaat arasında adil bir dengenin kurulup
kurulmadığının dikkate alınması zorunludur.
100. Ayrıca kişinin maddi ve manevi varlığının etkili şekilde
korunabilmesi ve geliştirilebilmesi için usule ilişkin güvencelerin de
gözetilmesi gerekir (Ata Türkeri,
§ 48). AİHM kararlarına göre Sözleşme'nin 8. maddesi açıkça usul şartları
içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir
şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin, bu
maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve
adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun 8. maddedeki
haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği
etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010,
§ 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık,
B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Blecic/Hırvatistan;
B. No: 59532/00, 29/7/2004, § 68).
101. Başvuruya konu disiplin işlemlerinin yukarıda belirtilen
meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucunun maddi ve manevi
varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına bir müdahale teşkil ettiği
anlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunarak onu anlamsız kılacak
ölçüde olmaması gerekmektedir. Bu noktada somut başvuru özelinde başvurucunun
Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı ya da
yine bir başka bireyin yararı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı
incelenmelidir.
102. Başvuru konusu idari ve yargısal sürecin
değerlendirilmesinden başvuru konusu olaydaki ihlal iddiasının, başvurucunun
“bilgi veren” sıfatıyla ifadesinin alındığı 13/8/2010
tarihi ile Deniz Harp Okulundan ayrıldığı 23/11/2010 tarihi arasındaki döneme
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçte başvurucu tarafından
gerçekleştirildiği ileri sürülen çeşitli eylemler hakkında disiplin
soruşturmaları yürütülmüş ve disiplin amirleri tarafından yedi farklı disiplin
cezası verilmiştir. Disiplin üzerine kurulu bir askerî eğitim
sisteminin tesisi ve idamesi için disiplin cezası vermeye yetkili kılınan
disiplin amirleri tarafından yürütülen soruşturmaların ve verilen disiplin
cezalarının, başvurucunun psikolojik tacize maruz bırakıldığı şeklinde
değerlendirilebilmesi için belli bir yoğunluğa, sürekliliğe ve etkiye ulaşması,
bu kapsamda sürece ilişkin tüm hususların incelenmesi ve bu tür müdahalelerle
amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir
dengenin kurulamamış olması gerekir. Ayrıca özellikle müdahalelerin
ölçülülüğü noktasında değerlendirme yapmak durumunda olan derece mahkemelerinin
gerekçeleri ilgili ve yeterli şekilde oluşturulmalıdır.
103. Başvurucu, söz konusu dönemde on iki ayrı disiplin
soruşturması kapsamında ifadesinin istendiğini ve aleyhine yedi ayrı disiplin
cezası verildiğini, tüm bu soruşturmaların psikolojik işkencelere maruz
bırakılarak okuldan ayrılmasının sağlanması amacıyla kasıtlı olarak
gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir.
104. Belirtilen süreçte birbirinden farklı eylemlerin konu
edildiği disiplin soruşturmaları neticesinde başvurucu hakkında üçü oda hapsi
cezası, dördü izinsizlik cezası olmak üzere yedi ayrı disiplin cezası
verilmiştir (bkz. § 12).
105. Başvuru dosyasındaki bilgi ve
belgelerin incelenmesi neticesinde söz konusu disiplin cezalarına konu
eylemlerin somut isnatlara dayandığı, bu kapsamda yeterli delillerin toplandığı
ve söz konusu eylemlerin ilgili disiplin mevzuatına aykırılık teşkil ettiği,
savunmaların sunulması için gerekli imkânların sunulduğu, cezaların üst
sınırdan belirlenmediği ve cezaların tümünün infaz edilmediği dikkate
alındığında söz konusu soruşturmaların başvurucuya karşı kasıtlı olarak onu
yıldırmak ve okuldan ayrılmasını sağlamak amacı taşıdığı sonucuna
ulaşılamayacağı gibi aksini ortaya koyacak soyut iddialar dışında herhangi bir
ifade, belge veya bir delilin bulunmadığı, ayrıca başvurucu hakkında “Okulda porno cd izlemek, ticaretini yapmak ve
bulundurmak” suçlamasıyla ilgili bir soruşturma yürütülmediği
anlaşılmaktadır. Ayrıca AYİM tarafından ulaşılan ".. süreç
içinde idarece davacının her türlü disipline aykırı eyleminin cezalandırılması
cihetine gidilmeyip, onun kazanılmasına çalışıldığı, verilen cezaların ise üst
sınırdan verilmediği, 2009 yılında da okuldan kendiliğinden ayrılmak için
girişimde bulunan ve ancak amirlerinin telkinleriyle bu girişimden dönen
davacının, 2010 yılında yaşanan bu olumsuz gelişmeler üzerine okuldan ayrılma
yönündeki talebini tekrarladığı ve kendi isteği doğrultusunda ilişiğinin
kesildiği" şeklindeki tespitlerin aksini ortaya koyan bir durum
da bulunmamaktadır.
106. Bu kapsamda yürütülen disiplin
soruşturmalarında başvurucunun savunmalarının değerlendirilmiş olduğu,
delillerin toplanıp incelendiği, tayin edilen cezaların üst sınırdan
verilmediği ve tümünün infaz edilmediği dikkate alındığında 1632 sayılı
Kanun’un mülga 165. ve devamı maddelerine dayanılarak verilen disiplin
cezalarının makul, öngörülebilir ve ölçülü bir müdahale olduğu ve disiplin
cezalarının başvurucunun ilişiğinin kesilmesini sağlamak amacıyla tesis
edildiği iddiası hakkında değerlendirmeler yapan Derece Mahkemelerince
oluşturulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
107. Ayrıca başvurucuya yönelik müdahalelerin başvuruya konu
edilen şikâyet doğrultusunda incelenmesinin yanında idarenin genel tutumunun
dayandığı saiklerin irdelenmesi, en azından iddia
edildiği gibi başvurucuyu sindirerek onu psikolojik olarak baskı tutmak
kastıyla hareket edilip edilmediği hususunda genel bir değerlendirmenin
yapılması gerekir.
108. Başvuruya konu süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
yürüttüğü soruşturmada ele geçen bilgi ve belgeler hakkında yazılı ve görsel
basında yapılan haber içeriklerinde fuhuş çetesiyle ilişkili olarak “Aynur kod isimli” askerî bir öğrenciden
bahsedildiği dikkate alındığında, başvurucunun içe kapanarak kendisini
çevresinden soyutlaması ve psikolojik olarak ciddi bir travma
yaşaması öngörülebilir bir sonuçtur. Bu noktada bireyin maddi ve manevi
varlığının bir parçası olan beden ve ruh bütünlüğüne keyfî olarak müdahale
etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü olan kamusal
makamlarca somut olay temelindeki pozitif yükümlülüklerinin neler olduğu ve
bunların yerine getirilip getirilmediği önem kazanmaktadır. Bu yükümlülükler;
müdahaleye maruz kalan, denetim ve gözetimin daha yoğun ve sıkı olduğu yatılı
askerî eğitim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin beden ve ruh
sağlıklarının korunması açısından derhâl tedbirler alınmasını, sürecin takip
edilerek ailenin bilgilendirilmesini ve yükümlülüklerin yerine
getirilmemesinden kaynaklanan zararların telafi edilmesini gerektirebilir.
109. Öncelikle ilgili haber içeriklerinde kod olduğu belirtilmiş
olsa da isminin geçmesi nedeniyle başvurucunun içinde bulunduğu ruh hâlinin
-yatılı olarak öğrenim gördüğü ve genel olarak sınırları belirlenmiş bir alan
içinde yaşamını sürdürdüğü dikkate alındığında- gerek arkadaşları gerekse de
idarecileri tarafından kolaylıkla gözlemlenebileceği anlaşılmaktadır.
Soruşturma kapsamında ele geçirilen bilgi ve belgelere ilişkin genel içerikli
haberlerin 14/8/2010, 17/8/2010, 18/8/2010, 27/11/2010
ve sonraki tarihlerde basın-yayın organlarında yayımlandığı; başvurucunun içine
sürüklendiği ruhsal duruma öncelikle neden olan ve içeriğinde “Aynur kod isimli” bir şahıstan bahsedilen
haberin ise 26/8/2010 tarihinde yayımlandığı dikkate alındığında bu dönemde
hızlı ve etkili şekilde psikolojik danışmanlık hizmetlerinin kamusal makamlarca
başvurucuya sunulmuş olması gerekir.
110. Başvuru dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden
başvurucuya, öğrenim gördüğü Deniz Harp Okulunda Psikolojik Danışmanlık ve
Rehberlik Merkezi (PDRM) tarafından 23/8/2010 ve
26/8/2010 tarihlerinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmeti sunulduğu
anlaşılmaktadır. Uzman psikolog tarafından gerçekleştirilen görüşmeler
sonucunda başvurucu hakkında “öğrencinin
aşırı hassasiyet gösteren bir durumu olmadığı” şeklinde rapor
hazırlanmıştır. Devam eden süreç açısından ise psikolojik danışmanlık ve
rehberlik hizmetinden yararlanmak amacıyla başvurucudan herhangi bir talebin
iletildiğini gösteren bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun
ailesi ile iletişim kurularak gerekli bilgilendirmelerin yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu tespitler ışığında başvurucunun beden ve ruh sağlığının
korunması açısından kamusal makamlar tarafından koruyucu mahiyetteki tedbirlere
derhâl başvurulduğu sonucuna ulaşılmıştır.
111. Koruma ve gözetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen idarenin
kusurlu eylem, işlem ve ihmalleri nedeniyle mobbinge
maruz kaldıklarının tespit edilmesi ile uğradıkları maddi ve manevi zararın
tazmin edilmesi talebiyle başvurucular tarafından açılan davada ise AYİM 2.
Dairesinin 11/4/2012 tarihli kararıyla idare
tarafından delil mahiyetinde sunulan özel gizlilik dereceli olanlar dâhil tüm
bilgi ve belgelerin başvuruculara incelettirilmesine izin verilmiş; söz konusu
bilgi ve belgeler 4/5/2012 tarihinde hâkim nezaretinde başvurucular vekilince
incelenmiş ve bu doğrultuda 10/5/2012 tarihinde cevap dilekçesi sunulmuş;
akabinde AYİM tarafından dava dilekçesindeki soyut iddiaları kanıtlayacak somut
herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, davalı idareye yüklenebilecek herhangi
bir hizmet kusuru ile idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektirecek bir durumun
da bulunmadığı gerekçesiyle 7/11/2012 tarihinde dava reddedilmiştir.
112. Dolayısıyla başvurucuların,
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi
sahibi oldukları, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı buldukları,
karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme
fırsatına sahip oldukları ve uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili
iddialarının Derece Mahkemeleri tarafından dinlendiği anlaşılmış ve bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi
bir durum tespit edilemeyen Derece Mahkemesi kararının yeterli ve ilgili
gerekçelerden oluşturulduğu değerlendirilmiştir.
113. Mevcut bilgi ve belgelere göre adli
bir soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan bilgi
ve belgelerin basına yansımasında, başvurucuya karşı gözetim ve denetim görevi
de olan okul yönetimine doğrudan atfedilebilecek bir kusurun varlığından söz
edilemeyeceği; kamusal makamlar tarafından psikolojik olarak zor bir dönemden
geçen aileyle yeterli iletişim kurulduğu ve başvurucuya karşı psikolojik danışmanlık
ve rehberlik hizmetlerinin yerine getirildiği, öğrenim süresi içinde
başvurucuyu yakından gözlemleme imkânı bulunan kamu görevlilerinin birtakım
ihmali davranışlarının olabileceği göz ardı edilmemekle birlikte sergiledikleri
yaklaşımların kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik kasıtlı ve sistematik
psikolojik tacizlerde bulunulduğunu göstermeyeceği ve başvurucu hakkındaki
disiplin soruşturmalarının yıldırma ve psikolojik işkencede bulunma amacı
taşıdığının kabulünü gerektirecek soyut iddialar dışında bir bulgunun
bulunmadığı hususları dikkate alındığında kamusal makamların beden ve ruh
bütünlüğüne yönelik keyfî müdahalelerinin saptanmadığı ve üstlenilmesi gereken
pozitif yükümlülüklerin gerektirdiği şartların gerisinde kalmadıkları sonucuna ulaşılmıştır.
114. Ayrıca başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen yukarıda
değerlendirilenler dışında, kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını ve
geliştirilmesini güvenceleyen anayasal hakkın nasıl
ihlal edildiğine ilişkin olarak ihlal iddiasına konu eylem, işlem ve ihmallerin
içeriklerine dair başka kanıtlamada bulunulmadığı görülmektedir.
115. Sonuç olarak yukarıda belirtilen
sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde başvurucuya yönelik
eylem ve işlemlerin başvurucuyu sindirmek, dışlamak ve psikolojik olarak
yıpratmak kastıyla sistematik biçimde gerçekleştirildiğine ve bu iddiaların
sürekli olarak soruşturmalara konu edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşılmadığı,
disiplin cezaları verilmesinden ibaret müdahalelerin amaçlanan hedefler
açısından makul ve ölçülü olduğu, söz konusu eylem ve işlemlerin başvurucunun
yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine
ulaşmadığından hakkın özüne dokunmadığı, Derece Mahkemelerinin gerekçelerini bu
yönde ilgili ve yeterli şekilde oluşturduğu ve netice itibarıyla müdahalenin
demokratik bir toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatine
varılmıştır.
116. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
117. Başvurucular, ıslah imkânının ve
haksız çıkan taraf lehine nispi avukatlık ücretine hükmedilmesine yönelik bir
düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtıklarını ve dava açarken o dönemin
şartlarına göre dava konusu miktarı belirlediklerini, dava devam ederken
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK'daki düzenleme ile öngörmedikleri bir şekilde
avukatlık ücreti ödemeye mahkûm edildiklerini, bu durumun mahkemeye erişim
haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
118. Bakanlık görüş yazısında mahkemelerin fuzuli meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürelerde bitirebilmeleri amacıyla
başvuruculara yönelik belirli yükümlülükler öngörülebileceği, bu
yükümlülüklerin kapsamını belirlemenin kamu otoritelerinin takdir yetkisi
içinde olduğu, öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe
ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğinin söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
119. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan
dilekçesinde başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
120. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesi şöyledir:
"Herkes, meşrû vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
121. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
122. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61,
62).
123. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık
ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi
için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması
gerekir. Başvuru konusu olayda, 2/11/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu
davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve
avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine
avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla
başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§
38-39).
124. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan
başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık
ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli
dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye
başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel
koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim
hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan
Şen, § 54).
125. Başvurucuların tam yargı (tazminat) davasını açtığı 5/7/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde,
dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla
değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamakla birlikte dava sonucunda
haksız çıkan davacının, her hâlükârda davalı idare lehine reddedilen miktar
üzerinden nispi avukatlık ücreti ödemesini gerektiren düzenlemenin bulunduğu
anlaşılmaktadır (Mehmet Tekin, B.
No: 2013/7611, 20/5/2015, § 57; Nevriye
Sağır ve Salim Sağır, 2014/6129, 20/5/2015, § 25).
126. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla
aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği davanın açıldığı 5/7/2011
tarihinde mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacıların
tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneklerinin
olmadığı görülmektedir (Mehmet Tekin,§
58; Nevriye Sağır ve Salim Sağır,
§ 26).
127. Bu nedenle AYİM'deki
davada, başvurucular tarafından 100.000 TL maddi ve 70.000 TL manevi olmak
üzere toplamda 170.000 TLtazminat talebinde bulunulmuş;
davayı inceleyen ve reddine karar veren AYİM ise reddedilen tazminat talepleri
üzerinden başvurucuların aleyhine ve davalı idarenin lehine olmak üzere 10.450
TL avukatlık ücreti ödenmesine hükmetmiştir.
128. Başvurucular aleyhine avukatlık ücreti ödenmesini öngören
düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bu
düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup olmadığının da incelenmesi
gerekir.
129. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde
değerlendirildiğinde, davanın açıldığı sırada ıslah imkânının olmaması
nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebin yüksek tutulduğu, yargılama
sonucunda talep edilen ancak reddedilen maddi ve manevi tazminat tutarı
üzerinden 10.450 TL avukatlık ücretinin başvurucu tarafından davalı idareye
ödenmek zorunda bırakıldığı görülmüştür. Böylece başvurucuların ıslah imkânı
olmaması nedeniyle davanın açıldığı sırada yüksek tazminat talebinde bulunduğu
yargılamanın sonucunda başvurucular aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin
ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
130. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
131. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
132. Başvurucular, mahkemeye erişim haklarının ihlal edilmesi
nedeniyle 10.450 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
133. Bakanlık, ihlal tespit edilmesi ve ihlalin sonuçlarının giderimine ilişkin başka bir yöntem izlenmemesi durumunda
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı şeklinde
görüş bildirmiştir.
134. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvuruculara net 8.500 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
135. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL avukatlık ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın,
a. İkinci ve üçüncü başvurucular
yönünden kişi bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b. Birinci başvurucu yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. 13/8/2010 tarihli ifade alma
işleminde savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız
olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Birinci başvurucu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle
başvuruculara net 8.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.