TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AYNUR ÖZDEMİR ve DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2453)
Karar Tarihi: 24/3/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör Yrd.
Fatih ALKAN
Basvurucular
1. Aynur ÖZDEMİR
2. Mustafa ÖZDEMİR
3. Gülsüm ÖZDEMİR
Vekili
Av. Kadir GÜNDOĞAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; birinci başvurucunun Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğu dönemde mobbinge (psikolojik taciz) maruz kalması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakılmasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, oda hapsi cezalarına hükmedilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, ifade alma işlemi sırasında savunma hakkının gözetilmemesi, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılamanın yapılmaması, açılan tazminat davasının reddedilmesi ve aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin İdari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 5/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. 4/9/2009 tarihinde Deniz Harp Okulunda öğrenime başlayan birinci başvurucu yaz tatili nedeniyle ailesinin yaşadığı Antalya’da bulunmakta iken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/1003 Soruşturma sayılı dosyasından elde edilen birtakım belgelerde isminin geçtiği gerekçesiyle ifadesi alınmak üzere 12/8/2010 tarihinde telefonla aranarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ve öğrenim gördüğü Deniz Harp Okuluna davet edilmiştir.
9. Çağrı üzerine birinci başvurucu; anne, babası olan ikinci ve üçüncü başvurucular ile 13/8/2010 tarihinde İstanbul’da bulunan Deniz Harp Okuluna gitmiş, aynı gün İstanbul Merkez Komutanlığına götürülmüş ve burada iki subay tarafından "bilgi veren" sıfatıyla başvurucunun ifadesi alınmıştır.
10. 13/8/2010 tarihli ifade tutanağına göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda numarası anılan soruşturma dosyasında şüpheli olan emekli bir albayın ikametgâhında yapılan aramada el konulan dijital malzemeler ile çeşitli dokümanlarda birinci başvurucunun da isminin geçtiği ve kendisiyle ilgili birtakım bilgilerin bulunduğu açıklandıktan sonra kendisine, şüpheli emekli albayı ve el konulan belgelerde isimleri bulunan bazı subaylar ile bazı askerî bayan öğrencileri tanıyıp tanımadığı, bu kişilerle bir bağlantı ve ilişki içinde olup olmadığı, fiziksel özellikleriyle ilgili kendisi hakkında tutulan nottan bilgi sahibi olup olmadığı, bazı komutanlarının isimleri zikredilip kendileriyle cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, komutanlarından herhangi bir menfaat temin edip etmediği, kendisine tehdit ve şantajda veya telkin ve vaatte bulunulup bulunulmadığı şeklinde sorular sorulmuştur.
11. Birinci başvurucu, kendisine sorulan hususlarda herhangi bir bilgisinin olmadığını ve kendisiyle ilgili olarak notlarda belirtilen fiziksel özelliklerin dışındaki bilgilerin kendisiyle bir ilgisinin olmadığını, özel hayatıyla ilgili asılsız bilgileri toplayan ve ele geçiren kişilerden şikâyetçi olduğunu dile getirmiş ve bu hususlar ifade tutanağına aktarılmıştır.
12. Söz konusu ifade işleminden sonra Deniz Harp Okulundaki öğrenimine ikinci sınıf öğrencisi olarak 23/11/2010 tarihine kadar devam eden birinci başvurucu hakkında bu süreçte verilen disiplin cezaları şöyledir:
i. 25/8/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Uygun olmayan kıyafet ile okul içerisinde müsaade edilmeyen yerlere gitmek” eylemi,
ii. 27/8/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Üstünü mükerreren selamlamamak” eylemi,
iii. 1/9/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Yatakhane düzeni bozuk olmak” eylemi,
iv. 13/9/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Tabura geç gelmek” eylemi,
v. 13/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Konferansta gürültü etmek” eylemi,
vi. 27/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Disiplin odasının iç düzenini bozmak” eylemi,
vii. 27/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Tabura geç gelmek” eylemi.
13. Birinci başvurucu; okul arkadaşlarının ve idarecilerin kendisine olan bakış açılarının değişmesi, yaşananların basına yansıması ve kendisine fahişelik yakıştırmasında bulunulması, en küçük olayda dahi soruşturma açılıp savunmasının istenmesi ve disiplin cezasıyla cezalandırılması, içinde bulunduğu psikolojik durum gereğince kendisini koruması ve destek vermesi gereken denetim ve gözetim yükümlülüğü altındaki idarenin bu sorumluluğunu yerine getirmemesi, aksine üzerine gelip kendisini cezalandırma yolunu seçmesi ve kendisine karşı rencide edici asılsız suçlamalarda bulunulması gibi nedenleri gerekçe göstererek 23/11/2010 tarihinde kendi isteğiyle Deniz Harp Okulundan ayrılmıştır.
14. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 115. maddesi gereğince istifa hakkını kullanarak Deniz Harp Okulundan ilişiği kesilen birinci başvurucu aleyhine yasal faiziyle birlikte 22.009 TL tazminat borcu hesaplanmıştır.
15. Başvurucular, psikolojik olarak zor günler geçiren birinci başvurucuya karşı idareciler tarafından sorumlulukların yerine getirilmediği ve aksine disiplin cezaları ile birinci başvurucunun yıldırılarak askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda bırakıldığı, kızlarını büyük bir umut ve beklenti ile Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim eden ailenin de tüm bu süreçlerden olumsuz olarak etkilendiği gerekçeleriyle idareden tazminat talebinde bulunmuşlar, yasal süre içinde taleplerine cevap verilmeyerek taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine 5/7/2011 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
16. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2011/1387, K.2012/1090 sayılı kararı gereğince dava reddedilmiş ve 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 14. maddesi gereğince, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları dikkate alınarak başvurucular aleyhine 10.450 TL avukatlık ücretine hükmedilmiştir.
17. AYİM’in ret gerekçesi şöyledir:
“.. Davacı Aynur Özdemir’in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda İstanbul Merkez K.lığınca ifadesinin alınması ve bu kapsamda kendisine çeşitli sorular sorulmasının idari bir işlem olmadığı ve tamamen adli makamların talimatları doğrultusunda gerçekleştirilen bu ifade alma işlemi nedeniyle idarenin hukuki sorumluluğunun ileri sürülemeyeceği, zira AYİM’de (ve genel idari yargıda) tam yargı davası açılabilmesinin temel koşulu olan “idari işlem veya eylemden dolayı zarar görme” koşulunun oluşmadığı, keza yazılı ve görsel basında davacıyla ilgili asılsız ve abartılı haberler yapılmasında da idarenin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı, zira bu haber ve yayınların da idari işlem veya eylem mahiyetinde olmadıkları, dolayısıyla bu iki noktaya temas eden tazminat taleplerinin hukuki dayanağının bulunmadığı ve tam yargı davasına konu edilemeyeceği, bu halde; “Yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle psikolojik bir yıkım sürecinde olan davacı Aynur Özdemir’e idarece gerekli destek ve yardımın yapılmadığı, amirlerince rencide edildiği, okulla ilişiğinin kesilmesini temin amacıyla ve asılsız suçlamalarla disiplin cezaları verildiği” yönündeki iddiaların ayrıca incelenmesinde yarar bulunduğu, dosyaya yansıyan bilgilere göre; davacının Merkez Komutanlığında ifadesinin alınmasından sonra davalı idarece iki kez psikolojik destek sağlandığı, bu amaçla uzman psikologla görüştürüldüğü ve son görüşme neticesinde psikolog tarafından davacının “davacının ruhsal açıdan aşırı hassasiyet gösteren bir durumu yoktur” şeklinde rapor düzenlendiği, keza süreç içinde idarece davacının her türlü disipline aykırı eyleminin cezalandırılması cihetine gidilmeyip, onun kazanılmasına çalışıldığı, verilen cezaların ise üst sınırdan verilmediği, 2009 yılında da okuldan kendiliğinden ayrılmak için girişimde bulunan ve ancak amirlerinin telkinleriyle bu girişimden dönen davacının, 2010 yılında yaşanan bu olumsuz gelişmeler üzerine okuldan ayrılma yönündeki talebini tekrarladığı ve kendi isteği doğrultusunda ilişiğinin kesildiği, okuldan ayrılmasına kadar geçen süre içinde verilen disiplin cezalarının davacının ilişiğinin kesilmesini temin amacıyla verildiği yönündeki iddiaları ve davacı vekilinin dilekçesinde geçen sair soyut iddiaları kanıtlayacak somut herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, dolayısıyla davacının ifadesine başvurulmasından okuldan ilişiğinin kesilmesine kadar devam eden süreçte davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı, gibi olayda kusursuz sorumluluk kuramına göre idarenin sorumluluğunu gerektirecek bir durum da olmadığı, bu nedenle hukuki dayanaktan yoksun davanın reddinin gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.”
18. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 6/3/2013 tarihli ve E.2013/327, K.2013/275 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 18/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucular 12/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
20. 926 sayılı Kanun’un “Askerî Öğrencilerin İstifa Hakları” kenar başlıklı 115. maddesi şöyledir:
“a) Türk Silahlı Kuvvetleri eğitim-öğretim kurumları ile yurt içi ve yurt dışı fakülte ve yüksek okullarda öğrenim gören askerî öğrenciler;
1) Lisans seviyesinde 4 üncü sınıfın,
2) Ön lisans seviyesinde 2 nci sınıfın,
3) Ortaöğretimde son sınıfın, Temmuz ayının son gününe kadar okul masraflarını,
... ödemek suretiyle istifa edebilirler. Yapılan hesaplamada personel ve amortisman giderleri hariç, masraflar, sarf tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süre için kanuni faizi ile birlikte hesaplanır. İntibak eğitimi sırasında yapılan masraflar ödemeye dahil edilmez. Ayrıca, intibak eğitimi sırasında yapılan tedavi masrafları ile vefat edenlerin cenaze masrafları, Devlet tarafından karşılanır.”
21. 16/2/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun "Disiplin cezalarının nevileri" kenar başlıklı mülga 165. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Askeri şahıslar hakkında verilebilecek disiplin cezaları şunlardır:
...
B) Askeri öğrenciler hakkında:
1. Uyarı.
2. İzinsizlik: Altı haftaya kadar.
3. Oda Hapsi: Dört haftaya kadar.
..."
22. 6413 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin cezası vermeğe salahiyetli amirler" kenar başlıklı mülga 168. maddesi şöyledir:
"1- Her amir emri altındaki şahıslara disiplin cezaları vermeğe salahiyetlidir.
2- Disiplini bozan hareketten sonra fail merbut bulunduğu takım ve kıta ve saireyi değiştirmiş ise, disiplin amiri, yeni amirdir."
23. 6413 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin âmirlerinin ceza salâhiyeti" kenar başlıklı mülga 171. maddesi şöyledir:
"Disiplin amirlerinin ceza vermek salâhiyetleri merbut cetvelde gösterilmiştir."
24. 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir."
25. Anayasa'nın "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi" kenar başlıklı 157. maddesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay
ğınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.
Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.
Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."
26. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "Teminat" kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler."
27. 1602 sayılı Kanun'un 8., 9. ve 10. maddeleri şöyledir:
"Üyelerin seçimi:
Madde 8 - Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir."
"Atanma:
Madde 9 - Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır.
Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askerî hakim sınıfından olması şarttır."
"Görev süresi:
Madde 10 - Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucular;
i. Birinci başvurucunun ailesinden ve avukatından yardım almaksızın iki sivil polis eşliğinde İstanbul Merkez Komutanlığında bilgi veren sıfatıyla tek başına ifadesinin iki subay tarafından alındığını, ifade alma işlemi esnasında birinci başvurucuya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturmada şüpheli olan emekli albay ve el konulan belgelerde isimleri bulunan bazı subaylar ile bazı askerî bayan öğrencileri tanıyıp tanımadığı, bu kişilerle hukuk dışı bir bağlantı ve ilişki içinde olup olmadığı, fiziksel özellikleriyle ilgili kendisi hakkında tutulan notlardan haberdar olup olmadığı, isimleri zikredilen bazı komutanları ile cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, bu kişilerden bir menfaat temin edip etmediği, kendisine tehdit veya şantajda ya da meslek hayatına ilişkin vaatte bulunulup bulunulmadığı şeklinde itham edici bir üslupla yasal hakları hatırlatılmadan sorular sorulduğunu; tüm bunlar dikkate alındığında ifadesine bilgi veren sıfatıyla değil, şüpheli sıfatıyla başvurulduğunun anlaşılacağını; ifade alma işleminde savunma hakkının gözetilmediğini, sonrasında Harp Okulunda öğrenim gören kendisinden başka sekiz bayan öğrencinin daha ifadesinin alındığını öğrenen birinci başvurucu ve diğer askerî bayan öğrenciler kastedilerek “askerî fahişeler”, “Aynur kod adlı” gibi ifadelerle yürütülen soruşturma kapsamındaki gelişmelerin medyaya yansıdığını,
ii. Bilgi veren sıfatıyla 13/8/2010 tarihinde ifade veren birinci başvurucunun bu tarihten sonra öğrenimine devam ettiği Deniz Harp Okulunda, ifadenin içeriği ile ilgili olarak herhangi bir soruşturma geçirmemesine rağmen idarenin kendisine karşı olan tutumunun olumsuz yönde değiştiğini, okuldan ayrılmak zorunda kaldığı 23/11/2010 tarihine kadar geçen yaklaşık üç buçuk aylık süreçte farklı disiplin suçlarını işlediği iddiasıyla on iki kez savunmasının istendiğini, toplamda on altı gün hafta sonu izinsizlik ve on sekiz gün oda hapsi cezasından oluşan yedi ayrı disiplin cezasıyla cezalandırıldığını, psikolojik olarak zor günler geçirmesine rağmen gerek disiplin cezaları ile gerekse kendisini koruması ve destek vermesi gereken koruma ve gözetim görevi bulunan komutanlarının cinsel tacize varan onur kırıcı söz ve davranışları nedeniyle mobbinge maruz kaldığını, tüm bunların kişisel verilerini ve özel hayatını korumayan, sonrasında da baskıları engelleyeceğine psikolojik olarak tacizde bulunan idarenin kusurlu eylem ve işlemlerinden kaynaklandığını, son olarak kimliği gizli tutulan birinin hakkında yaptığı ihbara binaen “Okulda porno cd izlemek, ticaretini yapmak ve bulundurmak” suçlamasıyla savunmasının istendiğini, tüm bu baskılar nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakıldığını,
iii. Birinci başvurucu hakkında, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkeme ilkesine riayet edilmeyerek askerî üstleri tarafından toplamda on sekiz gün oda hapsi cezasına hükmedildiğini,
iv. Tüm bu süreçte uğranılan maddi ve manevi zararların telafi edilmesi amacıyla açtıkları tazminat davasını karara bağlayan AYİM’in, hâkim sınıfından olmayan subay üyelerinin de bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığını,
v. Yargılama sürecinde dile getirdikleri taleplerin ve sundukları delillerin AYİM tarafından dikkate alınmadığını, yalnızca davalı idarenin beyanlarının hükme esas alındığını, AYİM’in ret kararıyla birinci başvurucunun yaşadığı tüm bu olumsuzluklar nedeniyle toplumda dışlanan aile bireylerinin de ağır bir psikolojik bunalıma girdiklerini, ayrıca kusurlu idareye ödemeleri için kendilerine tebliğ edilen öğrenci maliyetlerini içeren tazminat ile gerçekleştirilen masraflar nedeniyle maddi ve manevi kayba uğradıklarını,
vi. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan mevzuata göre AYİM’deki yargılamalarda ıslah imkânı bulunmadığını ve davalı idare lehine nispi avukatlık ücretine hükmedilemezken, dava sürecinde yapılan yasal değişiklikle bunun aksine bir düzenleme getirildiğini, bu nedenle davanın reddedilmesi sonucunda idare lehine 10.450 TL avukatlık ücretine hükmedildiğini, dava tarihinde öngörülemeyen ve idari istikrar ilkesiyle bağdaşmayan bu durum nedeniyle hak arama hürriyetlerinin zedelendiğini belirterek Anayasa’nın 17., 19., 20., 36., 48. ve 49. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler; ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
31. Başvurucuların;
i. Yürütülen adli bir soruşturma kapsamında bilgi veren sıfatıyla 13/8/2010 tarihinde ifadesi alınan birinci başvurucunun bu tarihten sonra Deniz Harp Okulunda sürdürdüğü öğrenim sürecinde yaşadığını ileri sürdüğü şikâyetlerinin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı,
ii. Birinci başvurucunun kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkeme ilkesine riayet edilmeyerek askerî üstleri tarafından toplamda on sekiz gün oda hapsi cezası ile cezalandırıldığı yönündeki şikâyetlerinin özgürlük ve güvenlik hakkı,
iii. AYİM’in, bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki şikâyetleri, tazminat davasında sunulan delillerin ve dile getirilen taleplerin AYİM tarafından dikkate alınmaması nedenleriyle maddi ve manevi kayba uğradıkları yönündeki şikâyetleri ve dava tarihinden sonra değiştirilen mevzuat gereğince aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının engellendiği yönündeki şikâyetleri ile 13/8/2010 tarihli ifade alma işleminde birinci başvurucunun haklarının hatırlatılmaması ve avukat yardımından yararlandırılmaması yönünde savunma hakkı bağlamında ayrıca ileri sürdükleri şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
a. Anayasa'nın 17. Maddesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. İkinci ve Üçüncü Başvurucular Yönünden
32. Birinci başvurucunun anne, babası olan ikinci ve üçüncü başvurucular, yukarıda belirtilen iddialar kapsamında (bkz. § 29) Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruması ve geliştirmesi haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
33. Bakanlık görüş yazısında, ileri sürülen ihlal iddiasından doğrudan zarar görmeyen ikinci ve üçüncü başvurucuların mağdur sıfatlarının bulunmadığı ifade edilmiştir.
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir"
35. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014, § 42)
36. Başvuru konusu olayda başvurucuların, kızlarının ifade vermesi için onunla birlikte İstanbul’a geldikleri, ifade işleminden sonraki süreçte kızlarının Deniz Harp Okulundaki öğrenimine devam ettiği, gerçekleştiği iddia edilen psikolojik tacizlerin okul içindeki akademik ve sosyal yaşamdan kaynaklandığı, açılan maddi ve manevi tazminat davasında mobbing sonucunu doğuracak eylem ve işlemlerin birinci başvurucunun yaşadığı olaylar üzerinden dile getirildiği ve söz konusu eylem ve işlemlerin kendileri üzerindeki etkilerinin kızlarının okuldan ayrılmasından sonraki süreçte de devam ettiğini belirttikleri maddi ve manevi kayıplar üzerinden davaya konu edildiği anlaşılmış; ayrıca dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden başvuruya konu edilen süreç içinde ikinci ve üçüncü başvurucuların kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden “doğrudan” etkilendiği sonucunu doğuracak herhangi bir kanıya ulaşılamamıştır.
37. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında kızlarının maruz kaldığını iddia ettikleri psikolojik tacizler nedeniyle ikinci ve üçüncü başvurucuların güncel ve kişisel haklarının doğrudan etkilendiği hususunda kanaat oluşmaması ve hakkın niteliği gereğince dolaylı etkinin yoğunluğunun neden olacağı sonuçların tartışılabilmesine olanak sağlayabilecek şekilde başvurucuların içinde bulunduğu koşulların detaylandırılıp delillendirilmemesi nedenleriyle işlem ve eylemlerin ya da ihmallerin doğrudan mağdurları olmayan başvurucuların bu hak bakımından bireysel başvuru yapma hakkı bulunmamaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı yönünden ikinci ve üçüncü başvurucuların mağdur sıfatı taşımadıkları anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Birinci Başvurucu Yönünden
39. Başvurucunun iddialarına (bkz. § 29) karşı sunulan Bakanlık görüş yazısında, birinci başvurucu hakkındaki kişisel bilgilerin kötü niyetli kişilerin eline geçmiş olması hususunda başvurucuların şikâyetçi olmadıkları ya da bu nedenle uğradıkları zararın tazmini maksadıyla yargı yoluna başvurmadıkları ifade edilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde ifade alma işlemi sırasında birinci başvurucunun sorumlulardan şikâyetçi olduğunu dile getirdiğini ve bu hususun tutanağa aktarıldığını belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
41. Somut başvuruda psikolojik tacizler nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiası, AYİM'de yürütülen yargılamalarda dile getirilmiş ve derece mahkemeleri tarafından tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı bu kapsamda değerlendirilmiştir. Söz konusu yargılamalar neticesinde yapılabilecek tespitlerin ve verilebilecek tazminatların, idarenin eylem ve işlemlerine konu olan başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından zararlarını giderebilecek yeterlilikte olduğu anlaşıldığından başvuru yollarının usulüne uygun şekilde tüketildiği sonucuna varılmıştır.
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın birinci başvurucu açısından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucular, mobbing iddiasına dayanak olarak gösterdikleri disiplin cezalarından olan oda hapsi cezası yönünden ayrıca şikâyette bulunmuşlar veherhangi bir mahkeme kararı bulunmaksızın yalnızca yetkili amirin kararıyla birinci başvurucu hakkında verilen oda hapsi cezası ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
44. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
45. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
46. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
47. Başvuru konusu olayda birinci başvurucu, öğrenimine devam ettiği 13/8/2010 ile 23/11/2010 tarihleri arasında 1632 sayılı Kanun'un mülga 171. maddesi uyarınca disiplin amiri tarafından on sekiz gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmış,en yeni tarihli oda hapsi cezası ise 27/10/2010 tarihinde kendisine tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla başvuru konusu edilen söz konusu oda hapsi cezalarının tümü, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce kesinleşmiştir.
48. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu işlemlerin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. 3/8/2010 Tarihli İfade Alma İşleminde Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucular ayrıca 13/8/2010 tarihli ifade alma işleminde birinci başvurucunun bilgi veren sıfatından ziyade şüpheli olarak sorgulandığını, buna rağmen hakları hatırlatılmadan ve avukat yardımından yararlandırılmadan ifadesinin alındığını belirterek savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
50. Başvuru konusu olayda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 13/8/2010 tarihinde “bilgi veren” sıfatıyla birinci başvurucunun ifadesine başvurulmuş, ifade kapsamındaki hususlar ile ilgili sonraki süreçte birinci başvurucu hakkında adli ya da idari herhangi bir soruşturma yürütülmemiştir.
51. Soruşturma veya kovuşturma sürecinde savunma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların zaman bakımından yetki kapsamında olup olmadığı incelenirken Anayasa Mahkemesi tarafından bu süreçlerin sona erdiği ya da kesinleştiği tarih dikkate alınmaktadır (Nail Yılmaz, B. No: 2014/4147, 10/6/2015, § 29). Somut başvuruda, birinci başvurucu hakkında bir soruşturma ya da kovuşturma süreci yürütülmediği anlaşıldığından anılan kuraldan farklı olarak bu kapsamda yapılacak değerlendirmede ifade alma işleminin gerçekleştiği tarihin esas alınması gerekir.
52. Başvuru konusu olay daha önce belirtilen ilkeler de (bkz. §§ 45, 46) gözetilerek ele alındığında şikâyete konu ihlal iddiasının 13/8/2010 tarihinde alınan ifade işlemine ilişkin olduğu ve söz konusu işlemin Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucuların savunma hakkına ilişkin şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
ii. AYİM'in Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
54. Başvurucular, bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle AYİM'in bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığı iddiaları, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince bu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29; S.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 26; Salih Karakoç, 2013/2954, 19/12/2013, § 49). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
56. Başvurucuların, aleyhlerine hükmedilen avukatlık ücretinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
57. Birinci başvurucu; bilgi veren sıfatıyla ifadesinin alınmasıyla başlayan süreç içinde öğrenim gördüğü Deniz Harp Okulunda yalnızlaştırıldığını, en küçük hareketinin dahi disiplin soruşturmasına konu edildiğini, okuldan ayrıldığı tarihe kadar geçen yaklaşık üç buçuk aylık dönemde üçü oda hapsi, dördü de izinsizlik cezası olmak üzere yedi kez disiplin cezası ile cezalandırıldığını, ayrıca hiçbir kusurunun olmamasına rağmen kötü niyetli kişilerin hakkında tutukları notlar bahane edilerek cinsel tacize varacak şekilde komutanları tarafından kendisine karşı fahişelik ithamlarında bulunulduğunu, bu söylemlerin birçok kez gerçekleştiğini, psikolojik olarak kendisine destek olunmadığı gibi okulu bırakması için “porno cd ticareti yapmak” suçlaması dâhil her türlü gerçek dışı iddialarla suçlandığını, kendisine mobbing uygulanması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kaldığını belirterek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
58. Bakanlık tarafından esasa ilişkin bir görüş bildirilmemiştir.
59. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz."
61. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendini gerçekleştirme ve kendine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
62. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye "işkence", "eziyet" yapılamayacağı ve kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup bu hüküm, Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin "işkence", bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin "eziyet", küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22).
63. Ancak, bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında da başvuru konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin; şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme'nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
65. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte belirtilen eylemlerin, Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların; Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, § 35).
66. Belirtilen tespitler ışığında somut başvuru incelendiğinde başvurucu, öğrenim gördüğü Deniz Harp Okulunda amirleri tarafından hakkında sürekli olarak disiplin soruşturmaları açıldığını ve kendisine yedi ayrı disiplin cezası verildiğini, ayrıca yıldırma ve okuldan ayrılmasını sağlama amacıyla hareket eden okul idaresi tarafından koruma ve gözetim yükümlülüğünün bilinçli olarak yerine getirilmediğini, bu suretle kendisine "mobbing" uygulandığını belirterek bu şekilde uğradığı maddi ve manevi zararlar nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde belirtilen eylemlerin; kişilik haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde bedensel ve ruhsal etkiler ortaya çıkarması mümkün olmakla birlikte özellikle askerlik mesleğini seçen başvurucunun aldığı harp eğitiminin nitelikleri, başvurucunun yetişkin bir birey olması ve statüsü de dikkate alındığında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
67. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
i. Genel İlkeler
68. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
69. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin niteliği" kenar başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
70. Anayasa’nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bu genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine yönelen ve zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Yine Anayasa’nın 17. maddesine göre bireylerin beden ve ruh bütünlüğü "maddi ve manevi varlık" kapsamında ele alınıp korunmaktadır. Böylece bireylerin sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri açısından kendi varlıklarını koruma ve geliştirme hakkına sahip olmaları sıkı şekilde anayasal güvence altına alınmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 5. maddesinde, bireylerin maddi ve manevi varlıklarının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması devletin temel amaç ve görevlerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu doğrultuda devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan beden ve ruh bütünlüğüne keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü kılınmaktadır.
71. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
72. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 45; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, §§ 23, 24, 27).
73. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel hayat" kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
74. Kişinin bireyselliğinin yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları belgesinde "kişiliğin korunması ve serbestçe geliştirilmesi" kavramına yer verilmekle beraber Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir (Sevim Akat Eşki, § 27).
75. Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında "bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramının, özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir (Sevim Akat Eşki, § 28). Anayasa’nın 17. maddesinde, herkesin maddi ve manevini koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen hakkın kapsamı Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir.
76. Bireyler için çoğu zaman bir zorunluluk olan iş yaşamının barındırdığı olumlu ya da olumsuz nitelikler, başta bireylerin beden ve ruh sağlıklarına olan etkisi dikkate alındığında genel yaşam kalitesinin belirlenmesinde önemli bir ölçü oluşturmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 5., 12. ve 17. maddelerindeki genel düzenlemelerin yanında Anayasa’nın 49. maddesinde yer verilen “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, .. ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindeki anayasal hüküm de maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı çerçevesinde bireylerin bedensel ve ruhsal olarak zarar görmeyecekleri, asgari koşulları sağlanmış sağlıklı bir çalışma ortamı içinde bulunabilmelerini güvence altına almaktadır.
77. Mobbing olarak tabir edilen ve iş yerlerinde çalışanlara yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden; yıldırma, dışlama, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan, mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine ve özellikle ruh sağlıklarına zarar veren, bireylerin yaşamlarına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşan, kasıtlı biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan psikolojik taciz niteliğindeki eylem, işlem ya da ihmallerin gerek Anayasa gerekse Sözleşme ile güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması, geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi hakkı bağlamında korunmayacağı açıktır. Mobbing mahiyetindeki bu tür davranışların önlenmesi için tedbirler alınması ve gerçekleştirildiğine yönelik şikâyetlerin etkili şekilde incelenmesi anayasal bir gereklilik olduğu gibi yıldırıcı ve kasıtlı tutumlara maruz kalanların uğradıkları maddi ve manevi zararların giderilip sorumluların yasal çerçevede cezalandırılmaları da bu gerekliliğin bir devamını oluşturmaktadır.
78. Çalışanların adil çalışma koşulları altında, güvenli ve sağlıklı ortamlarda çalışmaları ile ilgili hususlar insan hakları ile ilgili diğer birtakım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Örneğin Türkiye’nin 27/9/2006 tarihinde onayladığı 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 26. maddesinde, tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak çalışanların birey olarak iş yerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldığı kınanacak ya da açıkça olumsuzluk ya da suç oluşturan, tekrarlanarak devam eden eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesi konusunda desteklenmesi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemlerin alınması taraf devletlerin taahhüdü olarak düzenlenmiştir.
79. Bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin mobbing olarak nitelendirilmesi her somut olaya özgü koşulların değerlendirilmesiyle mümkündür. Müdahalelerin iş yeri ile ilgili, iş yerinde çalışan diğer şahıslar tarafından süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanan, sistemli ve kasıtlı, yıldırma ve dışlama amaçlı, mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve sağlığında zarar ortaya çıkaran nitelikte olması gerekir. Müdahalelerin neden olduğu sonuçların boyutu, mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına, kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna kadar birçok faktöre göre değişebilmektedir. Ayrıca negatif yükümlülüklerin yanında mesleki faaliyetlerden dolayı gözetim ve denetim kapsamında olan bireylere karşı kamusal makamların pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu durumlarda, bu yükümlülüklerin kasıtlı ve sürekli bir biçimde yerine getirilmemesi de psikolojik taciz olarak değerlendirilebilir. Bu kapsamda her olayın kendine özgü koşullarının ayrı ayrı ele alınması gerekir.
80. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki söz konusu güvenceler, bazı mesleklerin nitelikleri gereğince o mesleğin bir parçası olan zorunlu mesleki eğitim süreci içinde olan bireylere yönelen bu türden müdahalelere karşı onların beden ve ruh bütünlüklerini korumasız bırakmaz. Bu kapsamda örneğin askerî mesleklerin tercih edildiği durumlarda, mesleğe hazırlayıcı mahiyette olan ve mesleğin icra edilebilmesi için sıkı bir disiplin anlayışı içinde verilmesi gereken askerî eğitimlerin özellikleri dikkate alındığında bu tür meslekleri seçen ve yerine getirilecek kamu hizmetinin ayrılmaz bir parçası olan zorunlu askerî eğitime tabi tutulan öğrencilerin amirleri tarafından psikolojik şiddet olarak nitelendirilebilecek sistemli, kasıtlı, sürekli ve disiplinin gerektirdiği ölçüyü aşan yoğunlukta eylem, işlem veya ihmallere maruz kalması hâlinde bu tür müdahaleler korunmayacaktır. Ancak hakkın koruma alanına yönelen müdahalelerin etkileri irdelenirken alınan eğitimin özellikleri, bu özelliklerin bireylerce öngörülüp öngörülmediği, genel yararı amaçlayıp amaçlamadığı ya da genel yarar ile bireyin yararı arasında bir dengelemenin yapılıp yapılmadığı gibi hususlar her olayın özelliklerine göre değerlendirilmeyi gerektirir. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren bu tür başvurular, Anayasa Mahkemesi tarafından belirtilen tespitler doğrultusunda ele alınacaktır.
81. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan hakka yönelen müdahalelerin ağırlığını tespit etmek ve mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Sistemli olarak sürdürüldüğü iddia edilen psikolojik tacizlerin nihai ve somut görünümü olduğu anlaşılan disiplin cezalarının tesis edilmesi şeklindeki işlemlerin ve idarenin eylemlerinin, başvurucunun maddi ve manevi varlığına ne gibi etkilerinin bulunduğu hususunun incelenmesinde olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi; derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle mahkemelerce işlemlere dayanak teşkil eden mevzuat hükümleri yorumlanıp uygulanırken Anayasa’nın 17. maddesindeki güvencelerin gözetip gözetilmediği, müdahalelerin varlığının tespiti hâlinde bu müdahalelerin kanunilik ilkesine dayandırılıp dayandırılmadığı ve müdahaleyi haklı kılan diğer anayasal sebeplerin var olup olmadığı ile tüm süreç ele alındığında söz konusu eylem, işlem ya da eylemlerin kişinin maddi ve manevini varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali anlamına gelip gelmediği hususlarında her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirmeler yapmak yetkisine sahiptir.
ii. Müdahalenin Varlığı
82. Somut başvuru açısından yatılı olarak askerî eğitim ve öğrenim görenbaşvurucunun başvuruya konu edilen süreçte toplamda yedi kez disiplin cezasıyla cezalandırıldığı açıktır. Yürütülen idari soruşturmaların içeriği ile Derece Mahkemelerine sunulan bilgi ve belgeler incelendiğinde müdahale iddialarının, başvurucunun askerî okul içindeki birtakım davranışlarının disiplin talimatlarına aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan soruşturmalar neticesinde verilen disiplin cezalarına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda birçok eylem ve işlem gerekçe gösterilerek verilen ve belirli yoğunlukta tekrarlandığı görülen disiplin cezalarının, başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
83. Anayasa'nın 17. maddesinde, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, § 33).
84. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
85. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları dikkate alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta kanun ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
Kanunilik
86. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü; söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (Günay Okan, B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 23; AYM, E.2011/62, K.2012/2, 12/1/2012).
87. Başvuruya konu disiplin soruşturmalarının 1632 sayılı Kanun'un mülga 165., 168. ve 171. maddeleri temelinde gerçekleştirildiği ve disiplin cezalarının tesis edildiği tarihtesöz konusu düzenlemelerin yürürlükte olduğu anlaşıldığından kanunilik ölçütünün karşılandığı sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 21-23).
Meşru Amaç
88. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat düzenini devam ettirmek; onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir. Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve bu hizmeti yürütenlerin hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmesi amacıyla uygulanmaktadır. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat, astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı düzenlenmiştir (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 40).
89. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması amacı kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata Türkeri, § 41).
90. Bu bağlamda hiyerarşik bir düzenin titizlikle uygulandığı ve katı bir disiplin anlayışının bulunduğu askerî eğitim kurumlarında öğrenim gören askerî öğrencilerin işlem ve eylem tarzlarına disiplin cezaları ile bazı sınırlamalar getirilmesi şeklindeki müdahalenin meşru temellere dayandığı anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
91. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalelerin, ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
92. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 71)
93. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik; sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Marcus Frank Cerny, § 72;AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
94. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının sınırlandırılmasında da gözönünde bulundurulmalıdır. Sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,sınırlandırma ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlal ettiği iddia edilen eylem ve işlemlerin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının dikkate alınması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur (Marcus Frank Cerny, § 73).
95. Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde iki aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün seçimidir. İkincisi ise ilgili sınırlama ölçütü çerçevesinde izlenen meşru amacı gerçekleştirmek üzere yapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp ihlal iddiasına konu önlemin, anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması yani müdahaleyi meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı olması gerekir (Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 108).
96. Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemektedir (Bülent Polat, § 109).
97. Bireyin maddi ve manevi varlığına veya kimliğine ilişkin önemli haklar ya da hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda söz konusu takdir yetkisinin daralması doğaldır. İş yaşamının olağan stres ve yorgunluğunun dışında çalışan bireyleri sistematik olarak kasıtlı psikolojik tacizlerle yıldırmak suretiyle maddi ve manevi bütünlüklerine yöneltilen saldırılar söz konusu olduğunda ise bu tür müdahalelerin meşru görülebilmesi mümkün olmamalıdır. Zira maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, bireyin ruhsal bütünlüğünün zarar görmemesi ve sağlıklı bir iş ortamında yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli olan en temel haklardan biri olduğu açıktır.
98. Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Her idari işlem ve eylemin amacının kamu yararını sağlamak olduğu dikkate alındığında söz konusu takdir yetkisi, amacı dışında bireylerin ruhsal bütünlüklerini zedeleyecek şekilde kullanılamaz. İş yaşamında gerek idarecilerin gerekse aynı konumdaki diğer çalışanların kimi eylem ve işlemleri, bireyin psikolojik olarak yıpranmasına ve yılmasına neden olabilmektedir. Özellikle disiplin soruşturmaları yapılarak çalışanların cezalandırıldığı durumlarda,yoğunluğuna ve sürekliliğine göre etkileri her olaydaki koşullara göre kişiden kişiye değişen, sübjektif bir algı olan ve kişinin maddi ve manevi varlığına zarar verebilen psikolojik taciz kavramı ortaya çıkabilmektedir.
99. Bu noktada her somut olay temelinde yapılacak değerlendirmelerle olaya özgü objektif kriterleri belirlemek ve mobbing anlamına gelebilecek maddi ve manevi varlığın korunması hakkını sınırlayan müdahaleler söz konusu olduğunda bireylerin asgari güvence ölçütlerinden faydalanmalarını sağlamak gerekir. Özellikle bireylerin anılan temel hakkı ile kamu hizmetinin aksatılmadan gereği gibi yürütülmesini gerektiren meşru menfaat arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının dikkate alınması zorunludur.
100. Ayrıca kişinin maddi ve manevi varlığının etkili şekilde korunabilmesi ve geliştirilebilmesi için usule ilişkin güvencelerin de gözetilmesi gerekir (Ata Türkeri, § 48). AİHM kararlarına göre Sözleşme'nin 8. maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin, bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Blecic/Hırvatistan; B. No: 59532/00, 29/7/2004, § 68).
101. Başvuruya konu disiplin işlemlerinin yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunarak onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir. Bu noktada somut başvuru özelinde başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı ya da yine bir başka bireyin yararı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.
102. Başvuru konusu idari ve yargısal sürecin değerlendirilmesinden başvuru konusu olaydaki ihlal iddiasının, başvurucunun “bilgi veren” sıfatıyla ifadesinin alındığı 13/8/2010 tarihi ile Deniz Harp Okulundan ayrıldığı 23/11/2010 tarihi arasındaki döneme ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçte başvurucu tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen çeşitli eylemler hakkında disiplin soruşturmaları yürütülmüş ve disiplin amirleri tarafından yedi farklı disiplin cezası verilmiştir. Disiplin üzerine kurulu bir askerî eğitim sisteminin tesisi ve idamesi için disiplin cezası vermeye yetkili kılınan disiplin amirleri tarafından yürütülen soruşturmaların ve verilen disiplin cezalarının, başvurucunun psikolojik tacize maruz bırakıldığı şeklinde değerlendirilebilmesi için belli bir yoğunluğa, sürekliliğe ve etkiye ulaşması, bu kapsamda sürece ilişkin tüm hususların incelenmesi ve bu tür müdahalelerle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulamamış olması gerekir. Ayrıca özellikle müdahalelerin ölçülülüğü noktasında değerlendirme yapmak durumunda olan derece mahkemelerinin gerekçeleri ilgili ve yeterli şekilde oluşturulmalıdır.
103. Başvurucu, söz konusu dönemde on iki ayrı disiplin soruşturması kapsamında ifadesinin istendiğini ve aleyhine yedi ayrı disiplin cezası verildiğini, tüm bu soruşturmaların psikolojik işkencelere maruz bırakılarak okuldan ayrılmasının sağlanması amacıyla kasıtlı olarak gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir.
104. Belirtilen süreçte birbirinden farklı eylemlerin konu edildiği disiplin soruşturmaları neticesinde başvurucu hakkında üçü oda hapsi cezası, dördü izinsizlik cezası olmak üzere yedi ayrı disiplin cezası verilmiştir (bkz. § 12).
105. Başvuru dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde söz konusu disiplin cezalarına konu eylemlerin somut isnatlara dayandığı, bu kapsamda yeterli delillerin toplandığı ve söz konusu eylemlerin ilgili disiplin mevzuatına aykırılık teşkil ettiği, savunmaların sunulması için gerekli imkânların sunulduğu, cezaların üst sınırdan belirlenmediği ve cezaların tümünün infaz edilmediği dikkate alındığında söz konusu soruşturmaların başvurucuya karşı kasıtlı olarak onu yıldırmak ve okuldan ayrılmasını sağlamak amacı taşıdığı sonucuna ulaşılamayacağı gibi aksini ortaya koyacak soyut iddialar dışında herhangi bir ifade, belge veya bir delilin bulunmadığı, ayrıca başvurucu hakkında “Okulda porno cd izlemek, ticaretini yapmak ve bulundurmak” suçlamasıyla ilgili bir soruşturma yürütülmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca AYİM tarafından ulaşılan ".. süreç içinde idarece davacının her türlü disipline aykırı eyleminin cezalandırılması cihetine gidilmeyip, onun kazanılmasına çalışıldığı, verilen cezaların ise üst sınırdan verilmediği, 2009 yılında da okuldan kendiliğinden ayrılmak için girişimde bulunan ve ancak amirlerinin telkinleriyle bu girişimden dönen davacının, 2010 yılında yaşanan bu olumsuz gelişmeler üzerine okuldan ayrılma yönündeki talebini tekrarladığı ve kendi isteği doğrultusunda ilişiğinin kesildiği" şeklindeki tespitlerin aksini ortaya koyan bir durum da bulunmamaktadır.
106. Bu kapsamda yürütülen disiplin soruşturmalarında başvurucunun savunmalarının değerlendirilmiş olduğu, delillerin toplanıp incelendiği, tayin edilen cezaların üst sınırdan verilmediği ve tümünün infaz edilmediği dikkate alındığında 1632 sayılı Kanun’un mülga 165. ve devamı maddelerine dayanılarak verilen disiplin cezalarının makul, öngörülebilir ve ölçülü bir müdahale olduğu ve disiplin cezalarının başvurucunun ilişiğinin kesilmesini sağlamak amacıyla tesis edildiği iddiası hakkında değerlendirmeler yapan Derece Mahkemelerince oluşturulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
107. Ayrıca başvurucuya yönelik müdahalelerin başvuruya konu edilen şikâyet doğrultusunda incelenmesinin yanında idarenin genel tutumunun dayandığı saiklerin irdelenmesi, en azından iddia edildiği gibi başvurucuyu sindirerek onu psikolojik olarak baskı tutmak kastıyla hareket edilip edilmediği hususunda genel bir değerlendirmenin yapılması gerekir.
108. Başvuruya konu süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmada ele geçen bilgi ve belgeler hakkında yazılı ve görsel basında yapılan haber içeriklerinde fuhuş çetesiyle ilişkili olarak “Aynur kod isimli” askerî bir öğrenciden bahsedildiği dikkate alındığında, başvurucunun içe kapanarak kendisini çevresinden soyutlaması ve psikolojik olarak ciddi bir travma yaşaması öngörülebilir bir sonuçtur. Bu noktada bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan beden ve ruh bütünlüğüne keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü olan kamusal makamlarca somut olay temelindeki pozitif yükümlülüklerinin neler olduğu ve bunların yerine getirilip getirilmediği önem kazanmaktadır. Bu yükümlülükler; müdahaleye maruz kalan, denetim ve gözetimin daha yoğun ve sıkı olduğu yatılı askerî eğitim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin beden ve ruh sağlıklarının korunması açısından derhâl tedbirler alınmasını, sürecin takip edilerek ailenin bilgilendirilmesini ve yükümlülüklerin yerine getirilmemesinden kaynaklanan zararların telafi edilmesini gerektirebilir.
109. Öncelikle ilgili haber içeriklerinde kod olduğu belirtilmiş olsa da isminin geçmesi nedeniyle başvurucunun içinde bulunduğu ruh hâlinin -yatılı olarak öğrenim gördüğü ve genel olarak sınırları belirlenmiş bir alan içinde yaşamını sürdürdüğü dikkate alındığında- gerek arkadaşları gerekse de idarecileri tarafından kolaylıkla gözlemlenebileceği anlaşılmaktadır. Soruşturma kapsamında ele geçirilen bilgi ve belgelere ilişkin genel içerikli haberlerin 14/8/2010, 17/8/2010, 18/8/2010, 27/11/2010 ve sonraki tarihlerde basın-yayın organlarında yayımlandığı; başvurucunun içine sürüklendiği ruhsal duruma öncelikle neden olan ve içeriğinde “Aynur kod isimli” bir şahıstan bahsedilen haberin ise 26/8/2010 tarihinde yayımlandığı dikkate alındığında bu dönemde hızlı ve etkili şekilde psikolojik danışmanlık hizmetlerinin kamusal makamlarca başvurucuya sunulmuş olması gerekir.
110. Başvuru dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden başvurucuya, öğrenim gördüğü Deniz Harp Okulunda Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Merkezi (PDRM) tarafından 23/8/2010 ve 26/8/2010 tarihlerinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmeti sunulduğu anlaşılmaktadır. Uzman psikolog tarafından gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda başvurucu hakkında “öğrencinin aşırı hassasiyet gösteren bir durumu olmadığı” şeklinde rapor hazırlanmıştır. Devam eden süreç açısından ise psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetinden yararlanmak amacıyla başvurucudan herhangi bir talebin iletildiğini gösteren bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun ailesi ile iletişim kurularak gerekli bilgilendirmelerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu tespitler ışığında başvurucunun beden ve ruh sağlığının korunması açısından kamusal makamlar tarafından koruyucu mahiyetteki tedbirlere derhâl başvurulduğu sonucuna ulaşılmıştır.
111. Koruma ve gözetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen idarenin kusurlu eylem, işlem ve ihmalleri nedeniyle mobbinge maruz kaldıklarının tespit edilmesi ile uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmin edilmesi talebiyle başvurucular tarafından açılan davada ise AYİM 2. Dairesinin 11/4/2012 tarihli kararıyla idare tarafından delil mahiyetinde sunulan özel gizlilik dereceli olanlar dâhil tüm bilgi ve belgelerin başvuruculara incelettirilmesine izin verilmiş; söz konusu bilgi ve belgeler 4/5/2012 tarihinde hâkim nezaretinde başvurucular vekilince incelenmiş ve bu doğrultuda 10/5/2012 tarihinde cevap dilekçesi sunulmuş; akabinde AYİM tarafından dava dilekçesindeki soyut iddiaları kanıtlayacak somut herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusuru ile idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektirecek bir durumun da bulunmadığı gerekçesiyle 7/11/2012 tarihinde dava reddedilmiştir.
112. Dolayısıyla başvurucuların, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi oldukları, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı buldukları, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatına sahip oldukları ve uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri tarafından dinlendiği anlaşılmış ve bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit edilemeyen Derece Mahkemesi kararının yeterli ve ilgili gerekçelerden oluşturulduğu değerlendirilmiştir.
113. Mevcut bilgi ve belgelere göre adli bir soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan bilgi ve belgelerin basına yansımasında, başvurucuya karşı gözetim ve denetim görevi de olan okul yönetimine doğrudan atfedilebilecek bir kusurun varlığından söz edilemeyeceği; kamusal makamlar tarafından psikolojik olarak zor bir dönemden geçen aileyle yeterli iletişim kurulduğu ve başvurucuya karşı psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinin yerine getirildiği, öğrenim süresi içinde başvurucuyu yakından gözlemleme imkânı bulunan kamu görevlilerinin birtakım ihmali davranışlarının olabileceği göz ardı edilmemekle birlikte sergiledikleri yaklaşımların kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik kasıtlı ve sistematik psikolojik tacizlerde bulunulduğunu göstermeyeceği ve başvurucu hakkındaki disiplin soruşturmalarının yıldırma ve psikolojik işkencede bulunma amacı taşıdığının kabulünü gerektirecek soyut iddialar dışında bir bulgunun bulunmadığı hususları dikkate alındığında kamusal makamların beden ve ruh bütünlüğüne yönelik keyfî müdahalelerinin saptanmadığı ve üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüklerin gerektirdiği şartların gerisinde kalmadıkları sonucuna ulaşılmıştır.
114. Ayrıca başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen yukarıda değerlendirilenler dışında, kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını ve geliştirilmesini güvenceleyen anayasal hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin olarak ihlal iddiasına konu eylem, işlem ve ihmallerin içeriklerine dair başka kanıtlamada bulunulmadığı görülmektedir.
115. Sonuç olarak yukarıda belirtilen sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde başvurucuya yönelik eylem ve işlemlerin başvurucuyu sindirmek, dışlamak ve psikolojik olarak yıpratmak kastıyla sistematik biçimde gerçekleştirildiğine ve bu iddiaların sürekli olarak soruşturmalara konu edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşılmadığı, disiplin cezaları verilmesinden ibaret müdahalelerin amaçlanan hedefler açısından makul ve ölçülü olduğu, söz konusu eylem ve işlemlerin başvurucunun yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşmadığından hakkın özüne dokunmadığı, Derece Mahkemelerinin gerekçelerini bu yönde ilgili ve yeterli şekilde oluşturduğu ve netice itibarıyla müdahalenin demokratik bir toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatine varılmıştır.
116. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
117. Başvurucular, ıslah imkânının ve haksız çıkan taraf lehine nispi avukatlık ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtıklarını ve dava açarken o dönemin şartlarına göre dava konusu miktarı belirlediklerini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK'daki düzenleme ile öngörmedikleri bir şekilde avukatlık ücreti ödemeye mahkûm edildiklerini, bu durumun mahkemeye erişim haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
118. Bakanlık görüş yazısında mahkemelerin fuzuli meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürelerde bitirebilmeleri amacıyla başvuruculara yönelik belirli yükümlülükler öngörülebileceği, bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemenin kamu otoritelerinin takdir yetkisi içinde olduğu, öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
119. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
120. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesi şöyledir:
"Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
121. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
122. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).
123. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda, 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-39).
124. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).
125. Başvurucuların tam yargı (tazminat) davasını açtığı 5/7/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamakla birlikte dava sonucunda haksız çıkan davacının, her hâlükârda davalı idare lehine reddedilen miktar üzerinden nispi avukatlık ücreti ödemesini gerektiren düzenlemenin bulunduğu anlaşılmaktadır (Mehmet Tekin, B. No: 2013/7611, 20/5/2015, § 57; Nevriye Sağır ve Salim Sağır, 2014/6129, 20/5/2015, § 25).
126. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği davanın açıldığı 5/7/2011 tarihinde mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacıların tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneklerinin olmadığı görülmektedir (Mehmet Tekin,§ 58; Nevriye Sağır ve Salim Sağır, § 26).
127. Bu nedenle AYİM'deki davada, başvurucular tarafından 100.000 TL maddi ve 70.000 TL manevi olmak üzere toplamda 170.000 TLtazminat talebinde bulunulmuş; davayı inceleyen ve reddine karar veren AYİM ise reddedilen tazminat talepleri üzerinden başvurucuların aleyhine ve davalı idarenin lehine olmak üzere 10.450 TL avukatlık ücreti ödenmesine hükmetmiştir.
128. Başvurucular aleyhine avukatlık ücreti ödenmesini öngören düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup olmadığının da incelenmesi gerekir.
129. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, davanın açıldığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebin yüksek tutulduğu, yargılama sonucunda talep edilen ancak reddedilen maddi ve manevi tazminat tutarı üzerinden 10.450 TL avukatlık ücretinin başvurucu tarafından davalı idareye ödenmek zorunda bırakıldığı görülmüştür. Böylece başvurucuların ıslah imkânı olmaması nedeniyle davanın açıldığı sırada yüksek tazminat talebinde bulunduğu yargılamanın sonucunda başvurucular aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
130. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
131. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
132. Başvurucular, mahkemeye erişim haklarının ihlal edilmesi nedeniyle 10.450 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
133. Bakanlık, ihlal tespit edilmesi ve ihlalin sonuçlarının giderimine ilişkin başka bir yöntem izlenmemesi durumunda hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı şeklinde görüş bildirmiştir.
134. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 8.500 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
135. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL avukatlık ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın,
a. İkinci ve üçüncü başvurucular yönünden kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b. Birinci başvurucu yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. 13/8/2010 tarihli ifade alma işleminde savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Birinci başvurucu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle başvuruculara net 8.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.