TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MESUT ÇEKİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6944)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Mesut ÇEKİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Can TOMBUL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; haksız olarak tutuklu kalması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının, başka bir davada yargılanan kişilerin kolluk
beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması ve yargılamanın makul bir
sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul 15.
Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/1/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
9/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (5190 sayılı Kanun ile
görevli) yürütülen soruşturma kapsamında 3/10/2004 tarihinde başvurucunun
ifadesi alınmıştır.
10. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (5190 sayılı Kanun ile
görevli) 5/10/2004 tarihli ve 2004/1246 Değişik İş sayılı kararı ile
başvurucunun Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) adlı örgütün üyesi olma
suçundan tutuklanmasına karar vermiştir.
11. Başvurucu ve diğer dört şüpheli hakkında Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının (5190 sayılı Kanun ile görevli) 15/3/2005 tarihli ve
E.2005/5190-62 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütü kurmak veya
yönetmek, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak, silahlı terör örgütüne
üye olmak" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
12. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli)
31/1/2008 tarihli ve E.2005/91, K.2008/32 sayılı kararı ile başvurucunun
mahkûmiyetine karar vermiştir.
13. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 6/5/2009
tarihli ve E.2008/17004, K.2009/5508 sayılı ilamı ile "sanıklara atılı her bir eylem yönünden eylem
evrakı, savunmalar, maddi kanıtlar ve başka dosya sanıklarına ait ifadelerin
sübuta ilişkin kabuller çerçevesinde tutarlı bir biçimde tartışılması,
çelişkilerin giderilmesi, maddi gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak ve Yargıtay
denetimine olanak verecek biçimde elverişli kanıtlarla ortaya konularak, her
bir sanığın sabit görülen eylemlerinin neler olduğu, hangi eylemlere ne şekilde
katıldıkları açıkça belirlenerek, hangi delillerle bu sonuca varıldığının
tartışılıp değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz
gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulduğu..." gerekçesine
dayanılarak bozulmuştur.
14. Bozma üzerine Mahkemenin 28/8/2012 tarihli ve E.2009/275,
K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun "silahlı
terör örgütünün yöneticisi olmak" suçundan 15 yıl hapis cezası
ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Anılan
karar, başvurucu ve müdafiinin yüzüne karşı
verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık Mesut ÇEKİ’nin
yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün yöneticisi konumunda olup kendisiyle
birlikte örgüt içerisinde yönetici konumunda olan diğer sanıklar T. L.ve N. Ş.
ile irtibatlı olduğu, örgüte ait hücre evlerin kiralanmasında görev alarak
diğer sanık N. Ş. ile birlikte hareket ettiği, sanık N. Ş. yi
üçüncü kişilerin şüphelenmemesi için kız kardeşi olarak tanıttığı, Ankara İli
Yenimahalle İlçesindeki hücre evine yapılan operasyon neticesinde, CD. naylonu üzerinde
sanık Mesut ÇEKİ’nin sol el baş parmak izi tespit
olunduğu, Adana DGM.nin 1997/130 Esas sayılı dava
dosyasında yargılanan H. M., Ö. T. Y., C. A., M. S., C.K., M. A. H., D. E ve Ö.
S. nin beyanları çerçevesinde sanık Mesut ÇEKİ’nin örgütün Adana KGÖ sorumlusu olduğunu, Adana Mersin
bölgesindeki birçok yasadışı korsan gösterinin eylem ve talimatını vererek
birçok gösteriyi yönettiği, örgüte eleman kazandırdığı, eleman temin etmek
amacıyla kamp adı altında siyasi eğitim ve propaganda amacıyla faaliyetleri
düzenleyerek bizzat yönettiği, gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek ve
gizliliğinin temin etmek maksadıyla Hüseyin-Tamer Kod adlarını kullandığı,
yakalandığı gün yanında örgütün üst düzey yönetici konumunda olan T. L.ve N. Ş.
ile birlikte Eskişehir Ankara karayolunun 30. kilometresinde giderken araç
içerisinde yakalandıkları, sanık Mesut ÇEKİ’nin
yakalandığı esnada üzerinde hakkındaki adli ve cezai kovuşturmadan kurtulmak
maksadıyla kendi resminin basılı olduğu H. C. D. sahte kimliğiyle yakalandığı
hususu sübûta ermiştir.
...
sanık
Mesut ÇEKİ’nin yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün
Adana KGÖ [Komünist
Gençlik Örgütlenmesi] sorumlusu olduğu,
Adana Mersin illerinde değişik tarihlerde gerçekleşen yasa dışı korsan
gösterilerin talimatını vererek yönettiği, örgüte eleman kazandırdığı, eleman
kazanmak amacıyla kamp adı altında siyasi eğitim ve propaganda faaliyetlerini
yönettiği, gizliliğinin temin etmek maksadıyla Hüseyin-Tamer Kod adlarını
kullandığı, yakalandığı gün üzerinde H. C. D. adına düzenlenmiş sahte kimliğin
ele geçirildiği, sanığın örgütün eylem ve faaliyetlerinde kullanmak maksadıyla
sahte isimlerle ev kiraladığı, yine örgütün yöneticilerinden olan T. L. ve N.
Ş. ile irtibatlı olması şeklindeki eylem ve faaliyetlerinin süreklilik, çeşitlilik
ve yoğunluk göstererek örgütle organik bağ oluşturmak suretiyle örgüt üyeliği
suçunu oluşturduğu, sanığın örgütün Adana KGÖ sorumlusu olup bu il ve çevre
illerindeki birçok korsan gösterinin talimatını vererek yönettiği, yine
gizlilik içerisinde örgüte eleman temin etmek maksadıyla siyasi eğitim amacıyla
kamp düzenlediği yine kendisi gibi örgütün yönetici konumundaki T. L. ve N. Ş.
ile irtibatlı olup aynı gün birlikte yakalanmış olması kül halinde
değerlendirildiğinde, sanığın terör örgütü içerisinde yönetici konumunda olduğu
(anlaşılmıştır)".
15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013
tarihli ve E.2013/4821, K.2013/10539 sayılı ilamı ile "bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda
toplanan deliller karar yerinde incelenip, ... Sanık Mesut Çeki'nin
anılan örgütün yöneticisi ... olduğu kabul edilmiş, tüm sanıkların cezalarını
azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle
reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik
görülmemiş olduğu" gerekçesine dayanılarak onanmıştır.
16. Başvurucu, anılan kararı 22/8/2013 tarihinde öğrendiğini
bildirmiştir.
17. Bireysel başvuru 2/9/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
18. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye
Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun
ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata
veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs
edenler, Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
19. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun“Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil
sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere
ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak
doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim
aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun
yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir.
Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin
ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (3)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden
veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un
“Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı 209.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan
sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade
tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak
belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik
durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”
22. 5271 sayılı Kanun’un
“Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından
ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme
yerine geçemez.”
23. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada
okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı 211. maddesi
şöyledir:
“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş
veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,
b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada
hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi
olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı
değilse,
c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın
duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce
yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu
belgeler okunabilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık
veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında
kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”
24. 5271 sayılı Kanun’un
“Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş
ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî
kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde
elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; hakkındaki kamu davasında aleyhte tanıklık yapan
kişilerin Mahkeme huzurunda dinlenmediğini, adli kolluk tarafından hazırlanan
ve siyasi niteliğe sahip fezlekedeki iddialar doğru kabul edilerek maddi gerçek
araştırılmadan cezalandırıldığını, diğer sanıklarla birlikte sahte kimlikle
yakalanmış olmasına dayanılarak hüküm kurulduğunu, tek bir delile dayanılarak
hüküm kurulmasının suç ve ceza arasında orantısızlık oluşturduğunu, hakkında
verilen mahkûmiyet hükmü neticesinde özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, makul
sürede yargılama yapılmadığını belirterek suç ve cezaların kanuniliği
ilkesinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve adli yardım taleplerinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi
Yönünden
27. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini
ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun
olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma ve
kişi hürriyeti ve güvenliği hkakları kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, haksız olarak tutuklandığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman
bakımından yetkisi”yle
ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet
kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması
gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk
hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul
edilmiştir. Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun
tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 28/8/2012 tarihinde sona ermiş
olduğundan başvurunun bu kısmının zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir (Osman Büyüksu,
B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali
Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§
24-29).
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarına
dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, hakkında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Tanık Sorgulama Hakkı
32. Başvurucu; benzer suçlardan başka dosyalarda yargılanan
kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu,
bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin
beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
33. Bakanlık görüşünde, delillerin kabul edilmesi ve
tartışılmasına ilişkin takdirin derece mahkemelerine ait olduğu ve bu
mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde yapılan yanlışlıkların
Anayasa’da güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği
müddetçe bireysel başvuruya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık,
konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) kararlarını hatırlatarak
başvurucunun tanıklara soru soramamasının silahların eşitliği ilkesini ihlal
edebileceğini belirtmiştir.
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, §
20).
35. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları
sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla
aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını
isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun başka davalarda
yargılanan ve kendisinin aleyhine beyanda bulunan sanıkların hiçbirinin İlk
Derece Mahkemesi önünde dinlenmediği yönündeki iddiasının, Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
36. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya
çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında
davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
37. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için
kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya
konulması gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte bir mahkûmiyet sadece
veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama
veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere
dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme'nin 6. maddesindeki güvencelerle
bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila
Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
38. AİHM’e göre ulusal hukuktaki
nitelemeye bakılmaksızın “tanık”
kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No:
1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37),
mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya,
B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§
81, 82) da kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın
ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler,
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık
olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, §
40).
39. AİHM; yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin
alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı
tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93
…, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §
49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/07/2012, §
38).
40. Somut başvuruda, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin
E.1997/130 sayılı dosyasında görülen davada silahlı terör örgütü üyesi olmak
suçundan yargılanan ve beraat eden sanıkların soruşturma aşamasında başvurucu
aleyhinde tanıklık yaptıkları, aleyhe tanıklık yapan şahıslardan sadece birinin
başvuruya konu dosyada kovuşturma aşamasında dinlendiği anlaşılmaktadır.
Gerekçe incelendiğinde mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka dosyalarda sanık
konumunda bulunan bu şahısların kollukta başvurucu aleyhine verdiği ifadelerin
delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Bu beyanlar ise soruşturma aşamasında
polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen ifadelerdir.
41. Deliller arasında hücre evi olduğu belirtilen yerin
kiralanmasıyla ilgili teşhis tutanağı da yer almaktaysa da teşhis sırasında
sanık veya müdafiinin hazır bulunmadığı,fotoğraf üzerinden teşhiste bulunulduğu,
anılan şahısların kovuşturma evresinde talebe rağmen dinlenilmedikleri
anlaşılmaktadır.
42. İlk Derece Mahkemesi, anılan kişileri duruşmaya çağırarak
dinlemek yerine ifadelerini dosyaya koymakla yetinmiştir. Başka dosyada
yargılanan şahıslar yargılandıkları Mahkemede yaptıkları savunmalarda hazırlık
beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını
kabul etmemişlerdir. Başvurucunun yargılandığı davada dinlenen tanık H.M. ise
başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında alındığını
belirterek kolluk ifadesini reddetmiştir.
43. Başvurucu; duruşmaların kovuşturma evresinde ve temyiz
dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada dinlenilmesi
yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu
talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun temyiz
dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme yapmaksızın İlk
Derece Mahkemesi kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü
kesinleşmiştir.
44. 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre ancak tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş
olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse tanık veya sanığın suç ortağının
duruşmada hazır bulunması; hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı
bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse ve
ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli
sayılmıyorsa bu kişilerin dinlenmesi yerine daha önce yapılan dinleme sırasında
düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. Aynı
maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ise birinci fıkrada belirtilenlerin
dışında kalan tutanakların okunması ancak Cumhuriyet savcısı, katılan veya
vekili, sanık veya müdafiinin birlikte rıza
göstermesi ile mümkündür (Ali Rıza Telek,
B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 49).
45. Başka bir deyişle ancak Kanun’da açıkça sayılan istisnai
hâllerde, tanıkların hükme esas alınacak daha önceki beyanlarının duruşmada
okunması ile yetinilebilir. Kanunda yazılı istisnai hâller dışında tanıkların
önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmesi ise ancak sanığın açık
muvafakati ile mümkündür (Ali Rıza Telek,
§ 50).
46. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı
beyanların sahipleri tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde
bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki
beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı
araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada
okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası
başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan
tanıkların beyanlarının duruşmada okunmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş,
bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenmesi talep edilmiştir.
47. Öte yandan başvurucu ve müdafii,
hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak
kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsa bile böyle bir imkân,
başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura
gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95,
19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki sorgulamalar, öncelikli olarak
iddia makamının savlarını desteklemek üzere yapılan bir bilgi/delil toplama
işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada dinlenmeyen ve
yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde verdikleri ifadelerle yetinilen
tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması açısından ağırlıklarının çok
ciddi (kritik nitelikte) olması nedeniyle hayati önemdedir.
48. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan anılan
ifadeler, bir avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz konusu olan bu
ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir
adım da atmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun
aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan
söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi
kuşkular bulunduğuna dair başvurucu iddialarının yersiz olduğu söylenemez.
49. İlk Derece Mahkemesi, belirleyici ölçüde başka davaların
soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup
olmadığı araştırılmamış olan sanıklar ile yüzleştirme tutanağında ismi geçen
kişilerin beyanlarına dayanarak başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir
(bkz. § 14). Mahkûmiyet büyük ölçüde başvurucunun soruşturma veya yargılama
aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı kimseler tarafından
verilen ifadelere dayandırılmış olduğundan ve savunma haklarının korunması için
hiçbir tedbir alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki
güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır.
50. Bu sebeplerle başvurucunun aleyhinde beyanda bulunan tanığı
sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
51. Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
yönelik iddialarının bir kısmı bu başlık altında değerlendirilerek ihlal kararı
verildiğinden -makul sürede yargılanma hakkının ihlali dışındaki- diğer
iddialar yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
52. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
53. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek
görülmediği bildirilmiştir.
54. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013 § 18)
Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının
somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
55. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
56. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların (suç isnadı) makul sürede karara
bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında
"silahlı terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği
iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar
5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın
Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır (B.E., § 32).
57. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına
alındığı 3/10/2004’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç
isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını
verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
58. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 3/10/2004
tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 5/10/2004 tarihinde sorgusunun
yapılmasından sonra tutuklandığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005
tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheli hakkında açılan kamu davası
sonunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 28/8/2012 tarihinde verilen
mahkûmiyet kararının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ilamıyla onandığı
anlaşılmıştır.
59. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usulüne tabi
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
60. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık dokuz
yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
63. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.
64. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık
sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
65. Tanık sorgulama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara (Kapatılan) 11. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tanık sorgulama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık
sorgulama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin tanık sorgulama hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
(kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.