TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞAHİN EROL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2539)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 17/8/2015-29448
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Şahin EROL
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman ÜLKER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ilişiğin kesilmesi
işlemi ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli
Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32.
maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için yapılan başvurunun reddi üzerine
açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, ifade ve düşünce hürriyeti, adil
yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı ve
hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 23/12/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 29/1/2015 tarihli görüş yazısı 2/2/2015 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren
dilekçesini 13/2/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK) emrinde subay statüsünde görev yapmakta iken, üçlü kararnameyle 1981
yılında başvurucunun ilişiği kesilmiştir.
8. 6191 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. madde
ile 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine
kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla TSK’dan
ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye
başvuru imkânı getirilmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı
Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına
başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır.
9. Başvurucunun, 926 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 32. madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle
yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 30/9/2011
tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:
“… hakkınızda tesis edilen idari
işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE…”
10. Başvurucu tarafından, anılan
işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde dava açılmıştır.
11. AYİM, 15/11/2012
tarihli ve E.2012/715 ve K.2012/1230 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
“Davacının J.Ütğm. olarak TSK.’de görev yapmakta
iken, 22 Haziran 1981 tarihli yargı denetimine kapalı “Üçlü kararname” ile
TSK’den ilişiğinin kesildiği anlaşılmakla; 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun
Geçici 32'nci maddesinden yararlanmak için gerekli olan" yargı denetimine
kapalı işlemlerle TSK.’den ilişiği kesilmiş"
olmak şartını taşıdığı görülmektedir.
Davacı hakkında 22 Haziran 1982 tarihinde tesis edilen
"üçlü kararname"de disiplinsizlik nedeniyle
TSK'den ilişik kesme sebebinin, Genel Kurmay Başkanlığı Mahkemesinin 24.03.1981
gün ve E.1981/53, K:1981/168 sayılı kararıyla "Türk Ceza Kanununun 141/5
maddesini ihlal" suçundan dolayı verilen mahkumiyet
ve ordudan tard kararına dayandırıldığı
görülmektedir.
Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde,
22 Haziran 1981 tarihinde üçlü kararnameyle ayırma işlemi tesis edilmeden önce
davacı hakkında iki mahkeme kararının bulunduğu görülmektedir
Davacı hakkında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi
tarafından 24 Mart 1981 gün ve E:196l/53, K 1981/168 sayılı karar ile
"ordu içinde ve ordu mensupları arasında sosyal bir sınır ve diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmeye ve sosyal sınıfı ortadan kaldırmaya ve
memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlardan herhangi birini
devirmeye matuf cemiyet kurmak" suçundan dolayı, "Neticeten 6 yıl Üç
Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan
tardına" karar verildiği, anılan kararın Askeri Yargıtay 4'üncü Dairesinin
25 Ağustos 1991 gün ve E:1981/296, K;1981/326 sayılı "ilam"ı
ile bozma kararı verildiği, bozma kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Mahkemesi tarafından 9 Kasım 1981 gün ve V:1981/714, K:1981/663 sayılı kararı
ile davacı hakkında "Beraat" kararı verildiği anlaşılmaktadır Mahkeme
kararı açısından davacı hakkında üçlü kararnameyle tesis edilen TSK'den ayırma
işleminin dayanağı kalmamış olmaktadır. Nitekim aynı suçtan dolayı davacıyla
birlikte yargılanan ve beraat eden J.Ütğm A,Ç., J.Ütğm. Ş.S.,
J.Ütğm O.U.Ş ve J.Lv. Ütğm M.Ö.'nün 926 Sayılı Kanunun
Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırıldığı davalı idare tarafından
Dairemizin aldığı ara karar gereği gönderilen 12 Kasım 2012 ve 9 Kasım 2012
tarihli cevabı yazılarından anlaşılmakladır. Ancak davacı haklında verilmiş
bulunan başka bir mahkumiyet hükmü bulunmakta olup, bu
kararın davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden
yararlandırma /yararlandırmama açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir.
Davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri
Mahkemesi tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E.1980/253, K.1980/165 sayılı
kararı ile "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında
Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "Beş Ay Yirmi Gün
Hapis" cezasına karar verildiği ve anılan kararın Askeri Yargıtay'ın 30
Aralık 1980 gün ve 1980/429-421 E.K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği
görülmektedir.
Yukarıda açıklanan Askeri Mahkeme Kararları ışığında davacı
hakkında her ne kadar bir suçtan dolayı beraat kararı verilmiş ise de, diğer
suçundan dolayı "5 ay 20 gün hapis cezası" ile cezalandırıldığı
anlaşılmakla hakkında mahkumiyet kararı bulunan
davacının bu durumuyla 926 Sayılı TSK Personel Kanunun Geçici 32'nci maddesi
hükümlerinden yararlandırılmaması hususunda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.”
12. Karara katılmayan üyelerin
karşı oylarının ilgili kısımları ise şöyledir:
“Davacı hakkında YAŞ kararıyla ayırmaya esas alınan mahkumiyet hükmü, bilahare bozulmuş ve sonunda beraat kararı
verilmiştir Bu yargılamaya esas fiillerin, Geçici 32'nci maddeden yararlandırmamak
yönünden değerlendirilebileceği düşünülebilir ise de, aynı davada yargılanan 3
subayın bu düzenleme ile getirilen imkanlardan istifade ettirilerek
taleplerinin kabul edilmesi karşısında, Bakanlığın davacı hakkındaki red işleminin (bu yönden) eşitlik ilkesine uygun tesis
edilmediği ortadadır
Öte yandan, burada YAŞ'ın ayırma
işleminin değil, Bakanlığın Geçici 32'nci maddeden yararlandırmama işleminin
denetlendiği, dolayısıyla dosyada mevcut diğer mahkumiyetin
bu işlemde dikkate alınabileceğini kabul etmekle birlikte, bu davanın esasını
oluşturan fiilin gerek vasıf ve mahiyeti, gerek cezasının nicelik ve niteliği
itibariyle Kanundan yararlandırmamayı gerektirecek ölçüde vahim olmadığını
düşünüyorum. Zira, davacıya mahkumiyete esas
"Beyanatta bulunma" fiilini işleten sâikin
askeri disiplin ve itaati bozmaya değil, bilakis korumaya yönelik olduğu
kanaatindeyim."
...
"Yukarıda açıklandığı üzere, davacı hakkında 22 Haziran
1981 tarihinde üçlü kararnameyle tesis edilen "ayırma" isteminin tek
dayanağı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinin, Askeri Yargıtay'ın bozma
ilamı yönünde verdiği "beraat" kararıdır. 22 Haziran 1981 tarihli
üçlü kararnamede, davacının anılan karardaki eylemi esas alınmış, ancak davacı
bu eyleme dayalı suçtan "beraat" etmiştir. Dolayısıyla davacının 926
Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlanma durumu, sadece bu
eyleme bağlı olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak da Geçici 32'nci
madde hükümlerinden yararlandırılması gerekmektedir. Dairemizin sayın çoğunluk
kararında davacı hakkında tesis edilen TSK.'den
ilişik kesme işleminden önce varolan ve ayırma işlemi
tesis anında davalı idare tarafından dikkate alınmayan mahkumiyet
hükmü (Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 26.06.1980 gün ve
E:1980/253, K:1980/163 sayılı mahkumiyet kararı) esas alınarak, davacının 926
Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması
işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öncelikle
belirtmek gerekirse, 22 Haziran 1981 tarihinde tesis edilen üçlü kararnamede
davalı idare tarafından esas alınmayan bir eylem ve mahkumiyet
kararının esas alınması hukuka aykırıdır Davalı idare tarafından bile ayırma
işlemi tesis tarihinde mevcut olmasına rağmen dikkate alınmayan bir eyleme bağlı
suçun hukuken dikkate alınmaması gerekmektedir. Nitekim davalı idare tarafından
22 Haziran 1981 tarihli üçlü kararnamede sonradan beraat kararına dönüşen
Mahkeme kararındaki "ordudan tard feri
cezası" esas alınarak mahkeme kararından kaynaklanan "bağlı
yetki" ön plana çıkarılmıştır. Davalı idarenin, TSK.'den
ilişik kesme (ayırma) işleminde bir takdir yetkisi kullanılması söz konusu
değildir. Bu bağlamda Dairemiz tarafından da, ayırma işlemi tesis tarihinde
dikkate alınmayan bir eylem veya mahkeme kararının dikkate alınmaması
gerekmektedir.
Diğer yandan davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı
tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E:1980/253, K:1980/165 sayılı karar ile
"Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte
Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "5 Ay 20 Gün Hapis" cezasına
karar verildiği ve kararın Askeri Yargıtay'ın 30 Aralık 1980 tarihli ilamı ile
onanarak kesinleştiği görülmektedir. Söz konusu mahkumiyet
kararı ve bu karardaki suça bağlı eylem sayın çoğunluğun kabulü doğrultusunda
dikkate alınsa bile, suçun niteliği ve cezanın niceliği açısından, davacının TSK.'den ilişiğinin kesilmesine yeterli bir hukuki gerekçe
oluşturmadığı açıktır.
Bu bağlamda, davacının 926 Sayılı Kanunun 32'nci madde
hükümlerinden yararlandırılmama işleminin hukuka aykırı olduğunu söylemek
gerekmektedir. Anılan eyleme/ suça bağlı kararın Geçici 32'nci madde
hükümlerinden yararlandırmama işlemine sebep ve hukuki gerekçe oluşturacak
nicelik ve nitelikte değildir.
...”
13. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/3/2013
tarihli ve E.2013/340, K.2013/297 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar,
başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
15. Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar
başlıklı 157. maddesi şöyledir:
“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin
idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve
son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda
ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.
Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından
olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt
çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer
için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve
nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca
her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.
Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en
fazla dört yıldır.
Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim
sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.
(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi,
yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
16. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat”
başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire
Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri
olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında
hizmet görürler.”
17. 1602 sayılı Kanun’un 8., 9. ve 10. maddeleri şöyledir:
“Üyelerin seçimi:
Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 -
2568/1 md.)
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim
sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt
çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından,
Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay
Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından,
Cumhurbaşkanınca seçilir.”
“Atanma:
Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 -
2568/1 md.)
Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve
üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının
onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de
yayımlanır.
Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.”
“Görev süresi:
Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 -
2568/1 md.)
Askeri Hakim sınıfından olmayan
üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.”
18. 1602 sayılı Kanun’un “Dosya dışında inceleme” başlıklı 52.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve
vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece
gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel
bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin
soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine
incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava
konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek
nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine
açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine
incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak
ayrıca gönderilir.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya
verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu
iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından
incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha
önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik
derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde,
diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili
kanun hükümleri saklıdır.”
19. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar
ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında,
askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk
Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde
belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.
A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere
ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,
B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve
nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref
ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç
kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.
Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri
mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı
Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.”
20. 926 sayılı Kanun’un geçici
32. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar,
yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile
Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak
sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli
Savunma Bakanlığına başvururlar.
Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en
geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece
gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde
komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve
kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en
geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.
…
Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer
altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
21. 926 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(d) bendi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma:
Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, affa uğramış olsalar bile,
Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun
131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli
zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı
veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak
kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma
suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
17/4/2013 tarihli ve 2013/2539 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, devam eden ceza
davasının sonucu beklenmeden, siyasi görüşlerinden dolayı, yargı yolu kapalı
olan idari işlemle ilişiğinin kesilmesi nedeniyle düşünce ve ifade hürriyeti
ile masumiyet karinesinin; AYİM’in yapısı nedeniyle
tarafsız, bağımsız ve etkili bir mahkeme olmaması, geçici 32. maddeden
yararlandırılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada idari
işlemin gerekçesinden farklı bir gerekçe ile davanın reddedilmesi, ret kararına
esas alınan ceza yargılamasında ise hakkında ayırma kararı verilmemesi,
idarenin işlem tesis ederken yaptığı hukuksuzluğun devam ettirilmesi, beraat
ile sonuçlanan davada birlikte yargılandıkları diğer kişilerin geçici 32.
maddeden yararlandırılmasına karşın kendisinin yararlandırılmaması nedenleriyle
de adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru hakkı, masumiyet
karinesi ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. İlişiğin Kesilmesi İşlemine İlişkin İddialar
25. Başvurucu, devam eden ceza
davasının sonucu beklenmeden, siyasi görüşlerinden dolayı ve yargı yolu kapalı
olan idari işlemle ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ifade ve düşünce hürriyeti
ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
27. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa
Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve
kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt,
B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
28. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin
geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
29. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun, 1981 yılında üçlü kararname ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiği kesilmiştir. Bu durumda ilişiğinin kesilmesine yönelik şikâyetler zaman
bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle, ihlal
iddiasına esas teşkil eden başvuru konusu işlemin 23/9/2012
tarihinden önce kesinleştiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
31. Başvurucu, hakkında açılan
ceza davasından beraat etmesine karşın geçici 32. maddeden
yararlandırılmamasına ilişkin idari işlemin bu davaya dayanması ve anılan
işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
33. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
34. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Kürşat Eyol,
B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
35. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle
mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için
masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza
davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya
suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında
beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam
ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin
suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
36. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya (k.k.), B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.),
B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı
sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı
kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi
tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
37. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin
yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının
incelenmesi gerekir (Kürşat Eyol, § 29).
38. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi
işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları
açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat
Eyol, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan
değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen
beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde
değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
39. Masumiyet karinesinin ihlal
edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama
bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı
yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını
sorgulayıp sorgulamadığıdır.
40. Kişinin suçluluğunu ima eden
ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış
olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya
uygulanması için yeterli görülebilir (Ramazan
Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
41. Söz konusu AYİM kararında,
başvurucunun 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmaması
işleminin hukuki denetimi yapılırken, dava konusu işleme dayanak olan ve beraat
ile sonuçlanan ceza davasının, işlemin gerekçesi olamayacağı ortaya konulmuş,
ancak başvurucu hakkında açılan başka bir ceza davasında verilen karar
nedeniyle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu çerçevede, AYİM,
başvurucunun mahkûmiyeti ile sonuçlanan ceza davasından bağımsız bir şekilde
karar vermemiş, ceza davasında yapılan tespit ve varılan sonuç ile bağlantı
kurarak başvurucunun 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlandırılamayacağına
karar vermiştir. Bu durumda, bireysel başvuruya konu AYİM kararının
gerekçesinin, başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı
söylenemez.
42. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediğinin açık olduğu
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı İddiası
43. Başvurucu, AYİM’in bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve
tarafsız olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
44. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı
veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama
şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Yaşasın Aslan, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
45. Anayasa Mahkemesi tarafından
bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere, AYİM’in
oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına
alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin
bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı,
atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını
zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme
durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca
incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın
Aslan, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı üyelerin en fazla dört
yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen
Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri
yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların
idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz: Mustafa
Yavuz ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:
29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye,
B. No: 23522/05, 20/4/2010, § 30).
46. Açıklanan nedenlerle,
mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
d. Hukuki Güvenlik
ve Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
47. Başvurucunun, hukuki
güvenlik ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, 926 sayılı
Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemin iptali
istemiyle açtığı davada idari işlemin gerekçesinden farklı bir gerekçe ile
davanın reddedildiğini, ret kararına esas alınan ceza yargılamasında ise
hakkında ayırma kararı verilmediğini, idarenin işlem tesis ederken yaptığı
hukuksuzluğun devam ettirildiğini, beraat ile sonuçlanan davada birlikte
yargılandıkları diğer kişilerin geçici 32. maddeden yararlandırılmasına karşın
kendisinin yararlandırılmadığını ileri sürmüştür.
49. Bakanlık görüş yazısında,
başvurucuyla aynı dava kapsamında yargılanan ve ilişiği kesilen diğer kişilerin
taleplerinin kabul edildiğini, AYİM’in ise, başvurucu
hakkında, “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde
Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçundan
dolayı Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından verilen ve
Askeri Yargıtayın 30 Aralık 1980 tarihli ilamı ile
onanarak kesinleşen mahkûmiyet kararını dikkate aldığını, bu kapsamda, AYİM’in, mahkumiyet verilen fiil
nedeniyle başvurucunun 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi hükümlerinden
yararlandırılmaması hususunda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna
ulaştığını, bununla birlikte, 1632 sayılı Kanun’un 30. maddesi uyarınca üç ay
ila bir yıl süreli hapis cezalarının ayırma işlemine konu olabilmesi bakımından
ilgili askeri mahkeme tarafından ayrıca ayırma kararı verilmiş olması
gerektiğini, ancak AYİM’in dikkate aldığı mahkumiyet
hükmü ile birlikte ilgili askeri mahkeme tarafından bu yönde bir karar
alınmadığının anlaşıldığını, 926 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (d) bendinde de
sadece belirli suçlardan hükümlü olmanın ayırma sebebi olarak öngörülmüş
olduğunu, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne konu “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat
Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçunun bu kapsamda yer
almadığını, bu hususların ötesinde, başvuru içerisinde yer alan belgeler
kapsamında, idare tarafından dava konusu işlemin tesisinde AYİM tarafından esas
alınan mahkûmiyet hükmünün değil, tard hükmü içeren
mahkûmiyet kararının ve bu mahkeme kararına konu olan eylemlerin vasıf ve
mahiyetinin göz önünde bulundurulduğunu belirtmiştir.
50. Başvurucu, cevap
dilekçesinde, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
51. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
52. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
53. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
54. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
55. Başvurucunun AYİM’ce yapılan yargılamada hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanmasında hataya düşüldüğü yönündeki iddialarının Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddeleri açısından değerlendirilmesi gerekir.
56. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
58. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı
Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
59. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Nadi Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013,
§ 22).
60. Diğer taraftan, hukuki güvenlik
ilkesi, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içinde
zımnen mevcut bir ilkedir. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona
göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde
hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem
nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi
gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde olması gerekmez. Kanunun
açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da
beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere
uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması
ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüllerdir (Murat Daş, B.
No: 2013/3063, 26/6/2014, § 41).
61. AİHM’e göre, öngörülebilirlik
kavramının kapsamı, kuralın anlamı, uygulanacak kişilerin sayısı ve statüsüne
bağlı olup, yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor
olması tek başına kuralın Sözleşme’nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını karşılamada
başarısız olduğu anlamına gelmez. Mahkemelerin görevi, kuralın, günlük
yaşamdaki uygulamalarını dikkate alarak, yoruma dair şüpheleri kesin olarak
ortadan kaldırmaktır (bkz. Gorzelik ve diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98, 17/2/2004, § 65). Yüksek mahkemelerin yasanın tutarlı bir
şekilde uygulanmasında güvence olması göz ardı edilemez (bkz. Tudor Tudor/Romanya,
B. No: 21911/03, 24/3/2009, §§ 29-30, Ştefănică ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02,
2/11/2010, §§ 36-37).
62. AİHM, Sözleşme ile güvence
altına alınan hak ve yükümlülüklere halel getirmedikçe, iç hukuktaki mahkemeler
tarafından yapıldığı iddia edilen olay ve hukuk hatalarını incelemenin kendi
görevi olmadığını, kararlarında bir yerel mahkemenin şu veya bu şekilde karar
vermesine neden olan unsurlar hakkında değerlendirme yapma yetkisi
bulunmadığını, zira bunun kendisini üçüncü ya da dördüncü derece yargı organı
olarak görmesi anlamına geleceğini ifade etmiştir (bkz. Kemmache/Fransa, B. No: 14992/89, 2/11/1993).
Ancak, iç hukukun yorum ve uygulamasının, Mahkemenin içtihatları ışığında
yorumlanan sözleşme ilkeleri ile uyumlu olup olmadığının değerlendirilmesi için
AİHM’in lüzumlu olduğunu da belirtmektedir (bkz. Scordina/İtalya, B. No:36813/97, 26/3/2006, §§ 190 ve 191).
63. Anayasa’nın 2. maddesinde
yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre,
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım
güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup, birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye
hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip
olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp
davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar (Abdulhalim Karavil, B. No: 2013/849, 15/4/2013,
§ 34).
64. Başvuru konusu olayda,
başvurucu hakkında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 24/3/1981 tarihli karar ile "ordu içinde ve ordu mensupları arasında sosyal bir sınır ve diğer
sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmeye ve sosyal sınıfı ortadan
kaldırmaya ve memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlardan
herhangi birini devirmeye matuf cemiyet kurmak" suçundan
dolayı, "Neticeten 6 yıl Üç Ay Ağır
Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına" karar
verilmesi üzerine, başvurucunun 22/6/2011 tarihinde üçlü kararname ile TSK’dan
ilişiği kesilmiştir. Bu karar Askeri Yargıtay 4. Dairesinin 25/8/1981
tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Mahkemesi 9/11/1981 tarihli kararı ile başvurucu hakkında beraat kararı
vermiştir.
65. Başvurucu, 926 Kanun'a
eklenen geçici 32. maddeden yararlandırılma talebinde bulunmuş, bu talep Millî
Savunma Bakanlığınca "(...) tesis
edilen işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak (...)
" şeklindeki gerekçeyle reddedilmiş, başvurucu, ayırma işlemine
konu yargılama neticesinde beraat ettiğini ve kendisi ile aynı dava kapsamında
yargılanan ve ayırma işlemine tabi tutulan diğer kişilerin geçici 32. maddeden
yararlandırılma taleplerinin kabul edildiğini belirterek, işlemin iptali
istemiyle AYİM nezdinde dava açmıştır.
66. Başvurucu, geçici 32.
maddeden yararlandırılmamasına ilişkin işleme konu olan ve TSK’dan ilişiğinin
kesilmesi sonucunu doğuran yargılamadan sonucu itibarıyla beraat etmiş olup,
aynı davada yargılanan ve başvurucu ile birlikte TSK’dan ilişiği kesilen diğer
asker kişilerin beraat kararı nedeniyle geçici 32. maddeden
yararlandırıldıkları başvuru kapsamından anlaşılmaktadır.
67. AYİM, başvurucu hakkında
verdiği kararda ise başvurucunun ilişiğinin kesilmesine ilişkin fiillerinin, bu
konuda açılan ceza davasında beraat etmesi nedeniyle geçici 32. maddeden
yararlandırılmamasına esas alınmasının mümkün olmadığını belirtmiş, ancak
başvurucu hakkında açılan ve Askeri Yargıtayın 30/12/1980 tarihli kararıyla kesinleşen “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat
Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçundan dolayı aldığı beş ay
yirmi gün hapis cezasını değerlendirmek suretiyle idarenin kullandığı takdir
yetkisinde sonucu itibarıyla hukuka aykırılık olmadığı sonucuna vararak,
davanın reddine karar vermiştir.
68. Geçici 32. madde ile 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari
işlemler veya Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere
bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı
getirilmiştir.
69. Bu imkândan faydalanmak için
başvuru yapanlardan başvuruları reddedilenlerin açtıkları davalarda AYİM
Birinci Dairesi, dava açanların TSK’dan ilişiği kesilmesi sebeplerini de
değerlendirmek suretiyle, geçici 32. maddeden yararlandırılmama işleminde
kullanılan takdir yetkisinin hukuka uygun olup olmadığı yönünde değerlendirme
yapmaktadır.
70. Başvuru konusu olaya
bakıldığında; Askeri Yargıtayın 30/12/1980
tarihli kararıyla kesinleşen “Hakkı ve
Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak”
suçundan dolayı başvurucunun beş ay yirmi gün hapis cezası aldığı yargılama
sonucunda başvurucu görevine devam etmiş, daha sonra hakkında açılan başka bir
ceza davasında verilen 24/3/1981 tarihli "Neticeten
6 yıl Üç Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına"
dair karar sonrasında 22/6/1981 tarihinde başvurucunun TSK’dan ilişiği kesilmiş,
ancak anılan karar bozulmuş ve sonuç olarak başvurucu bu davadan beraat
etmiştir.
71. AYİM kararında da
belirtildiği üzere başvurucunun geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına
gerekçe olan ilişiğinin kesilmesine dayanak yargılamadan başvurucu beraat etmiş
olup, anılan kararda da beraat ile sonuçlanan bu yargılamanın başvurucunun
geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına gerekçe olamayacağı açıkça ifade
edilmiştir.
72. Diğer yandan, AYİM'in, başvurucu hakkında, "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat
Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı Çanakkale
Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından verilen ve Askeri Yargıtay'ın 30/12/1980 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşen mahkûmiyet
kararını dikkate aldığı görülmektedir.
73. Bununla birlikte, Askeri
Ceza Kanunu'nun 30. maddesi uyarınca üç ay ila bir yıl süreli hapis cezalarının
ayırma işlemine konu olabilmesi bakımından ilgili askeri mahkeme tarafından
ayrıca ayırma kararı verilmiş olması gerekmektedir. Ancak, AYİM'in
dikkate aldığı mahkûmiyet hükmü ile birlikte ilgili askeri mahkeme tarafından
bu yönde bir karar alınmadığı anlaşılmaktadır.
74. 926 sayılı TSK Personel
Kanunu'nun 50. maddesinin (d) bendinde de sadece belirli suçlardan hükümlü
olmak ayırma sebebi olarak öngörülmüş olup, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet
hükmüne konu "Hakkı ve Görevi Olmadığı
Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak"
suçu bu kapsamda yer almamaktadır.
75. Bu durumda, başvurucunun
geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına dayanak teşkil eden yargılama
hakkında beraat karar verilmesi, mahkûmiyeti ile sonuçlanan davada ise ceza
mahkemesi tarafından ayırma işlemine tabi tutulmaması ve cezaya konu suçun
ayırma sebebi olarak sayılmamış olması nedeniyle, AYİM tarafından başvurucunun
ayırma işlemine tabi tutulduğu yargılama hakkında bir değerlendirme yapmak
suretiyle geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına ilişkin işlemde kullanılan
takdir yetkisinin hukuka uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekirken,
başvurucu hakkında ayırma işlemi uygulanmayan ve dava konusu edilen işlemin
gerekçesi olmayan başka bir ceza davasında verilen kararı dikkate almak
suretiyle yaptığı değerlendirme “öngörülemez”
niteliktedir ve “bariz takdir hatası”
içermektedir.
76. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu hakkında yapılan yargılama sırasında hukuk kurallarının yorum ve
uygulanmasının “öngörülemez”
nitelikte olması ve “bariz takdir hatası”
içermesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
77. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini tespiti ile yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunmuştur.
78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
79. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlal ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
80. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. İlişiğinin kesilmesine
işlemine ilişkin ihlal iddiasının “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. Masumiyet
karinesinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
3.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın AYİM Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.