logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Şahin Erol [2.B.], B. No: 2013/2539, 7/7/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞAHİN EROL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2539)

 

Karar Tarihi: 7/7/2015

R.G. Tarih- Sayı: 17/8/2015-29448

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucu

:

Şahin EROL

Vekili

:

Av. Süleyman ÜLKER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilişiğin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, ifade ve düşünce hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 23/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 29/1/2015 tarihli görüş yazısı 2/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 13/2/2015 tarihinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde subay statüsünde görev yapmakta iken, üçlü kararnameyle 1981 yılında başvurucunun ilişiği kesilmiştir.

8. 6191 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. madde ile 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır.

9. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32. madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 30/9/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:

“… hakkınızda tesis edilen idari işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE…”

10. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır.

11. AYİM, 15/11/2012 tarihli ve E.2012/715 ve K.2012/1230 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“Davacının J.Ütğm. olarak TSK.’de görev yapmakta iken, 22 Haziran 1981 tarihli yargı denetimine kapalı “Üçlü kararname” ile TSK’den ilişiğinin kesildiği anlaşılmakla; 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun Geçici 32'nci maddesinden yararlanmak için gerekli olan" yargı denetimine kapalı işlemlerle TSK.’den ilişiği kesilmiş" olmak şartını taşıdığı görülmektedir.

Davacı hakkında 22 Haziran 1982 tarihinde tesis edilen "üçlü kararname"de disiplinsizlik nedeniyle TSK'den ilişik kesme sebebinin, Genel Kurmay Başkanlığı Mahkemesinin 24.03.1981 gün ve E.1981/53, K:1981/168 sayılı kararıyla "Türk Ceza Kanununun 141/5 maddesini ihlal" suçundan dolayı verilen mahkumiyet ve ordudan tard kararına dayandırıldığı görülmektedir.

Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, 22 Haziran 1981 tarihinde üçlü kararnameyle ayırma işlemi tesis edilmeden önce davacı hakkında iki mahkeme kararının bulunduğu görülmektedir

Davacı hakkında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 24 Mart 1981 gün ve E:196l/53, K 1981/168 sayılı karar ile "ordu içinde ve ordu mensupları arasında sosyal bir sınır ve diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmeye ve sosyal sınıfı ortadan kaldırmaya ve memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyet kurmak" suçundan dolayı, "Neticeten 6 yıl Üç Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına" karar verildiği, anılan kararın Askeri Yargıtay 4'üncü Dairesinin 25 Ağustos 1991 gün ve E:1981/296, K;1981/326 sayılı "ilam"ı ile bozma kararı verildiği, bozma kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 9 Kasım 1981 gün ve V:1981/714, K:1981/663 sayılı kararı ile davacı hakkında "Beraat" kararı verildiği anlaşılmaktadır Mahkeme kararı açısından davacı hakkında üçlü kararnameyle tesis edilen TSK'den ayırma işleminin dayanağı kalmamış olmaktadır. Nitekim aynı suçtan dolayı davacıyla birlikte yargılanan ve beraat eden J.Ütğm A,Ç., J.Ütğm. Ş.S., J.Ütğm O.U.Ş ve J.Lv. Ütğm M.Ö.'nün 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırıldığı davalı idare tarafından Dairemizin aldığı ara karar gereği gönderilen 12 Kasım 2012 ve 9 Kasım 2012 tarihli cevabı yazılarından anlaşılmakladır. Ancak davacı haklında verilmiş bulunan başka bir mahkumiyet hükmü bulunmakta olup, bu kararın davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırma /yararlandırmama açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir.

Davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E.1980/253, K.1980/165 sayılı kararı ile "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "Beş Ay Yirmi Gün Hapis" cezasına karar verildiği ve anılan kararın Askeri Yargıtay'ın 30 Aralık 1980 gün ve 1980/429-421 E.K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği görülmektedir.

Yukarıda açıklanan Askeri Mahkeme Kararları ışığında davacı hakkında her ne kadar bir suçtan dolayı beraat kararı verilmiş ise de, diğer suçundan dolayı "5 ay 20 gün hapis cezası" ile cezalandırıldığı anlaşılmakla hakkında mahkumiyet kararı bulunan davacının bu durumuyla 926 Sayılı TSK Personel Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması hususunda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

12. Karara katılmayan üyelerin karşı oylarının ilgili kısımları ise şöyledir:

“Davacı hakkında YAŞ kararıyla ayırmaya esas alınan mahkumiyet hükmü, bilahare bozulmuş ve sonunda beraat kararı verilmiştir Bu yargılamaya esas fiillerin, Geçici 32'nci maddeden yararlandırmamak yönünden değerlendirilebileceği düşünülebilir ise de, aynı davada yargılanan 3 subayın bu düzenleme ile getirilen imkanlardan istifade ettirilerek taleplerinin kabul edilmesi karşısında, Bakanlığın davacı hakkındaki red işleminin (bu yönden) eşitlik ilkesine uygun tesis edilmediği ortadadır

Öte yandan, burada YAŞ'ın ayırma işleminin değil, Bakanlığın Geçici 32'nci maddeden yararlandırmama işleminin denetlendiği, dolayısıyla dosyada mevcut diğer mahkumiyetin bu işlemde dikkate alınabileceğini kabul etmekle birlikte, bu davanın esasını oluşturan fiilin gerek vasıf ve mahiyeti, gerek cezasının nicelik ve niteliği itibariyle Kanundan yararlandırmamayı gerektirecek ölçüde vahim olmadığını düşünüyorum. Zira, davacıya mahkumiyete esas "Beyanatta bulunma" fiilini işleten sâikin askeri disiplin ve itaati bozmaya değil, bilakis korumaya yönelik olduğu kanaatindeyim."

 ...

"Yukarıda açıklandığı üzere, davacı hakkında 22 Haziran 1981 tarihinde üçlü kararnameyle tesis edilen "ayırma" isteminin tek dayanağı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinin, Askeri Yargıtay'ın bozma ilamı yönünde verdiği "beraat" kararıdır. 22 Haziran 1981 tarihli üçlü kararnamede, davacının anılan karardaki eylemi esas alınmış, ancak davacı bu eyleme dayalı suçtan "beraat" etmiştir. Dolayısıyla davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlanma durumu, sadece bu eyleme bağlı olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak da Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırılması gerekmektedir. Dairemizin sayın çoğunluk kararında davacı hakkında tesis edilen TSK.'den ilişik kesme işleminden önce varolan ve ayırma işlemi tesis anında davalı idare tarafından dikkate alınmayan mahkumiyet hükmü (Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 26.06.1980 gün ve E:1980/253, K:1980/163 sayılı mahkumiyet kararı) esas alınarak, davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekirse, 22 Haziran 1981 tarihinde tesis edilen üçlü kararnamede davalı idare tarafından esas alınmayan bir eylem ve mahkumiyet kararının esas alınması hukuka aykırıdır Davalı idare tarafından bile ayırma işlemi tesis tarihinde mevcut olmasına rağmen dikkate alınmayan bir eyleme bağlı suçun hukuken dikkate alınmaması gerekmektedir. Nitekim davalı idare tarafından 22 Haziran 1981 tarihli üçlü kararnamede sonradan beraat kararına dönüşen Mahkeme kararındaki "ordudan tard feri cezası" esas alınarak mahkeme kararından kaynaklanan "bağlı yetki" ön plana çıkarılmıştır. Davalı idarenin, TSK.'den ilişik kesme (ayırma) işleminde bir takdir yetkisi kullanılması söz konusu değildir. Bu bağlamda Dairemiz tarafından da, ayırma işlemi tesis tarihinde dikkate alınmayan bir eylem veya mahkeme kararının dikkate alınmaması gerekmektedir.

Diğer yandan davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E:1980/253, K:1980/165 sayılı karar ile "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "5 Ay 20 Gün Hapis" cezasına karar verildiği ve kararın Askeri Yargıtay'ın 30 Aralık 1980 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği görülmektedir. Söz konusu mahkumiyet kararı ve bu karardaki suça bağlı eylem sayın çoğunluğun kabulü doğrultusunda dikkate alınsa bile, suçun niteliği ve cezanın niceliği açısından, davacının TSK.'den ilişiğinin kesilmesine yeterli bir hukuki gerekçe oluşturmadığı açıktır.

Bu bağlamda, davacının 926 Sayılı Kanunun 32'nci madde hükümlerinden yararlandırılmama işleminin hukuka aykırı olduğunu söylemek gerekmektedir. Anılan eyleme/ suça bağlı kararın Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırmama işlemine sebep ve hukuki gerekçe oluşturacak nicelik ve nitelikte değildir.

...”

13. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/3/2013 tarihli ve E.2013/340, K.2013/297 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar, başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.

B. İlgili Hukuk

15. Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı 157. maddesi şöyledir:

“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.

Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.

Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.

Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.

(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”

16. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.”

17. 1602 sayılı Kanun’un 8., 9. ve 10. maddeleri şöyledir:

“Üyelerin seçimi:

Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.)

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından,

Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından,

Cumhurbaşkanınca seçilir.”

“Atanma:

Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.)

Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır.

Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.”

“Görev süresi:

Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.)

Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.”

18. 1602 sayılı Kanun’un “Dosya dışında inceleme” başlıklı 52. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.”

19. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:

“Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.

A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,

B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.

Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.”

20. 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:

“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.

Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.

Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”

21. 926 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (d) bendi şöyledir:

“Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma:

Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/4/2013 tarihli ve 2013/2539 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu, devam eden ceza davasının sonucu beklenmeden, siyasi görüşlerinden dolayı, yargı yolu kapalı olan idari işlemle ilişiğinin kesilmesi nedeniyle düşünce ve ifade hürriyeti ile masumiyet karinesinin; AYİM’in yapısı nedeniyle tarafsız, bağımsız ve etkili bir mahkeme olmaması, geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada idari işlemin gerekçesinden farklı bir gerekçe ile davanın reddedilmesi, ret kararına esas alınan ceza yargılamasında ise hakkında ayırma kararı verilmemesi, idarenin işlem tesis ederken yaptığı hukuksuzluğun devam ettirilmesi, beraat ile sonuçlanan davada birlikte yargılandıkları diğer kişilerin geçici 32. maddeden yararlandırılmasına karşın kendisinin yararlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru hakkı, masumiyet karinesi ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İlişiğin Kesilmesi İşlemine İlişkin İddialar

25. Başvurucu, devam eden ceza davasının sonucu beklenmeden, siyasi görüşlerinden dolayı ve yargı yolu kapalı olan idari işlemle ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ifade ve düşünce hürriyeti ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

27. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).

28. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

29. Başvuru konusu olayda, başvurucunun, 1981 yılında üçlü kararname ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilmiştir. Bu durumda ilişiğinin kesilmesine yönelik şikâyetler zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.

30. Açıklanan nedenlerle, ihlal iddiasına esas teşkil eden başvuru konusu işlemin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 b. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası

31. Başvurucu, hakkında açılan ceza davasından beraat etmesine karşın geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına ilişkin idari işlemin bu davaya dayanması ve anılan işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”

34. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

35. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).

36. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya (k.k.), B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).

37. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (Kürşat Eyol, § 29).

38. Öte yandan, ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.

39. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.

40. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).

41. Söz konusu AYİM kararında, başvurucunun 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmaması işleminin hukuki denetimi yapılırken, dava konusu işleme dayanak olan ve beraat ile sonuçlanan ceza davasının, işlemin gerekçesi olamayacağı ortaya konulmuş, ancak başvurucu hakkında açılan başka bir ceza davasında verilen karar nedeniyle davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu çerçevede, AYİM, başvurucunun mahkûmiyeti ile sonuçlanan ceza davasından bağımsız bir şekilde karar vermemiş, ceza davasında yapılan tespit ve varılan sonuç ile bağlantı kurarak başvurucunun 926 sayılı Kanun’un 32. maddesinden yararlandırılamayacağına karar vermiştir. Bu durumda, bireysel başvuruya konu AYİM kararının gerekçesinin, başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.

42. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediğinin açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 c. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı İddiası

43. Başvurucu, AYİM’in bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

44. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Yaşasın Aslan, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

45. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mustafa Yavuz ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05, 20/4/2010, § 30).

46. Açıklanan nedenlerle, mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir

d. Hukuki Güvenlik ve Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

47. Başvurucunun, hukuki güvenlik ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Başvurucu, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada idari işlemin gerekçesinden farklı bir gerekçe ile davanın reddedildiğini, ret kararına esas alınan ceza yargılamasında ise hakkında ayırma kararı verilmediğini, idarenin işlem tesis ederken yaptığı hukuksuzluğun devam ettirildiğini, beraat ile sonuçlanan davada birlikte yargılandıkları diğer kişilerin geçici 32. maddeden yararlandırılmasına karşın kendisinin yararlandırılmadığını ileri sürmüştür.

49. Bakanlık görüş yazısında, başvurucuyla aynı dava kapsamında yargılanan ve ilişiği kesilen diğer kişilerin taleplerinin kabul edildiğini, AYİM’in ise, başvurucu hakkında, “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçundan dolayı Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından verilen ve Askeri Yargıtayın 30 Aralık 1980 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşen mahkûmiyet kararını dikkate aldığını, bu kapsamda, AYİM’in, mahkumiyet verilen fiil nedeniyle başvurucunun 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması hususunda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaştığını, bununla birlikte, 1632 sayılı Kanun’un 30. maddesi uyarınca üç ay ila bir yıl süreli hapis cezalarının ayırma işlemine konu olabilmesi bakımından ilgili askeri mahkeme tarafından ayrıca ayırma kararı verilmiş olması gerektiğini, ancak AYİM’in dikkate aldığı mahkumiyet hükmü ile birlikte ilgili askeri mahkeme tarafından bu yönde bir karar alınmadığının anlaşıldığını, 926 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (d) bendinde de sadece belirli suçlardan hükümlü olmanın ayırma sebebi olarak öngörülmüş olduğunu, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne konu “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçunun bu kapsamda yer almadığını, bu hususların ötesinde, başvuru içerisinde yer alan belgeler kapsamında, idare tarafından dava konusu işlemin tesisinde AYİM tarafından esas alınan mahkûmiyet hükmünün değil, tard hükmü içeren mahkûmiyet kararının ve bu mahkeme kararına konu olan eylemlerin vasıf ve mahiyetinin göz önünde bulundurulduğunu belirtmiştir.

50. Başvurucu, cevap dilekçesinde, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

51. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

52. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

53. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

54. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

55. Başvurucunun AYİM’ce yapılan yargılamada hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasında hataya düşüldüğü yönündeki iddialarının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri açısından değerlendirilmesi gerekir.

56. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

57. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”

58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

59. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Nadi Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

60. Diğer taraftan, hukuki güvenlik ilkesi, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içinde zımnen mevcut bir ilkedir. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüllerdir (Murat Daş, B. No: 2013/3063, 26/6/2014, § 41).

61. AİHM’e göre, öngörülebilirlik kavramının kapsamı, kuralın anlamı, uygulanacak kişilerin sayısı ve statüsüne bağlı olup, yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor olması tek başına kuralın Sözleşme’nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını karşılamada başarısız olduğu anlamına gelmez. Mahkemelerin görevi, kuralın, günlük yaşamdaki uygulamalarını dikkate alarak, yoruma dair şüpheleri kesin olarak ortadan kaldırmaktır (bkz. Gorzelik ve diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98, 17/2/2004, § 65). Yüksek mahkemelerin yasanın tutarlı bir şekilde uygulanmasında güvence olması göz ardı edilemez (bkz. Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, §§ 29-30, Ştefănică ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, §§ 36-37).

62. AİHM, Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve yükümlülüklere halel getirmedikçe, iç hukuktaki mahkemeler tarafından yapıldığı iddia edilen olay ve hukuk hatalarını incelemenin kendi görevi olmadığını, kararlarında bir yerel mahkemenin şu veya bu şekilde karar vermesine neden olan unsurlar hakkında değerlendirme yapma yetkisi bulunmadığını, zira bunun kendisini üçüncü ya da dördüncü derece yargı organı olarak görmesi anlamına geleceğini ifade etmiştir (bkz. Kemmache/Fransa, B. No: 14992/89, 2/11/1993). Ancak, iç hukukun yorum ve uygulamasının, Mahkemenin içtihatları ışığında yorumlanan sözleşme ilkeleri ile uyumlu olup olmadığının değerlendirilmesi için AİHM’in lüzumlu olduğunu da belirtmektedir (bkz. Scordina/İtalya, B. No:36813/97, 26/3/2006, §§ 190 ve 191).

63. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup, birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (Abdulhalim Karavil, B. No: 2013/849, 15/4/2013, § 34).

64. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 24/3/1981 tarihli karar ile "ordu içinde ve ordu mensupları arasında sosyal bir sınır ve diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmeye ve sosyal sınıfı ortadan kaldırmaya ve memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyet kurmak" suçundan dolayı, "Neticeten 6 yıl Üç Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına" karar verilmesi üzerine, başvurucunun 22/6/2011 tarihinde üçlü kararname ile TSK’dan ilişiği kesilmiştir. Bu karar Askeri Yargıtay 4. Dairesinin 25/8/1981 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi 9/11/1981 tarihli kararı ile başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir.

65. Başvurucu, 926 Kanun'a eklenen geçici 32. maddeden yararlandırılma talebinde bulunmuş, bu talep Millî Savunma Bakanlığınca "(...) tesis edilen işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak (...) " şeklindeki gerekçeyle reddedilmiş, başvurucu, ayırma işlemine konu yargılama neticesinde beraat ettiğini ve kendisi ile aynı dava kapsamında yargılanan ve ayırma işlemine tabi tutulan diğer kişilerin geçici 32. maddeden yararlandırılma taleplerinin kabul edildiğini belirterek, işlemin iptali istemiyle AYİM nezdinde dava açmıştır.

66. Başvurucu, geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına ilişkin işleme konu olan ve TSK’dan ilişiğinin kesilmesi sonucunu doğuran yargılamadan sonucu itibarıyla beraat etmiş olup, aynı davada yargılanan ve başvurucu ile birlikte TSK’dan ilişiği kesilen diğer asker kişilerin beraat kararı nedeniyle geçici 32. maddeden yararlandırıldıkları başvuru kapsamından anlaşılmaktadır.

67. AYİM, başvurucu hakkında verdiği kararda ise başvurucunun ilişiğinin kesilmesine ilişkin fiillerinin, bu konuda açılan ceza davasında beraat etmesi nedeniyle geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına esas alınmasının mümkün olmadığını belirtmiş, ancak başvurucu hakkında açılan ve Askeri Yargıtayın 30/12/1980 tarihli kararıyla kesinleşen “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçundan dolayı aldığı beş ay yirmi gün hapis cezasını değerlendirmek suretiyle idarenin kullandığı takdir yetkisinde sonucu itibarıyla hukuka aykırılık olmadığı sonucuna vararak, davanın reddine karar vermiştir.

68. Geçici 32. madde ile 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiştir.

69. Bu imkândan faydalanmak için başvuru yapanlardan başvuruları reddedilenlerin açtıkları davalarda AYİM Birinci Dairesi, dava açanların TSK’dan ilişiği kesilmesi sebeplerini de değerlendirmek suretiyle, geçici 32. maddeden yararlandırılmama işleminde kullanılan takdir yetkisinin hukuka uygun olup olmadığı yönünde değerlendirme yapmaktadır.

70. Başvuru konusu olaya bakıldığında; Askeri Yargıtayın 30/12/1980 tarihli kararıyla kesinleşen “Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak” suçundan dolayı başvurucunun beş ay yirmi gün hapis cezası aldığı yargılama sonucunda başvurucu görevine devam etmiş, daha sonra hakkında açılan başka bir ceza davasında verilen 24/3/1981 tarihli "Neticeten 6 yıl Üç Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına" dair karar sonrasında 22/6/1981 tarihinde başvurucunun TSK’dan ilişiği kesilmiş, ancak anılan karar bozulmuş ve sonuç olarak başvurucu bu davadan beraat etmiştir.

71. AYİM kararında da belirtildiği üzere başvurucunun geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına gerekçe olan ilişiğinin kesilmesine dayanak yargılamadan başvurucu beraat etmiş olup, anılan kararda da beraat ile sonuçlanan bu yargılamanın başvurucunun geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına gerekçe olamayacağı açıkça ifade edilmiştir.

72. Diğer yandan, AYİM'in, başvurucu hakkında, "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından verilen ve Askeri Yargıtay'ın 30/12/1980 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşen mahkûmiyet kararını dikkate aldığı görülmektedir.

73. Bununla birlikte, Askeri Ceza Kanunu'nun 30. maddesi uyarınca üç ay ila bir yıl süreli hapis cezalarının ayırma işlemine konu olabilmesi bakımından ilgili askeri mahkeme tarafından ayrıca ayırma kararı verilmiş olması gerekmektedir. Ancak, AYİM'in dikkate aldığı mahkûmiyet hükmü ile birlikte ilgili askeri mahkeme tarafından bu yönde bir karar alınmadığı anlaşılmaktadır.

74. 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun 50. maddesinin (d) bendinde de sadece belirli suçlardan hükümlü olmak ayırma sebebi olarak öngörülmüş olup, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne konu "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçu bu kapsamda yer almamaktadır.

75. Bu durumda, başvurucunun geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına dayanak teşkil eden yargılama hakkında beraat karar verilmesi, mahkûmiyeti ile sonuçlanan davada ise ceza mahkemesi tarafından ayırma işlemine tabi tutulmaması ve cezaya konu suçun ayırma sebebi olarak sayılmamış olması nedeniyle, AYİM tarafından başvurucunun ayırma işlemine tabi tutulduğu yargılama hakkında bir değerlendirme yapmak suretiyle geçici 32. maddeden yararlandırılmamasına ilişkin işlemde kullanılan takdir yetkisinin hukuka uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekirken, başvurucu hakkında ayırma işlemi uygulanmayan ve dava konusu edilen işlemin gerekçesi olmayan başka bir ceza davasında verilen kararı dikkate almak suretiyle yaptığı değerlendirme “öngörülemez” niteliktedir ve “bariz takdir hatası” içermektedir.

76. Açıklanan nedenlerle, başvurucu hakkında yapılan yargılama sırasında hukuk kurallarının yorum ve uygulanmasının “öngörülemez” nitelikte olması ve “bariz takdir hatası” içermesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

77. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespiti ile yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlal ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

80. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun;

1. İlişiğinin kesilmesine işlemine ilişkin ihlal iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik”,

2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

3. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

5. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın AYİM Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

7/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Şahin Erol [2.B.], B. No: 2013/2539, 7/7/2015, § …)
   
Başvuru Adı ŞAHİN EROL
Başvuru No 2013/2539
Başvuru Tarihi 17/4/2013
Karar Tarihi 7/7/2015
Resmi Gazete Tarihi 17/8/2015 - 29448

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, ilişiğin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, ifade ve düşünce hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-idare) İhlal Yeniden yargılama
Etkili başvuru hakkı Etkili başvuru Zaman Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Masumiyet karinesi (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Anayasa 2709 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 157
Kanun 1602 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu 4
8
9
10
926 Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu geçici 32
50
1602 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu 52
1632 Askeri Ceza Kanunu 30
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi