TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BURAK ÇİLELİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2541)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 13/10/2015-29501
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
Burak ÇİLELİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Güven YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, gözaltında avukatıyla
görüştürülmeme ve kötü muamele edilmesi, gözaltı sürecinde işkence ve baskıya
dayalı alınan ifadelerinin hükme esas alınması, soruşturma işlemlerinin Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) faal olduğu dönemde yapılması, bazı kovuşturma
işlemlerinin eksik bırakılması, mahkeme kararının uygun bir şekilde
gerekçelendirilmemesi, temyiz duruşmasından haberdar edilmemesi ve
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının ömür boyu devam edecek olması
nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma
haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 20/2/2015
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın görüş yazısı 28/4/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 18/5/2015
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/5/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Bakanlık görüş yazısı ile sunulan ek bilgiler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
8. 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma
başlatılmıştır.
9. Olay günü ve 4/5/2004 ile
5/5/2004 tarihlerinde maktullerin evinde olay yeri incelemeleri yapılmıştır.
10. 5/5/2004 tarihinde ifadesi alınan tanık N.Ö., 30/4/2004 Cuma günü saat 13.30-14.00 sıralarında iki el
peş peşe “tak tak” sesi
duyduğunu, kapı çalındığı zannıyla baktığında kimseyi görmediğini söylemiştir.
Olay tarihlerinde apartman görevlisi olan M.B.,
maktullerin dairesinin bitişiğinde A.S.Y., karşısında ise S.K. isimli kişinin
oturduğunu belirtmiştir. Tanık A.B., belirtilen gün
saat 12.30 civarında ön bahçede oturmaya başladığını, bu esnada (7) numaralı
dairede çalışma yapan iki kişi ile maktule iletilmek üzere bir poşet bırakan B.
isimli bayanla karşılaştığını, 14.30 civarında servis için yukarıya çıktığını
ama maktullerin kapıyı açmadığını ifade etmiştir.
11. 6/5/2004 tarihinde ifade veren Ç.E.,
maktul İ.G.nin bir keresinde “Telegram” isimli bir kelimeden
bahsederek, “bu telegramda
kendisini aşağılayıcı, küçültücü hareket tarzında tehdit edildiğini”
söylediğini belirtmiştir.
12. 6/5/2004 tarihinde İstanbul 5 No.lu Devlet
Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 2004/437 Müteferrik sayılı kararı ile bazı
sanıkların öldürme olayının İBDA/C tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin
basın kuruluşlarına mesaj attıklarını belirttikleri “s...4@mynet.com” elektronik posta adresine gelen, giden,
bilgi akışı gibi elde edilebilecek her türlü bilginin üç ay süreyle tespitine
karar verilmiştir. 13/5/2004 tarihinde ise İstanbul 4
No.lu DGM’nin 2004/395 Müteferrik sayılı kararıyla “s...u@mynet.com” elektronik posta adresinin emniyet
birimleri tarafından incelenmesine hükmetmiştir. Bu işlemlerin sonucuna ilişkin
dosya içerisinde bir belge bulunamamıştır.
13. 11/5/2004 tarihinde kendisini B.Y. olarak
tanıtan bir ihbarcı telefon ile Tuzla Polis Merkez Amirliğini aramış ve
cinayeti açık adresini verdiği A.D. isimli kişinin işlediğini bildirmiştir.
14. 14/5/2004 günü saat 16.30’da, yapılan istihbari çalışmalar neticesinde cinayet olayıyla ilgili
olabileceği değerlendirildiği ve daha önce de hakkında İBDA/C terör örgütü
dolayısıyla işlem yapıldığı belirtilen sanık A.T. gözaltına alınmıştır.
Başvurucu ise saat 19:30’da aynı suçla ilgili olarak
gözaltına alınmıştır. Diğer sanıklar Y.A. ile İ.K.nin
de aynı gün gözaltına alındığı anlaşılmaktadır.
15. Başvurucunun gözaltında bulunduğu ve ifadesi alındığı
sırada bir avukatın hukuki yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiğine
ilişkin 14/5/2004 tarihli “Avukat İstememe Tutanağı” düzenlenmiştir. Tutanakta,
polislerin ve başvurucunun imzası bulunmaktadır.
16. 15/5/2004 tarihinde İstanbul Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğünde, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve bu örgüt adına
anılan öldürme eylemine iştirak etmek suçundan başvurucunun ifadesi alınmıştır.
Tutanağa göre, ifade öncesinde başvurucuya 4/4/1929
tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135.
maddesindeki hakları hatırlatılmış, başvurucu avukat yardımından faydalanmak
istemediğini belirtmiştir.
17. Başvurucu ifadesinde, kendisi gibi örgüt üyesi olan sanık
A.T.nin maktul İ.G.yi
öldürmek istediğini söylediğini, internetten sorgulama yaparak adresini tespit
ettiklerini, kendisinin maktulü telefonla arayarak adresini öğrendiğini, daha
sonrasında adresin bulunduğu yerde keşif yaptığını, adresi teyit ettiğini
sanığa söylediğini, olaydan tahminen 15 gün önce sanığın öldürme eyleminde
kullanacağını belirttiği iki adet tabanca getirdiğini ve kendisinin bunları
evinde sakladığını, sanığın olaydan iki üç gün önce silahları geri aldığını, 1/5/2004 günü sanığın kendisine eve kargocu kıyafeti giyerek
gittiklerini ve maktulü ve eşini ekibiyle birlikte öldürdüğünü anlattığını, il
dışına çıkmak için para istediğini ve kendisine 100 TL verdiğini söylemiştir.
18. 15/5/2004 tarihinde gözaltında bulunan başvurucunun da
aralarında bulunduğu sanıkların avukatları olduklarını belirten H.S. ile A.A., başvurucu ve diğer sanık A.T. ile görüştürülmediklerine
dair bir tutanak hazırlamışlar ve diğer bir müşahit avukatla birlikte
imzalamışlardır. Tutanakta, saat 15.00 sıralarında polis
merkezine gittikleri ve sanıklarla görüşmek istedikleri, konuştukları sanıklar
İ.K. ve Y.A.nın kendilerine şiddet uygulandığını
belirttikleri, Y.A.nın bazı ifadeleri zorla
imzalattırdıklarını söylediği ve yüzünde şişlikler bulunduğu, fakat avukat
istemediklerine dair tutanak bulunduğu gerekçesiyle başvurucu ve sanık A.T. ile
görüştürülmedikleri, bunun üzerine barodan müşahit avukat talep ettikleri ifade
edilmiştir.
19. 17/5/2004 tarihinde sanıklar B.Y. ve E.K.ye
avukatları hazır bulunmaksızın Cumhuriyet Savcısı tarafından yer gösterme
işlemi yaptırılmıştır.
20. Sanık B.Y., 30/4/2004 Cuma günü
saat 11:30 sularında sanıklar A.T., E.K. ve S.A ile buluştuklarını, kendisini
kamufle etmek amacıyla kargocu kıyafeti giydiğini ve yanına şeffaf poşete
sarılı kitap paketini aldığını ve inceleme sırasında kapının arkasında bulunan
kitapların da bunlar olduğu, sanık A.T.nin yolda
indiğini, minibüsü eve 150 m kala park ettiklerini kendisinin dairenin
bulunduğu kata geldiğini, kapıyı açmalarının ardından önce tekerlekli
sandalyede oturan maktul İ.G.nin kafasına ateş
ettiğini, ardından bağırarak yere yatmış olan maktule S.G.ye ateş ettiğini,
sonrasında minibüse döndüğünü, gözcülük yapan sanık E.K.nin
de gelmesiyle sanık S.A.nın kullandığı minibüsle olay
yerinden ayrıldıklarını belirtmiştir.
21. Diğer sanık E.K. de olay yerine arabayla gittikleri ve
kendisinin gözcülük yaptığına ilişkin diğer sanığın beyanlarını teyit eden
ifade vermiştir.
22. 17/5/2004 tarihli tutanakla söz konusu
kitaplar muhafaza altına alınmıştır.
23. Avukat A.A., 18/5/2004 tarihinde
İstanbul DGM Başsavcılığından vekili olduğu, devam eden davalarda avukatlığını
yaptığı ve emniyette kendisi ile görüştürülmediği başvurucu ile savcılık
ifadesi öncesinde görüştürülmesini ve ifadesinde hazır bulundurulmasını talep
etmiştir.
24. Cumhuriyet Başsavcılığının aynı günlü yazısıyla,
dilekçelerin sanıkların ifadeleri alınırken verildiği, adliyede görüşme yeri
bulunmadığı ve ifadeyi bölerek görüştürme imkânı olmadığı şeklinde cevap
verilmiştir.
25. Başvurucu, 18/5/2004 tarihli DGM
Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde fikrî olarak “İBDA’cı” olduğunu belirtmiş fakat
öldürme olayıyla bağlantılı tüm suçlamaları reddetmiştir.
26. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliği önünde başvurucu,
suçlamaları yine reddetmiş, ifadeleri polislerin uydurduğunu ve imzalamazsa daha
önce gözaltına aldıklarında yaptıkları şeyleri yine yapacaklarını söyleyerek
tehdit ettiklerinden imzalamak zorunda kaldığını belirtmiştir. Diğer sanık A.T.
ise gözaltında psikolojik ve fiziki işkenceye tabi tutulduğunu, ifadesine
söylemediği şeylerin de yazıldığını, imzaladığı bazı evrakların ne olduğunu
dahi göremediğini, avukatıyla görüştürülmediğini beyan etmiştir. Avukatları,
başvurucudaki psikolojik bulguların ve diğer sanıktaki işkence bulgularının
tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevk edilmelerini talep etmiştir.
27. Yedek Hâkimlik sorgusu esnasında sanık B.Y., dört gün uykusuz bırakılması sonucunda polisin kendince
hazırladığı ifadeyi ve avukat istediği halde istemediği şeklindeki belgeyi
imzaladığını; sanık S.A. ise emniyette psikolojik ve fiziki baskı altında
ifadesini imzaladığını belirtmiştir.
28. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliğinin 18/5/2004 tarihli ve 2004/42 Sorgu sayılı kararı ile tüm
sanıkların tutuklanmasına karar verilmiştir.
29. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 14/6/2004 tarihli
ve 2004/686 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve sanıklar A.T.,
B.Y., S.A. ve E.K. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza
Kanunu’nun 146. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, ayrıca diğer iki sanık
hakkında farklı suçlamalardan ceza davası açılmıştır.
30. İstanbul 6 No.lu DGM tarafından davanın tensibi
yapılmışsa da yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince devam edilmiştir.
31. 18/10/2004 tarihli ilk duruşmada başvurucu,
avukat istemediğine dair tutanağı zorla imzalattırdıklarına, gözaltında dayak
atıldığına ve işkenceyle tehdit edildiğine, beş yıldır panikatak tedavisi
gördüğüne ve bu koşullar altında hazırlanan ifadeyi okumadan imzaladığına dair
yazılı savunma sunmuştur. Başvurucu ayrıca emniyet ifadesini reddetmiştir.
Diğer bir sanık S.A., lise son sınıfta okuduğunu ve
30/4/2004 tarihinde tam gün okulda bulunduğunun öğretmenlerinin ve
arkadaşlarının beyanları ile yoklama tutanaklarıyla sabit olduğunu, emniyette
işkence ve kötü muamele gördüğünü, tutanakların zorla imzalattırıldığını ve
babasının getirdiği avukatla görüştürülmediğini ifade etmiştir. Sanık E.K. de
olay günü okulda olduğunu beyan etmiştir.
32. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince duruşmaya ara
verilerek, maktul İ.G.nin kolundaki giriş çıkış ve
başındaki giriş izinin tek bir atışla meydana gelip gelemeyeceğine ilişkin Adli
Tıp Kurumundan rapor alınmasına, sanıklar S.A. ve E.K.nin
öğretmen ve arkadaşlarıyla görüşülmesine ve derse devam çizelgelerinin
istenmesine, tanık Ç.E. de dahil olmak üzere bazı
tanıkların dinlenmesine, avukatların sanıklarla görüştürülmemesi hususunun,
gereği için Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesine karar verilmiştir.
33. Maktuldeki kurşun izlerine ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu
Başkanlığı 17/12/2004 tarihli bir rapor hazırlamıştır.
Raporda, “Otopsi tutanağında tanımlanan
ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkış deliklerinin lokalizasyonlarına
göre sorulduğu üzere sağ kolunu kaldırarak dirseğini sol göz bölgesine
getirmesi şeklindeki bir pozisyonda tek bir atışla yaralanmış olabileceği gibi
iki ayrı ateşli silah mermi çekirdeği ile de yaralanmış olabileceği, aralarında
tıbben ayrım yapılamayacağı” belirtilmiştir.
34. 28/2/2005 tarihli duruşmada başvurucu
vekili, net olmadığı ve varsayım üzerine kurulduğu gerekçesiyle Adli Tıp
raporuna itiraz etmiştir. Başvurucu vekili ayrıca, 11/5/2004
tarihli ihbar tutanağında olayın faili olduğu iddia edilen ve emniyet
tarafından verilen cevapta, radikal bir düşünceye sahip olmadığı ve İBDA/C ile
ilişkisi tespit edilmediği belirtilen A.D.nin tanık
olarak dinlenmesini istemiştir.
35. Dinlenen tanık İ.K., sanık
A.T.ye avukat istemediğine ilişkin tutanağın yemek fişinin altına konmak
suretiyle imzalattırıldığını gördüğünü, polisin ardından belgeyi göstererek “işte biz imzalatırız” dediğini, sanık A.T.nin kaşının patlamış olduğunu ve diğer sanık S.A.nın sakalının polislerce çekildiğini ve dudağının
patlamış olduğunu gördüğünü beyan etmiştir. Tanık 15/5/2004
tarihli polis ifadesinin zorla alındığını, dayak atıldığını, silah dayanınca
imzalamak zorunda kaldığını, buna ilişkin soruşturmanın Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığının 2004/26798 Hz. sayılı dosyasında sürdürüldüğünü ifade etmiştir.
36. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma ve
2010/10531 numaralı kararı ile anılan iddialar yönünden kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna
başvurmamıştır.
37. Mahkeme, hazırlık evrakının akıbetinin sorulmasına karar
vermiş fakat A.D.nin tanık olarak dinlenmesine dair
bir ara karar almamıştır.
38. 11/7/2005 tarihli duruşmada sanıkların
ifadelerini alan polisler dinlenmişlerdir. Polisler, ifadelerin zora dayalı
alınmadığını ve sanıkların kendi istekleriyle avukat talep etmediklerini
belirtmişlerdir. Diğer sanık A.T.nin avukatının, (7)
numaralı dairede çalışanların dinlenmesi talebi, dosyaya bir yenilik
getirmeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.
39. 17/3/2006 tarihli duruşmada başvurucunun ve diğer sanık B.Y.nin avukatının talebi üzerine maktullerin yan komşusu
olan G.K.nin dinlenilmesine
karar verilmiştir.
40. 27/6/2007 tarihli duruşmada açık adresi Mahkemeye ibraz
edilmediğinden tanık G.K.nin
dinlenilmesinden vazgeçilmiştir.
41. 3/6/2009 tarihli duruşmada dinlenen tanık E.P., maktul İ.G.nin tekerlekli
sandalye kullanmadığını belirtmiştir.
42. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve
E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararı ile başvurucu ile sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K.nin 765 sayılı
mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun yazdığı bir makalede ismini vermek suretiyle
maktul İ.G.yi hedef gösterdiğini, yazı sonrası sanık
A.T.de öldürme fikrinin oluştuğunu ve başvurucunun, maktulün adresini tespit
ettiğini ve mahallinde keşif yaptığını, eylem öncesinde olayda kullanılan
tabancaları bir müddet sakladığını ve sonrasında da A.T.ye para yardımında
bulunduğunu belirtmiştir.
43. Ağır Ceza Mahkemesi, “tüm
bu eylemleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde ...
[başvurucu] her ne kadar emniyet
müdürlüğünde avukat istemediğini belirtmesi üzerine avukat huzurunda olmaksızın
alınan ifadesinde bu hususları doğrular biçimde beyanda bulunmuş ancak daha
sonraki ifadelerinde bunu reddetmiş ise de dosya bir bütün halinde diğer
sanıklarında birbirlerini doğrular şeklindeki anlatımları, olaya ilişkin
yukarıda deliller kısmında belirtilen ve tüm sanıkların emniyet müdürlüğünde alınan
ifadelerini destekler nitelikteki araştırma, inceleme tutanakları otopsi
raporları, adli top raporları, ekspertiz raporları ve tüm dosya içeriği bir
bütün halinde değerlendiğinde ... [başvurucunun] eyleminin mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesine
gösterilen şekilde diğer sanıkları 146/1 maddesinde belirtilen suçları işleme
yönünde teşvik edici nitelikte rol aldığı” sonucuna varmıştır.
44. Mahkeme diğer sanıklar bakımından, “… her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla
anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu
ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen
maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından
çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları,
sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını
destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ… G…’e kargo
paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca
haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri
hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem
öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin
emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca
sanıklardan A… E…’nin emniyetteki anlatımı sonrasında
savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B…’in olay sonrasında evine
geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek
bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün
olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları
ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş,
sanıkların bu eylemi yasa dışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşkil etmiş olan Büyük
Millet Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan mene teşebbüs etmek için
gerçekleştirdikleri kanaatine …” varmıştır.
45. Başvurucu belirtilen kararı temyiz etmiştir.
46. Yargıtay 9. Ceza Dairesince, sanık A.T. müdafisinin,
usulüne uygun tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve geçerli bir mazeret de
bildirmediği belirtilerek başvurucu ile sanıklar A.T. ve B.Y. yönünden temyiz
incelemesi duruşmasız yapılmış ve 2/10/2012 tarihli ve
E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamla ilk derece mahkemesi kararının
onanmasına karar verilmiştir.
47. Onama kararı 21/3/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
48. Başvurucu 17/4/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
49. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’un
135. maddesi şöyledir:
“Zabıta
amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim
tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin
kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya
çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi
tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi
talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı
bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç
hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin
toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe
sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı
verilir.
6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi
halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade
verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade
verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları
ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade
vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip
getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak
içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından
okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan
imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”
50. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür
iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence,
zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı
araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak
yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak
değerlendirilemez.”
51. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi
varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir
ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi
hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca
yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın
her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla
görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda
bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
52. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi
halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya
sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya
dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi
tayin edilir.”
53. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Türkiye
Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve
tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e
cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm
olur.”
54. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi
hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli
veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
55. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:
“(1)
Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere
yapılmış sayılır.
(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk
Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış
olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer
almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
maddelerine yapılmış sayılır. ”
56. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı
fıkrası şöyledir:
“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım,
‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene
ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya
Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”
57. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Ölüm
cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1
inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen
terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına
dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör
suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında
ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
58. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/4/2013 tarihli ve 2013/2541 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
59. Başvurucu, uygulanan ceza
maddesinin koşullarının oluşmadığını, mahkûmiyete esas alınan tüm sanıkların
polis ifadelerinin zor ve tehdide dayalı alınmaları ve mahkeme önünde
reddedilmeleri nedeniyle hukuka aykırı delil niteliğinde bulunduğunu, emniyette
avukatıyla görüştürülmediğini, ifadeli yer gösterme işleminin işkence tehdidi
altında yapıldığını, tüm hazırlık işlemlerinin DGM’lerin faal olduğu dönemde
yapıldığını, parmak izi incelemesi ve yapılan ihbar yönünden soruşturma
yapılmadığını, dinlenmesini talep ettikleri tanıkların ifadelerinin
alınmadığını ve tanık Ç.E.nin belirlenen duruşma
gününden bir gün önce yokluklarında dinlenildiğini, polis tarafından sanık
olarak ifadeleri alınan S.D. ile Ö.P.nin tanık
sıfatıyla mahkemedeki beyanlarında emniyet ifadelerinin zora dayalı olduğunu
belirttiklerini, okul kayıtlarından sanıklar E.K. ve S.A.nın
olay günü okulda oldukları anlaşılmasına rağmen bunun dikkate alınmadığını,
Mahkemenin gerekçesinin kanuna uygun olmadığını, duruşma günü kendilerine
tebliğ edilmediğinden temyiz duruşmasında hazır bulunamadıklarını,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının belirli bir infaz şekliyle ve ömür boyu
devam edeceğini ileri sürmüştür.
60. Başvurucu bu nedenlerle, Anayasa’nın 17.,
19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele
yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve adil yargılanma (gerekçeli karar
ve duruşma) hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ihlal
iddiaları nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve 269.000
TL maddi, 250.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
62. Başvurucu, 14/5/2004 tarihinde
İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmış ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul
DGM hâkimi tarafından tutuklanmıştır.
63. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka
aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin
bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak
ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin
edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan
kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hâli devam ettiği sürece
yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
64. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun
ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda, gözaltına alındığı tarih;
doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise
kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün
verildiği tarihtir. Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı
değerlendirmesi yapılacaktır (Mehmet Emin
Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).
65. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda,
tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun,
ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her
aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında,
nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi
içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkûmiyet
kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun
süresinde olmadığını belirtmiştir (Mehmet
Emin Kılıç, § 28).
66. Somut olayda başvurucu, İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla müebbet hapis
cezasına mahkûm edilmiştir.
67. Başvurucunun yargılama kapsamında 14/5/2004-25/1/2012
tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı
olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından
sonraki özgürlükten yoksun bırakmanın
“mahkûmiyete bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.
68. Bu belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak
başvurunun bu kısmının “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
69. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri
şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan,
yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya
açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için
gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli
görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin,
iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam
ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
72. Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından
başvurunun adil yargılanma hakkına
ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
73. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın adil yargılanma
hakkına ilişkin hükümlerinin, Sözleşme’nin 6. maddesi ve bu maddeye ilişkin
AİHM içtihatları ışığında yorumlanması ve uygulanmasının doğru olacağını
değerlendirdiği, Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008)
kararında ilgilinin kolluk aşamasında avukattan yararlanma hakkını incelediği,
bu kararda AİHM’in öncelikle adil yargılanma hakkının
hazırlık soruşturmasını da kapsayan en temel haklardan biri olduğunu
vurguladığı, Mahkemeye göre delillerin toplanması aşamasında ilgili mevzuat
karmaşık olduğundan ilgilinin haklarının korunması için avukat yardımından
faydalanmasının zorunlu olduğu, ayrıca adil yargılanma hakkının, iddia
makamının baskı ve zorlama olmaksızın elde ettiği delillerle iddiasını ispat
etmesi gerekliliğini de kapsadığı bildirilmiştir. Sonuç olarak AİHM’in, her davanın kendine has koşulları içinde bazı
kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte, ilgiliye kolluk tarafından ilk
sorgulanmasından itibaren avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının
zorunlu olduğunu belirttiği ifade edilmiştir.
74. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, 15/5/2004
tarihli ifade tutanağına göre başvurucuya kollukta alınan ifadesi sırasında
müdafi tayin etme ve isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmama haklarının
hatırlatıldığı, başvurucunun ifadesi alındığı sırada herhangi bir avukatın
yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiği; başvurucunun avukatının,
gözaltı sonrası Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği esnada 18/5/2004
tarihli dilekçe ile İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak
başvurucu ile görüşmeyi talep ettiği, başvurucunun aynı gün sevkini müteakiben
anılan Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli yazısı ile gözaltı süresi
bittikten sonra dilekçe verildiği, adliyede uygun bir görüşme yeri bulunmadığı
gerekçeleriyle talebin reddine karar verildiği bildirilmiştir. Görüş yazısında,
başvurucunun Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 18/5/2004
tarihli ifadesi sırasında avukatın hazır bulunduğu, ayrıca Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma, 2010/10531 Karar numaralı kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararına göre, başvurucunun gözaltında bulunduğu süre
zarfında avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle görevlilerce kötü
muamele suçunun işlendiği iddiasıyla şikâyetçi olduğu, buna karşılık iddiaları
doğrulayan ve atılı suçun işlendiğine dair yeterli, kesin ve inandırıcı delil
elde edilemediği gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verildiği bilgileri sunulmuştur.
75. Bakanlık görüşüne karşı beyan
dilekçesinde, diğer sanıklarda olduğu gibi başvurucuya da kolluk birimine adım
atar atmaz birtakım belgeler imzalatıldığını, bunlar arasına avukat talep
etmediğine dair tutanağın da eklendiğini, sonradan başvurucu ile görüşmeye
gelen avukatlara, bir önceki gün tarihli tutanağın ibraz edildiğini,
avukatların tutanağın tarihinin eski olmasına itiraz etmelerine rağmen
görevlilerin görüşme izni vermediklerini, durumun ilgili barodan istenen
müşahit avukat huzurunda tutanağa bağlandığını, en sonunda kolluk görevlileri
tarafından “Emniyet Müdürünün ve DGM
Başsavcılığının talimatı” nedeniyle avukatı ile
görüştürülemeyeceğinin bildirildiğini, daha önce kolluk şubesine gelmiş ve bu
nedenle tecrübeli olan başvurucunun avukat istememesinin hayatın olağan akışına
aykırı olduğunu, Cumhuriyet savcısı ifadesi öncesindeki görüşme talebinin de
adliyede görüşme yeri bulunmadığı gerekçesi ile reddedildiğini belirterek
başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
76. Adil yargılanma hakkı, kişilere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını
sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi
mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış
eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir
bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci
Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, §
22).
77. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini ve bu kapsamda esas olarak, gözaltında avukata erişim
imkânından yararlandırılmadığı sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği
kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini
ileri sürmektedir.
78. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi
kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı
hakka sahiptir. Bunlar; kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi
yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve
adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi
yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan
kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31; Kazım
Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).
79. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için
suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli
olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları
gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde
kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda
adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların
eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım
Albayrak, § 29).
80. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna
gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza
yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma
aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu
kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi
işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile
temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada
avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak
bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının
değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996,
§ 63; Magee/Birleşik
Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan
bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma
hakkının temel unsurlarından biridir (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993,
§ 34; Kazım Albayrak, § 30).
81. Bununla birlikte AİHM, adil yargılanma hakkına ilişkin
Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi
iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını
belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).
82. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi
yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin, geçerli ve etkin olabilmesi için
her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı
itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters
düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya
konulması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59; Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007,
§ 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye,
§ 48).
83. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen
ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55 ve 56; Kazım Albayrak, § 31).
84. Somut olayda, başvurucunun 14/5/2004
tarihinde yakalanması sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade
verinceye kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı
sırasında düzenlenen ifade tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun
kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk
doğuracak ayrıntılı anlatımlar yer aldığı görülmektedir.
85. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltında bulundukları
sırada yürürlükte olan mevzuat, kişilerin bir avukatın hukuki yardımından
yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak bir kısıtlama öngörmemektedir.
Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak kişinin talebine bağlıdır (bkz.
§§ 51 ve 52).
86. Başvurucuya ait ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga
Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar
belirtilmektedir. Başvurucunun kolluk ifade tutanağında, bir avukatın hukuki
yardımından yararlanmak istemediği hususu matbu olarak yer almaktadır.
87. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde,
gözaltına alınmasını müteakiben hemen avukatla görüşmek istemediğine dair
tutanak imzalatıldığını, sonrasında psikolojik ve fiziksel baskı altında ifade
tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanağının içeriğini ve isnat
edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
88. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM
Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004
tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak
gözaltı ifadelerine dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesi dikkate
alındığında, gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı
görülmektedir (bkz. §§ 43 ve 44).
89. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele veya
işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu
konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir
eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki
Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003,
§ 91).
90. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde
gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların
hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).
91. Bu kapsamda, başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz
kaldığı ve bu nedenle ifade tutanağını imzaladığı yönündeki iddialarını
doğrulayan somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucunun bu iddialar temelinde
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği
yönünde ayrı bir şikâyeti de bulunmamaktadır.
92. Baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların
ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya
konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen
koşulların göz önünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No:
2013/2319, 8/4/2015, § 68). AİHM’e
göre de işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilemez
bulunması nedeniyle incelenmemiş olması, belirtilen koşulların adil yargılanma
hakkı açısından göz önünde bulundurulmasına engel teşkil etmez (Kolu/Türkiye, B. No: 35811/97, 2/8/2005, § 54).
93. Başvurucu, diğer sanıklarla birlikte, yasa dışı bir
örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve böylece anayasal düzeni
zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama
sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
94. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini
ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun, gözaltı sonrasında
Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit
ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir.
95. Başvurucunun savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına
alınan ancak haklarında kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata
erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan
ifadeler hükme esas alınmıştır.
96. Bu çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile
gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört
günlük gözaltı sırasında bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı
istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir.
Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak
ortaya konulamamıştır.
97. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine
dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün
diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı
gideremediği görülmektedir.
98. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı
Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın
etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu
çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.
99. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından
yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir
bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple, yargılamanın daha sonraki
aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip
getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
100. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
101. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar
infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın,
tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
102. Başvurucu, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılması ile 269.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi
tazminatın kendisine ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
104. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
105. Başvurucu, tazminat taleplerinin dayanağını, yargılama
kapsamında özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmesi muhtemel çalışma
gelirlerinden mahrum kalması olarak göstermiştir. Ancak ihlalin, gözaltında
avukat yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında
ihlalin doğrudan sonucu olmayan maddi tazminata ilişkin taleplerin reddine
karar verilmesi gerekir.
106. Adil
yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından
en uygun yolun başvurucunun yeniden yargılanması olacağı açıktır. Bu nedenle
yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
107. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Gözaltında avukat
yardımından yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
4. Adil yargılanma hakkı
kapsamındaki diğer şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine yer olmadığına,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar
verildiğinden başvurucunun ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis
cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddiasının ayrıca incelenmesine yer olmadığına,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
9/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.