TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
BURAK ÇİLELİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2541)
Karar Tarihi: 9/9/2015
R.G. Tarih- Sayı: 13/10/2015-29501
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Recep ÜNAL
Başvurucu
Burak ÇİLELİ
Vekili
Av. Güven YILMAZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gözaltında avukatıyla görüştürülmeme ve kötü muamele edilmesi, gözaltı sürecinde işkence ve baskıya dayalı alınan ifadelerinin hükme esas alınması, soruşturma işlemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) faal olduğu dönemde yapılması, bazı kovuşturma işlemlerinin eksik bırakılması, mahkeme kararının uygun bir şekilde gerekçelendirilmemesi, temyiz duruşmasından haberdar edilmemesi ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının ömür boyu devam edecek olması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 20/2/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın görüş yazısı 28/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 18/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/5/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısı ile sunulan ek bilgiler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma başlatılmıştır.
9. Olay günü ve 4/5/2004 ile 5/5/2004 tarihlerinde maktullerin evinde olay yeri incelemeleri yapılmıştır.
10. 5/5/2004 tarihinde ifadesi alınan tanık N.Ö., 30/4/2004 Cuma günü saat 13.30-14.00 sıralarında iki el peş peşe “tak tak” sesi duyduğunu, kapı çalındığı zannıyla baktığında kimseyi görmediğini söylemiştir. Olay tarihlerinde apartman görevlisi olan M.B., maktullerin dairesinin bitişiğinde A.S.Y., karşısında ise S.K. isimli kişinin oturduğunu belirtmiştir. Tanık A.B., belirtilen gün saat 12.30 civarında ön bahçede oturmaya başladığını, bu esnada (7) numaralı dairede çalışma yapan iki kişi ile maktule iletilmek üzere bir poşet bırakan B. isimli bayanla karşılaştığını, 14.30 civarında servis için yukarıya çıktığını ama maktullerin kapıyı açmadığını ifade etmiştir.
11. 6/5/2004 tarihinde ifade veren Ç.E., maktul İ.G.nin bir keresinde “Telegram” isimli bir kelimeden bahsederek, “bu telegramda kendisini aşağılayıcı, küçültücü hareket tarzında tehdit edildiğini” söylediğini belirtmiştir.
12. 6/5/2004 tarihinde İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 2004/437 Müteferrik sayılı kararı ile bazı sanıkların öldürme olayının İBDA/C tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin basın kuruluşlarına mesaj attıklarını belirttikleri “s...4@mynet.com” elektronik posta adresine gelen, giden, bilgi akışı gibi elde edilebilecek her türlü bilginin üç ay süreyle tespitine karar verilmiştir. 13/5/2004 tarihinde ise İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2004/395 Müteferrik sayılı kararıyla “s...u@mynet.com” elektronik posta adresinin emniyet birimleri tarafından incelenmesine hükmetmiştir. Bu işlemlerin sonucuna ilişkin dosya içerisinde bir belge bulunamamıştır.
13. 11/5/2004 tarihinde kendisini B.Y. olarak tanıtan bir ihbarcı telefon ile Tuzla Polis Merkez Amirliğini aramış ve cinayeti açık adresini verdiği A.D. isimli kişinin işlediğini bildirmiştir.
14. 14/5/2004 günü saat 16.30’da, yapılan istihbari çalışmalar neticesinde cinayet olayıyla ilgili olabileceği değerlendirildiği ve daha önce de hakkında İBDA/C terör örgütü dolayısıyla işlem yapıldığı belirtilen sanık A.T. gözaltına alınmıştır. Başvurucu ise saat 19:30’da aynı suçla ilgili olarak gözaltına alınmıştır. Diğer sanıklar Y.A. ile İ.K.nin de aynı gün gözaltına alındığı anlaşılmaktadır.
15. Başvurucunun gözaltında bulunduğu ve ifadesi alındığı sırada bir avukatın hukuki yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiğine ilişkin 14/5/2004 tarihli “Avukat İstememe Tutanağı” düzenlenmiştir. Tutanakta, polislerin ve başvurucunun imzası bulunmaktadır.
16. 15/5/2004 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve bu örgüt adına anılan öldürme eylemine iştirak etmek suçundan başvurucunun ifadesi alınmıştır. Tutanağa göre, ifade öncesinde başvurucuya 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesindeki hakları hatırlatılmış, başvurucu avukat yardımından faydalanmak istemediğini belirtmiştir.
17. Başvurucu ifadesinde, kendisi gibi örgüt üyesi olan sanık A.T.nin maktul İ.G.yi öldürmek istediğini söylediğini, internetten sorgulama yaparak adresini tespit ettiklerini, kendisinin maktulü telefonla arayarak adresini öğrendiğini, daha sonrasında adresin bulunduğu yerde keşif yaptığını, adresi teyit ettiğini sanığa söylediğini, olaydan tahminen 15 gün önce sanığın öldürme eyleminde kullanacağını belirttiği iki adet tabanca getirdiğini ve kendisinin bunları evinde sakladığını, sanığın olaydan iki üç gün önce silahları geri aldığını, 1/5/2004 günü sanığın kendisine eve kargocu kıyafeti giyerek gittiklerini ve maktulü ve eşini ekibiyle birlikte öldürdüğünü anlattığını, il dışına çıkmak için para istediğini ve kendisine 100 TL verdiğini söylemiştir.
18. 15/5/2004 tarihinde gözaltında bulunan başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların avukatları olduklarını belirten H.S. ile A.A., başvurucu ve diğer sanık A.T. ile görüştürülmediklerine dair bir tutanak hazırlamışlar ve diğer bir müşahit avukatla birlikte imzalamışlardır. Tutanakta, saat 15.00 sıralarında polis merkezine gittikleri ve sanıklarla görüşmek istedikleri, konuştukları sanıklar İ.K. ve Y.A.nın kendilerine şiddet uygulandığını belirttikleri, Y.A.nın bazı ifadeleri zorla imzalattırdıklarını söylediği ve yüzünde şişlikler bulunduğu, fakat avukat istemediklerine dair tutanak bulunduğu gerekçesiyle başvurucu ve sanık A.T. ile görüştürülmedikleri, bunun üzerine barodan müşahit avukat talep ettikleri ifade edilmiştir.
19. 17/5/2004 tarihinde sanıklar B.Y. ve E.K.ye avukatları hazır bulunmaksızın Cumhuriyet Savcısı tarafından yer gösterme işlemi yaptırılmıştır.
20. Sanık B.Y., 30/4/2004 Cuma günü saat 11:30 sularında sanıklar A.T., E.K. ve S.A ile buluştuklarını, kendisini kamufle etmek amacıyla kargocu kıyafeti giydiğini ve yanına şeffaf poşete sarılı kitap paketini aldığını ve inceleme sırasında kapının arkasında bulunan kitapların da bunlar olduğu, sanık A.T.nin yolda indiğini, minibüsü eve 150 m kala park ettiklerini kendisinin dairenin bulunduğu kata geldiğini, kapıyı açmalarının ardından önce tekerlekli sandalyede oturan maktul İ.G.nin kafasına ateş ettiğini, ardından bağırarak yere yatmış olan maktule S.G.ye ateş ettiğini, sonrasında minibüse döndüğünü, gözcülük yapan sanık E.K.nin de gelmesiyle sanık S.A.nın kullandığı minibüsle olay yerinden ayrıldıklarını belirtmiştir.
21. Diğer sanık E.K. de olay yerine arabayla gittikleri ve kendisinin gözcülük yaptığına ilişkin diğer sanığın beyanlarını teyit eden ifade vermiştir.
22. 17/5/2004 tarihli tutanakla söz konusu kitaplar muhafaza altına alınmıştır.
23. Avukat A.A., 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM Başsavcılığından vekili olduğu, devam eden davalarda avukatlığını yaptığı ve emniyette kendisi ile görüştürülmediği başvurucu ile savcılık ifadesi öncesinde görüştürülmesini ve ifadesinde hazır bulundurulmasını talep etmiştir.
24. Cumhuriyet Başsavcılığının aynı günlü yazısıyla, dilekçelerin sanıkların ifadeleri alınırken verildiği, adliyede görüşme yeri bulunmadığı ve ifadeyi bölerek görüştürme imkânı olmadığı şeklinde cevap verilmiştir.
25. Başvurucu, 18/5/2004 tarihli DGM Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde fikrî olarak “İBDA’cı” olduğunu belirtmiş fakat öldürme olayıyla bağlantılı tüm suçlamaları reddetmiştir.
26. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliği önünde başvurucu, suçlamaları yine reddetmiş, ifadeleri polislerin uydurduğunu ve imzalamazsa daha önce gözaltına aldıklarında yaptıkları şeyleri yine yapacaklarını söyleyerek tehdit ettiklerinden imzalamak zorunda kaldığını belirtmiştir. Diğer sanık A.T. ise gözaltında psikolojik ve fiziki işkenceye tabi tutulduğunu, ifadesine söylemediği şeylerin de yazıldığını, imzaladığı bazı evrakların ne olduğunu dahi göremediğini, avukatıyla görüştürülmediğini beyan etmiştir. Avukatları, başvurucudaki psikolojik bulguların ve diğer sanıktaki işkence bulgularının tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevk edilmelerini talep etmiştir.
27. Yedek Hâkimlik sorgusu esnasında sanık B.Y., dört gün uykusuz bırakılması sonucunda polisin kendince hazırladığı ifadeyi ve avukat istediği halde istemediği şeklindeki belgeyi imzaladığını; sanık S.A. ise emniyette psikolojik ve fiziki baskı altında ifadesini imzaladığını belirtmiştir.
28. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliğinin 18/5/2004 tarihli ve 2004/42 Sorgu sayılı kararı ile tüm sanıkların tutuklanmasına karar verilmiştir.
29. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 14/6/2004 tarihli ve 2004/686 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, ayrıca diğer iki sanık hakkında farklı suçlamalardan ceza davası açılmıştır.
30. İstanbul 6 No.lu DGM tarafından davanın tensibi yapılmışsa da yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince devam edilmiştir.
31. 18/10/2004 tarihli ilk duruşmada başvurucu, avukat istemediğine dair tutanağı zorla imzalattırdıklarına, gözaltında dayak atıldığına ve işkenceyle tehdit edildiğine, beş yıldır panikatak tedavisi gördüğüne ve bu koşullar altında hazırlanan ifadeyi okumadan imzaladığına dair yazılı savunma sunmuştur. Başvurucu ayrıca emniyet ifadesini reddetmiştir. Diğer bir sanık S.A., lise son sınıfta okuduğunu ve 30/4/2004 tarihinde tam gün okulda bulunduğunun öğretmenlerinin ve arkadaşlarının beyanları ile yoklama tutanaklarıyla sabit olduğunu, emniyette işkence ve kötü muamele gördüğünü, tutanakların zorla imzalattırıldığını ve babasının getirdiği avukatla görüştürülmediğini ifade etmiştir. Sanık E.K. de olay günü okulda olduğunu beyan etmiştir.
32. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince duruşmaya ara verilerek, maktul İ.G.nin kolundaki giriş çıkış ve başındaki giriş izinin tek bir atışla meydana gelip gelemeyeceğine ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına, sanıklar S.A. ve E.K.nin öğretmen ve arkadaşlarıyla görüşülmesine ve derse devam çizelgelerinin istenmesine, tanık Ç.E. de dahil olmak üzere bazı tanıkların dinlenmesine, avukatların sanıklarla görüştürülmemesi hususunun, gereği için Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesine karar verilmiştir.
33. Maktuldeki kurşun izlerine ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 17/12/2004 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda, “Otopsi tutanağında tanımlanan ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkış deliklerinin lokalizasyonlarına göre sorulduğu üzere sağ kolunu kaldırarak dirseğini sol göz bölgesine getirmesi şeklindeki bir pozisyonda tek bir atışla yaralanmış olabileceği gibi iki ayrı ateşli silah mermi çekirdeği ile de yaralanmış olabileceği, aralarında tıbben ayrım yapılamayacağı” belirtilmiştir.
34. 28/2/2005 tarihli duruşmada başvurucu vekili, net olmadığı ve varsayım üzerine kurulduğu gerekçesiyle Adli Tıp raporuna itiraz etmiştir. Başvurucu vekili ayrıca, 11/5/2004 tarihli ihbar tutanağında olayın faili olduğu iddia edilen ve emniyet tarafından verilen cevapta, radikal bir düşünceye sahip olmadığı ve İBDA/C ile ilişkisi tespit edilmediği belirtilen A.D.nin tanık olarak dinlenmesini istemiştir.
35. Dinlenen tanık İ.K., sanık A.T.ye avukat istemediğine ilişkin tutanağın yemek fişinin altına konmak suretiyle imzalattırıldığını gördüğünü, polisin ardından belgeyi göstererek “işte biz imzalatırız” dediğini, sanık A.T.nin kaşının patlamış olduğunu ve diğer sanık S.A.nın sakalının polislerce çekildiğini ve dudağının patlamış olduğunu gördüğünü beyan etmiştir. Tanık 15/5/2004 tarihli polis ifadesinin zorla alındığını, dayak atıldığını, silah dayanınca imzalamak zorunda kaldığını, buna ilişkin soruşturmanın Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Hz. sayılı dosyasında sürdürüldüğünü ifade etmiştir.
36. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma ve 2010/10531 numaralı kararı ile anılan iddialar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmamıştır.
37. Mahkeme, hazırlık evrakının akıbetinin sorulmasına karar vermiş fakat A.D.nin tanık olarak dinlenmesine dair bir ara karar almamıştır.
38. 11/7/2005 tarihli duruşmada sanıkların ifadelerini alan polisler dinlenmişlerdir. Polisler, ifadelerin zora dayalı alınmadığını ve sanıkların kendi istekleriyle avukat talep etmediklerini belirtmişlerdir. Diğer sanık A.T.nin avukatının, (7) numaralı dairede çalışanların dinlenmesi talebi, dosyaya bir yenilik getirmeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.
39. 17/3/2006 tarihli duruşmada başvurucunun ve diğer sanık B.Y.nin avukatının talebi üzerine maktullerin yan komşusu olan G.K.nin dinlenilmesine karar verilmiştir.
40. 27/6/2007 tarihli duruşmada açık adresi Mahkemeye ibraz edilmediğinden tanık G.K.nin dinlenilmesinden vazgeçilmiştir.
41. 3/6/2009 tarihli duruşmada dinlenen tanık E.P., maktul İ.G.nin tekerlekli sandalye kullanmadığını belirtmiştir.
42. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararı ile başvurucu ile sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K.nin 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun yazdığı bir makalede ismini vermek suretiyle maktul İ.G.yi hedef gösterdiğini, yazı sonrası sanık A.T.de öldürme fikrinin oluştuğunu ve başvurucunun, maktulün adresini tespit ettiğini ve mahallinde keşif yaptığını, eylem öncesinde olayda kullanılan tabancaları bir müddet sakladığını ve sonrasında da A.T.ye para yardımında bulunduğunu belirtmiştir.
43. Ağır Ceza Mahkemesi, “tüm bu eylemleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde ... [başvurucu] her ne kadar emniyet müdürlüğünde avukat istemediğini belirtmesi üzerine avukat huzurunda olmaksızın alınan ifadesinde bu hususları doğrular biçimde beyanda bulunmuş ancak daha sonraki ifadelerinde bunu reddetmiş ise de dosya bir bütün halinde diğer sanıklarında birbirlerini doğrular şeklindeki anlatımları, olaya ilişkin yukarıda deliller kısmında belirtilen ve tüm sanıkların emniyet müdürlüğünde alınan ifadelerini destekler nitelikteki araştırma, inceleme tutanakları otopsi raporları, adli top raporları, ekspertiz raporları ve tüm dosya içeriği bir bütün halinde değerlendiğinde ... [başvurucunun] eyleminin mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesine gösterilen şekilde diğer sanıkları 146/1 maddesinde belirtilen suçları işleme yönünde teşvik edici nitelikte rol aldığı” sonucuna varmıştır.
44. Mahkeme diğer sanıklar bakımından, “… her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ… G…’e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A… E…’nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B…’in olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasa dışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşkil etmiş olan Büyük Millet Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan mene teşebbüs etmek için gerçekleştirdikleri kanaatine …” varmıştır.
45. Başvurucu belirtilen kararı temyiz etmiştir.
46. Yargıtay 9. Ceza Dairesince, sanık A.T. müdafisinin, usulüne uygun tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve geçerli bir mazeret de bildirmediği belirtilerek başvurucu ile sanıklar A.T. ve B.Y. yönünden temyiz incelemesi duruşmasız yapılmış ve 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.
47. Onama kararı 21/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
48. Başvurucu 17/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
49. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.
6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”
50. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”
51. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
52. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
53. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
54. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
55. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:
“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.
(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”
56. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:
“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”
57. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
58. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/4/2013 tarihli ve 2013/2541 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu, uygulanan ceza maddesinin koşullarının oluşmadığını, mahkûmiyete esas alınan tüm sanıkların polis ifadelerinin zor ve tehdide dayalı alınmaları ve mahkeme önünde reddedilmeleri nedeniyle hukuka aykırı delil niteliğinde bulunduğunu, emniyette avukatıyla görüştürülmediğini, ifadeli yer gösterme işleminin işkence tehdidi altında yapıldığını, tüm hazırlık işlemlerinin DGM’lerin faal olduğu dönemde yapıldığını, parmak izi incelemesi ve yapılan ihbar yönünden soruşturma yapılmadığını, dinlenmesini talep ettikleri tanıkların ifadelerinin alınmadığını ve tanık Ç.E.nin belirlenen duruşma gününden bir gün önce yokluklarında dinlenildiğini, polis tarafından sanık olarak ifadeleri alınan S.D. ile Ö.P.nin tanık sıfatıyla mahkemedeki beyanlarında emniyet ifadelerinin zora dayalı olduğunu belirttiklerini, okul kayıtlarından sanıklar E.K. ve S.A.nın olay günü okulda oldukları anlaşılmasına rağmen bunun dikkate alınmadığını, Mahkemenin gerekçesinin kanuna uygun olmadığını, duruşma günü kendilerine tebliğ edilmediğinden temyiz duruşmasında hazır bulunamadıklarını, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının belirli bir infaz şekliyle ve ömür boyu devam edeceğini ileri sürmüştür.
60. Başvurucu bu nedenlerle, Anayasa’nın 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve adil yargılanma (gerekçeli karar ve duruşma) hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ihlal iddiaları nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve 269.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
62. Başvurucu, 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmış ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM hâkimi tarafından tutuklanmıştır.
63. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
64. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda, gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir. Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).
65. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkûmiyet kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını belirtmiştir (Mehmet Emin Kılıç, § 28).
66. Somut olayda başvurucu, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
67. Başvurucunun yargılama kapsamında 14/5/2004-25/1/2012 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından sonraki özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyete bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.
68. Bu belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
69. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
72. Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
73. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın adil yargılanma hakkına ilişkin hükümlerinin, Sözleşme’nin 6. maddesi ve bu maddeye ilişkin AİHM içtihatları ışığında yorumlanması ve uygulanmasının doğru olacağını değerlendirdiği, Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008) kararında ilgilinin kolluk aşamasında avukattan yararlanma hakkını incelediği, bu kararda AİHM’in öncelikle adil yargılanma hakkının hazırlık soruşturmasını da kapsayan en temel haklardan biri olduğunu vurguladığı, Mahkemeye göre delillerin toplanması aşamasında ilgili mevzuat karmaşık olduğundan ilgilinin haklarının korunması için avukat yardımından faydalanmasının zorunlu olduğu, ayrıca adil yargılanma hakkının, iddia makamının baskı ve zorlama olmaksızın elde ettiği delillerle iddiasını ispat etmesi gerekliliğini de kapsadığı bildirilmiştir. Sonuç olarak AİHM’in, her davanın kendine has koşulları içinde bazı kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte, ilgiliye kolluk tarafından ilk sorgulanmasından itibaren avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğunu belirttiği ifade edilmiştir.
74. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, 15/5/2004 tarihli ifade tutanağına göre başvurucuya kollukta alınan ifadesi sırasında müdafi tayin etme ve isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmama haklarının hatırlatıldığı, başvurucunun ifadesi alındığı sırada herhangi bir avukatın yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiği; başvurucunun avukatının, gözaltı sonrası Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği esnada 18/5/2004 tarihli dilekçe ile İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak başvurucu ile görüşmeyi talep ettiği, başvurucunun aynı gün sevkini müteakiben anılan Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli yazısı ile gözaltı süresi bittikten sonra dilekçe verildiği, adliyede uygun bir görüşme yeri bulunmadığı gerekçeleriyle talebin reddine karar verildiği bildirilmiştir. Görüş yazısında, başvurucunun Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 18/5/2004 tarihli ifadesi sırasında avukatın hazır bulunduğu, ayrıca Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma, 2010/10531 Karar numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına göre, başvurucunun gözaltında bulunduğu süre zarfında avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle görevlilerce kötü muamele suçunun işlendiği iddiasıyla şikâyetçi olduğu, buna karşılık iddiaları doğrulayan ve atılı suçun işlendiğine dair yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği bilgileri sunulmuştur.
75. Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, diğer sanıklarda olduğu gibi başvurucuya da kolluk birimine adım atar atmaz birtakım belgeler imzalatıldığını, bunlar arasına avukat talep etmediğine dair tutanağın da eklendiğini, sonradan başvurucu ile görüşmeye gelen avukatlara, bir önceki gün tarihli tutanağın ibraz edildiğini, avukatların tutanağın tarihinin eski olmasına itiraz etmelerine rağmen görevlilerin görüşme izni vermediklerini, durumun ilgili barodan istenen müşahit avukat huzurunda tutanağa bağlandığını, en sonunda kolluk görevlileri tarafından “Emniyet Müdürünün ve DGM Başsavcılığının talimatı” nedeniyle avukatı ile görüştürülemeyeceğinin bildirildiğini, daha önce kolluk şubesine gelmiş ve bu nedenle tecrübeli olan başvurucunun avukat istememesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Cumhuriyet savcısı ifadesi öncesindeki görüşme talebinin de adliyede görüşme yeri bulunmadığı gerekçesi ile reddedildiğini belirterek başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
76. Adil yargılanma hakkı, kişilere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
77. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ve bu kapsamda esas olarak, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini ileri sürmektedir.
78. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar; kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31; Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).
79. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).
80. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Kazım Albayrak, § 30).
81. Bununla birlikte AİHM, adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).
82. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin, geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59; Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).
83. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55 ve 56; Kazım Albayrak, § 31).
84. Somut olayda, başvurucunun 14/5/2004 tarihinde yakalanması sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade verinceye kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar yer aldığı görülmektedir.
85. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltında bulundukları sırada yürürlükte olan mevzuat, kişilerin bir avukatın hukuki yardımından yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak bir kısıtlama öngörmemektedir. Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak kişinin talebine bağlıdır (bkz. §§ 51 ve 52).
86. Başvurucuya ait ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar belirtilmektedir. Başvurucunun kolluk ifade tutanağında, bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemediği hususu matbu olarak yer almaktadır.
87. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, gözaltına alınmasını müteakiben hemen avukatla görüşmek istemediğine dair tutanak imzalatıldığını, sonrasında psikolojik ve fiziksel baskı altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanağının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
88. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerine dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesi dikkate alındığında, gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir (bkz. §§ 43 ve 44).
89. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
90. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).
91. Bu kapsamda, başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı ve bu nedenle ifade tutanağını imzaladığı yönündeki iddialarını doğrulayan somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucunun bu iddialar temelinde insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği yönünde ayrı bir şikâyeti de bulunmamaktadır.
92. Baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz önünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 68). AİHM’e göre de işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilemez bulunması nedeniyle incelenmemiş olması, belirtilen koşulların adil yargılanma hakkı açısından göz önünde bulundurulmasına engel teşkil etmez (Kolu/Türkiye, B. No: 35811/97, 2/8/2005, § 54).
93. Başvurucu, diğer sanıklarla birlikte, yasa dışı bir örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve böylece anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
94. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun, gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir.
95. Başvurucunun savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına alınan ancak haklarında kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan ifadeler hükme esas alınmıştır.
96. Bu çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört günlük gözaltı sırasında bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya konulamamıştır.
97. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir.
98. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.
99. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple, yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
100. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
101. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın, tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
102. Başvurucu, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ile 269.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
104. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
105. Başvurucu, tazminat taleplerinin dayanağını, yargılama kapsamında özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmesi muhtemel çalışma gelirlerinden mahrum kalması olarak göstermiştir. Ancak ihlalin, gözaltında avukat yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında ihlalin doğrudan sonucu olmayan maddi tazminata ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.
106. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından en uygun yolun başvurucunun yeniden yargılanması olacağı açıktır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
107. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Gözaltında avukat yardımından yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine yer olmadığına,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar verildiğinden başvurucunun ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasının ayrıca incelenmesine yer olmadığına,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
9/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.