TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜROL DOĞAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2642)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin TURAN
|
Başvurucu
|
:
|
Gürol DOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat SAVUL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı
davada savunma hakkının kısıtlandığını ve uzun süredir tutuklu kaldığını
belirterek anayasal haklarının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/4/2013
tarihinde Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucu tarafından yapılan
2013/3025 sayılı başvuru konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 10/5/2013 tarihinde 2013/2642 sayılı bu dosya ile
birleştirilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu hakkında işkence
suçundan Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/9/2009
tarih ve E.2009/396 sayılı iddianame ile Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesine kamu
davası açılmıştır.
7. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır
Ceza Mahkemesince ifade vermek için geldiği 12/1/2010
tarihli celsede bir sonraki celseye kadar savunmasını hazırlamak üzere süre
istemiş, mahkemece bu süre kendisine verilmiş ve aynı celsede tutuklanmıştır.
8. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır
Ceza Mahkemesinin 20/1/2010 tarihli celsesinde
iddialara karşı ayrıntılı bir biçimde savunmada bulunmuştur.
9. Başvurucuya, müdafisinin
hazır olduğu Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2010
tarihli celsesinde Cumhuriyet Savcılığının esas hakkındaki mütalaasına karşı
beyanda bulunmak üzere süre verilmiş, başvurucu 25/6/2010 tarihli celsede 4
sayfadan ibaret esasa ilişkin beyanda bulunmuş, başvurucunun vekaletnameli vekili ise dosyayı yeni aldığı için süre
talep etmiş ve başvurucunun tahliyesini istemiş, mahkemece başvurucu vekilinin
talebi doğrultusunda duruşma 29/6/2010 tarihine ertelenmiştir.
10. Başvurucu vekili, Kayseri 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 29/6/2010 tarihli celsesinde esasa ilişkin olarak yazılı
savunmada bulunmuş, ayrıca sözlü beyanında; “savunmamızı
yazılı olarak sundum, aynı zamanda esasa ilişkin olarak böylesine kabarık ve içerikli
dosyada 3 gün gibi kısa bir zaman dilimi verilmiş olmasını adil yargılanmaya
göre uygun değildir, şerh olarak düşülmesini istiyorum ve devamında, esasa dair
savunmamızın içeriğini özetle söyleyecek olursak,..”
şeklinde devam eden savunmasını yapmış, mahkemece, yargılama bu tarihte
bitirilerek başvurucunun işkence yapma suçundan 3 kez 2 sene 6’şar ay hapis
cezasına mahkûm edildiği anlaşılmıştır.
11. Başvurucunun temyizi üzerine
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2011 tarih ve
E.2011/4289, K.2011/5743 sayılı ilamıyla Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
kararı usul yönünden bozulmuştur.
12. Bozma üzerine yapılan
yargılama sonunda başvurucu Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarih ve E.2011/270, K.2012/138 sayılı kararıyla
işkence yapma suçundan 3 kez 3’er sene hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
Başvurucu hakkında ayrıca tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
13. Kayseri 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 17/4/2012 tarih ve E.2011/270, K.2012/138
sayılı gerekçeli kararı başvurucuya 17/5/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu tarafından 24/5/2012 tarihinde kararın temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza
Dairesinin 13/12/2012 tarih ve E.2012/29994, K.2012/38227 sayılı ilamıyla
Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı düzeltilerek onanmış ve karar aynı
tarihte kesinleşmiştir.
15. Kayseri 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin nihai kararı başvurucu tarafından 27/3/2013
tarihinde müddetnamenin tebliği ile öğrenilmiştir.
16. Bireysel başvuru ise 12/4/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
17. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 94. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/4/2013 tarih ve 2013/2642 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, avukatının
katıldığı 25/6/2010 tarihli celsede dosyadan fotokopi
almak ve savunma hazırlamak için mahkemeden süre istediğini, 29/6/2010 tarihine
kadar süre verildiğini, bu sürenin kısa olduğunun belirtilmesine karşılık
sürenin uzatılmadığını, 29/6/2010 tarihinde de mahkemece karar verildiğini bu
şekilde savunma hakkının kısıtlandığını, ayrıca yargılama süresince tutuklu
kaldığını ve bunun 3 yıl sürdüğünü, bu sürenin makul olmadığından adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, tutukluluğun uzun sürdüğü şikayetinin
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu
görülmektedir. Başvurucu, tutuklu yargılanıyor olması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ise de, bu iddiaların özü, tutuklu
yargılanıyor olması nedeniyle kişisel özgürlüğünden mahrum bırakıldığı hususu
ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bu iddiası kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı Şikâyeti Yönünden
21. Başvurucu, uzun süre tutuklu
kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
23. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla
Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine
ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem
ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün
değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14 ).
24. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun
yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak
bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
25. Ancak başvurucu hali hazırda
tahliye olmuş ya da hükümlü hale gelmiş ise bu takdirde serbest kalma ihtimali
ortadan kalkmaktadır. Bu durumda talep, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa
belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu
tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun yolları tüketildikten sonra
gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır.
26. Ne var ki başvurunun kabul
edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya
kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş
olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce
kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı
yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
yapılabilmesi mümkündür. (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
32).
27. Kişi serbest bırakılmadan
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru
incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş
olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli
suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona
ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini
tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından
sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz. Solmaz / Türkiye, no.
27561/02, 16 Ocak 2007,
§§ 23,24; Şahap Doğan / Türkiye,
no.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı
yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12
Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı
suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra
tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle,
temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar
vermiştir.
28. Somut olayda başvurucu 12/1/2010 tarihinde Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince
tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 17/4/2012
tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Kararla birlikte
başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 3 kez 3’ er yıl hapis cezasıyla
cezalandırılmasına hükmedilmiş, buna ilişkin karar ise 17/5/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucunun tutukluluğa
ilişkin şikâyetine konu olan kararın Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
30. Başvurucu,
avukatının
katıldığı 25/6/2010 tarihli celsede dosyadan fotokopi
almak ve savunma hazırlamak için mahkemeden süre istediğini, 29/6/2010 tarihine
kadar süre verildiğini, bu sürenin kısa olduğunun belirtilmesine karşılık
sürenin uzatılmadığını, 29/6/2010 tarihinde de mahkemece karar verildiğini
belirterek savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
32. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara
sahip olmak;
33. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
34. Savunmanın hazırlanması için
gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak”
kavramının kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992).
Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için
gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir.
35. Somut olayda, Kayseri 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/340 sayılı dosyasında başvurucunun ilk kez
katıldığı ve müdafisinin de bulunduğu 12/1/2010
tarihli celsede “savunmamı birkaç gün
öncesinde almış olduğum iddianame ve eklerine bağlı olarak bir sonraki celsede
savunma yapmak istiyorum” şeklinde beyanda bulunmuş, mahkeme
başvurucunun bu talebi doğrultusunda savunmasını hazırlamak üzere bir haftadan
fazla olmak üzere 20/1/2010 tarihli celseye kadar süre verilmiştir.
36. Duruşmada hazır bulunma
hakkı adil muhakeme hakkının bir parçasıdır. Ancak, bu durumun istisnaları da
bulunmaktadır. Bu tür durumlarda sanık hazır edilmeksizin yargılama yapılması
adil muhakeme hakkını ihlal etmeyecektir. Örneğin duruşma tarihinin tebliğ
edilmesi hususunda her türlü özen gösterilip başarılı olunmaması durumunda
yargılamaya devam olunabilecektir. Böyle bir durumda, sanığın yükümlülüğünü
yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkan imkânsızlığın ceza davasının
yürütülmesini felce uğratma riski oluşmaktadır. Bundan dolayı delillerin yok
olması, soruşturmanın zamanaşımına uğraması ve adaletin sağlanamaması tehlikesi
ortaya çıkabilecektir (Bkz. Colozza/İtalya, B. No: 9024/80,
12/2/1985, § 27-29).
37. Yine sanığın yargılamadan
haberdar olmasına rağmen yargılamadan kaçmak adına duruşmalarda hazır
bulunmaktan kasten imtina ettiği durumlarda da yoklukta yargılamanın yapılması
ve hüküm kurulması mümkün olabilecektir (bkz. Medenica/İsviçre, B. No: 20491/92, 14/6/2001, § 59; Sejdovic/İtalya,
[BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006,
§§ 82-99).
38. Diğer bir istisna da feragat
halidir. Sanık savunmasını yaptıktan sonra devam eden duruşmalar hakkında bilgi
sahibi olmak şartıyla duruşmaya katılmaktan feragat edebilir. Feragat konusunda
kişinin iradesi alenen ya da zımnen yansıtılmalı, hiçbir tereddüde yer
bırakmayacak şekilde kesin olarak ortaya konulmalı, feragatin önemiyle orantılı
asgari güvenceleri içermeli ve feragat önemli nitelikteki hiçbir kamu yararına
aykırı olmamalıdır (Bkz. Sejdovic/İtalya, [BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006, § 86). Feragatin açıkça belirtilmiş olması gerekmez,
kişinin tutumundan da anlaşılabilir. Duruşma hakkında bilgi sahibi olan kişi
duruşmaya katılmadığı zaman adil muhakeme hakkının ihlal edildiğinden
bahsedilemez.
39. Ayrıca bazı usuli eksikliklerin tespit edilmesi halinde, yargılamanın
bir bütün olarak “adil” olup
olmadığı değerlendirilerek sonuca ulaşılması gerektiği de dikkate alınmalıdır.
Hakkın özü, tarafların dosya içeriğine yanıt verebilecek durumda olmalarının
sağlanmasıyla güvenceye alınmış olacaktır (Bkz. Walston (No 1)/Norveç, B. No: 37372/97, 3/6/2003, § 58).
40. Somut olayda başvurucu,
savunmada bulunmak için kendisine yeterli süre verilmediğini başvuru formunda
iddia etmiş ise de; 25/6/2010 tarihli duruşma
tutanaklarından anlaşıldığı üzere; başvurucu vekilinin savunma hazırlamak ve
dosyadan fotokopi almak için yönünde bir talepte bulunmadığı, müvekkili esasa
ilişkin beyanda bulunmuş ise de kendisine de dosyayı yeni alması nedeniyle süre
verilmesini istediği, başvurucu vekiline iddia makamının esas hakkındaki
mütalaasına karşı nihai savunmalarını yapmak üzere 29/6/2010 tarihine kadar
süre verildiği, bu aşamada verilen sürenin de yetersiz olduğuna ilişkin bir itirazının
mahkemeye iletilmediği, 29/6/2010 tarihli karar celsesinde ise, sadece esasa
ilişkin olarak böylesine kabarık ve içerikli bir dosyada üç gün gibi kısa bir
zaman dilimi verilmiş olmasının adil yargılanmaya göre uygun olmadığının
belirtilmiş olduğu, bununla birlikte ayrıntılı bir biçimde esasa ilişkin
savunmada da bulunulduğu saptanmıştır.
41. Yapılan incelemede bozmadan
sonra Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/270 sayılı dosyasında toplam 10
celse süren yargılamada başvurucunun 7/10/2011 tarihli
ilk celsede hazır bulunduğu ve bozma ilamına karşı savunmada bulunduğu, bundan
sonraki celselere ise katılmadığı, başvurucu vekilinin ise 14/11/2011 tarihli
dilekçe ile müdafilik görevinden çekildiği ve bu durumun 29/11/2011 tarihli
celsede tutanaklara geçirilmiş olduğu, celse günlerinin başvurucuya
bildirildiği bu şekilde duruşma günlerinden haberdar olduğu, başvurucunun ve
müdafisinin kendi istekleri ile bazı celselere ve hükmün açıklandığı oturuma
katılmadıkları belirlenmiştir.
42. Yargılamanın yukarıda
belirtilen tüm aşamaları dikkate alındığında başvurucuya iddianamede belirtilen
suçlamalara karşı savunmasını hazırlamak üzere önce kendisine, bilahare de
vekiline süre verildiği, başvurucu bozmadan önce yapılan yargılamada, iddia
makamının 11/6/2010 tarihli celsede sunduğu esas
hakkındaki mütalaasına karşı 25/6/2010 tarihinde 4 sayfadan ibaret yazılı
olarak beyanda bulunduğu, başvurucu vekili ise dosyayı yeni alması nedeniyle
mütalaaya karşı süre istediği ve bu sürenin verildiği 25/6/2010 tarihli celsede
sürenin kısa olduğuna ilişkin her hangi bir beyanda bulunmadığı, sürenin kısa
olduğunu belirttiği 29/6/2010 tarihli celsede ise ayrıntılı bir şekilde
savunmada bulunduğu ve bunun da Yargıtay’ca kısmen dikkate alındığı ve dosyanın
bozma sonrası yapılan yargılamaya da katılarak savunmada bulunduğu
anlaşılmıştır. Başvurucu, adil yargılanma hakkını sınırlandırdığı iddiasıyla
başkaca herhangi bir şikâyette bulunmamıştır. Bu durumda dava dosyası ve
yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun savunma
haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da rastlanılmamıştır.
Başvurucunun savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip
olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun “esasa ilişkin beyanlarını
sunmak için yeterli süreye sahip olmaması nedeniyle savunma hakkının ihlal
edildiği” ile ilgili şikâyeti yönünden başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1.
Tutukluluk yönünden yapılan şikâyetler yönünden, “zaman bakımından yetkisizlik”,
2. Savunma hakkının
kısıtlanması nedeniyle yargılamanın adil görülmediği iddiaları yönünden ise “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.