TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAYIM KARMAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2745)
|
|
Karar Tarihi: 18/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Sayım KARMAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi kaçırıldığı
hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli
ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete
uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan
davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/4/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/10/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/12/2014
tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından kardeşi M.Ş.K.nın 9/7/1993 tarihinde kaçırıldığını,alıkoyma müddeti boyunca kardeşinin izahı
mümkün olmayan bir korku yaşadığını ve terör örgütü üyelerinin baskısına maruz
kaldığını beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 27/12/2006 tarihinde, 5233
sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman
Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Komisyon 27/8/2010 tarihli ve
2010/1-52 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların
karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler
uyarınca Sason ilçesi Erdemli köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir
tehdit ve saldırı olmadığından, köyün Sason ilçe merkezinde bir mahalle
olduğundan, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin
bulunduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir.
10. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
11. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011
tarihli ve E.2011/911, K.2011/1319 sayılı kararı ile Erdemli köyünün (1997 yılı
itibarıyla Zafer mahallesi) Zafer, Yeşiltepe, Kurtuluş ve Erdemli
Mahallelerinden oluşmakta iken 1997 yılında ayrılarak tek başına Erdemli Mahallesi'ne
dönüştüğü, Erdemli köyü ve 1997 yılı öncesi köye bağlı olan mahallelerde ikamet
eden vatandaşların terör sebebiyle göç ettikleri, Erdemli köyüne bağlı Erdemli
ve Zafer Mahallelerinde ikamet eden köy korucularının ailelerini başka yere
taşıdıkları ancak kendilerinin burada görev yapmaya devam ettiği, Batman İl
Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Zafer
Mahallesi'nin tamamen boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığının, 1991–1997
yılları arasında kısmen boşaldığının ifade edildiği; 1987–2000 yılları arasında
Erdemli köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği
ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 135 hanenin
ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 806, 1997 yılında 360, 2000 yılında
512 kişi olduğu; 1990–2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,
Erdemli köyü (1997 itibarıyla Zafer Mahallesi) halkının bir kısmının güvenlik
kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın anılan
köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel
güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi
ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
hükmedilmiştir.
12. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1086,
K.2012/4366 sayılı ilamı ile Erdemli köyünün 1997 yılında Sason ilçesinin bir
mahallesi haline dönüştüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde, Erdemli
köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle
yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, kararın usul ve
hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar
verilmiştir.
13. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2012
tarihli ve E.2012/10752, K.2012/13783 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar
düzeltme isteminin reddi kararı başvurucuya 15/4/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 29/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4.,
6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı,
Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733
sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.
2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013
tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve
üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma,
engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık
katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, idarenin köy halkına "Köy korucusu
ol yahut köyü terk et." şeklinde yaptığı baskı ve zorlamaya kendisinin de
maruz kalmasının dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin
raporlar ve güvenlik nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler
ile terör örgütü mensuplarınca kardeşi M.Ş.K.nın
kaçırılmasına, kardeşine baskı yapılmasına dair özel durumu dikkate alınmadan
köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve şahsına yönelik bir terör
tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına dayanılarak sunduğu belgelerin değerlendirilmediğini,
idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu belgelerin tebliğ
edilmemek suretiyle kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan hakkında karar
verildiğini ve bu kararın adil olmadığını belirtmiştir.
19. Başvurucu; ayrıca yerleşim yeri olan Erdemli köyü ve
mezralarının 1997 yılında mahalle statüsüne dönüştürüldüğünü, dolayısıyla maddi
gerçeğin tespiti açısından yargılama konusuna neden olan olayların yoğun olarak
yaşandığı dönemdeki köyün hukuki durumu dikkate alınarak karar verilmesi
gerekirken yargılama mercilerinin 1997 yılından sonraki hukuki durumu dikkate
alarak hatalı karar verdiklerini, bu şikâyetlerinin hiçbir aşamada
değerlendirilmediğini, kararların yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, sunduğu
belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı olarak karar veren
Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve gerçeği yansıtmayan
belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine karar verilmesi
nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen şahsına tazminat
ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını, idarenin can ve
mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet
hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme
nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yazmayan bir
neden ileri sürülerek Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini,
ayrıca yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7.,
10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35.,
36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu,
Mahkemece verilen ret kararı neticesinde idarenin can ve mal güvenliğini
sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu maruz kaldığı mülkiyet
hakkından yoksun kalma durumu karşısında bir giderim sağlanması imkânının
kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları,
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının incelenmesi sonucu
verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden
ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki
başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik
İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve akabinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
22. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını
temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate
alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna
varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No:
2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
23. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan
başvurularda, benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu
yargılamalarda hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak
şekilde yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve
taraflı bir tutumu, kişisel bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir
taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşılmakladığından başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin,
§§ 34-37).
27. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş, bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı husunda
Danıştay tarafından ihdas edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış
olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için de bir kısım idari
birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin ve içeriklerinin
Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı, bu suretle ilgili
belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi kararıyla başvurucuların
vakıf olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların, temyiz ve
karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere
karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular
tarafından ibraz edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce
idare ve başvurucular tarafından sunulan belgeler değerlendirilerek
başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma
olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları kapsamından başvurucuların
yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum
bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
31. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
34. Başvurucu; ayrıca yerleşim yeri olan Erdemli köyü ve
mezralarının 1997 yılında mahalle statüsüne dönüştürüldüğünü, dolayısıyla
olayların yoğun olarak yaşandığı dönemdeki hukuki durum dikkate alınarak karar
verilmesi gerekirken bu şikâyetlerinin hiçbir aşamada değerlendirilmeyerek 1997
yılındaki değişiklikten sonraki hukuki duruma göre karar verildiğini iddia
etmiştir.
35. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan
başvurularda, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan
özel durumlarının değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından
ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece
Mahkemeleri kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
36. Somut başvurunun incelenmesinde,
başvurucunun taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip
edilmeyeceği hususunda Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış
olup olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve
belgeler kapsamında değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği
(bkz. § 11), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka
uygun bulunmak ve başvurucunun iddiaları değerlendirilmek (bkz. § 12) suretiyle
kararın kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. §§ 12, 13)kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
39. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut
Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014,
§§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66).
Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği
ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı
durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır (İsmet Kaya, B. No:
2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (27/12/2006) ile nihai karar tarihi
(11/12/2012) arasında geçen 5 yıl 11 aylık sürede uyuşmazlığın karara
bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına
atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından yargılama
süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete
Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
44. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun,
kardeşi M.Ş.K.nın 9/7/1993
tarihinde terör örgütü mensuplarınca kaçırılması ve bir müddet alıkonulması;
alıkoyma müddeti boyunca büyük korku yaşaması ve örgüt üyelerinin baskısına
maruz kalması noktasındaki özel durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece, mukim
olduğu köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
45. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde açıkça terör dışındaki
ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu belirtilmiştir.
46. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik
kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı
nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden,
terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin
farklı tepki göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal
makamlar, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün
ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim
yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte
dayandırılmasını zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim
yerinin kısmen boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde
yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
47. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen
Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve anılan
Kanun’un kapsamının belirlenmesi hususundaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu
hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara
ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§ 45-50;
Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011,
§ 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber
derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda
anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti
hususunda farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
48. Başvurucunun, kardeşinin terör
örgütü mensuplarınca kaçırılması ve alıkoyma sürecinde baskı ve korkutmaya
maruz kalmasından kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği ve bu
çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile
soruşturma evrakını Derece Mahkemesine ibraz ederek yerleşim yerini terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği noktasındaki
özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
49. Bu çerçevede başvurucunun en yakın
aile fertlerinden olan kardeşinin terör örgütü mensuplarınca kaçırılması, bu
olay hakkında yargılama dosyasındaki somut bulgular, tespit tutanakları dikkate
alındığında belirtilen olay akabinde başvurucunun yerleşim yerinden ayrıldığı
iddiası karşısında başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilebilmesi için nesnel ölçütten yararlanılması tek başına yeterli
olmayıp yerleşim yerini terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle terk edip etmediği noktasında farklı bir karine
veya ölçüt arayışına girilmesi gerekmesine rağmen Derece Mahkemesince anılan
incelemelerin yapılmadığı tespit edilmiştir. Talepler hakkında değerlendirme
yapılırken başvurucunun özel durumunun incelenmemesi, anılan Kanun’un amacının
yanı sıra yakın hısımı terör örgütü mensuplarınca kaçırılan başvurucunun, terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile yerleşim yerini terk edip
etmediği konusundaki maddi vakıanın tespitine de uygun görülmemektedir.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
52. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
53. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır.Bu
konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle başvurucunun maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998.35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.