TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RIFAT BAKIR VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2782)
|
|
Karar Tarihi: 11/3/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Rıfat BAKIR
|
|
|
Halime BAKIR
|
|
|
Sedat BAKIR
|
|
|
Murat BAKIR
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Nezahat Paşa BAYRAKTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınlarının, askerliğini yapmakta iken
terhisine bir kaç gün kala nöbet kulübesinde başından vurulmuş olarak
bulunduğunu, kendisinin olay öncesinde darba maruz kaldığını, olayla ilgili
olarak müteveffanın içerisinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle yaşamına
kendisinin son verdiği gerekçesiyle Askeri Savcılık tarafından takipsizlik
kararı verildiğini belirterek, Anayasa'nın 17., 36. ve
40. maddelerinde düzenlenen yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2013/2782 numaralı başvuru 22/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Aynı başvurucular tarafından yapılan 2013/7086 numaralı başvuru
ise 13/9/2013 tarihinde İzmir 13. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde (belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve) başvuruların Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurular hakkında, kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir. 2013/7086 numaralı bireysel başvuru dosyasının “Konu Yönünden Hukuki İrtibat” nedeniyle
2013/2782 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2013/7086
numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2013/2782
numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine 27/5/2014
gününde karar verilmiştir.
4. Adalet Bakanlığı tarafından başvuru hakkında Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 22/7/2013
tarihinde bildirilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
5/9/2014 tarihinde sunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma ve yargılama
dosyası içerikleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
i. Başvurucuların Yakının Askerlik
Süreci
6. Başvuruculardan ikisinin çocuğu ve diğer ikisinin kardeşi
olan Nihat Bakır 8/6/2011 tarihinde son yoklamada
askerliğe elverişli bulunarak askere sevk edilmiştir. Bunun üzerine, askerlik
hizmetine başlayan Nihat Bakır, 12/8/2011 tarihinde
esas birliği olan 5. Kolordu Komutanlığı 105. Topçu Alayı Alay Karargah Bölük
Komutanlığına katılmıştır.
7. İlk katılış işlemleri sırasında Nihat Bakır’a danışmanlık
kartı, personel bilgi fişi, mülakat formu gibi çeşitli formlar uygulanmıştır.
Nihat Bakır bu formlarda herhangi bir probleminden bahsetmemiştir.
8. Bununla birlikte, 15/8/2011
tarihinde Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) subayı tarafından kendisine
uygulanan Psikososyal Risk Faktörü Anketinde daha
önce bir kez ilaç içerek intihara teşebbüs ettiğini belirttiği görülmüştür.
Ancak, RDM subayına RDM sürecini kapatmak istediğini belirtmiş ve anket
formunun arkasına RDM görüşmelerini sonlandırdığını yazmıştır. Bunun üzerine
RDM görüşmeleri sonlandırılmıştır. RDM subayı, anket sonuçları hakkında Bölük
Komutanına bilgi vermemiştir.
9. RDM uzmanı ile yapılan görüşmesinde kendisine uyuşturucu
madde kullanma alışkanlığının olumsuz sonuçlarıyla ilgili gerekli açıklama ve
önerilerde bulunulmuştur.
10. Askerlik hizmeti esnasında Nihat Bakır’a cep telefonu
bulundurması nedeniyle 3/2/2012 tarihinde 7 gün oda
hapsi cezası verilmiştir. Ayrıca, askerlik hizmetini tamamlamasına az bir süre
kala bir Uzman Çavuş hakkında küfür ettiği; 24/7/2012
tarihinde de sancak nöbetini kendi adına bir başkasına tutturduğu iddialarıyla
hakkında tutanak tutulmuştur.
11. Nihat BAKIR, terhisine 25 gün kalmış iken, 25/7/2012 tarihinde bulunduğu birliğin 4. nöbet kulübesinde
başından vurulmuş olarak bulunmuştur.
ii. Ceza
Soruşturması Süreci
12. Olay hakkında 5. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı
(Askeri Savcılık) tarafından resen soruşturma başlatılmıştır. Ayrıca
başvurucular olay hakkında 26/7/2012 tarihinde şikayet
dilekçesi sunmuşlardır.
13. Olayın gerçekleştiği gün, olay yeri incelemesinin
yapılmasının ardından olay yeri keşif ve soruşturma tespit tutanağı ve olay
yeri inceleme raporu düzenlenmiştir. Müteveffa hakkında aynı tarihte Çorlu
Asker Hastanesinde genel adli muayene raporu düzenlenmiştir.
14. Ölü muayene işlemi sonrasında bilirkişi doktorun görüşü
doğrultusunda kesin ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla cesedin klasik otopsi
işleminin yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar
verilmiştir.
15. Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca 30/8/2012
tarih ve B0.3.1.ATK.0.11.00.01-101.02-65753/2471 sayılı Ayrıntılı Otopsi Raporu
düzenlenmiştir. Otopsiden ve tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular dikkate
alındığında:
a. Morg İhtisas Dairesinin Acil
Toksikoloji Laboratuarının raporuna göre, kanda alkol
bulunmadığı, kanda ve idrarda aranan uyutucu, uyuşturucu maddelerin
bulunmadığı, iç organlarda ve midede yapılan sistematik toksikolojik
analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı,
b. Biyoloji İhtisas Dairesinin
raporuna göre, Nihat BAKIR’a ait olduğu bildirilen
anal sürüntü örneğinden hazırlanan yaymanın
mikroskobik incelenmesinde sperm hücresi görülmediği, anal sürüntü
örneğinin meni içermediği,
c. Kişinin vücuduna bir adet ateşli
silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup müstakilen
öldürücü nitelikte olduğu,
d. Ateşli silah mermi çekirdeği
giriş deliği cilt, cilt alt bulgularına göre, atışın bitişik atış mesafesinden
yapıldığı,
e. Cesetten mermi çekirdeği elde
edilemediği,
f. Kişinin ölümünün ateşli silah
mermi çekirdeği yaralamasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile beyin kanaması
ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği,
anlaşılmaktadır.
16. Yürütülen soruşturma kapsamında Askeri Savcılık
tarafından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla müteveffanın anne ve
babasının ifadesine başvurulmuş ve olayla ilgili tüm personelin ifadeleri
alınmıştır.
17. Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonrası
verilen ve başvurucuların tamamına müşteki sıfatıyla yer verildiği görülen 18/10/2012 tarih ve E.2012/755, K. 2012/40 sayılı kararda,
bahse konu olay hakkındaki deliller açıklandıktan sonra “… müteveffa Topçu Onb. Nihat Bakır’ın kendisine ait silahı silahlık bölgesinden, arkadaşı
(K. A.)’ya ait şarjörü daha öncesinde şoförlüğünü yaptığı aracın içerisinden
üzerinde bulunan anahtarla açarak aldığı 4 nolu nöbet
kulübesi olarak bilinen kulübeye gittiği, daha sonra silahını çenesinin altına
dayayarak 1 el ateş ettiği ve bu şekilde yaşamına son verdiği, olayın meydana
gelmesinde herhangi bir dış etkinin olmadığı, müteveffanın içerisinde bulunduğu
ruh halinin etkisiyle yaşamına son verdiği, müteveffanın ölümünün meydana
gelmesinde herhangi şahsın/şahısların suç teşkil edecek eyleminin mevcut
olmadığı ve bu yönde müştekilerin soyut iddiasından başka delil de bulunmadığı” gerekçesiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer
olmadığına (KYO) karar verilmiştir.
18. Bu karara 16/11/2012 tarihinde
müşteki Rıfat Bakır’ın (avukatı Suzan Sönmez’in) itiraz etmesi üzerine 3. Kor. K.lığı Askeri Mahkemesi (Askeri Mahkeme), 6/12/2012 tarih ve E.2012/1347, K.2012/447 sayılı kararında “… müteveffanın arkadaşı
olan bir kısım tanıkların ifadelerinden; müteveffanın, Uzm. Çvş. O. Y.
tarafından koğuşta müteveffanın kendisine sinkaflı
konuşmasından dolayı darp edildiği, ayrıca olay olduğu günün gecesinde de
müteveffanın sancak nöbetini izinsiz başkasına tutturduğunun tespit edildiği,
müteveffanın bu sebeplerle askerliğinin uzayacağını düşünerek sıkıntılı olduğu
anlaşılmakta(dır.)… (K)endisinin
Uzm. Çvş. O. Y.’den özür dilediği, onun da müteveffa
hakkında suç dosyası düzenlenmemesi için Bl. K. ile konuştuğu ve kabul gördüğü
anlaşılmaktadır. 5’inci Kor. K.lığı As. Savcılığınca…
Uzm. Çvş. O. Y. hakkında asta müessir fiil suçundan soruşturma isteminde
bulunulduğu da dosya kapsamından sabittir. … Müteveffayı ölüme götüren, görünür
sebeplerden birinin Uzm. Çvş. O. Y. ile arasında yaşadığı sorunlar olduğu
anlaşılmakta ise de müşteki Rıfat Bakır’ın iddia ettiği gibi günlerce süren bir
darp cebirin söz konusu olmadığı tanıkların
beyanlarından, ölü harici muayene tutanağından ve otopsi raporundan sabittir.
Bu anlamda müteveffanın ölümü ile Uzm. Çvş. O. Y.’nin
eylemi arasında illiyet bağı kurmak ve Uzm. Çvş. O. Y.’ye
ölüm olayı ile ilgili suç izafe etmek hukuken mümkün değildir. … (M)üteveffanın o geceki nöbetini izinsiz olarak bir başka
arkadaşına tutturmuş olması ve bunun tespit edilmiş olması karşısında
askerliğinin uzayacağından bahisle sıkıntıya düşmüş olmasında da herhangi bir
kimseye izafe edilebilecek bir kusur bulunmamaktadır. Bu anlamda olayın
sabahında Bölük K. tarafından içtima sırasında azarlanmış olması da kışla
hayatının olağan günlük akışına ve askerlik hayatının özelliğine uygun olup
ölüm olayı ile irtibat kurmak hukuken mümkün değildir. Sonuç
itibariyle; 5’inci Kor. K.lığı As.
Savcılığı’nın 2012/755 esas sayılı soruşturma dosyası içeriğine göre;
kovuşturmaya yer olmadığı kararında açıklanan delillerin dosya kapsamıyla uyum
arz ettiği, mevcut deliller itibarıyla müteveffa Nihat Bakır’ın soruşturma
konusu olayda kendi isteğiyle hayatına son verdiği hususunda bir şüphe
bulunmadığı,…” gerekçesiyle itirazı
reddetmiştir. Başvurucuların (sonraki) vekili Nezahat
Paşa Bayraktar, itiraz üzerine verilen söz konusu kararın müvekkile tebliğ
edilmediğini, ilgili Mahkemenin telefonla aranması sonucu 10/4/2014
tarihinde bu karardan haberdar olduklarını ifade etmiştir.
19. 11/10/2012 tarihinde başvurucular tarafından
ikinci kez Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusu dilekçesiyle, "işlenmiş suçun ortaya çıkarılması ve müvekkilin
oğlunun nasıl öldüğünün ortaya çıkarılması için özellikle ve öncelikle, vücut
üzerinde... inceleme yapılması..."
istemiyle başvuruda bulunulmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı, 11/10/2012 tarihinde görevsizlik kararı vererek başvuruyu
Askeri Savcılığa göndermiştir. Askeri Savcılık başvuru hakkında 18/1/2013 tarihinde 2013/259, K.2013/7 sayılı kararında,
olay hakkında verilen ilk KYO kararından sonra yeni bir delil ortaya çıkmadığı
için tekrar KYO kararı vermiştir.
20. Bu karara müştekiler tarafından
yapılan itiraz üzerine Askeri Savcılık, “…soruşturma
dosyasının yasal zorunluluk bulunmadığı halde hiçbir şüpheye mahal kalmaması
için E.2012/755, K. 2012/40 sayılı kararımıza kaynaklık teşkil eden soruşturma
dosyası ile birlikte, itiraz incelemesi yapılabilmesi için itiraz mercii olan
3. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmesine” karar
vermiştir. Askeri Mahkeme, 15/4/2013
tarih ve E.2013/891, K. 2013/385 sayılı kararında "... daha önce verilmiş ve itiraz
üzerine kesinleşmiş KYO kararından sonra herhangi bir yeni delil olmadan tamamen
teknik nedenlerden dolayı yeni bir soruşturma dosyası gibi esas numarası alan
olayla ilgili daha önce hüküm tesis edilmiş olması göz önünde bulundurularak
"non bis in idem"
(aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz)" evrensel hukuk prensibi
uyarınca KYO kararı verilmesinde herhangi bir hukuka ve usule aykırılık
bulunmadığı sonucuna varılmakla..." gerekçesiyle itirazı
reddetmiştir.
21. Başvurucular, 19/4/2014
tarihinde haberdar olduklarını ifade ettikleri bu karar sonrasında, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlar ve başvuruları 22/4/2013 tarih ve
2013/2782 bireysel başvuru numarası ile kaydedilmiştir.
22. 7/1/2013 tarihinde başvurucular tarafından
bir kez daha Çorlu Ağır Ceza Mahkemesine "işlenmiş
suçun ortaya çıkarılması ve müvekkilin oğlunun nasıl öldüğünün ortaya
çıkarılması için özellikle ve öncelikle, vücut üzerinde... inceleme
yapılması..." istemiyle başvuruda bulunulmuştur. Çorlu
Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği görevsizlik kararı ile dosyayı devralan
Askeri Savcılık yukarıda yer verilen gerekçeleri yineleyerek üçüncü kez KYO
kararı vermiştir.
23. Başvurucular son olarak yine Çorlu Ağır Ceza Mahkemesine
"askeri savcılık sadece ölüm olayı
nedeniyle soruşturma başlatmıştır. ... askeri savcılık
tanık beyanlarına rağmen (müteveffanın ölümü öncesi kendisine fiili şiddet
uyguladığı ileri sürülen komutanı) (O. Y.) hakkında asta müessir fiil ve görevi
kötüye kullanma suçları nedeniyle herhangi bir işlem yapmamıştır."
içerikli bir başvuru daha sunmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının görevsizlik
kararı ile dosyayı devralan Askeri Savcılık, 6/6/2013
tarih ve E.2013/636, K.2013/101 sayılı kararında, sunulan dilekçede yeniden
soruşturma yürütülmesini gerektirir herhangi bir delil bulunmadığı, ileri
sürülen hususların E.2012/755 sayılı dosya kapsamında verilen kararda açıklığa
kavuşturulduğu, sadece ölüm olayı ile ilgili soruşturma yapıldığı iddiaları
açısından ise“… ölüm olayı ile alakalı
olarak çeşitli suçlardan … soruşturma
yürütülmüş ve neticeten Yzb. E. A. hakkında … “astın
suçu hakkında takibat yapmamak” … Uzm. Çvş. O. Y. hakkında …
“asta müessir fiil” suçunu işlediğinden bahisle iddianame düzenlenip dava
açılmış, Uzm. Çvş. U. T. hakkında … “nöbet talimatına
aykırı hareket etmek” suçunu işlediğinden bahisle … yasal takibatın yapılması sağlanmış, (3 er hakkında) “emre
itaatsizlikte ısrar” suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşıldığından
“kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” verilerek soruşturma neticelendirilmiş
ve müştekilere gerekli tebligatlar yapılmıştır.” şeklinde örnekler
vererek, iddiaların mesnetsiz olduğundan bahisle ve “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil
meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz”
gerekçesiyle bir kez daha KYO kararı vermiştir.
24. İtiraz başvurusu üzerine dosyayı inceleyen Askeri
Mahkeme, 24/7/2013 tarih ve E.2013/1286, K. 2013/568
sayılı kararında, önceki başvurular hakkında verilen kararlara yer verdikten
sonra "aynı fiilden dolayı iki kez
yargılama olmaz evrensel hukuk prensibi uyarınca KYOK verilmesinde herhangi bir
hukuka ve usule aykırılık bulunmadığı sonucuna" varıldığını
belirterek itirazı reddetmiştir.
25. Söz konusu karar 20/8/2013
tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş ve süresi içerisinde ikinci kez Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunulmuştur. Yapılan başvuru 13/9/2013
tarih ve 2013/7086 bireysel başvuru numarası ile kayda alınmıştır.
26. Başvurucular, Askeri Savcılıktan aldıkları 6/6/2013 tarih ve E.2013/636, K.2013/101 sayılı kovuşturmaya
yer olmadığına dair karardan (§ 23), kendilerinin haberi olmaksızın 5. Kolordu
Komutanlığı Askeri Mahkemesinin E.2013/211, K.2013/78 sayılı kararı ile asta
müessir fiilden dolayı Uzman Çavuş O. Y. hakkında dava açıldığı, ilgili uzman
çavuşun 25 gün hapis cezası aldığı, ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verildiğini öğrendiklerini beyan etmişlerdir.
27. Anayasa Mahkemesinin talebi üzerine, Askeri Savcılığın 30/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu (Uzman
Çavuş O. Y.’nin “asta
müessir fiil” suçundan yargılandığı) Askeri Mahkemenin 2013/211 esas
sayılı dosyasının incelenmesinden, başvurucuların vekili tarafından Uzman Çavuş
O.Y.’nin yargılaması kapsamında Askeri Yargıtay
Başkanlığına 6/8/2013 tarihinde temyiz dilekçesi sunulduğu, anılan dilekçede
başvurucuların; müşteki sıfatıyla davaya dâhil olma imkânı tanınmadan asta
müessir fiilden 25 günlük hapis cezası verildiği ancak şartları oluşmamasına
rağmen HAGB kararı verildiğini, söz konusu eylemin işkence düzeyinde olduğu ve
asta müessir fiil olarak vasıflandırılamayacağını, kendi ifadelerinin
alınmadığını, sanıklara taraflarınca soru sorulmasına imkân tanınmadığını ileri
sürdükleri anlaşılmıştır.
28. 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, söz konusu
dilekçeyi itiraz başvurusu olarak değerlendirmiş ve 7/7/2014
ve 2014/612, K.2014/212 Müt. sayılı
kararında; itiraz başvurularında incelenecek hususun CMK’nın
231. maddesinde sayılan koşulların mevzu davada gerçekleşip gerçekleşmediği ile
ilgili olduğu, müşteki müdafilerinin (diğer) taleplerini inceleme imkanının
bulunmadığı, HAGB açısından değinilen koşulların gerçekleşmiş olduğu
anlaşıldığından bahisle itirazın reddine karar vermiştir.
iii. AYİM’de Açılan Tazminat Davası Süreci
29. Konu hakkında alınan Bakanlık görüşü ve bu görüşe karşı
başvurucuların sunduğu karşı beyanlarda, başvurucuların Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yaptıktan sonra, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tazminat
davası açtıkları anlaşılmıştır.
30. AYİM’den talep edilen ve 5/11/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan dava dosyasından anlaşıldığı üzere, Milli
Savunma Bakanlığı (idare) aleyhine adli yardım talebiyle 4/7/2013 tarihli
dilekçe ile açılan davada başvurucular, 40.000,00 TL maddi ve 160.000,00 TL
manevi olmak üzere toplam 200.000,00 TL tazminat talep etmiştir.
31. Başvurucuların adli yardım talepleri 17/7/2013
tarihli ve 2013/1017 sayılı karar ile kabul edilmiştir. Davalı idare vekili
olan avukat tarafından 4/9/2013 tarihinde cevap
dilekçesi sunulmuştur. Davacı başvurucular vekili tarafından 23/9/2013
tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur.
32. AYİM Başsavcılığı, başvurucuların yakınının ölümü
olayında davalı idarenin hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk esasına
göre tazminat yükümlülüğü bulunduğu yönünde mütalaa sunmuştur. Anılan
Başsavcılık düşüncesi, başvurucuların vekiline 2/12/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Ayrıca, davacıların tazminat hak edişlerinin
tespiti maksadıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup, bilirkişi raporu 10/4/2014 tarihinde sunulmuştur.
33. AYİM İkinci Dairesinin 2/7/2014
tarih ve E.2013/1017, K.2014/1054 sayılı kararında dava oy çokluğuyla kısmen
kabul edilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
Davaya konu ölüm olayının davacıların yakını
Topçu Onbaşı Nihat BAKIR'ın kendisini silahla vurarak
intihar etmesi neticesinde meydana geldiği hususunda tereddüt yoktur. Normal
koşullarda mahkemenizin yerleşmiş uygulamalarına göre intihar eylemi sonucunda
meydana gelen ölüm olaylarında idarenin sorumluluğu, dolayısıyla da tazmin
yükümlülüğü söz konusu olmamaktadır. Ancak intihar eyleminin gerçekleşmesine
bazı durumlarda idarenin ajanlarının kusurlu davranışları ile katkıda
bulundukları, intihar kararının verilmesinde etkili oldukları (Dayak, hakaret,
kötü muamele v.s) hallerde, idarenin ölüm olayından
sorumlu tutulduğu, hizmet kusurunun varlığı sebebiyle idare aleyhine tazminata
hükmedilmesinin gerekliliği de izahtan varestedir.
Devlet adına kamu hizmetini yürüten idarenin
halin icaplarına ve ihtiyaçlarına göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde
topluma arz etmesi hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramaması için gerekli
önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi
hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir.
Davacılar yakını müteveffa Topçu Er Nihat
BAKIR hakkında düzenlenen, davalı idare tarafından gönderilen savunma belgeleri
içerisinde bulunan 15.08.2011 Psikososyal Risk
Faktörü Tarama Anketinde yer alan "Şimdiye kadar kendinize zarar
vermeye/öldürmeye yönelik herhangi bir teşebbüsünüz oldu mu? Sorusunu
"Evet" olarak cevapladığı ve el yazısıyla "(1 sene kadar önce)
hap içme" şeklinde cevapladığı, kendisinin RDM görüşmelerine katılmak
istemediğini beyan etmesi üzerine RDM danışma sürecine alınmadığı, buna rağmen
davacı hakkında psikolojik yönden herhangi bir tedbir alınmadığı(hastaneye
gönderme vs.), ölüm olayıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında birlik
komutanlığı ve Askeri Savcılık tarafından alınan tanık ifadelerinden olaydan 2
gün önce, yani 23.07.2012 Pazartesi tarihinde koğuşta yatakta sigara içerken Uzm.Çvş.Ozan'a sinkaflı
küfür ederken Uzm.Çvş.Ozan tarafından duyulması
üzerine Uzm.Çvş.Ozan'ın Nihat'ın ranzadan dışarı
taşan ayağına vurduğu ve bir de tokat attığı, sonrasında mahkemeye vereceğim
dediği, sonrasında Nihat'ın özür dilemesiyle Uzm.Çvş.Ozan'ın
şikayetinden vazgeçtiği, Nihat'ın bu durumdan haberinin olmadığı, olaydan
önceki gün yani 24.07.2012 tarihinde gece Sancak nöbetçisi olduğu halde yerine
başka bir arkadaşını gönderdiği, bu durumun nöbetçi subayı tarafından
anlaşılması üzerine tutanak tutulduğu, olay günü, yani 25.07.2012 tarihinde
sabah içtimasında BI.K.vekili
tarafından azarlandığı, tüm bu olayların üst üste gelmesinin oluşturduğu
psikolojik durumu nedeniyle girdiği bunalım sonucu servis aracının içerisinde
sahipsiz bulunan hücum yeleğinden aldığı şarjör ve yine koğuşta silahlık
nöbetçisinin olmaması ve silahlığın anahtarının bozuk olması sebebiyle aldığı
kendisine ait silah ile Çevre 4 nöbet yerinde intihar ettiği, tüm bu hususlar
birlikte değerlendirildiğinde olayda davalı idare ajanlarının kusurlu ve ihmali
davranışlarıyla ölüm olayının meydana gelmesine katkıda bulundukları, davalı
idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, bu sebeple bir miktar tazminat verilmesi
gerektiği, ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle
müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
Maddi tazminat isteminde bulunan davacı baba
ve annenin maddi zararlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek
Mahkememize ibraz edilen 10.04.2014 tarihli bilirkişi raporunda; davacı anne
Halime BAKIR'ın 51.632,00 TL.,
davacı baba Rıfat BAKIR'ın 52.269,00 TL. maddi tazminat hak edişlerinin mevcut olduğu bildirilmiştir.
Davacılar maddi tazminat taleplerini ıslah etmişlerdir.
Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna
davalı idare vekilince, özetle; "bilirkişi raporlarının anlaşılır ve
açıklamalara yer verir şekilde düzenlenmesi gerektiği, bilirkişi raporunda
yeterli açıklamaların bulunmaması nedeniyle hesaplamaya esas alınan rakamlar
ile oranlar hakkında yeterli bir değerlendirme yapma imkanı
bulunmadığı, bu itibarla belirtilen hususlarda açıklamaları da içerir
bilirkişiden ek bir rapor alınması gerektiği, ayrıca bilirkişi raporunda
belirtilen maddi tazminat hak ediş miktarlarının fazla olduğu", şeklindeki
gerekçelerle, itiraz edilmiş ise de; yeterince açık, net ve Mahkememizin
yerleşik içtihatlarına ve ilmi verilere uygun bulunan bilirkişi raporuna göre
ve yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde uygulama yapılmasına karar
verilmiş, müteveffanın müterafik kusuru da dikkate
alınarak davacı anne ve babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi kabul
edilmiştir
Davacı anne, baba ve
kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları ve ömür boyu
duyacakları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın
meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal
durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak olay tarihinden itibaren
işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi
kabul edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle;
1. Bilirkişi raporu uyarınca ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı anne Halime BAKIR'a 20.500,00 TL. (YİRMİBİNBEŞYÜZ TÜRK LİRASI), davacı
baba Rifat BAKIR'a
21.000,00 TL.(YİRMİBİRBİN TÜRK LİRASI) MADDİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ait
istemlerinin REDDİNE,
2. Takdiren ve
müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı
anne Halime BAKIR'a ve davacı baba Rifat BAKIR^ayrı ayrı 7.000,00'er
TL.(YEDİBİNER TÜRK LİRASI MANEVİ TAZMİNAT VERİLMESİNE,
fazlaya ait istemlerinin REDDİNE,
3. Takdiren ve
müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı
kardeşler Sedat BAKIR ve Murat BAKIR'a ayrı ayrı
2.500,00'er TL.(İKİBİNBEŞYÜZER TÜRK LİRASI MANEVİ
TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ait istemlerinin REDDİNE,
4. Hükmedilen maddi tazminat miktarlarına
müteveffanın yeniden gelir elde edeceği farz olunan 06.11.2012 tarihinden ödeme
tarihine kadar yıllık %9 (YÜZDE DOKUZ) YASAL FAİZ YÜRÜTÜLMESİNE,
…
9. Hükmedilen maddi ve manevi tazminat
miktarları üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi uyarınca ayrı ayrı nispi olarak hesap edilen 7145,00 TL.
(YEDİBİNYÜZKIRKBEŞ TÜRK LİRASI)(4.865,00 TL. maddi+ 2.280,00 TL. manevi) Avukatlık
ücretinin davalı idareden alınarak DAVACILARA VERİLMESİNE,
10. Reddedilen maddi ve manevi tazminat
miktarları üzerinden, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14'üncü maddesi
uyarınca, manevi tazminat açısından hüküm tarihinde yürürlükte bulunan
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10 ve 12'nci maddeleri dikkate alınarak,
nispi olarak ayrı ayrı hesap edilen 9.444,11 TL. (DOKUZBİNDÖRTYÜZKIRKDÖRT TÜRK
LİRASI ONBİR KURUŞ)(7.164,11 TL. maddi+
2.280,00 TL. manevi) avukatlık ücretinin DAVACILARDAN
ALINARAK DAVALI İDAREYE VERİLMESİNE,
… karar verilmiştir.”
B. İlgili Hukuk
34. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması”
başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin
yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve
altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
35. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden
doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
36. 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Mahkeme kuruluşu”
başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“ (Değişik: 19/6/2010-6000/1 md.) Askerî mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça üç
askeri hakimden kurulur.
Askerî mahkeme kurulunda bulunanların en
kıdemlisi, mahkeme başkanlığı görevini yapar.”
37. 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “Maduna müessir fiiller yapanların cezası”
kenar başlıklı 117. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya
sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle
madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından
tazip edilmesine veya suimuamelede bulunulmasına
müsamaha eden âmir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.”
38. 357 sayılı Askeri Hakimler
Kanunu’nun “Bağımsızlık, teminat ve ödevler”
başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“(Mülga: 17/7/1972-1611/2 md.; Yeniden düzenleme:
22/5/2012-6318/39 md.)
Askeri hakimler,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez,
genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Askeri hakimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler.
Askeri hakimler,
Anayasada belirlenen hakimlik ve savcılık teminatı esasları çerçevesinde
adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve
liyakat ilkelerine göre görev yaparlar.
Askeri hakimler
azlolunamazlar. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması nedeniyle de olsa
aylık ve ödeneklerinden ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar ve bu
Kanunda belirtilen istisnalar dışında, kendileri istemedikçe altmış yaşını
bitirinceye kadar emekliye sevk olunamazlar.
Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren
suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler,
yakalanamaz, üzerleri, konutları ve araçları aranamaz, sorguya çekilemezler.
Ancak durum, derhal Millî Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu fıkra hükmüne
aykırı hareket edenler hakkında genel hükümlere göre doğrudan doğruya
soruşturma ve kovuşturma yapılır.
Askeri hakimlere
Millî Savunma Bakanlığı tarafından mesleki unvanlarını gösterir kimlik belgesi
verilir.”
39. Anayasa Mahkemesinin 7/5/2009
tarih ve E.2005/159, K.2009/62 sayılı kararı şöyledir:
“353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde askerî mahkemelerin iki askerî hâkim
ve bir subay üyeden kurulacağı, ancak Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki askeri
mahkemenin general ve amiralleri yargıladığı zaman üç askerî hâkim ile iki
general veya amiralden kurulacağı kurala bağlanmıştır.
…
Genel olarak hakim
bağımsızlığı kavramı ile aynı anlamda kullanılan yargı bağımsızlığı, hâkimlerin
kararlarını verirken özgür olmaları, hiçbir dış baskı ve etki altında
bulunmamaları, baskı yapılması kadar baskı yapılabilme ihtimalinin de
bulunmaması, hâkimin kimseden emir almaması, hukuka ve vicdanına göre karar
vermesi biçiminde tanımlanmaktadır.
…
Askeri mahkemelerde
görevli hâkim üyeler Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından
üçlü kararname ile atanırken, 353 sayılı Yasa kurallarına göre subay üyeler,
askeri mahkemelerin kurulu olduğu komutanlıklardaki en üst komutan veya askeri
kurum amiri tarafından her yılın Aralık ayında o mahkemenin yetkisine giren
birlik ve kurum mensupları arasından bir yıl süre ile değiştirilmemek üzere
seçilerek görevlendirilmekte, bunların görevlerini yapmalarına sürekli engeller
çıktığında ise yerlerine başkaları seçilebilmektedir. Bu üyeler yargılama sürecinde hakim üyelerin
sahip oldukları yetkiye sahiptirler.
Öte yandan, askeri mahkemelerde
görevlendirilen subay üyeler askeri hâkim olmadıkları ve bu görevi asıl
görevlerine ek olarak yerine getirdikleri için, bunlara mesleki sicil
verilmemekte, yükselmeleri genel kurallara göre yapılmakta ve sicilleri askeri
hiyerarşi içerisinde kendi üstleri tarafından düzenlenmektedir.
Askeri mahkemelerde bulunan subay üyelerin
hiyerarşik düzene bağlı olan görevlendirilme süreci, sicillerinin düzenlenmesi,
disiplin cezası verilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda; askeri
mahkemelerde görev yaptıkları süre içerisinde de hiyerarşik ilişkinin devam
ettiği, bu durumda, hâkim olarak sahip olmaları gereken bağımsızlıklarının
meslekten hakim olmadıkça sağlanamayacağı sonucuna
varılmıştır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 11/3/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 22/4/2013 tarih ve 2013/2782 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
41. Başvurucular, yakınlarının nöbet
kulübesinde başının üst tarafından piyade tüfeğiyle vurulmuş olarak bulunduğunu,
intihara meylinin olmadığını, olay öncesinde Uzman Çavuş O.Y. tarafından darp
edildiğini ve onur kırıcı muameleye tabi tutulduğunu, Askeri Savcılığın
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında ölüm olayının gerçekleşmesine
ilişkin tüm hususların aydınlatılmadığını, özellikle olay sonrası düzenlenen
adli muayene tutanağı ile adli tıp raporu arasında merminin giriş ve çıkışına
ilişkin tespitlerin çelişkili olduğunu ve bu çelişkinin giderilmediğini, atış
yapılan silahın ne şekilde ele geçirildiğinin ortaya konulmadığını, yürütülen
soruşturmada kendilerinin beyanlarının alınmadığını, soruşturmaya etkin bir
şekilde dâhil olamadıklarını, soruşturmanın bağımsız olmayan askeri makamlar
tarafından yürütülmesi nedeniyle adil, tarafsız ve etkin olmadığını belirterek,
yaşam, etkili başvuru ve adil yargılanma hakları ile işkence ve eziyet
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. İşkence ve
Eziyet Yasağının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
42. İşkence ve eziyet yasağına ilişkin olarak başvurucular,
tanık beyanlarından Uzman Çavuş O. Y.’nın müteveffayı
olaydan önce darp ettiğini, tehdit ettiğini, onur kırıcı ve aşağılayıcı muamelede
bulunduğunu öğrendiklerini ancak bu konuda hiçbir soruşturma yapılmadığını
ileri sürmüşlerdir.
43. Bu iddialara yönelik olarak Bakanlığın görüşünde, iddia
konusu olay çerçevesinde ilgili uzman çavuş hakkında Askeri Savcılığın 27/8/2012 tarihli iddianamesi ile kamu davası açıldığı,
sanık hakkında 26/2/2013 tarihinde asta müessir fiilden 25 gün hapis cezası
verilmekle birlikte hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği ve
bu kararın başvurucular tarafından 6/8/2013 tarihinde temyiz edildiği, bu
kapsamda, başvurucuların anılan yargılama kesin hükümle sonuçlanmadan 22/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunduklarının anlaşıldığı, işkence ve
kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin kabul
edilebilirliği incelenirken, başvurunun süresi içerisinde yapılıp
yapılmadığının ve başvurulabilecek idari ve yargısal yolların tüketilip
tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık
görüşünde bu bölümdeki şikâyetler açısından ayrıca, AİHM’nin benzer şekilde,
üstü tarafından müessir fiile maruz bırakılan bir askerin olay akabinde intihar
etmesine ilişkin Karan/Türkiye (B. No: 20192/04, 23/2/2010)
kabul edilemezlik kararında, başvuruyu yaşam hakkı iddiaları kapsamında
değerlendirdiği ve işkence ve kötü muamele yasağının ihlali iddialarını ayrıca
incelemeyi gerekli görmediği ifade edilmiştir.
44. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel hak ve
özgürlüklerin ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
45. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun,
ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun
olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması,
dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekir (B. No:
2012/649, 26/3/2013, §§ 18-19).
46. Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği,
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve
başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır.
Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin,
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin
katı bir şekilde yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel
başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle,
olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun
tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular
açısından etkili olup olmadığının ayrı ayrı denetlenmesi gerekmektedir (B. No:
2013/1582, 7/11/2013, § 20).
47. Başvuru konusu olayda, Nihat Bakır’ın darp edildiği,
tehdit edildiği, onur kırıcı ve aşağılayıcı muameleye tabi tutulduğu
iddialarına yönelik olarak yürütülen soruşturma ve kovuşturma sonrasında
yargılanan uzman çavuşa Askeri Mahkeme tarafından 25 gün hapis cezası
verilmiştir. Fakat bu süreçte başvurucular ölüm olayından ayrı olarak, asta
müessir fiil suçuna ilişkin açılan dosyaya müşteki sıfatıyla katılamadıklarını
ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğunu,
yürütülen soruşturma ve kovuşturmaya meşru menfaatlerini korumak için gerekli
olduğu ölçüde katılamadıklarını ileri sürmeleri, verilen HAGB kararının
kesinleşmesi ve her ne kadar başvurucular 6/8/2013
tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuş olmakla birlikte, verilen HAGB kararı
nedeniyle bu başvurunun 5271 sayılı Kanun’un 231. madde kapsamında sadece bir “itiraz” başvurusu olarak değerlendirilip,
verilen karar açısından sadece HAGB koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine
yönelik sınırlı bir denetim imkanı sunması gibi başvuru konusu olayın bütün
koşulları değerlendirildiğinde, bireysel başvuru dilekçesinde başvurucuların
ileri sürdükleri iddialar açısından etkili bir yol olarak kabul edilemeyecek
itiraz başvurusunda bulunulmamış olması (ilk başvuruları açısından) ya da bu
başvurunun sonucunun kesinleşmemiş olması (ikinci başvuruları açısından)
nedeniyle, başvuru yolları tüketilmediğinden bahisle kabul edilemezlik kararı
verilmesi mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının esas
bakımından incelenmesi gerekmektedir.
ii. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
48. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, bireysel başvuru yoluna
başvurmadan önce, kişilere, ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri işlem, eylem
ya da ihmal için “kanunda öngörülmüş idari
ve yargısal başvuru yollarının” tamamını tüketmiş olmaları
zorunluluğu getirildiği, ayrıca bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş
olması halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerektiği, somut olayda başvuru konusu ölüm olayına ilişkin olarak görevli olan
Askeri Savcılık tarafından soruşturma yürütüldüğü, soruşturma neticesinde 18/10/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiği, anılan kararın, başvurucuların yapmış oldukları itirazın Askeri
Mahkeme tarafından 6/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmesi ile kesinleştiği,
itirazın reddi kararının 17/12/2012 tarihli yazıyla başvurucuların vekiline
iletildiği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruya ilişkin 30 günlük başvuru
süresinin bu tarihte başladığı, ancak başvurucuların 22/4/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulundukları ifade edilmiştir.
49. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, başvurunun nihai kararın öğrenilmesinden itibaren 30
gün içinde yapılmadığı iddiası ile ilgili olarak; Askeri Mahkemenin, 6/12/2012 tarih ve E.2012/1347, K.2012/447 sayılı itirazın
reddi kararı (başvurucuların vekili Nezahat Paşa
Bayraktar başvuru formunda, itiraz üzerine verilen söz konusu kararın müvekkile
tebliğ edilmediğini, telefonla ilgili Mahkemenin aranması sonucu 10/4/2014
tarihinde bu karardan haberdar olduklarını ifade etmiştir) ile 15/4/2013 tarih
ve E.2013/891, K. 2013/385 sayılı itirazın reddi kararının (başvurucular, bu
karardan da 19/4/2014 tarihinde haberdar olduklarını ifade etmişlerdir) ikisine
karşı Anayasa Mahkemesine tek bir başvuru yaptıklarını, Bakanlığın “30 gün
geçtikten sonra başvuru yapıldı” şeklindeki iddiasının gerçek dışı olduğunu,
İstanbul’da bulunan (önceki) avukatın (Suzan Sönmez) sadece Rıfat Bakır’ın
avukatı olduğunu, diğer başvurucuların vekili olmadığını, kaldı ki bu avukata
da tebligat yapılmadığını, başvurucuların karardan haberdar olmadıklarını,
başvuruculara da tebligat yapılmadığını ifade etmişlerdir.
50. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5)
numaralı fıkrasında bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerektiği öngörülmektedir.
51. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
"Başvuru süresi ve mazeret"
kenar baslıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
da aynı yönde düzenlemeye yer verilmektedir.
52. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından
olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her
aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (B. No:
2013/1582, 7/11/2013, § 19).
53. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın
kesinleştiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının
tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı
bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları
ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
54. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş olması
halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerektiği belirtilmekle beraber, başvuru süresinin başlangıç tarihinin
belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi sahibi olması
aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ
tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın
içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B. No:
2013/1582, 7/11/2013, § 21).
55. Somut olayda, başvurucuların, yakınlarının ölümü ile
ilgili ilk kez 26/7/2012 tarihinde şikayet dilekçesi
sundukları, Askeri Savcılığın olay hakkında verdiği 18/10/2012 tarihli ilk KYO
kararından önce 11/10/2012 tarihinde başvurucular tarafından ikinci kez Çorlu
Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla suç duyurusu dilekçesiyle başvuruda
bulunulduğu görülmektedir. Askeri Savcılık tarafından ikinci dilekçe ile
yapılan şikâyetlerin yürütülen ilk soruşturma kapsamında değerlendirilmediği,
ayrı bir soruşturma numarası verilerek ayrıca değerlendirildiği görülmektedir.
Başvurucular Askeri Mahkeme tarafından verilen ilk itirazın reddi kararının
başvurucu Rıfat Bakır’ın vekili Suzan Sönmez dâhil olmak üzere başvurucuların
hiç birine tebliğ edilmediğini, söz konusu kararı 10/4/2013
tarihinde haricen öğrendiklerini beyan ettikleri, Askeri Mahkemeden talep
edilen soruşturma dosyasında ilgili kararların başvuruculara tebliğ edildiğine
ilişkin bir bilgi veya belge de bulunmadığı anlaşıldığından, somut olayın
koşulları dâhilinde, başvurucuların kararı öğrendikleri tarih olarak beyan
ettikleri 10/4/2013 tarihine göre, ceza soruşturmasına yönelik şikayetler
açısından, başvurunun 30 günlük süresi içinde yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
56. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi, askerde intihar suretiyle
gerçekleşen ölüm olaylarında etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğü
bakımından inceleme yaptığı önceki başvurularda, zaman bakımından yetkisini ve
30 günlük başvuru süresinin hesabını, başvuru konusu olaylara yönelik yürütülen
ceza soruşturması ve idari dava süreçleri açısından ayrı ayrı değerlendirmemiş
olup, ölüm olaylarının soruşturulması amacıyla takip edilen başvuru yollarını
bir bütün olarak ele almış ve bu kapsamda takip edilen başvuru yollarının
sonuncusunun kesinleşme ve başvurucular tarafından öğrenilme tarihini zaman
bakımından yetkinin ve 30 günlük sürenin hesabı bakımından esas almıştır (B. No: 2013/841, 23/1/2014,
B. No: 2013/19, 7/3/2014). Anayasa Mahkemesinin önceki
başvurulardaki bu kabulü karşısında, mevcut başvuruda Askeri Savcılığa yapılan
şikâyetler sonrasında Askeri Savcılık ve itiraz mercii olan Askeri Mahkeme
kararlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi, Askeri Savcılığa yaptıkları
başvurulardan bir sonuç alamayan başvurucuların daha sonra AYİM’e
tazminat davası da açmış oldukları göz önünde bulundurulduğunda, mevcut başvuru
açısından ceza soruşturmasına yönelik iddiaların süresinde yapılmış olduğunun
evleviyetle kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
57. Bakanlık görüşünde ayrıca
başvurucuların mağdur sıfatı açısından, tazminat davası sonucunda idarenin
hizmet kusuru tespit edildiği ve başvuruculara AYİM tarafından maddi ve manevi
tazminata hükmedildiği, Askeri Savcılık tarafından Nihat Bakır’ın ölümüne
ilişkin adli ve idari olmak üzere kapsamlı iki farklı soruşturma yapıldığı,
soruşturmalar sonucunda kesin ölüm nedeni ile Nihat Bakır’ın ölümünü çevreleyen
koşulların ortaya konulduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında
ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin
uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde, ilgili tarafın Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri
süremeyeceğinin kabul edildiği, başvurunun yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği incelenirken, başvurulabilecek
idari ve yargısal yolların tüketilip tüketilmediğinin ve mağdur sıfatının
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
58. Başvurucuların, Bakanlık görüşünde
ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından, mağdur
sıfatı hususunda karar verebilmek için somut olayda devletin Anayasa’nın 17.
maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif
yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün
ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.
59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının esas
bakımından incelenmesi gerekmektedir.
2. Esas
Bakımından İnceleme
i. Ceza
Soruşturması Sürecine İlişkin İddialar Yönünden
60. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usulî boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir
soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Soruşturmanın etkililik ve
yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve
ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delillerin toplanması gerekmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 57, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
61. Yaşam hakkının korunması, silâh altındaki bir askerin, askeri
makamların kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun
resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yaşam
hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde
uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve
soruşturmanın öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin
belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini ve gerek
görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu
kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı
aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap vermelidir.
Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi
ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları cezasız
bırakmamalıdır (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).
62. Başvurucular, yakınları Nihat BAKIR’ın intihara meylinin olmadığını, kendisiyle son
dönemde yaptıkları telefon görüşmelerinde neşesinin yerinde olduğunu,
kendilerine kısa bir süre sonra bir araya geleceklerini ifade ettiğini,
yürütülen ceza soruşturmasında elde edilen bazı bulgular da
değerlendirildiğinde onun başkası tarafından öldürülmüş olmasından şüphe
ettiklerini ve bu konudaki şüphelerinin yürütülen ceza soruşturmasındaki bazı
eksiklikler nedeniyle yeterince aydınlatılamadığını ifade etmektedirler.
63. Başvurucular bu kapsamda, Askeri
Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında ölüm olayının
gerçekleşmesine ilişkin tüm hususların aydınlatılmadığını, özellikle olay
sonrası düzenlenen adli muayene tutanağı ile adli tıp raporu arasında merminin
giriş ve çıkışına ilişkin tespitlerin çelişkili olduğunu ve bu çelişkinin
giderilmediğini, atış yapılan silahın ne şekilde ele geçirildiğinin ortaya
konulmadığını, yürütülen soruşturmada kendilerinin beyanlarının alınmadığını,
soruşturmaya etkin bir şekilde dâhil olamadıklarını, soruşturmanın askeri
makamlar tarafından yürütülmesi nedeniyle adil, tarafsız ve etkin bir şekilde
gerçekleştirilemediğini ileri sürmektedirler.
64. Bakanlığın konu hakkındaki
görüşünde, öncelikli olarak, AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında
yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen
harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin
olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin
meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul
bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse
cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olmaları gerektiği ifade
edilmiştir.
65. Bakanlık görüşünde, yine AİHM
kararlarına dayanılarak; somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu
doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut
olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul
önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit
edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında
mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava
yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği, yetkili mercilerin,
olaylara ilişkin delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin,
güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde maktulün
vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi
incelemesi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir
değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan
tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir.
66. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru
ile ilgili olarak, Nihat Bakır’ın öldüğü gün adli soruşturmaya başlandığı, ölü
muayene ve otopsi raporlarının alındığı, tanıkların dinlendiği, ölenin şahsi
dolabının incelendiği, soruşturmanın başvuruculara açık olarak yürütüldüğü,
kısa sürede sonuçlandırıldığı ve bunun yanında idari soruşturmanın da
yapıldığı, her iki soruşturma sonucunda kesin ölüm nedeninin belirlendiği ve
Nihat Bakır’ın intiharını çevreleyen koşulların ortaya konulduğu, açılan
tazminat davası neticesinde, kişilere isnat edilemeyen ve bu nedenle suç teşkil
etmemekle birlikte, idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu doğurabilecek bir
husus tespit edildiği ve bu nedenle de idarenin sorumluluğuna hükmedildiği
ifade edilmiştir.
67. Başvurucuların iddiaları ve olay
hakkında yürütülen ceza soruşturmasında elde edilen bulgular incelendiğinde,
başvurucuların Nihat Bakır’ın ölümünü şüpheli olarak değerlendirmelerine yol
açan en temel hususun, Nihat Bakır’ın ölümü sonrasında Çorlu Asker Hastanesinde
nöbetçi doktor tarafından yapılan inceleme sonrasında düzenlenen adli muayene
tutanağında (başın üst tarafındaki mermi deliğin daha küçük, alt tarafındaki
mermi deliğinin ise daha büyük olduğunun tespitine dayalı olarak) ölüme neden
olan merminin giriş deliğinin başın üst kısmı olarak ifade edilmesi olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucular, haklı olarak, olağan şartlarda
gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir şekilde G-3 marka piyade tüfeğiyle kişinin
kendisini vücudunun o bölgesinden vurmasının imkansız
olduğunu ileri sürmektedirler.
68. Olayın oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi
idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesi başvuru konusu
olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının
soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp
karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini
incelemesi gerekmektedir.
69. Yürütülen ceza soruşturması kapsamında, adli muayene
tutanağını düzenleyen ve uzmanlık alanı ölü muayenesi olmayan (anesteziyoloji
ve reanimasyon uzmanı) doktorun görüşü doğrultusunda
kesin ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla cesedin klasik otopsi işleminin
yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Adli
Tıp Kurumunun Morg İhtisas Dairesi ve Otopsi Şube Müdürlüğünde görevli, konu
hakkında uzman 3 doktorun oluşturduğu heyet tarafından hazırlanan 30/8/2012 tarihli Ayrıntılı Otopsi Raporu’nda konu hakkında
şu tespitlere yer verildiği görülmektedir:
“ DIŞ MUAYENE
…
1. Çene
altında orta hattan alt dudak ortasına uzanan 7x8 cm lik, dudakları düzensiz, çevresinde
yaygın is bulaşığı bulunan, oyuk şeklinde, tabanında yoğun is ve barut bulaşığı ile
kemik dokuların görüldüğü ateşli silah mermi
çekirdeği giriş yarası,
2. Alın orta üst kısmında saçlı deri sınırında
1 cm çaplı yıldızvari yırtık şeklinde ateşli silah
mermi çekirdeği çıkış yarası
görüldü.
…
İÇMUAYENE
BAŞ AÇILDI: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri
altında ateşli silah yarası hizasında 4x4 cm’lik
kanama görüldü. Frontal ortada dış tabulada dışa kalkma
gösteren 3x2 cm’lik ateşli silah mermi
çekirdeği geçiş defekti bu defekten
çıkan arkaya parietal kemik ortaya uzanan ve 10 cm
sonra sonlanan kırık hattı görüldü.
Kafatası açıldı. …
Beyin, beyincik yüzeylerinde yaygın soberaknoidal kanama olup, kesitlerinde her iki frontal alt bölgede 1 cm’ye varan derinlikte kortizyon alanları, her iki frontal
lobda mermi trajesi boyunca doku içi kanama ve doku harabiyesi görüldü.
Ön kafa çukurunun orta hattan iki parçaya
ayrıldığı, but defektten çıkan iki kırık kartını o sclla tursika üzerinde sağ ve sol
petroz kemik üzerinde sonlandığı görüldü.
Haricen 1
noda tarif edilen yerden giren ateşli silah mermi çekirdeğinin mandibula ve maksilla kemiklerini
kırarak ön kafa çukuru ortasından
kafatası boşluğuna girdiği, frontal
loblarda yaralanma oluşturarak seyrettiği ve haricen 2 noda tarif edilen yerden vücudu terkettiği
görüldü.
…”
70. Yukarıda görüldüğü üzere, yapılan
dış ve iç muayene sonucunda hazırlanan raporun; merminin vücudun baş bölgesine
çene altından girdiği yeri, burada yol açtığı harabiyetin
şeklini, ateşli silah patlamasının yol açtığı is ve barut artığı bulgularını,
kafatasına giriş noktasını, kafatası içinde ilerlediği yönü ve yol açtığı harabiyeti ve son olarak kafatasından ve vücuttan çıkış
noktasında yol açtığı etkileri ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğu
görülmektedir. Söz konusu raporun sonuç kısmında “mermi çekirdeği giriş deliği(,) cilt (ve) cilt altı
bulgularına göre; atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu”
sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir.
71. Bununla birlikte, soruşturma kapsamında düzenlenen olay
yeri inceleme raporunda diğer bilgilerin yanı sıra, müteveffanın ölümüne neden
olan ve vücuttan çıkan mermi çekirdeğinin nöbet kulübesinin duvarının çatı ile
birleştiği noktadaki betonun yaklaşık 10 cm çapında parçalanmasına ve
dökülmesine neden olduğu değerlendirmesi yapılmıştır.
72. Askeri Savcılık tarafından olay hakkında yürütülen
soruşturma sonrası verilen 18/10/2012 tarih ve
E.2012/755, K. 2012/40 sayılı KYO kararına 16/11/2012 tarihinde müştekinin
itiraz etmesi üzerine 3. Kor. K.lığı Askeri
Mahkemesi, 6/12/2012 tarih ve E. 2012/1347, K.2012/447
sayılı kararında “müteveffa Nihat Bakır'ın
soruşturma konusu olayda kendi isteğiyle hayatına son verdiği hususunda bir
şüphe bulunmadığı” sonucuna ulaşırken yaptığı delil
değerlendirmesinde, başvurucuların bireysel başvuru formunda yakınlarının
ölümünün intihar sonucunda gerçekleşmediği yönündeki şüphelerini karşılayacak
değerlendirmelere yer vermiştir. Anılan Mahkemece yapılan
değerlendirmede, olay yeri inceleme ekibinin düzenlemiş olduğu tutanaklar ve
çekilen fotoğraflara göre müteveffanın başka yerde öldürülüp nöbet kulübesine
taşındığını gösteren bir bulgu ve delil bulunmadığı, müteveffadan alınan svapların incelenmesi sonucu sağ ve sol el iç bölgelerinde
atış artıklarına rastlandığı, bu durumun silahın müteveffa tarafından
ateşlenmiş olduğuna karine teşkil ettiği, silah ve mermi çekirdeği inceleme
raporunda ateşlenen silahın olay yerinde bulunan müteveffaya ait silah
olduğunun ortaya konulduğu, yapılan otopside müteveffanın vücudunda darp, cebir
izine rastlanmadığı, tırnaklarında herhangi bir boğuşmayı gösterir kalıntıların
bulunmadığı dolayısıyla atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu göz
önünde bulundurulduğunda müteveffanın başkası tarafından öldürülmüş olamayacağı
sonucuna ulaşılmıştır.
73. Söz konusu kararda ayrıca,
müteveffayı ölüme götüren nedenleri gösteren delil durumu incelenirken, tanık
olarak olayla ilgisi bulunabilecek tüm asker kişilerin beyanlarının alındığı,
Uzman Çavuş O. Y.’nin kendisine yönelik eylemleri ile
intiharı arasında illiyet bağı kurmanın ve söz konusu kişiye ölüm olayı ile
ilgili suç izafe etmenin mümkün olmadığı, ancak asta müessir fiil suçundan
soruşturma isteminde bulunulduğunun dosya kapsamından sabit olduğu,
müteveffanın olaydan önceki nöbetini izinsiz olarak bir arkadaşına tutturmuş
olması ve bunun tespit edilmiş olması karşısında askerliğinin uzayacağı
düşüncesiyle sıkıntıya düştüğü, bunu (soruşturmada tanık olarak dinlenen)
arkadaşlarına ifade ettiği, intihara karar vermesinde etkili olduğu, ancak bu
durumda herhangi bir kimseye izafe edilebilecek bir kusurun bulunmadığı, olayın
sabahında içtima sırasında azarlanmış olmasının da kışla hayatının olağan
günlük akışına ve askerlik hayatının özelliğine uygun olup ölüm olayı ile
irtibat kurmanın hukuken mümkün olmadığı değerlendirmelerine yer verilmiştir.
74. Başvurucular ayrıca, yürütülen soruşturmada olay yeri ve
otopsi incelemesine ilişkin video ve fotoğraf kayıtları ile ilgili inceleme
belgelerinin kendilerine sunulmadığını, kendilerinin beyanlarının alınmadığını,
soruşturmaya etkin bir şekilde dâhil olamadıklarını ileri sürmüşlerdir. Ancak
başvuru kapsamında talep edilen Askeri Savcılığın E.2012/755 sayılı soruşturma
dosyasında, Askeri Savcılığının talimatı üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başvurucuların ifadelerinin alındığı, başvuruculardan Rıfat Bakır’ın
ve vekilleri Suzan Sönmez’in Askeri Savcılığın KYO kararına itiraz ettiği,
soruşturma dosyasında yer alan 20/2/2013 tarih ve
K.2012/140 sayılı bilgilendirme yazısından soruşturma dosyasında yer alan tüm
inceleme tutanak ve raporları ile olay yerine ilişkin fotoğraf ve video
kayıtlarının müşteki Rıfat BAKIR’a gönderildiği
anlaşılmaktadır.
75. Bu çerçevede, başvuru konusu olayda
yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemler dikkate alındığında; ölüm olayının
gerçekleştiği gün resen soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında
detaylı olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi
işleminin uygulandığı, aynı gün ilgili askerlerin, müteveffanın samimi olduğu
asker arkadaşlarının, komutanlarının, kendisine olay öncesi cebir ve şiddet
uyguladığı ileri sürülen uzman çavuşun sözlü beyanlarının ve mağdur sıfatı ile
müştekilerin yazılı ve (İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla) sözlü
görüşlerinin alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı, tüm bu
hususlar değerlendirilerek Nihat BAKIR’ın içinde
bulunduğu ruh halinin etkisiyle yaşamına son verdiği, müteveffanın ölümünün
meydana gelmesinde herhangi bir şahsın/şahısların suç teşkil edecek eyleminin
mevcut olmadığı ve bu yönde müştekilerin soyut iddiasından başka delil de
bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara
karşı başvurucular tarafından Askeri Mahkemeye yapılan itirazın da reddedildiği
görülmektedir.
76. Anayasa Mahkemesi açısından, başvurucuların yakınlarının
öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile
tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların
seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların
ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına varılan durumlarda,
askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve
ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması
koşuluyla, yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya
çelişkili oldukları ileri sürülemez (B. No: 2013/841, 23/1/2014,
§ 95). Yukarıda yer verilen değerlendirmeler ışığında da başvuru konusu olayda
bu konuda bir yetersizlik veya çelişkinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
77. Bütün bu hususlar dikkate alındığında, intihar sonrasında
yürütülen ceza soruşturmasında, yukarıda yer verilen ilkeler (§ 60–61) yönünden
bir eksikliğin bulunduğu söylenemez. Mevcut başvuruda, gerçekleşen ölüme
ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu veya yürütülen idari soruşturma ve ceza
soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün intihar
sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphelenilmesini” gerektiren bir olgu da
bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıdaki paragrafta (§ 61) yer verilen ilkeler
karşısında başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön soruşturma
aşamasını aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi
zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz.
78. Başvurucular ayrıca yürütülen ceza
soruşturmalarında itiraz mercileri olan Askeri Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadığını iddia etmektedirler.
79. Anayasa’nın 145. maddesinde askerî
yargının, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütüleceği, bu
mahkemelerin asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker
kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevli oldukları, askerî yargı organlarının
kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini
yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
80. Askeri Mahkemelerin oluşumu, statüsü ve görevleri
Anayasa’nın yukarıda değinilen 145. maddesi ve 353 sayılı Kanun’da hüküm altına
alınmıştır. Bu hükümler incelendiğinde Askeri Mahkemelere atanan askeri
hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına
alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin
bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı
idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları görülmektedir.
81. AİHM de bu konuya ilişkin bir dönem aldığı kararlarda,
askeri ceza mahkemelerinin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin şikâyetleri
incelemiş, ilgili başvuruların koşulları ile birlikte değerlendirerek bu
mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığının yeterli olduğuna hükmetmiştir (bkz.
Hakan Önen /Türkiye, B. No:
32860/96, 10/2/2004). Ancak AİHM,
daha sonraki bir dönemde Anayasa Mahkemesinin 353 ve 357 sayılı Kanun’ların bazı hükümlerini incelediği yukarıda (§ 39) yer
verilen kararına göndermede bulunarak, askeri ceza mahkemelerinde subay üyenin
varlığı nedeniyle başvuranların bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanmadıkları sonucuna ulaşmıştır (bkz. İbrahim
Gürkan/Türkiye, B. No: 10987/10, 3 /7/2012, §§ 16-20).
82. 353 sayılı Kanun’da Anayasa Mahkemesinin kararı
doğrultusunda 19/6/2010 tarih ve 6000 sayılı Kanun’un
1. maddesi ile yapılan değişiklikle askeri mahkemelerde subay üyelerin
varlığına son verilmiş ve askeri mahkemelerin 3 askeri hâkimden oluşacağı hükme
bağlanmıştır. Böylelikle Anayasa Mahkemesinin kararında yer verdiği
mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin aykırılık giderilmiştir. Nitekim
AİHM daha sonraki tarihli kararlarında bu gelişmeleri dikkate alarak Askeri
Ceza Mahkemelerinin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin şikâyetleri açıkça
dayanaksız oldukları gerekçesiyle reddetmiştir (bkz. Hayri Kamalak ve diğerleri/Türkiye, B. No: 2251/11, 8/10/2013, § 31).
83. Diğer yandan, genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü
etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın
tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate
sahip olunmamasını ifade eder.
84. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu
olup, bu kapsamda hâkimin birey olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının
yanı sıra, kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate
alınması gerekmektedir (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T.5/1/2006).
Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle veya anlaşmazlık
konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya yargılama
sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir
kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı
bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir
uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı
ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda
kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil
bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine
olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının
tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek
yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel
boyutuna işaret etmektedir (B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§ 40).
85. Başvuruya konusu olayda,
başvurucuların yakınlarının ölümü hakkında yürütülen soruşturmada Askeri
Savcılığın ve itiraz mercii olarak Askeri Mahkemenin resen elde edilen veya
idare ile başvurucu tarafından sunulan bilgi ve belgeleri değerlendirmek
suretiyle söz konusu olayın gerçekleşme koşullarının ve olası sorumluların
tespitine ilişkin kararlar verdiği, bu kapsamda başvuruya konu yargılama
faaliyeti açısından, ilgili usul hükümleri uyarınca soruşturma ve yargılama
faaliyetini devam ettiren makamların tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru
beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenime sahip olmadığı gibi,
hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde,
soruşturmayı yürüten Savcılığın ve itirazları inceleyen mahkeme üyelerinin taraflardan
birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya
menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya
koyan bir bulgu da saptanmamıştır.
ii. Yaşamı
Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası Yönünden
86. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
87. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
88. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı
tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka
yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve
yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
89. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu
askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için
askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi
konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip
gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan
kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler
kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek
gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun askeri yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konulması gerekmektedir (B. No: 2013/841, 23/1/2014, §
74).
90. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk
seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Devlet askerlik görevini zorunlu kıldığı için
özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve
psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun
tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde,
askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin
etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir
komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve
hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu
çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve
askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması
büyük önem taşımaktadır (B. No: 2013/841, 23/1/2014, §§
75–76).
91. Yaşam hakkının korunması, silâh altındaki bir askerin
askeri makamların kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun
resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde
yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması
temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle
olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise
sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını
sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön
soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17.
maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir
durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı
sabit görülen saldırıları cezasız bırakmamalıdır (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).
92. Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde öncelikli olarak askeri yetkililerin Nihat Bakır’ın intihar etme
riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya
konulması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık
kontrolünde Nihat Bakır’ın herhangi bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir
tespit bulunmadığı, ilk katılış işlemleri sırasında bazı bilgi formları
doldurulduğu, Nihat Bakır’ın bu formlarda herhangi bir probleminden
bahsetmediği, ancak 15/8/2011 tarihinde RDM subayı
tarafından kendisine uygulanan Psikososyal Risk
Faktörü Anketinde daha önce ilaç içerek (bir kez) intihara teşebbüs ettiğini
belirttiği görülmektedir. Bununla birlikte, RDM subayına RDM sürecini kapatmak
istediğini belirtmiş ve anket formunun arkasına RDM görüşmelerini
sonlandırdığını yazmıştır. Bunun üzerine RDM görüşmeleri sonlandırılmıştır. RDM
subayı, anket sonuçları hakkında Bölük Komutanına bilgi vermemiştir.
93. Her ne kadar bir askerin sadece
psikolojik sorunlarının bulunması veya kendisine yüklenilen sorumlulukların
ifası sırasında yaptığı hatalardan dolayı askerliğinin uzaması, disiplin cezası
alması gibi yaptırımlara maruz kalacağı düşüncesiyle yoğun kaygılar yaşamasına
bağlı olarak gerçekleşen intihar eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli
tedbirleri alması gerektiği sonucu çıkarılamayacak olmakla birlikte, başvuru
konusu olaydaki gibi, genel olarak bazı sorunları olduğu ve birliğine katılışı
sırasında uygulanan testlerde daha önce intihara teşebbüs ettiği idarece
bilinen ve gerçekleşen ihmaller sonrasında söz konusu askerin silah ve
mühimmatı ele geçirmesi sonucu intihar eyleminin gerçekleştiği durumlarda
gerçekleşen intihar eylemleri hakkında, idarenin bu konuda önleyici tedbirler
alması kendisinden beklenebilecektir.
94. Nitekim AYİM’in başvurucular
tarafından açılan tazminat davası sonucunda verdiği kararda bu konuda şu
değerlendirmelere yer verilmiştir:
“Davacılar yakını müteveffa
Topçu Er Nihat BAKIR hakkında düzenlenen, davalı idare tarafından gönderilen
savunma belgeleri içerisinde bulunan 15.08.2011 Psikososyal
Risk Faktörü Tarama Anketinde yer alan "Şimdiye kadar kendinize zarar
vermeye/öldürmeye yönelik herhangi bir teşebbüsünüz oldu mu? Sorusunu
"Evet" olarak cevapladığı ve el yazısıyla "(1 sene kadar önce)
hap içme" şeklinde cevapladığı, kendisinin RDM görüşmelerine katılmak
istemediğini beyan etmesi üzerine RDM danışma sürecine alınmadığı, buna rağmen
davacı hakkında psikolojik yönden herhangi bir tedbir alınmadığı(hastaneye
gönderme vs.), ölüm olayıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında birlik
komutanlığı ve Askeri Savcılık tarafından alınan tanık ifadelerinden olaydan 2
gün önce, yani 23.07.2012 Pazartesi tarihinde koğuşta yatakta sigara içerken Uzm.Çvş.Ozan'a sinkaflı
küfür ederken Uzm.Çvş.Ozan tarafından duyulması
üzerine Uzm.Çvş.Ozan'ın Nihat'ın ranzadan dışarı
taşan ayağına vurduğu ve bir de tokat attığı, sonrasında mahkemeye vereceğim
dediği, sonrasında Nihat'ın özür dilemesiyle Uzm.Çvş.Ozan'ın
şikayetinden vazgeçtiği, Nihat'ın bu durumdan haberinin olmadığı, olaydan
önceki gün yani 24.07.2012 tarihinde gece Sancak nöbetçisi olduğu halde yerine
başka bir arkadaşını gönderdiği, bu durumun nöbetçi subayı tarafından
anlaşılması üzerine tutanak tutulduğu, olay günü, yani 25.07.2012 tarihinde
sabah içtimasında BI.K.vekili
tarafından azarlandığı, tüm bu olayların üst üste gelmesinin oluşturduğu psikolojik
durumu nedeniyle girdiği bunalım sonucu servis aracının içerisinde sahipsiz
bulunan hücum yeleğinden aldığı şarjör ve yine koğuşta silahlık nöbetçisinin
olmaması ve silahlığın anahtarının bozuk olması sebebiyle aldığı kendisine ait
silah ile Çevre 4 nöbet yerinde intihar ettiği, tüm bu hususlar birlikte
değerlendirildiğinde olayda davalı idare ajanlarının kusurlu ve ihmali
davranışlarıyla ölüm olayının meydana gelmesine katkıda bulundukları, davalı
idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, bu sebeple bir miktar tazminat verilmesi
gerektiği, ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle
müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu
sonucuna varılmıştır.”
95. Yukarıda yer verilen kararda da
açıkça tespiti yapıldığı üzere, başvuru konusu olayın özel koşulları göz önünde
bulundurulduğunda, müteveffanın intihar edebileceği konusunda uyarıcı
nitelikteki belirtiler ortaya çıkmasına ve kendisine bildirilmesine rağmen
idarenin gerek müteveffanın daha önce intihar girişiminde bulunduğu bilgisi
üzerine onun bu konuda takibi ve gerek duyulduğunda tedavisinin temini, gerekse
silah ve mühimmata ulaşmasının engellenmesi konularında gerekli önlemleri
aldığı söylenemeyecektir. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının
devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün idare tarafından yerine
getirilmediği ortaya konulmaktadır.
96. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi açısından, idari
makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da
kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu
ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın artık
mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde,
bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa
Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda, Anayasa’nın
17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını
müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava
yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir
(B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 61 ve 74, B. No:
2013/841, 23/1/2014, § 83).
97. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal
edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi
ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam
ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır. Başvuruculara sunulan telafi
imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak
ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının
tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir
başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için
aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar
verilen tazminata da bağlı olabilecektir (B. No: 2013/841, 23/1/2014,
§ 84).
98. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin
yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara, uğradıkları maddi ve manevi
zararın karşılığı olarak, yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan
yararlanılarak, toplam 60.500 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği
görülmektedir. Anılan kararda; bilirkişi tarafından verilen
raporun AYİM’in kıstaslarına, ilmi verilere ve
yerleşik içtihatlara uygun bulunduğu, bilirkişi raporu doğrultusunda işlem
yapıldığı ve müteveffanın müterafık kusuru da dikkate
alındığı belirtilerek, davacı anne babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi,
davacı anne, baba ve kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları
acı ve ızdırabı kısmen de olsa karşılayabilmek
amacıyla olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü,
davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve
müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak manevi
tazminat verilmesi kabul edilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda AYİM,
başvuruculardan anne Halime Bakır’a 20.500 TL maddi, 7.000 TL manevi, baba
Rıfat Bakır’a 21.000 TL maddi ve 7.000 TL manevi, kardeşlerin her birine 2.500
TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
99. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve
başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz
bir takdir hatası veya keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin
tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in
takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 87, B. No:2012/791, 7/11/2013, § 45).
100. Anayasa Mahkemesinin daha önce bu konuda aldığı kararda,
açılan tam yargı davasında hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmiştir (B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 47–67). Aynı yöntemle, başvuru konusu olayda, hükmedilen tazminatın
başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırıp
kaldırmadığı konusunda karar verilirken davanın tüm koşullarının göz önünde
bulundurulması gerekmekle birlikte, başvurucularının mağdur sıfatının ortadan
kalkıp kalkmadığı değerlendirmesinde dikkate alınmamıştır (B.
No: 2013/841, 23/1/2014, § 88).
101. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi açısından, somut olayda
etkili bir ceza soruşturmasını müteakip (§§ 60-85), AYİM’in
idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi
takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların
yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
iii.
İşkence ve Eziyet Yasağının İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
102. Başvurucular, tanık beyanlarından Uzman Çavuş O. Y.’nın müteveffayı olaydan önce darp ettiğini, tehdit
ettiğini, onur kırıcı ve aşağılayıcı muamelede bulunduğunu öğrendiklerini ancak
bu konuda hiçbir soruşturma yapılmadığını ileri sürmüşlerdir.
103. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve bir sanığın
da asta müessir fiil suçundan ceza aldığı gözetilerek öncelikle bu durumun
başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı,
diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp
kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete
ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik
karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu
görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara
ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir
orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma
görevi bulunmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, §
76).
104. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli
kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına
yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul
altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan
ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin
vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin
yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların
koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin
vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü
yerine getirilmemiş olacaktır (B. No: 2013/293, 17/7/2014,
§ 77, benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No:
42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).
105. Başvuru, askerlik vazifesini yerine getiren Nihat
Bakır’ın komutanı tarafından yöneltilmiş fiili saldırı nedeniyle yürütülen adli
işlemin etkisizliği ile ilgili olduğu için, öncelikle burada korunan hakkın
kapsamı tespit edilmeli ve sonrasında ise bu hakkın yeterince korunup
korunmadığı belirlenmelidir.
106. Başvuru konusu olayda, soruşturma kapsamında elde edilen
tanıkların beyanlarıyla ortaya konulduğu ve Askeri Mahkemenin gerekçeli
kararında da sabit görüldüğü üzere, incelenmesi gereken eylem, müteveffanın
botuna vurma, yakasına yapışma ve bulunduğu ranzadan indirip dışarı çıkarmak
için ensesine tokat vurma şeklinde gerçekleşmiştir. Müteveffaya
yöneltilen bu eylem öncesinde, müteveffanın yatakhanede arkadaşları ile
otururken kendisinin Uzman Çavuş O. Y.’yi anarak sinkaflı küfür ettiği, bunu duyan O. Y.’nin
yatakhaneye girerek yanına yaklaştığı müteveffaya “ifadeni hazırla seni cezaya
göndereceğim” mealinde sözler sarf ederek anılan eylemi gerçekleştirdiği, bu
olay sonrasında ceza almaktan ve askerliğinin uzamasından korktuğu anlaşılan
müteveffanın, komutanından özür dilediği de soruşturma sonucunda alınan tanık
beyanlarında ortaya konulmuştur.
107. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye "işkence" ve "eziyet" yapılamayacağı, kimsenin
"insan haysiyetiyle bağdaşmayan" ceza veya muameleye tabi
tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
108. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
109. Anayasa'nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu
kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya
muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz
bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla
yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin
gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin
17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 82).
110. Öte yandan bir muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine
ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari
eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri
ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye
alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de
eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği
bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer
faktörlerdir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83).
111. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin
"işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek
için, anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle
bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak
gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane
acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek
ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nda düzenleme altına alınmış olan "işkence",
"eziyet" ve "hakaret" suçlarının unsurlarından daha geniş
ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 84).
112. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada "eziyet"ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan
muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir
etki oluşturmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, §
89).
113. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu
belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir.
Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle
bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin
kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir.
Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı
dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali
olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de
aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her
türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele
oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık
dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan
uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen
hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar,
kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler
"insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (B.
No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).
114. Yukarıda yer verilen kavramlar
kapsamında somut olay incelendiğinde, müteveffanın komutanı konumunda olan
uzman çavuş O.Y.’nin kendisine yönelik eyleminin
anlık geliştiği, sürdürülmediği ve daha sonra da haksız eylemin devam ettiğine
ilişkin bir iddianın da bulunmadığı, Uzman Çavuş O.Y.’nin
Nihat Bakır’ın kendisine yönelik olarak kullandığı sözler nedeniyle disiplin
soruşturmasına tabi tutulacağını ve beyanının alınacağını söyleyerek yaptığı bu
eylemin, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir
etki oluşturduğu, eylemin ağırlığı ve gerçekleştiği koşullar da dikkate
alındığında, ancak "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak
vasıflandırılabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
115. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa'nın
17. maddesi, 'Devletin temel amaç ve görevleri' kenar başlıklı 5. maddedeki
genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın
yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını
sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa, bu madde, sahip olduğu
öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet
görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan
kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Devletin pozitif
yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da
yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Bu
bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi
olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25)
116. Etkili bir başvurudan söz edebilmek için, başvuru yolunun
sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de
etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine
sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını
önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini
karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali
iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulî
güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 26)
117. Nitekim Anayasa'nın 40. maddesinde de Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip bulunduğu
ve resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zararın
Devletçe tazmin edileceği düzenleme altına alınmıştır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 27)
118. Anayasa'nın 40. maddesi ile amaçlanan, sadece ispatlanmış
bir hak ihlalinin tazmini ya da giderilmesi değil, savunulabilir düzeydeki bu
tür ihlal iddialarını karara bağlayacak mekanizmaların bulunması ve iyi
işlemesidir. Aynı zamanda 40. maddenin gerekçesinde 'ihlalin resmi görevliler
tarafından görevlerinin ifası sırasında yapılmış olması görevli için bir
mazeret sebebi teşkil etmez' şeklinde geçen ifadeler ile de devlet ya da devlet
görevlilerinin anayasal bir hakkın ihlali bakımından dokunulmaz olmadığı
vurgulanmıştır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 28)
119. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde,
intihar olayı sonrasında Askeri Savcılık tarafından resen soruşturma
başlatıldığı, başvurucuların da İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla
beyanlarının alındığı, intihar eylemi öncesinde gerçekleşen ve intiharla
illiyet bağı bulunmadığı sonucuna ulaşılan eylemler açısından, dosyaların
ayrılması suretiyle, ayrı adli ve disiplin soruşturmalarının yürütüldüğü
görülmektedir (§ 23). Başvurucular kendilerinin beyanlarının alınmadığı ve
sanıklara ve diğer ilgililere soru sorma imkânı bulamadıklarından bahisle
soruşturmanın denetime açık olarak yürütülmediğini ileri sürmektedirler. Bu
iddialar açısından somut olay incelendiğinde, yukarıda belirtildiği üzere, kendilerinin
11/9/2012 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca
ifadelerinin alındığı, başvurucuların bu ifadelerinde cesetten ve otopsi
tutanağından ulaştıkları kanaatle oğullarına yönelik darp ve öldürme
fiillerinin araştırılmasını talep ettikleri, intihar olayına ilişkin yürütülen
soruşturma kapsamında Askeri Savcılık tarafından verilen KYO kararına karşı,
müteveffanın babası ve vekili tarafından verilen 16/11/2012 tarihli dilekçede
intihar öncesi dayak ve işkence iddialarının yeniden ileri sürüldüğü ve bu
iddiaların Askeri Mahkeme tarafından karşılandığı, yaşananların intihar ile
illiyet bağının bulunmadığı, bu konuda asta müessir fiilden soruşturma
isteminde bulunulduğunun kararda ayrıca ifade edildiği (§ 17-18), Uzman Çavuş
O.Y.’nin eyleminin intihardan ayrı olarak
değerlendirilip asta müessir fiilden kovuşturmaya başlandığının, soruşturma
kapsamında elde edilen diğer delillerle birlikte 20/2/2013 tarihinde Askeri
Savcılık tarafından başvuruculara bildirildiği, dava sonucunda verilen kararın,
Askeri Savcılık tarafından verilen 6/6/2013 tarihli kararda kendilerine
bildirildiği (§ 23), bu dönemde başvurucuların söz konusu yargılamaya müdahil
olmak istediklerini ortaya koyan bir bilgi veya belgenin bulunmadığı,
başvurucuların vekili tarafından Uzman Çavuş O.Y.’nin
yargılaması kapsamında Askeri Yargıtay Başkanlığına temyiz dilekçesi sunulduğu,
anılan dilekçede başvurucuların; müşteki sıfatıyla davaya dâhil olma imkânı
tanınmadan asta müessir fiilden 25 günlük hapis cezası verildiği ancak şartları
oluşmamasına rağmen HAGB kararı verildiğini, söz konusu eylemin işkence
düzeyinde olduğu ve asta müessir fiil olarak vasıflandırılamayacağını, kendi
ifadelerinin alınmadığını, sanıklara taraflarınca soru sorulmasına imkân
tanınmadığını ileri sürdükleri, Askeri Mahkemenin, söz konusu dilekçeyi itiraz
başvurusu olarak değerlendirip kararında, itiraz başvurularında incelenecek
hususun CMK’nın 231. maddesinde sayılan koşulların
mevzu davada gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgili olduğu, müşteki
müdafilerinin (diğer) taleplerini inceleme imkanının bulunmadığı, HAGB
açısından değinilen koşulların gerçekleşmiş olduğu anlaşıldığından bahisle
itirazın reddine karar verdiği görülmektedir (§ 27-28).
120. Önceki paragrafta ayrıntılı olarak
ortaya konulduğu üzere, Nihat Bakır’ın ölümü sonrasında adli soruşturmanın
bağımsız birimlerce denetime açık olacak biçimde derhal başlatıldığı,
başvurucuların Askeri Savcılık soruşturması sırasında şikâyet ve KYO
kararlarına karşı itiraz dilekçeleriyle hem intihar hem de (kendilerinin intiharla
bağlantılı olduğunu düşündükleri) darp ve işkence eylemleri ile ilgili
iddialarını ileri sürebildikleri, delillerden ve soruşturma ve kovuşturma
işlemlerinden haberdar edildikleri ve müşteki sıfatıyla katılmadıkları ilk
derece yargılaması sonrasında verilen karara karşı temyiz dilekçesi sundukları
dikkate alındığında soruşturmanın denetime açıklığı konusunda yargılama
makamlarına atfedilebilecek bir eksikliğin bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak, başvurucuların yetersiz
olduğunu ileri sürdüğü yargılama aşaması sonucunda verilen 'hükmün
açıklanmasının geri bırakılması' kararının etkililiğinin de ihlal konusu hakka
bağlı olarak Anayasa Mahkemesince denetlenmesi gerekir (Bkz. § 103, ayrıca B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 29)
121. Bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında olmayıp, konu derece
mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı
vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin
görevinde bulunmamaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 35).
122. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin kararlarında da
belirtildiği üzere, cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların,
önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması
gerekir (E.2010/104, K.2011/180, K.T. 29/12/2011).
Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında
makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren
düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet
ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca, yaptırımlarda güdülen asıl amaç,
işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp, tekrar topluma
kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere
getirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken, 5237 sayılı TCK'nın 3.
maddesine göre de, suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla
orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir. AİHM de suçun
niteliğinin ve verilen cezaların ağırlığının, yapılan müdahalenin orantılılığı
bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve
gerçekleştirilen müdahalenin “demokratik bir toplum için zaruri” olması
gerektiğini belirtmiştir (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 36, AİHM kararı için bkz. Varlı ve
diğerleri/Türkiye, 38586/97, 19/10/2004).
123. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı
Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet
hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar
itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve
yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi
sonucu doğurduğundan, bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai
nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30)
124. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması için; yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha
az süreli hapis veya adli para cezası olması, sanığın daha önce kasıtlı bir
suçtan mahkûm olmamış bulunması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı maddi zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen
giderilmesi, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak, yeniden suç işlemeyeceği hususunda
kanaate ulaşılması gerekmektedir. Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle
denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Denetim süresi içinde sanığın
kasten yeni bir suç işlememesi ve yükümlülüklere uygun davranması halinde,
açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, 5271 sayılı Kanun'un 223.
maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilecektir. Sanığın
denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklere aykırı
davranması halinde ise mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm
açıklanacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 31).
125. Diğer taraftan kanunda belirtilen koşulların
gerçekleşmesine karşın, sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin
(6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın,
yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da
cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih
etme imkânı bulunmaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 32).
126. 5271 sayılı Kanun'un (12) numaralı fıkrasında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna
başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte, denetim süresi içinde
kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre
içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai
olarak sona erdiğinden, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna
başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 33).
127. Bu bağlamda, somut olayda
gerçekleşen eylemin koşulları ve ağırlığı (§ 114), asta müessir fiil açısından
yürütülen soruşturma süreci ve Mahkemenin verdiği karar birlikte
değerlendirildiğinde, başvurucuya yönelen ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele düzeyini aşmayan eylemden dolayı soruşturmanın derhal başlayarak, makul
sürede tamamlandığı, gerçekleşen haksız eylem ile belirlenen ceza ve beş yıllık
denetim yaptırımının orantısız olduğunun söylenemeyeceği, birey onuruna ve
vücut dokunulmazlığına saygı duyulmasını garanti eden hukuk hükümlerinin ve
özellikle de cezai yaptırımların caydırıcı işlevinin mevzuat çerçevesinde etkin
bir şekilde uygulanmasının sağlandığı görülmüştür. Sonuç olarak somut olayda Nihat
Bakır’ın maruz kaldığı eylem nedeniyle yürütülen adli sürecin etkisiz ve temel
bir hak ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden, “mağdur sıfatının kalkması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İşkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden,
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvuru konusu olayda,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve eziyet yasağı
kapsamında, etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına,
11/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
olarak karar verildi.