TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİNE REZZAN AYDINOĞLU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8396)
|
|
Karar Tarihi: 11/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 16/6/2015-29388
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Emine Rezzan AYDINOĞLU
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Fikret İLKİZ
|
|
|
Av. Ömer TEKER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, avukatlık mesleğini ifası sırasında söylediği
sözlerden dolayı cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile adil yargılanma
hakkının, sonradan yürürlüğe giren lehe yasadan yararlandırılmamasının ise
suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlali niteliğinde olduğunu iddia etmektedir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde İstanbul 25. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/1/2014 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 3/4/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü, 3/6/2014 tarihinde
sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüşü, 4/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
6. Başvurucunun aynı konuda yaptığı 2013/8454 numaralı
bireysel başvuru 9/8/2014 tarihinde 2013/8396 numaralı başvuru ile
birleştirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 1994 yılından itibaren kamuoyunda Adnan Hoca olarak
bilinen ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV) fahri başkanı olan Adnan Oktar ve aynı
vakfın çalışmalarında yer alan bazı kişiler hakkında suç işlemek amacıyla örgüt
kurmak ve yönetmek, örgüt adına faaliyetlerde bulunmak suçlarından pek çok
davalar açılmış ve daha sonra bu davalar aralarındaki hukuki ve fiili irtibat
nedeniyle İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde birleştirilmiştir. Söz konusu
davadaki kimi müştekiler çocuklarının Adnan Oktar tarafından kandırıldığını ve
Adnan Oktar’ın kurduğu dini söylemleri bulunan çıkar örgütünün menfaatleri doğrultusunda
hareket ettiklerini iddia ederek şikâyetçi olmuşlardır.
9. Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır ve
bahsi geçen davada müştekilerin avukatlığını yapmaktadır. Yargılama sırasında
davanın tarafları evrim teorisini tartışmışlar ve karşılıklı olarak
birbirlerini suçlamışlardır. Söz konusu tartışma bağlamında başvurucu, duruşma
sırasında tutanağa yansıdığı şekliyle, “13.10.2006
tarihinde tanık olarak anneler dinlenmiştir. Bu tarihten sonra İnternet
sayfasında Darvin'in evrim teorisinin yanında olduğumuz iddiası ile çeşitli
iftira ve hakarete maruz kalmaktadırlar. Keşke maymundan gelselerdi, Evrim
teorisinde insanların maymundan türediği söylenmektedir, bende bunu
tekrarlıyorum. Adnan Oktar'ın yurt dışı çıkış yasağı kaldırılmayarak tutuklanmasını
talep ediyorum. Duruşmayı takip etmediğinden hakkında yakalama kararı
çıkartılsın” şeklinde sözler sarf etmiştir.
10. Başvurucunun yukarda zikredilen sözleri söylediği sırada
duruşmada bulunan dört sanık, başvurucunun sözleri ile kendilerini kastettiğini
iddia ederek Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuşlar ve yapılan
soruşturma sırasında Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 21/1/2009 tarihli
iddianamesiyle başvurucu hakkında hakaret suçundan cezalandırılması için kamu
davası açılmıştır.
11. Başvurucu, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2010
tarihli kararı ile hakaret kastı ile hareket etmediği gerekçesi ile beraat
etmiştir.
12. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin
20/2/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Yargıtay ilamının gerekçesi şöyledir:
“Sanığın 21.01.2008 günü yapılan duruşmada, görülmekte olan
dava ile ilgisi bulunmadan, duruşma tutanağına da yansıyan ‘keşke maymundan
gelselerdi’ biçimindeki sözlerinin, katılanların toplum içindeki itibarı ile
diğer fertler nezdindeki saygınlığını rencide edici, şeref ve haysiyetlerine
yönelik küçük düşürücü sözler olduğu, suçun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden,
yetersiz gerekçeye dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi, bozmayı
gerektirmiş, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan…”
13. Bozma sonrası, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
24/12/2013 tarihli kararı ile başvurucunun, zincirlemeli biçimde hakaret
suçundan 2.180,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararının gerekçesi şöyledir:
“…Sanık savunması, katılanların anlatımları, İstanbul 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/339 esas sayılı dava dosyasına ait 21/02/2008
tarihli duruşma tutanağı ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
sanık avukatın İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/339 esas sayılı
davasında katılanlar vekili olarak davayı takip ettiği, 21/01/2008 günlü
oturumda ‘keşke maymundan gelselerdi’ sözlerini katılanları kastederek
söylediği, bu sözün TCK 125.maddesi kapsamında kişilerin onur, şeref ve
saygınlığını zedeleyen söz olarak kabul edilmesi gerektiği, bu şekilde sanığın
üzerine atılı hakaret suçunu işlediği sabit görülmüş…”
14. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi kararını kesin olarak
vermiştir. Başvurucu karardan, 22/10/2013 tarihinde kararın tefhimi ile
haberdar olmuştur.
15. Başvurucu Anayasa Mahkemesine 18/11/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide
edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek
işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya
görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya
hükmolunur.”
17. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 128. maddesi şöyledir:
“(1) Yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan
yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili
olarak somut isnadlarda ya da olumsuz
değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat
ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla
bağlantılı olması gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 11/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 18/11/2013 tarih ve 2013/8396 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu,
i. Kendisine
isnat edilen hakaret suçunu işlemediği halde deliller yeterince araştırılmadan
ve avukatlık mesleğinin ifası sırasındaki sözlerinin savunma dokunulmazlığı
içerisinde kaldığı değerlendirilmeden cezalandırılmasının Anayasa’nın 36.
maddesindeki adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu,
ii. Sonradan
yürürlüğe giren 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla
İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun hükümleri
lehine olmasına rağmen uygulanmaması nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinde yer
alan suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini,
iii. Düşüncelerini
açıklamasından dolayı suçlanması ve cezalandırılması nedeniyle Anayasa’nın 26.
maddesindeki ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
iv. Başvurucu,
manevi tazminat ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
20. Başvurucu, kendisine isnat edilen hakaret suçunu
işlemediği halde deliller yeterince araştırılmadan cezalandırıldığını ileri
sürmüştür. Başvurucu ayrıca, 6352 sayılı Kanun hükümleri lehine olmasına rağmen
uygulanmaması nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Ancak Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin
nitelendirmesi ile bağlı değildir; hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Bu
bağlamda başvurucunun kendisi hakkında 6352 sayılı Kanun hükümlerinin
uygulanması gerektiği yönündeki şikâyetin yargılama sonucunda verilen karara
yönelik olması nedeniyle söz konusu şikâyetin adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddia çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
24. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
25. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, duruşmada
hazır bulunan mağdurlara yönelik söylediği sözlerin hakaret suçunu oluşturduğu
iddiasıyla kamu davası açılmış ve İlk Derece Mahkemesince cezalandırılmıştır.
Başvurucu, avukat sıfatı ile söylediği sözlerde müştekileri kastetmediğini ve
bu sözlerin hakaret suçunu oluşturmadığı halde cezalandırılmasının adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun
bu şikâyetleri maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi ve derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun
esas yönünden adil olup olmaması ile ilgilidir. Öte yandan başvurucu, düşünce
ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak yapılan
soruşturma veya kovuşturmanın belirli bir süre koşullu ertelenmesini emreden
6352 sayılı Kanun hükümlerinin kendisi hakkında uygulanmamasından şikâyetçi
olmuştur. Derece Mahkemeleri başvurucunun eylemini söz konusu Kanun kapsamında
görmemişlerdir. Bu sebeple başvurucunun bu şikâyetinin hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin olduğu açıktır.
26. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın
çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemeleri tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin
kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum
da tespit edilememiştir.
27. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, İlk Derece Mahkemesi
kararının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği
İddiası
28. Başvurucu, düşüncelerini açıklamasından dolayı suçlanması
ve cezalandırılması nedeniyle Anayasa’nın 26. maddesindeki ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca avukatlık mesleğinin ifası
sırasındaki sözlerinin savunma dokunulmazlığı içerisinde kaldığı halde
cezalandırılmasının adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri
sürmüştür. Somut davada başvurucu, sanık değil müşteki avukatıdır. Başka bir
deyişle başvurucunun avukatlık yaptığı davada başvurucu veya vekiline yönelik bir
suç isnadı hakkında karar verilmiş değildir. Başvurucu, avukatlığını yaptığı
müştekilerin adil yargılanmadıklarından da şikâyetçi olmamıştır. Başvurucu,
kendisinin yargılandığı davadan ve cezalandırılmasından şikâyetçi olmuştur. O
halde başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi
de dikkate alınarak bu şikâyetlerin bir bütün olarak Anayasa’nın 26. maddesi
bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
29. Başvurucunun bu şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun
değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Başvurucunun ve Bakanlığın görüşleri
30. Başvurucu, kendisinin hakaret suçundan cezalandırılmasına
neden olan sözleri şikâyetçileri kastederek söylemediğini, müvekkili olduğu
kişilere karşı sürekli olarak evrim teorisini savunmaları nedeniyle hakaret
edildiğini, kendisinin de bunun için evrim teorisinden söz ederek insanların
maymundan türediğini tekrarladığını ve “maymunlar
bile bir yiyecek bulduğunda yarısını annesine götürür. Annelere hakaret
etmezler” dediğini, müştekileri kastederek “keşke maymundan gelselerdi” demediğini
belirtmiştir. Başvurucu, sözlerinin savunma dokunulmazlığı kapsamında
kaldığını, düşüncelerini açıklamasından dolayı suçlanması ve cezalandırılması
nedeniyle Anayasa’nın 26. maddesindeki ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
31. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde,
başvurucunun sözlerinin savunma sınırlarını aşıp aşmadığının değerlendirilmesi
gerektiği, Yargıtayın bu konuda yerleşmiş
içtihatlarının bulunduğu, yargılama sırasında avukatın ifade özgürlüğüne
müdahalenin belirli şartlarda sanığın adil yargılanma hakkı bakımından sorun
çıkartabileceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucunun
şikâyetinin ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi
gerektiği belirtilmiş ve bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları
hatırlatılmıştır.
b. Değerlendirme
32. Somut başvuruya konu hakaret davasında başvurucu,
kullandığı sözlerin hakaret içerdiği kabul edilerek 2.180,00 TL adli para
cezası ile cezalandırılmıştır. O halde söz konusu mahkeme kararı ile
başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
33. Öte yandan söz konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesi
açısından “yasayla öngörülmüş”
olduğu ve Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde “başkalarının şöhret veya haklarının korunması”
şeklinde “meşru bir amaç güttüğüne”
yönelik bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu nedenle geriye söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup
olmadığını belirlemek kalmaktadır.
i. İlgili ilkeler
34. Başvurucunun bir mahkeme kararına yaptığı itirazda sarf
ettiği sözlerden dolayı ceza mahkemesince para cezasına mahkûm edilmesine
ilişkin kararda, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile
başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin
gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.
35. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. …
Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
36. Anılan düzenleme uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü
değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve
kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme”
özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, insanın
serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği
düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya
başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40).
37. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü
düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde
birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve
tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını
tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi
belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §
41).
38. AİHM, ifade özgürlüğünün “toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan
biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini” oluşturduğuna
sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM’e göre “İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı
olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye
değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya
nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve
düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
(bkz. Handyside/Birleşik
Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
39. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında
Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin
açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı;
pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması
için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93,
16/3/2000, §43).
40. İfade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin
ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu
takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri
çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine,
ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği
gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına
ihtiyaç bulunmaktadır (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 48).
41. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik
toplumu, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına
alındığı rejimler olarak tanımlamıştır. Temel hak ve özgürlüklerin özüne
dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum
düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler,
istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin
sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler
(AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Diğer bir deyişle yapılan
sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak kullanılmasını durduruyor veya
aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük
ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa
demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69,
K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
42. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk
kriterleri, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da
istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da
alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir.
Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna
göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da
gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM
kararları için bkz. Axel
Springer AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012).
43. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana
temellerinden olan ifade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca Devletin
veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları
rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun,
hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
44. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada
devreye girecek olan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade
edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile
ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “[T]emel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,]
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek,
amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih
edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
45. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
46. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemesinin
kararında dayandığı gerekçenin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu
inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.
47. Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesine göre ifade
özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunmasıdır.
48. Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 35). Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi,
birçok ihtimalin yanında, adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler
önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen
dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin
şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
49. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif
yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz.
Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi
yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan
müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak
nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla
bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
50. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması
ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması
hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade
özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (bkz. B.No: 2012/1184, 16/7/2014, § 43;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von
Hannover/Almanya (no.2) [BD], B.No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99).
51. Somut başvuruda özellikle “sözlerin hedef aldığı kişinin kimliği ve sözlerin amacı”nın özel önemi
bulunmaktadır. Zira başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında
ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade
vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişilerin, kamu görevlileriyle siyasetçilerin
birbirlerinden ayırarak değerlendirme yapılması gerekir. Özellikle ifade
özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde eğer
şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise koruma üst düzeyde şöhretten
yana tutulmalı, siyasetçinin şöhreti söz konusu ise ilke olarak tercih ifade
özgürlüğünden yana kullanılmalıdır (bkz. B.No:
2012/1184, 16/7/2014, § 43)
52. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup
dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve düşünceyi açıklama
özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkının çatışması
hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has
özelliklerine göre takdir edecektir.
53. Dolayısıyla, başvurucunun müşteki avukatı olarak
bulunduğu bir ceza yargılamasında davanın sanıklarına karşı yönelttiği
sözlerden dolayı hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasının
ölçülü olduğunun kabulü halinde, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçelerinin
inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
ii. Yukarıda Belirtilen
İlkelerin Davaya Uygulanması
54. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma tutanağına
göre başvurucu, “13.10.2006 tarihinde tanık olarak
anneler dinlenmiştir. Bu tarihten sonra İnternet sayfasında Darvin'in evrim
teorisinin yanında olduğumuz iddiası ile çeşitli iftira ve hakarete maruz
kalmaktadırlar. Keşke maymundan gelselerdi, Evrim teorisinde insanların
maymundan türediği söylenmektedir, bende bunu tekrarlıyorum.”
şeklinde sözler sarf etmiştir. Başvurucu, “keşke
maymundan gelselerdi” biçiminde sözleri sanıkları kastederek
söylemediğini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi 24/12/2010 tarihli kararında
başvurucunun söz konusu sözlerinde hakaret kastı bulunmadığı gerekçesi ile
başvurucunun beraatına karar vermiştir.
55. Temyiz üzerine Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 20/2/2013
tarihli ilamında, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 20/2/2013 tarihli ilamında
başvurucunun duruşma sırasında, görülmekte olan dava ile ilgisi bulunmadan,
duruşma tutanağına da yansıyan “keşke
maymundan gelselerdi” biçimindeki sözler söylediğini, bu sözlerin
mağdurların toplum içindeki itibarı ile diğer fertler nezdindeki saygınlığını
rencide edici, şeref ve haysiyetlerine yönelik küçük düşürücü sözler olduğunu
ve suçun unsurlarının oluştuğunu belirterek İlk Derece Mahkemesinin beraat
kararını bozmuştur. Yeniden yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesi
başvurucunun “keşke maymundan gelselerdi”
biçimindeki sözleri mağdurları kastederek söylediğine ve bu sözün 5237 sayılı
Kanun’un 125. maddesi kapsamında kişilerin onur, şeref ve saygınlığını
zedeleyen söz olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
56. Somut bireysel başvurunun incelenmesinde yalnızca ve tek
başına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez.
Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın
kabul ettiği gibi cezalandırılmasına neden olan sözleri söylemediğini ileri
sürmüştür. Buna karşın ilke olarak, derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması ve delillerin değerlendirilmesi,
bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26). Dolayısıyla İlk olarak başvurucunun dava konusu sözleri
söyleyip söylemediği meselesinin bireysel başvuruda incelenmeyeceği ve ikinci
olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin
duruşmada dile getirildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Üçüncü olarak
ise yargılamaya konu “keşke maymundan gelselerdi” şeklindeki ifadenin içinde geçtiği konuşmaların bütünü ile
birlikte ve söylendiği bağlamdan
kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
57. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
kişinin manevi varlığının korunması hakkından faydalanılabilmesi için, kişinin
itibarına yönelik saldırının belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve kişinin
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkından şahsen yararlanmasına
zarar verici nitelikte olmalıdır (B.No: 2012/1184,
16/7/2014, § 59; benzer bir değerlendirme için bkz. A./Norveç, B. No: 28070/06, 9/4/2009, § 64). Somut olayda, başvurucunun,
müvekkillerinin bazı internet sitelerinde hayvan resimleri ile birlikte
gösterilmesi nedeniyle mahkemeye yakınmada bulunduğu, insanın maymundan
türediği temeline dayanan evrim teorisinden bahsettiği ve taraflar arasında bir
tartışma yaşandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, “maymunlar bile bir yiyecek bulduğunda annesine götürür. Annelere
hakaret etmezler” biçiminde bir söz sarf ettiğini ileri sürmüş
olmakla beraber mağdurlar başvurucunun “maymunlar
bile bir yiyecek bulduğunda annesine götürür. Annelere hakaret etmezler”
dedikten sonra mağdurları kastederek “bunlar
ve arkadaşları, keşke maymundan gelselerdi” dediğini, mağdurların bu
sözlerin tutanağa geçirilmesini talep etmeleri üzerine “geçin efendim geçin, bunlara maymun demek hakaret
değil” dediğini ileri sürmüşlerdir. Her iki taraf da mahkemenin
sözleri tam olarak tutanağa geçirmediğinden şikâyetçi olmuşlardır. Buna karşın
ceza davasında başvurucunun mağdurları kastederek “keşke maymundan gelselerdi” şeklinde bir ifade kullandığı
kabul edilmiştir. Somut davada çıkarlar arasında adil bir denge kurulması
sırasında bu hususun da göz önünde bulundurulması gerekir.
58. Başvurucu, müştekilerin çocuklarının annelerine hakaret
etmelerini kastederek maymunların bile annelerine hakaret etmeyeceklerini
söylediğini ileri sürmüştür. Buna karşın her durumda mağdurun, başvurucunun
kullandığı sözlere onun verdiği anlamı bilmesi beklenemez.
59. Söz konusu tartışmanın taraflarının kimlikleri de göz
önünde bulundurulmalıdır. Mevcut başvurudaki gibi şöhreti söz konusu olan kişi
sade vatandaş ise koruma üst düzeyden yapılmalı ve bu durum, dengelemede göz
önünde bulundurulmalıdır (B.No:
2012/1184, 16/7/2014, § 61).
60. Ayrıca başvurucunun eleştirel açıklamalarını yalnızca
duruşmada ifade etmiş olması da bu açıklamalarda yer alan “tahkiri” ortadan kaldırmamaktadır. Her ne
kadar 5237 sayılı Kanun’un 128. maddesinde “Yargı
mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia
ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda
ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez”
hükmü yer almakta ise de bunun için ifadelerin somut uyuşmazlıkla bağlantılı
olması gerekir. Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan, iddia ve savunma
hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilmeyen isnadlar
gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığından söz edilemez. Tahkir
içeren sözlerin somut uyuşmazlıkla bağlantılı olup olmadığının
değerlendirilmesi sorunu hâkimin takdirine bağlı bir husustur. Ancak her
durumda söylenen sözlerin somut uyuşmazlığın sonucunu belirlemede davanın
konusuyla mantıksal açıdan bağlantılı olması, iddia ve savunmaya yarar
sağlaması gerekir. Bu kabulün sonucu olarak tahkir ifadelerine başvurmadan da
iddia, savunma veya itirazlarda bulunulup bulunulamayacağı göz önünde
bulundurulmalıdır.
61. Başvurucunun dava konusu sözlerinde geçen ve mağdurları
kastederek “keşke maymundan gelselerdi”
şeklindeki sözlerinin günümüzde tahkir ifade eden kelimeler olduğu İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtayca kabul edilmiştir.
62. Son olarak, yukarıdaki değerlendirmelerle birlikte,
başvurucunun müvekkillerini söz konusu sözleri söylemeden de temsil etmesi ve
savunmasının mümkün olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun
yargılanmasına neden olan sözler, fikirlerin tartışıldığı bir ortamda veya
gazete yazısı gibi bir basın faaliyetinin gerçekleştirilmesi sırasında
söylenmiş sözler değildir. Başvurucu, profesyonel Avukatlık mesleğini icra
ettiği sırada kullandığı sözlerden dolayı yargılanmıştır.
63. İlk Derece Mahkemesinin ileri
sürdüğü gerekçeler, başvuranın ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için
yeterli ve ilişkili bir gerekçelendirme sayılmalıdır. Bu nedenle İlk Derece
Mahkemesince verilen kararda, ilgili çıkarlar arasında adil bir denge
kurulmadığı söylenemez. Sonuç olarak, yukarıdaki hususlar dikkate alındığında,
başvurucunun mağdurlara karşı kullandığı sözlerden dolayı aleyhine açılan ceza
davasında 2.180,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmesinden ibaret müdahalenin amaçlanan hedefler açısından orantılı olduğu
ve bu bağlamda demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülülük ilkesine uygun
olduğu kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın adilliğine ilişkin şikâyetleri yönünden
başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İfade özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri yönünden başvurunun
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun, ifade özgürlüğünün
ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 26. maddesinin birinci
fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu
üzerinde bırakılmasına,
11/3/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.