TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HANEFİ AVCI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2814)
Karar Tarihi: 18/6/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Hanefi AVCI
Vekili
Av. Refik Ali UÇARCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında verilen tutuklama kararının hukuka aykırı olduğunu, tutukluluk ve tutukluluğun devamına ilişkin mahkeme kararlarına karşı yaptığı itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini, bu kararlara karşı ulusal hukukta etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu, suçluluğu hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin masumiyet karinesini zedelediğini, aynı dosya kapsamında örgüt üyeliği suçlaması yöneltilen bazı sanıklar serbest bırakılırken kendisinin tutuklu bulundurulduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 16/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1868 sayılı soruşturması kapsamında, terör örgütü ve mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etmek, soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal, yargı görevini yapanları etkileme, terörle mücadelede görev alan kişileri hedef gösterme suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarih ve 2010/53 sorgu numaralı kararı ile “Terör örgütü mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etmek, soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal, yargı görevini yapanları etkileme, terörle mücadelede bulunan kişileri hedef gösterme suçlamasına dayalı olarak şüpheliye yüklenen suçların niteliği, aleyhine mevcut delil durumu, yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, yüklenen bir kısım suçların CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri yok etme, değiştirme veya değiştirme olasılığı” gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır.
9. Başvurucu, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarihli tutukluluk kararına karşı 5/10/2010 tarihinde “… tutuklama sebeplerinin yüzüne karşı huzurda okunmadığını, mevcut delillerin lehine olduğunu, sorguda kendisince kaleme alınan kitapta yazılanlar dışında hiçbir şeyi kabul etmediğini, kitapta suç doğuran bir eylemin olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 9. ve 10. maddeleri bağlamında düşünce ve ifade özgürlüğüne dayalı bu kitapta aydın sorumluluğu ile geleceğe seslendiğini, bireyi öne çıkaran özgürlükçü anlayış çerçevesinde CMK’nın 100. maddesinde tutuklamanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere göre tutuklu yargılanmanın istisnai olduğunu, tutuksuz yargılanmanın ise artık kural haline dönüştüğünü, esasa ilişkin delillerin bütünüyle toplandığını, delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığını, tutukluluğun bir tedbir olduğunu, hakkında somut, yeterli ve maddi deliller bulunmadığından CMK. 223. maddesinin 2. fıkrası gereğince beraat etmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu, CMK’nın 200 ve devamı madde hükümlerine göre bihakkın veya sayın mahkeme aksi kanaatte ise kefaletle veya adli kontrol tedbirlerinden birine başvurularak serbest bırakılmasına karar verilmesi gerektiği”ni dile getirerek tahliye talebinde bulunmuştur.
10. Başvurucunun tutukluluk haline ilişkin olarak, 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince resen gerçekleştirilen inceleme sonucunda “… üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması, tutuklama sebeplerinin halen devam ediyor olması, soruşturmanın henüz tamamlanmamış olması, tutuklamaya alternatif tedbirlerin şüpheli açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle 26/11/2010 tarih ve 2010/1331 Değişik İş sayılı kararıyla tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun da aralarında bulunduğu 22 şüpheli hakkındaki 24/1/2011 tarihli iddianamesi 4/2/2011 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir.
12. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 13/4/2011 tarihli birinci duruşmada başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
13. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli duruşmada verdiği tutukluluk halinin devamına dair karara karşı 19/4/2011 tarihinde itiraz etmiş, itirazı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve 2011/308 Değişik İş sayılı kararıyla “… sanığın üzerine atılı suçun yaptırımı, kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgular ve atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde yazılı suçlardan olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.
14. Başvurucu, 17/11/2011, 6/2/2012, 30/4/2012, 6/7/2012, 7/8/2012, 5/10/2012, 26/11/2012, 4/1/2013 tarihlerinde tutukluluk haline son verilmesi istemiyle mahkemeye başvurmuş, ancak bu talepleri ilgili mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu tarafından mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir.
15. Başvurucu son olarak, tutukluluk haline son verilerek tahliye edilmesi istemiyle 4/2/2013 tarihinde İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2013 tarihli 17. celsede başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
16. Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair bu karara itiraz etmiş, itirazı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2013 tarih ve 2013/78 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 1/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucunun tutukluluk durumu ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi gereğince 22/6/2011, 21/7/2011, 10/1/2012, 21/6/2013, 19/7/2012, 6/9/2012, 20/11/2012, 18/12/2012, 22/1/2013, 26/2/2013 tarihlerinde İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince resen değerlendirilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
18. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararı ile başvurucunun “yasa dışı silahlı Devrimci Karargah terör örgütü ve mensuplarına yardım etmek” suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin (7) numaralı, 314. maddesinin (2) numaralı fıkraları gereğince beş yıl yedi ay hapis cezası ile; “ruhsatsız vahim nitelikte tam otomatik ve yarı otomatik silah taşımak” suçundan beş yıl hapis ve adli para cezası ile; “yargı görevini yapan görevlileri etkilemek” suçundan iki yıl altı ay hapis cezası ile; “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçundan iki yıl iki ay yirmi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmen tutukluluk halinin devamına ve resmi belgede sahtecilik suçundan ise suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.
19. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili Hukuk
20. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:
“Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.”
21. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesi şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
22. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…”
23. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“…
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarih ve 2013/2814 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu;
i. Özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin mahkemece verilen kararların hukuka aykırı olduğunu, tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiğini ve ulusal hukukta hukuka aykırı tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına karşı itiraz edebileceği etkili bir yolun bulunmadığını ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 13. maddesinin,
ii. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi çerçevesinde mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığını ileri sürerek Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
iii. Tutuklanmasının hukuka uygun olmadığını ve tahliye taleplerinin hiçbir olguya dayanmaksızın formül gerekçelerle reddedildiğini ileri sürerek Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
iv. Tahliye taleplerinin reddine dair itirazlarının da formül gerekçelerle reddedildiğini ileri sürerek Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
v. Tutukluluk halinin devamını haklı kılacak yeterli neden ve makul şüphenin bulunmadığını, kendisi hakkındaki suçlamaların özgürlüğünün sınırlanması konusundaki lehte ve aleyhte tüm hususlar araştırılmaksızın ve herhangi bir delil olmaksızın sadece kendisince kaleme alınan kitaptan yapılan alıntılara dayandırıldığını, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu, aynı dosya kapsamında örgüt üyeliği suçlaması yöneltilen bazı sanıklar serbest bırakılırken kendisinin tutuklu bulundurulduğunu ileri sürerek Sözleşme’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasının,
vi. Gözaltına alındığı tarih ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi arasında suçlu olduğuna dair herhangi bir kanıt ortaya konulmamasına rağmen tutukluluk halinin devam ediyor olması nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki “masumiyet karinesi”nin
ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebini saklı tutmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Tutukluluk Kararlarına Karşı Etkili Bir Başvuru Yolu Bulunmadığı İddiası
26. Başvurucu, hukuka aykırı şekilde verilen tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına karşı itiraz edebileceği etkili bir yolun bulunmadığını ileri sürmüştür.
27. Adalet Bakanlığı, mahkemelerce resen gerçekleştirilen tutukluluk incelemeleri neticesinde verilen kararların başvurucuya bildirilmediği yönündeki şikâyetin 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine ilişkin olduğunu, bu türden şikâyetlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası çerçevesinde incelendiğini, Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının tutuklu kişilerin her türlü tahliye talebinde ileri sürdüğü gerekçelerin tümüne açıklama getirme yükümlülüğü içermediğini, ancak bu talepleri inceleyen mahkemenin tutmanın hukuka uygunluğunu şüpheye düşürmeyecek türden somut iddia ve bulgulara yer vermesi gerektiğini belirtmiştir.
28. Başvurucu, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamış ve bu konuda yeni bir beyanda bulunmamıştır.
29. Bireysel başvuru incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Etkili başvuru hakkı, Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde düzenlenmiştir.
30. Başvurucunun, Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilmesi gerekmektedir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
31. Somut olayda başvurucunun iddiasının özü, tutukluluk kararlarına karşı yaptığı itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmesine ilişkindir. Başvurucunun bu iddiasının Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde incelenmesi gerekir.
b. Derece Mahkemesince Resen Gerçekleştirilen Tutukluluk İncelemeleri Sonucunda Verilen Kararların Kendisine Bildirilmemesi Nedeniyle Bu Kararlara İtiraz Etme İmkânı Bulamadığı İddiası
32. Başvurucu, tutukluluk durumuna ilişkin olarak Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen incelemeler sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığını ileri sürmüştür.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun söz konusu şikâyetinin, Derece Mahkemesince 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılan incelemeye ilişkin olduğunu, hem tahliye taleplerini hem de tutukluluğun devamına karşı yapılan itirazların incelenmesini kapsayacak şekilde belli bir mahkeme nezdinde yapılan tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurularının AİHM’ce Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası çerçevesinde değerlendirildiğini ve tutukluluğun devamına dair periyodik olarak gerçekleştirilen incelemelerin bu hakkın kapsamına girmediğini belirtmiştir.
34. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
35. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
36. Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
38. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinde, soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100. madde hükümleri göz önünde bulundurularak; kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.
39. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak değerlendirme resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32).
40. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığı” yönündeki şikâyetlerinin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Kuvvetli Suç Şüphesi ve Tutuklama Nedenleri Bulunmadığı Halde Özgürlükten Mahrum Bırakılma İddiası
41. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını ileri sürmüştür.
42. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM kararlarına göre, bir suç işlediği şüphesiyle hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgili kişinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles) bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini ve Anayasa Mahkemesince de benzer bir yaklaşımın benimsendiğini belirtmiştir.
43. Başvurucu, iddia olunan örgütle hiçbir ilişkisinin bulunmadığını, soruşturma kapsamındaki örgüt üyesi olduğu iddia edilen şüpheli N. K. ile arkadaş olması dışında bir ilişkisinin olmadığını, soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği yönündeki suçlamanın gerçeği yansıtmadığını, isnat edilen ruhsatsız silah bulundurma iddiasının gerçeği yansıtmadığını, silahların olağanüstü hal mevzuatına göre ruhsatlandırılmış olduğunu, evinde bulunan diğer silahların ise eşi adına kayıtlı olduğunu, sabit ikametgâhı bulunduğundan kaçma şüphesinden bahsedilemeyeceğini, delilleri etkileme olasılığının olmadığını, zira delil olarak ortaya konan tape kayıtlarının, yazdığı kitabın, Eskişehir’de ele geçirildiği iddia edilen silahların hali hazırda adli mercilerin elinde olduğunu, keyfi olarak tutuklandığını, tutuklamayı gerektirecek hiçbir kamu yararı bulunmadığını, soruşturma makamlarının, ellerindeki tüm verileri basına sızdırarak suç varmış algısı yarattıklarını ileri sürerek Bakanlığın görüşüne katılmamıştır.
44. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
45. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
46. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
47. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
48. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
49. Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
50. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1868 sayılı soruşturması kapsamında, terör örgütü ve mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etmek, soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal, yargı görevini yapanları etkileme, terörle mücadelede görev alan kişileri hedef gösterme suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarih ve 2010/53 sorgu numaralı kararı ile tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe olarak, “Şüpheliye yüklenen suçların niteliği, aleyhine mevcut delil durumu, yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların mevcudiyeti, yüklenen bir kısım suçların CMK. 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibariyle bir kısım delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme olasılığı göz önüne alınarak CMK. 100 ve devamı maddeleri” gösterilmiştir.
51. Savcılıkça düzenlenen iddianame incelendiğinde özetle, başvurucunun, iddia olunan “Devrimci Karargâh Örgütü” üyelerine bilerek ve isteyerek yardım ettiği, soruşturma kapsamındaki örgüt üyesi olduğu iddia edilen şüpheli N. K.’ye bilgi aktardığı ve polis takibinden kurtulması için yardımda bulunduğu, bu durumun şüpheli tarafından yazılan “Haliçte Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitapta anlatılan telefon görüşmelerine ilişkin belgeler ile şüpheli N. Ç.’yle yapmış olduğu telefon görüşmelerinin içeriğinden anlaşıldığı, soruşturmanın gizliliğini ihlal eden eylemlerinin tespit edildiği, Eskişehir ilinde bulunan ikametinde sahte nüfus cüzdanları, ehliyet ve pasaportların ele geçirildiği, ele geçirilen diğer belgeler içerisinde gizli ibareli askeri dokümanların yer aldığı, Eskişehir ili Emniyet Müdürlüğündeki makamında yapılan aramalarda izinsiz dinleme sonucu elde edilen ses kayıtlarının ele geçirildiği ve kişisel veri niteliğindeki bilgileri sakladığı, ikametinde ruhsat süresi dolmuş ve veriliş amacı ortadan kalkan silahların ele geçirildiğinden bahisle kamu davası açıldığı görülmektedir.
52. Dava dosyasının incelenmesinden, başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu iddialarının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
53. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
54. Başvurucu, gözaltına alındığı tarih ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi arasında suçlu olduğuna dair herhangi bir kanıt ortaya konulmamasına rağmen tutukluluk halinin devam ediyor olmasının “masumiyet karinesi”ni ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
55. Adalet Bakanlığı, başvurucunun bu iddiasının Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
56. Başvurucu, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamış ve bu konuda yeni bir beyanda bulunmamıştır.
57. Başvurucunun iddiasının özü hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı ve uzun bir süredir tutuklu olduğuna ilişkindir. Başvurucunun kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı yönündeki iddiası yukarıda incelenmiş olup bu iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (§§ 41-53). Başvurucunun uzun bir süredir tutuklu bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının ise Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
e. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden
58. Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
59. Başvurucu, tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının hiçbir olguya dayanmaksızın formül gerekçelerle reddedildiğini ve uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
60. Adalet Bakanlığı, AİHM kararlarına göre, tutukluluk süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk defa yakalanıp gözaltına alındığı tarih olduğunu, bu sürenin, kişinin serbest bırakılmasıyla ya da derece mahkemesinin kararıyla sona erdiğini, derece mahkemesinin karar ile birlikte tutukluluğun “mahkûmiyet sonrası tutma” haline dönüştüğünü, kaçma şüphesi, yargılamayı etkileme tehlikesi, yeniden suç işleme riski veya kamu düzeninin bozulması tehlikesinin bulunmasının belli bir süreye kadar devam eden tutukluluğun meşru kabul edilmesi için yeterli olduğunu, belirli bir sürenin ötesine geçen bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken, makul şüphenin varlığını sürdürüp sürdürmediğinin, yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının incelenmesi gerektiğini, ayrıca davanın karmaşıklığının ve suçlamaların niteliğinin, isnat olunan suçun organize suç ile mücadele kapsamında olup olmadığının her başvurunun kendi özellikleri çerçevesinde ele alınması gerektiğini ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarının da bu yönde olduğunu belirtmiştir.
61. Adalet Bakanlığı ayrıca, suç işlediğinden kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanmaması ve tutukluluğunun uzatılmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi tutuklama olarak değerlendirilemeyeceğini, aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermenin ya da tutukluluğu devam ettirmenin bu çerçevede değerlendirilemeyeceğini ve Anayasa Mahkemesince de benzer bir yaklaşımın benimsendiğini belirtmiştir.
62. Başvurucu, 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun ile öngörülen adli kontrol hükümlerinin hakkında uygulanmadığını, aynı davada yargılanan bazı kişiler tahliye edilmelerine rağmen kendisinin tahliye edilmediğini, tutukluluğun kasıtlı olarak devam ettirildiğini, örgüt mensubu olduğu iddia edilen N. K. isimli sanık serbest bırakılırken bu kişiye yardım ettiği iddiasıyla yargılanan kendisinin tutuklu bulundurulmaya devam edildiğini, hukuka aykırı olarak kendisini dinleyen iki polisin yerlerinin değiştirildiğini ve haklarında soruşturma açıldığını, uzun süredir tutuklu olduğunu ve tutukluluğunun haksız olarak uzatıldığını belirterek Bakanlığın görüşüne katılmamıştır.
63. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
64. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
65. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
66. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
67. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63). Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 43).
68. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
69. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
70. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 79).
71. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
72. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66-67).
73. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
74. Başvurucu, öncelikle uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür. Somut olayda başvurucu 28/09/2010 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararı ile hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Buna göre başvurucu yaklaşık 2 yıl 10 ay boyunca bir suç isnadına bağlı olarak özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
75. Somut olayda başvurucu ayrıca tutukluluğa itiraz ve itiraz ret kararlarının gerekçelerinin yetersiz olduğunu ileri sürmüştür.
76. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli birinci celsesinde “dava dosyasının İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/213 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/213 Esas sayılı dava dosyasında devam dilmesine ve sanıkların yasadışı Devrimci Karargah silahlı terör örgütü üyesi olduklarına ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu ve devam ettiği anlaşıldığından atılı eylemin CMK. 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olduğu” gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
77. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli duruşmada verdiği tutukluluk halinin devamına dair karara karşı 19/4/2011 tarihinde “28/09/2010 tarihinde tutuklandığını ve 13/04/2011 tarihinde ilk kez yaklaşık 7 ay sonra mahkeme huzuruna çıkarıldığını, soruşturma ve yargılama aşamalarında savunmaya ilişkin Anayasal ve yasal taleplerinin hiç bir biçimde karşılanmadığını, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, savunma dilekçesinin de dikkate alınıp tutukluluk halinin devamına ilişkin kararın itirazen kaldırılmasına karar verilmesini” talep etmiştir.
78. Başvurucunun itirazı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve 2011/308 Değişik İş sayılı kararıyla “… sanığın üzerine atılı suçun yaptırımı, kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgular ve atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde yazılı suçlardan olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.
79. Başvurucu, yargılamasının ilerleyen aşamasında, 17/11/2011, 6/2/2012, 30/4/2012, 6/7/2012, 7/8/2012, 5/10/2012, 26/11/2012, 4/1/2013 tarihlerinde tutukluluk haline son verilmesi istemiyle mahkemeye başvurmuştur. Başvurucunun tahliye talepleri özetle; başvurucu hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesinin varlığını göstermesi, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı şeklindeki gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir.
80. Başvurucu son olarak, tutukluluk haline son verilerek tahliye edilmesi istemiyle 4/2/2013 tarihinde İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2013 tarihli 17. celsede önceki gerekçelerini tekrarlayarak başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
81. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş, itirazı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2013 tarih ve 2013/78 Değişik İş sayılı kararı ile “İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince 4/2/2013 tarihinde verilen tutukluluk halinin devamına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı 1/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
82. Başvurucunun tutukluluk durumu ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi gereğince 22/6/2011, 21/07/2011, 10/1/2012, 21/6/2013, 19/7/2012, 6/09/2012, 20/11/2012, 18/12/2012, 22/01/2013, 26/2/2013 tarihlerinde İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince resen değerlendirilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
83. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
84. Her ne kadar bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekse de özellikle belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, kişiselleştirmeyi engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz.
85. Somut olayda, Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
86. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
87. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
88. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
89. Kararın birer örneğinin mahkemesine ve Yargıtaya gönderilmesi gerekir.
90. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. “Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığı” iddialarının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığına” ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Kararın birer örneğinin mahkemesine ve Yargıtaya gönderilmesine,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.