TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAİL ARTUÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2839)
|
|
Karar Tarihi: 3/4/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Nail ARTUÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, babasının hastalığına ilişkin teşhisin
zamanında konulmadığı ve tedavisinin gecikmesine sebebiyet verdiğini ileri
sürdüğü doktor hakkında Savcılığa şikâyette bulunmasına rağmen soruşturma izni
verilmemesi nedeniyle doktor hakkında ceza davası açılamadığından bahisle yaşam
hakkının ve sağlıklı yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat
talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu tarafından 25/4/2013 tarihinde Bursa
2. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun babası Mehmet ARTUÇ, 21/9/2011 tarihinde
rahatsızlanmış ve saat 18.00 sıralarında Bursa Şevket Yılmaz Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Acil Servisine başvurmuştur. Acil serviste görevli Dr. N.
Ç.’nin hastayı muayenesinde, rektal
bölgede 1 cm2’lik sarılık görülmüş, çok acı çektiği için hastaya ağrı kesici
iğne yapılmış ve genel cerrahi polikliniğinden randevu alınması gerektiği
belirtilerek hasta taburcu edilmiştir.
6. Başvurucu, hasta babasına 2 gün sonrası yani 23/9/2011
tarihi için cerrahi polikliniğinde randevu alabilmiştir. Bu tarihte
poliklinikte görevli Dr. S. S.’nin hastayı muayenesinde,
vücudunun kalça kısmında yaklaşık 40 cm2’lik kararmış bir bölge olduğu görülmüş
ve durumunun kritik olduğunun anlaşılması üzerine, hasta saat 13.00 sıralarında
ameliyata alınmıştır.
7. Fornier kangren teşhisi konulan
başvurucunun babası, ilk ameliyatından sonra birçok ameliyat geçirmesine rağmen
kurtarılamamış ve ilk teşhisin konulduğu tarihten yaklaşık 4 ay sonra 18/1/2012
tarihinde vefat etmiştir.
8. Başvurucu, 6/7/2012 tarihinde Bursa Cumhuriyet
Başsavcılığına (Savcılık) başvurmuş ve olay tarihinde acil serviste görev yapan
Dr. N. Ç.’nin tedavinin gecikmesine sebebiyet
verdiğini ileri sürmüştür.
9. Savcılık, 10/7/2012 tarih ve 2012/41574 sayılı yazısıyla,
Bursa Valiliğinden Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli Dr.
N. Ç. hakkında görevi kötüye kullanmak ve taksirle ölüme sebebiyet vermek
suçlarından 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 3. ve 6. maddeleri gereğince
inceleme yapılarak soruşturma izni verilip verilmeyeceğine dair kararın
Savcılığa gönderilmesini talep etmiştir.
10. Bursa Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, 19/7/2012 tarih
ve 172-9924 sayılı yazısıyla, Bursa Zübeyde Hanım Doğumevi Baştabip Yardımcısı
S. H.’yi ön inceleme raporunu hazırlamak üzere
görevlendirmiştir. Muhakkik S. H., bu kapsamda başvurucu Nail ARTUÇ’un, genel cerrahi uzmanı Dr. S. S.’nin ve hakkında şikâyet bulunan Dr. N. Ç.’nin ifadelerini almış ve hastalık hakkında kendisi de
araştırma yaparak bir ön inceleme raporu hazırlamıştır. Ön inceleme raporunda, “… hastanın muayene ve tedavisinin yapılarak
polikliniğe yönlendirildiği, hastalığın seyri ve çok nadir görüldüğü ve ölümcül
bir hastalık olduğu …” açıklanmış ve doktor hakkında soruşturma izni
verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
11. Bursa Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, 29/8/2012 tarih
ve K.2012-498-01-02/109 sayılı kararıyla, ön inceleme raporu doğrultusunda
soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
12. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmesi üzerine,
Bursa Bölge İdare Mahkemesi (Mahkeme) 13/11/2012 tarih ve E.2012/444,
K.2012/460 sayılı kararıyla, “…ön inceleme
raporunda hastanın muayene ve
tedavisinin yapılarak polikliniğe yönlendirildiği, hastalığın seyri ve çok
nadir görüldüğü ve ölümcül bir hastalık olduğu belirtilmiş ve bu rapora
dayanılarak itiraza konu anılan karar oluşturulmuş ise de; Dr. N. Ç. tarafından
yapılan işlemlerin tıp biliminin gereklerine uygun yapılıp yapılmadığının,
gerekirse konunun uzmanlarından oluşturulacak tarafsız bilirkişilerden alınacak
rapor sonrasında değerlendirilmesi gerekirken, bu değerlendirmeler
yapılmaksızın eksik incelemeye dayanılarak oluşturulan ön inceleme raporu esas
alınarak verilen yetkili mercii kararında mevzuata uygunluk görülmediği…” gerekçesiyle
itirazın kabulüne karar vermiş ve yeniden karar verilmek üzere dosyayı Bursa
Valiliğine iade etmiştir.
13. Bursa Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 4/12/2012
tarihli yazısıyla, S. H. yeniden ön inceleme raporunu hazırlamak üzere
görevlendirilmiştir.
14. Mahkemenin kararında belirtilen eksiklikler dikkate
alınarak Dr. N. Ç. tarafından yapılan işlemlerin tıp biliminin gereklerine
uygun yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi amacıyla Uludağ Üniversitesi
Genel Cerrahi, Acil Tıp ve Üroloji Ana Bilim Dallarında görevli 3 öğretim
üyesinin oluşturduğu heyetten (olaya ilişkin yöneltilen 7 soru yoluyla)
bilirkişi görüşü alınmış, ilgili kişilerin ifadelerine yer verilmiş ve yeni bir
ön inceleme raporu hazırlanmıştır.
15. Bursa Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, ön inceleme
raporunu incelemiş ve rapor doğrultusunda 18/1/2013 tarih ve
K.2013-498-01-02/08 sayılı kararıyla soruşturma izni verilmemesine karar
vermiştir.
16. Bu karara yapılan itiraz, Mahkemenin 12/3/2013 tarih ve
E.2013/80, K.2013/148 sayılı kararıyla, “…
isnat edilen eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılmasını
gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı…” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
17. Anılan karar, 9/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş ve süresi içerisinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
18. 4483 sayılı Kanun’un “İzin
vermeye yetkili merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
(e) bendi ile son fıkrası şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi
…
b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında vali,
…”
19. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme” başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya
kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci,
anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla
yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi,
ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.”
20. 27. 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı 6. maddesi
şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya
diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde
bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek
durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi
tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı
belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
21. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
22. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
23. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717,
K.2011/129, sayılı kararı şöyledir:
“…
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği
sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için
gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli
olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel
olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle
davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/1.md. ) O nedenle
doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun
unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi
için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan
zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri
eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak
zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve
bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri
arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde
tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en
emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta
), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında
titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken
özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü
uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve
kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu
tutulmamalıdır.
…”
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E.
2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı şöyledir:
“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü
iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi
doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen
doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.
…”
26. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve
E.2011/19947, K.2012/3097, sayılı kararı şöyledir:
“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava
temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet
görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil
ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın
yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan
zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna
ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif
kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun
tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde
dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve
hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh
sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa
etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte
sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır….”
27. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarih ve
E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:
“…
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava
açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 3/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 25/4/2013 tarih ve 2013/2839 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, rahatsızlanan babasının muayenesi için Bursa
Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisine müracaat ettiğini,
hastanede nöbetçi genel cerrahi uzmanı olmasına rağmen Dr. N. Ç.’nin uzmandan görüş almadan ağrı kesici iğne yaparak
babasını taburcu ettiğini, iki gün sonra başvurdukları genel cerrahi
polikliniğinde babasına fornier kangren teşhisi
konulduğunu ve hemen ameliyata alındığını, bir dizi ameliyat sonrası babasının
vefat ettiğini belirterek tedavinin gecikmesine sebebiyet veren Dr. N. Ç.
hakkında şikâyetçi olduğunu ve fakat ilgili doktor hakkında görevi kötüye
kullanma ve taksirle ölüme sebebiyet verme suçlarından soruşturma izni
verilmediğini belirterek Anayasa’nın 17. ve 56. maddelerinde güvence altına
alınan yaşam hakkının ve sağlık hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam
hakkının yanı sıra 56. maddede düzenlenen sağlık hakkının da ihlal edildiği
ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun şikâyetleri Anayasa’nın 17.
maddesinde düzenlenen yaşam hakkı açısından incelenmiştir.
31. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
32. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
33. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre,
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları
kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede
olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik
ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal
tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
34. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden
ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını
tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini
kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.
35. Devlet, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek
zorundadır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Calvelli ve Ciglio/İtalya, B. No:
32967/96, 17/1/2002, § 49, Sevim
Güngör/Türkiye, B. No. 75173/01, 14/4/2009).
36. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu
usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının
sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek
etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel
amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye
almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır
(B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
37. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre,
genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi tıbbi
ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59,
benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa[BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya,
32967/96, 17/1/2002, § 51).
38. Bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza
soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına
gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikayetler konusunda
temel başvuru yolu hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Karakoca/Türkiye, B. No: 46156/11,
21/5/2013).
39. Bu bağlamda başvuru konusu olayın koşullarına
bakıldığında, 21/9/2011 tarihinde ilk kez tedavi için hastaneye giden
başvurucunun babası, iki gün sonra 23/9/2011 tarihli ilk ameliyatını geçirmiş,
sonrasında tedavisine devam edilmiş, ancak birçok ameliyat geçirmesine rağmen
18/1/2012 tarihinde vefat etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, 6/7/2012 tarihinde
Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve 21/9/2011 tarihinde acil serviste
görev yapan Dr. N. Ç.’nin muayene sonrasında derhal
genel cerrahi uzmanından görüş almamak suretiyle tedavinin gecikmesine
sebebiyet verdiğini ileri sürmüştür.
40. Başvuruda ceza soruşturmasına yönelik olarak ileri
sürülen şikâyetler açısından, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan
tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (B. No:
2013/841, 23/1/2014, § 94). Soruşturmanın
etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete
geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine imkan sağlayacak bütün delillerin toplanması gerekmektedir (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 57).
41. Başvuru konusu olayda, başvurucunun babasının yaşamını
kaybettiği tarihten yaklaşık 6 ay sonra yapılan şikâyet üzerine, Bursa
Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından derhal soruşturma başlatıldığı,
soruşturmanın açılmasından üç gün sonra 10/7/2012 tarihinde Bursa Valiliğinden
Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli Dr. N. Ç. hakkında görevi
kötüye kullanmak ve taksirle ölüme sebebiyet vermek suçlarından 4483 sayılı
Kanun gereğince inceleme yapılarak soruşturma izni verilip verilmeyeceğine dair
kararın Savcılığa gönderilmesinin talep edildiği görülmektedir.
42. Bursa Valiliği, muhakkik olarak tayin edilen bir doktor
tarafından hazırlanan (başvurucunun, ilk ameliyatı yapan genel cerrahi uzmanı
doktorun ve şikâyet edilen Dr. N. Ç.’nin ifadelerinin
de yer aldığı) ön inceleme raporuna istinaden söz konusu doktor hakkında
soruşturma izni verilmemesine karar vermiş, bu karara yapılan itiraz üzerine
Bursa Bölge İdare Mahkemesi “… hastanın
muayene ve tedavisinin yapılarak polikliniğe yönlendirildiği, hastalığın seyri
ve çok nadir görüldüğü ve ölümcül bir hastalık olduğu belirtilmiş ve bu rapora
dayanılarak itiraza konu anılan karar oluşturulmuş ise de Dr. N. Ç. tarafından
yapılan işlemlerin tıp biliminin gereklerine uygun yapılıp yapılmadığının,
gerektiğinde konunun uzmanlarından oluşturulacak tarafsız bilirkişilerden
alınacak bir rapor sonrasında değerlendirilmesi gerekirken, bu değerlendirmeler
yapılmaksızın eksik incelemeye dayanılarak oluşturulan ön inceleme raporu esas
alınarak verilen yetkili merci kararında mevzuata uygunluk görülmemiştir.”
gerekçesiyle itirazın kabulüne karar vermiştir.
43. Bu karar sonrasında, muhakkik olarak tayin edilen doktor
tarafından konu hakkında uzman Uludağ Üniversitesi Genel Cerrahi, Acil Tıp ve
Üroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinin görüşlerine istinaden ikinci kez
hazırlanan ön inceleme raporunda tıbbi açıdan hangi nedenlerle söz konusu
doktora sorumluluk atfedilemeyeceği ve “soruşturma
izni verilmemesi netice ve kanaatine varıldığı” ifade edilmiş, bu
rapor doğrultusunda Bursa Valiliği tarafından “…
bilirkişi heyeti açıklamalarına göre tanısı 1 hafta ile 10 günü geçen vakaların
gecikmiş vakalar olarak tanımlandığı, makatta ağrı şikayeti ile başvuran Mehmet
ARTUÇ 21/9/2011 tarihinde … ağrı şikayeti olup, fiziki muayenesi normal
değerlendirilip, iki gün içerisinde fournier gangrenine klinik olarak ilerleyebilir ve oturabilir olduğu
…” gerekçesiyle yine soruşturma izni verilmemesine karar
verilmiştir. Bursa Valiliği tarafından verilen bu kararda, Bursa Bölge İdare
Mahkemesinin ilk karara yapılan itirazın kabulüne ilişkin kararda değindiği
eksikliğin giderildiği ve 7 soru başlığı altında olayın ne şekilde cereyan
ettiği, hastalığın erken teşhis edilememesinde ve gerçekleşen ölümde ilgili
doktorun rolünün olup olmadığının detaylı bir şekilde ortaya konulduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından bu karara yapılan itiraz Bursa Bölge
İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.
44. Ceza soruşturmasına ilişkin süreç incelendiğinde, başvurucunun
şikâyeti üzerine, Savcılık tarafından yaşanan ölümden sorumlu olduğu ileri
sürülen doktor hakkında görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma
suçlarına ilişkin derhal hazırlık soruşturmasının başlatıldığı, sonrasında 4483
sayılı Kanun hükümleri uyarınca soruşturma dosyasının Bursa Valiliğine
gönderildiği, hakkında şikâyet bulunan doktorun görev aldığı sağlık kurumundan
farklı bir kurumda görevli ve konunun uzmanı doktorlar tarafından hangi
nedenlerle söz konusu doktorun sorumluluğunun bulunmadığını teknik olarak
açıklayan ön inceleme raporuna istinaden soruşturmaya izin verilmediği,
başvurucunun (Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu bireysel başvuru formunda da yer
verdiği gerekçelerle) karara itiraz ettiği, ancak Bursa Bölge İdare
Mahkemesinin ön inceleme raporu ve eki belgelere göre ilgililere isnat edilen
eylemin haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından
bahisle soruşturma izni verilmemesine dair yetkili merci kararına yapılan
itirazı reddettiği, bu şekilde başvurucunun soruşturmanın açıklığını temin
edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecek bir şekilde soruşturma sürecine
dâhil olabildiği görülmektedir. 4483 sayılı Kanun'un konu hakkındaki hükümleri
göz önünde bulundurulduğunda, yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu ortaya
koyacak bir eksiklik veya soruşturmayı yürüten yetkililere yüklenilebilecek
ihmali bir davranış da bulunmamaktadır.
45. Bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının amacı,
yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve
vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek
üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil,
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
Tıbbi ihmaller sonucunda meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarına ilişkin
yürütülen soruşturma sonucunda mutlaka herhangi bir kişinin cezai
sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Anayasa'nın 17.
maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri (başvuru konusu olayda doktoru) belirli
bir suç (görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçu) nedeniyle
yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya
da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına
gelmemektedir.
46. Başvuruda ileri sürülen doğru teşhisin zamanında
konulmaması ve gerekli tedavinin uygulanmaması suretiyle yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiaları açısından yaşam hakkına ilişkin bir
ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve
derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (B. No: 2013/2075, 4/12/2013, §
75). Başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktor hakkında suç
duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla
birlikte, doktorun veya hastanenin idari ve hukuki sorumluluklarına ilişkin
herhangi bir kanun yoluna başvurmadığı görülmektedir. Yargıtay’ın yukarıda yer
verilen (§ 24-27) konu hakkındaki içtihadı dikkate alındığında, ceza kanunları
uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da, husumetin yöneltileceği
kişiye bağlı olarak, 2577 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un yukarıda yer
verilen (§ 21-23) hükümleri uyarınca kusura ve hatta kusursuz sorumluluğa
dayalı olarak idareye veya kişilere yönelik idare ve hukuk mahkemeleri önünde
uğranılan zararları tazmin yolları düzenlenmiştir (B. No: 2013/2075, 4/12/2013,
§ 74).
47. Başvuru konusu olayda cezai sorumluluğun tespiti için
ilgili kanun yoluna başvuran ancak sonuç alamayan başvurucu açısından da
değinilen hukuki ve idari kanun yollarına başvurma imkânları bulunmaktadır. Bu
nedenle, yapılan tıbbi müdahale açısından ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz
edilemeyecektir.
48. Açıklanan nedenlerle, zamanında ve yeterli tedavi
hizmetinin verilmemesi suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle:
A. Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında
incelenmesine,
B. Başvuruda yer alan, zamanında ve yeterli tedavi hizmetinin
verilmemesi suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
3/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.