logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ayser Demiralp [2.B.], B. No: 2013/2849, 7/1/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYSER DEMİRALP BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2849)

 

Karar Tarihi: 7/1/2016

RG Tarih ve Sayı: 22/3/2016-29661

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Ayser DEMİRALP

Vekili

:

Av. Dursun ÖZDOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yakınının ölümü ile sonuçlanan olayın etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 24/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

5. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından gönderilen soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun eşi olan 1953 doğumlu Halil Akyol (H.A.), olay tarihinde Diyarbakır ilinde ikamet etmekte olup kendisine ait kamyonla şehirler arası nakliyecilik işi yapmaktadır.

8. H.A., olay tarihinden önce, belirlenemeyen bir tarihte İstanbul’da bulunan muhtelif ambarlardan kamyonuna yüklediği malzemeleri Diyarbakır'a götürmek için yola çıkmıştır.

9. Küçükçekmece ilçesinde çiftçilikle uğraşan M.Y., 27/1/1993 tarihinde yulaf ektiği tarlasını kontrol ettikten sonra evine döndüğü sırada Belediyenin önceden kum almak için açtığı çukurda yanmış bir erkek cesedi görmüş ve zaman kaybetmeksizin ilgili muhtarı durumdan haberdar etmiştir.

10. Muhtarın, saat 13.30 sıralarında olayı bildirmesi üzerine kolluk görevlileri, derhâl Cumhuriyet savcısına bilgi verdikten sonra ihbara konu yere giderek aynı saat itibarıyla olay yerini ve cesedin bulunduğu konumu krokilendirdikleri bir tutanak düzenlemişlerdir.

11. Nöbetçi Cumhuriyet savcısı, saat 15.00 sıralarında olay yerine gelerek ceset üzerinde ölü muayene işlemi yapmış ve olay yerinde bulunan delillere ilişkin “delil tespit tutanağı” düzenlemiştir.

12. Akabinde yaptığı ölü muayene işlemi neticesinde cesedin baş, boyun ve bel üstü bölgelerinin yanmış olduğunu, alın bölgesinde yanmadan kaynaklanan sıyrıkların bulunduğunu, ayrıca ceset üzerinde bulunan kıyafetlerin de kısmen yanmış olup cesedin üzerinde kimliğinin tespitine yarayacak herhangi bir kimlik ve benzeri belgenin de bulunmadığını belirlemiştir. Sonrasında cesedin kesin ölüm sebebinin tespiti için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı (Adli Tıp Kurumu) morguna gönderilmesine karar vermiştir.

13. Olay yerinden delil olarak sadece ölenin yakınında bulunan ve içinden benzin kokusu gelen boş bir bidon elde edilebilmiştir.

14. Soruşturmada M.Y. tanık sıfatıyla dinlenilmiş ve ifadesinde, tarlasından evine dönerken yanmış bir erkek cesedi gördüğünü ve hemen durumdan muhtarı haberdar ettiğini söylemiştir.

15. A.P. adlı kişi, 28/1/1993 tarihinde kolluğa müracaat ederek yanmış bir şekilde ölü olarak buldukları kişinin akrabası olan H.A. olduğunu söylemiş ve Adli Tıp morgunda bulunan cesedi, kolluk refakatinde teşhis etmiştir.

16. H.A.nın erkek kardeşi olan Hilmi Akyol, 29/1/1993 tarihinde kolluğa müracaat ederek cesedi teşhis etmek istediğini söylemiş ve aynı morgda Cumhuriyet savcısının huzurunda yapılan teşhis işleminde cesedin kardeşine ait olduğunu söylemiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu teşhis işlemlerinin akabinde ölene ilişkin ölüm tutanağı düzenlemiştir.

18. H.A.ya ait kamyon ise 1/2/1993 tarihinde İzmit ilinin çıkışında bulunan boş bir alanda terk edilmiş bir şekilde bulunmuştur. Ancak ölenin söz konusu ambarlardan yüklediği tespit edilen malzemelerin bir kısmının kamyonda bulunmadığı belirlenmiştir.

19. Söz konusu kamyon 5/2/1993 tarihinde soruşturma makamları tarafından dilekçe ile müracaatı ve tüm sorumluluğu aldığını belirtmesi üzerine A.P. adlı kişiye yediemin sıfatıyla teslim edilmiştir.

20. Kolluk, Cumhuriyet Savcılığına gönderdiği 4/2/1993 tarihli yazıyla yaptıkları araştırma sonucunda ölenin, ambardan ayrılırken “kamyonunda bazı arızaların bulunması nedeniyle İstanbul'da ikamet edip otomobil tamirciliği yapan akrabası A.P.nin yanına gideceğini söylediğinin” öğrenildiğini belirtilerek adı geçenin, ev ve iş yerinde kullandığı telefonların, on beş gün süreyle gizli dinlemeye alınması talebinde bulunmuş; Cumhuriyet Savcısı da aynı tarihte ve acele ibaresiyle Avcılar Telefon Müdürlüğüne yazı yazarak Müdürlüğe, en kısa süre içinde adı geçenin telefonlarının on beş gün süreyle dinlemeye alınması ve sonucuna ilişkin bilgi verilmesi talimatı vermiştir.

21. Avcılar Postane İşletme Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcılığına 24/2/1993 tarihinde gönderdiği yazıyla “her ne kadar A.P. adlı kişi hakkında gizli dinleme işlemi yapılması talep edilmiş ise de teknik açıdan bu tür dinleme yapma imkânlarının bulunmadığı gibi idari yönden de buna yetkilerinin olmadığını” bildirmiştir.

22. Cumhuriyet Savcısı, gelen bu yazı cevabı sonrasında aynı konuda başkaca bir işlem yapmamıştır.

23. Adli Tıp Kurumunun 8/3/1993 tarihli otopsi raporuyla “ceset üzerinde yapılan dış muayenede, yüzün ve saçların yanmış olduğu, sağ yanağın ve çenenin karbonizasyon derecesinde yandığı, frontal bölgede her iki tarafta 5x10 cm. ebadında üzeri sıyrılmış parşömen plağı bulunduğu, sol zigomatik kemik üzerinde 2x10 cm. ebadında ekimoz olduğu, yanık alanlarının isle kaplı olduğu, her iki kol ve ön kolun omuzdan itibaren yanmış ve yer yer soyulmalar gösterdiği, boynun çepeçevre yandığı; iç muayenesinde, saçlı deri altında yaygın noktasal kanama görüldüğü, sağ temporal adale üzerinde 2x2 cm.lik ekimoz tespit edildiği; boyun organlarının tetkikinde, troid kartilaj üzerine uyan bölgede 1x1 cm. ebadında ekimoz belirlendiği; Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesinin raporunda, kanda % 15 HbCO (karboksi-hemoglobin) bulunduğu, ayrıca kan, idrar ve iç organlarda aranan alkol, uyuşturucu, uyutucu maddelerden hiçbirinin bulunmadığının belirtildiği; kafada ve boyunda travmatik ekimoz ve lezyonlar bulunan kişide, ölümün yanık ve yanık şoku sonucu meydana gelmiş olduğuna kanaat getirildiği ” bildirilmiştir.

24. Cumhuriyet savcısı 1/4/1993 tarihinde “maktulü öldüren kişi ya da kişilerin yakalanmaya çalışılması ve yakalandıklarında mevcutlu olarak Başsavcılıklarına getirilmeleri” hususunda kolluğa talimat vermiştir. Bu tarih ila 3/12/1993 tarihlerinde, aynı yöndeki talimatlarını içeren birden fazla yazıyı kolluğa göndermiş, en son 14/4/1994 tarihinde gönderdiği ve üçüncü defa tekit niteliği taşıyan yazısında, talimatının bir an önce yerine getirilmesini istemiştir.

25. Kolluğun, 17/5/1994 tarihli yazıyla faillerin tespiti ve yakalanması çalışmalarına devam edildiğini bildirmesi üzerine de 18/5/1994 tarihli yazıyla kolluğa, bu kez “olayın üzerinde önemle durularak fail veya faillerin aranmasına dava zamanaşımına kadar aralıksız ve sürekli olarak devam edilmesi ve başka bir yazı gönderilmesine mahal olmaksızın her üç ayda bir olmak üzere yapılan araştırmaya ilişkin bilgi verilmesi” talimatı vermiştir.

26. Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilene kadar aradan geçen zaman zarfında kolluğa, müteaddit defalar faillerin bulunması yönünde yazılar yazılmış; ayrıca bu yönde yazılan yazıların akıbeti sorulmuştur.

27. Bu zaman zarfında yazılan bu yazılara kolluk tarafından verilen cevaplarda, olaya ilişkin olarak fail veya faillerin arandığı ancak bulunamadığı bildirilmiştir.

28. Cumhuriyet Başsavcılığı 31/1/2013 tarihinde “suç tarihinden itibaren yapılan tüm araştırmalara rağmen failin kimliğinin tespit edilemediği ile suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun nitelikli öldürme ve nitelikli yağma suçlarına ilişkin dava zamanaşımı sürelerinin dolduğu” gerekçesiyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

29. Başvurucunun anılan karara itirazı, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 8/3/2013 tarihli ve 2013/252 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

 “K. Çekmece C.Başsavcılığınca düzenlenen 31/1/2013 gün ve 1993/818 Soruşturma, 2013/1668 Karar sayılı ‘Kovuşturmaya yer olmadığına dair’ kararda gösterilen gerekçeye göre, müşteki Ayser Demiralp’ın itirazı yasal ve yerinde görülmediğinden reddine (karar verilmiştir).”

30. Bu karar 26/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

31. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası:

 (1) Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezaların müstelzim cürümlerde yirmi sene,

 

 (6) Bundan evvelki bendlerde beyan olunan miktardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde alt ay geçmesiyle ortadan kalkar.”

32. 765 sayılı Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

 “ Hukuku âmme davasının müruru zamanı, mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair veya C. Müddeiumumîsi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

 Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeye başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102’inci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.”

34. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli genelgesinin ilgili bölümü şöyledir:

 “…

 50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,

 ...

 g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,

 …”

 IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 7/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, eşinin ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini ve soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın aynı gerekçeyle itirazının Mahkeme tarafından reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

38. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak başvuruya ilişkin kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğünün, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline geldiği belirtilmiştir. Ancak AİHM’in, Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından usul yükümlülüğüne uygunluğu inceleme konusundaki zaman bakımından yetkisinin sınırsız olmadığı ve AİHM’in bu konuda iki ölçüt getirdiği belirtilmiştir. Görüşe göre bu ölçütler şöyledir: Ölümün zaman bakımından yetkinin başlangıç tarihinden önce meydana gelmiş olması hâlinde ancak bu tarihten sonra yapılan usul işlemleri ve/veya ihmalleri incelemek ve Sözleşme’nin 2. maddesinin gerektirdiği usul işlemlerinin önemli bir oranının, (hem kişinin ölümünün soruşturulmasını ve hem de ölümün sebebini ortaya çıkarma ve ilgilileri sorumlu tutma amacı taşıyan uygun davaların açılmasını da kapsayan) Mahkemenin yetkisinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra meydana gelmiş olması.

39. Bu kapsamda Bakanlık görüşünde, somut başvuruya konu olayın 1993 yılında gerçekleştiği, soruşturmada yapılan son esaslı işlemin 1/4/1993 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca meçhul faillerin yakalanması için kolluğa yazılan yazı olduğu, bu tarihten 31/1/2013 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara kadar anılan yazının infazı için yazılan tekit yazılarından başka esaslı bir işlemin yapılmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle başvurunun zaman bakımından kabul edilebilir olup olmadığı hususunda bir değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir.

40. Bakanlık görüşünde, olayın gerçekleştiği tarih ile bu olaya ilişkin soruşturmada en son gerçekleştirilen esaslı işlem tarihine dikkat çekilerek başvurunun, zaman bakımından kabul edilemez olup olmadığı hususunda bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiş ise de Anayasa Mahkemesi, etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğü bakımından inceleme yaptığı önceki başvurularda, zaman bakımından yetkisinin hesabında kural olarak başvuru konusu ölüm olaylarının soruşturulması amacıyla takip edilen başvuru yollarının kesinleşme tarihini esas almıştır. 30 günlük başvuru süresinin hesabında ise başvuru konusu ölüm olaylarının soruşturulması amacıyla takip edilen başvuru yollarının kesinleşme tarihinin başvurucular tarafından öğrenilme tarihini esas almıştır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Cezmi Demir ve diğerleri, 2013/293, 17/7/2014).

41. Bu itibarla somut başvuruya konu olayda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012 tarihinden sonra 31/1/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, başvurucunun bu karara itirazının da Mahkemenin 8/3/2013 tarihli kararı ile reddedilmesiyle söz konusu kararın aynı tarihte kesinleştiği gözönünde bulundurulduğunda mevcut başvuruya konu soruşturma açısından başvurunun, zaman bakımından kabul edilemez nitelikte olduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir nedenin bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle somut başvuruda Anayasa Mahkemesinin, zaman bakımından yetkisine ilişkin ilkeleriyle belirlediği kurallara istisna tanınmasını, başka bir ifadeyle belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durumun bulunmadığı değerlendirilmiştir.

42. Başvuru konusu olayda ölüm olayının soruşturulmasında usule ilişkin yükümlülüğün yerine getirilmemesi suretiyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddiaların, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.

 2. Esas Yönünden

43. Bakanlık görüşünde yine AİHM içtihatları dayanak yapılarak Sözleşme’nin 2. maddesinin ilk cümlesinin, devlete yalnızca kasıtlı ve kanunsuz ölüme sebebiyet vermekten kaçınma zorunluluğu değil, aynı zamanda egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumaya yönelik gerekli tedbirleri alma zorunluluğu da getirdiği, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinin temel özelliklerine bakılacak olursa bu iddiaların etkili bir şekilde soruşturulması için usul yükümlülüğünü de içerdiğinin görüleceği; soruşturmanın, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına yol açabilecek nitelikte etkili olması gerektiği; burada somut olayda varılan sonuçla değil, bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olup yetkililerin, somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almalarının gerektiği ifade edilmiştir.

44. Görüşte, bir soruşturmanın ayrıca maktulün ailesinin meşru çıkarlarının korunması için gerektiği ölçüde kendilerine açık olması gerektiği; etkili soruşturma için zımni olarak bir çabukluk ve makul bir hızlılık şartının mevcut olduğu da belirtilmiştir.

45. Bu kapsamda Bakanlık görüşünde; başvuruya konu soruşturma sürecinde yapılan işlemler tek tek sıralanmış ve soruşturmada A.P. adlı kişinin, ölüm olayıyla olan bağlantısının tam olarak araştırılmaması, bu bağlamda verilen telefon dinleme kararının usul yönünden eksikliği nedeniyle uygulanmaması, başvurucunun eşine ait kamyon üzerinde maddi delil araştırması yapılmaması ve nihayet zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi hususlarının; devletin yaşam hakkını koruma bağlamında sahip olduğu soruşturma yükümlülüğüne uyarlığı konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunun düşünüldüğü ifade edilmiştir.

a. Genel İlkeler

46. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

47. Anayasa Mahkemesine göre doğal olmayan bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

48. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, § 30).

49. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

50. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mikheyev/ Rusya, B. No: 77617/01, 26/1/2006, § 107).

51. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

52. Diğer taraftan soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma, işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Velcea ve Mazare/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009, § 105).

53. Bununla birlikte AİHM kararlarında da açıkça belirtildiği üzere yaşam hakkının korunması bakımından yetkili mercilerin, olaylara ilişkin görgü tanıklarının ifadelerinin, bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeler de dâhil tüm bulguları tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun toplanabilmesi için makul olan tüm tedbirleri almaları gerekir (Gül/Türkiye B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104).

54. Yukarıda sayılanlara ilave olarak yürütülecek soruşturmalarda, makul bir süratle gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri, yaşanan olayları daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

55. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

 b. İlkelerin Somut Başvuruya Uygulanması

56. Somut olayda başvurucu; yakınının ölümüne, devletin bir görevlisinin neden olduğunu ileri sürmemiş, yakınının yaşamına yönelik olarak devletin yetkili makamlarınca bilinen ya da bilinmesi gereken gerçek ve yakın bir tehdidin bulunduğuna, buna rağmen anılan makamların, yakınının yaşamını korumak için fiilî tedbirler almadıklarına ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.

57. Bu itibarla başvurucunun şikâyeti; sadece yakınının ölümü ile ilgili olarak devletin, yaşam hakkı kapsamında etkili bir soruşturma yürütülmesi konusundaki usul yükümlülüğü kapsamına girmektedir.

58. Yukarıda belirtilen usul yükümlülüğü kapsamındaki ilkeler bağlamında somut olay, öncelikle yetkili mercilerin soruşturmanın etkililiği adına aranan, ölüm olayını aydınlatabilecek ve varsa sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması açısından makul olan tüm tedbirleri alıp almadıkları yönünden değerlendirilecektir.

59. Başvurucu; eşinin ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin soruşturmanın etkili yapılmadığını, eşine ait cesedin bulunması ve tıbbi ölüm sebebinin yapılan otopsi işlemi sonucunda belirlenmesinden sonra gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesine kadar aradan geçen yirmi yılı aşkın bir zaman zarfında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından faillerin bulunması yönünde kolluğa belirli zamanlarda yazı yazılması haricinde herhangi bir işlemin yapılmadığını, eşine ait olup terk edilmiş şekilde bulunan kamyon üzerinde parmak izi incelemesi dâhil herhangi bir maddi delil araştırmasının yapılmadığını, olaydan önce kimlerle görüştüğü ve benzeri konularla ilgili olarak da tanık deliline başvurulmadığını, A.P. adlı kişi hakkında verilen telefon dinleme kararının uygulanmadığını, ayrıca bu kişinin ifadesinin alınmadığını, yetkililerce bu şekilde elde edilmesi mümkün olan delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirlerin alınmadığını ve söz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara aynı gerekçelerle itirazının Mahkeme tarafından haksız biçimde reddedildiğini ileri sürmüştür.

60. Başvuruya konu olayda, soruşturma açılması için ölenin yakınlarının resmî bir başvuru yapması beklenmeksizin yetkililerce resen harekete geçilip soruşturmanın derhâl başlatıldığı, bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından olay yerine gidilip olay yeri incelemesinin yapıldığı, akabinde ölü muayene ile otopsi raporlarının alındığı ve ölenin tıbbi ölüm sebebinin kesin olarak belirlendiği görülmüştür. Ancak yürütülen soruşturmanın, ölüm olayının nedeni ile varsa sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan ve derinliği ile ciddiyetine etki eden birtakım eksiklikler içerdiği, başka anlatımla ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamadığı ve varsa sorumlu kişilerin belirlenebilmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yapılmadığı görülmüştür.

61. Somut olayda ölen kişi, soruşturmada kolluğun araştırması sonucu edinilen bilgiye göre İstanbul’daki muhtelif ambarlardan kamyonuna yüklediği malzemeleri Diyarbakır’a götürmek için yola çıkmadan önce çevresindekilere, akrabası olan A.P.nin yanına gideceğini söylemiştir. A.P. ise olaydan bir gün sonra kolluğa müracaat ederek yakılmış şekilde ölü olarak buldukları kişinin, akrabası olan H.A. olduğunu söylemiş ve cesedi bu yönde teşhis etmiştir.

62. Bu durumda A.P.nin, H.A.nın ne şekilde öldüğü bilgisinin daha da ötesinde, ölenin boş bir alanda yanmış bir şekilde bulunduğu ve kolluğun bu olaya müdahale ettiği bilgisine de sahip olduğu anlaşılmaktadır.

63. Hâl böyle iken soruşturma makamları tarafından olayın aydınlatılması ve varsa sorumlu kişilerin belirlenebilmesi bakımından A.P.nin, soruşturma açısından kritik öneme sahip bu bilgileri ne şekilde edindiği konusunda sorgulaması yapılmamış; soruşturmanın, adı geçenin ölüm olayıyla herhangi bir bağlantısının bulunup bulunmadığının araştırılması suretiyle derinleştirilmesi yoluna gidilmemiştir.

64. Keza aynı makamlarca olaydan iki gün sonra ikamet ettiği Diyarbakır ilinden gelerek cesedi bulunduğu morgda teşhis eden ölenin kardeşi Hilmi Akyol’un da ölenin ve/veya ailesinin husumeti ya da anlaşmazlığı bulunduğu bir kişi ya da ailenin olup olmadığı, olay öncesinde kimlerle görüşmüş olabileceği, herhangi bir tehdit eylemine maruz kalıp kalmadığı gibi hususlarda soruşturmanın derinleştirilmesini sağlayabilecek bilgisinin bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi bakımından ifadesi alınmamıştır.

65. Ayrıca H.A.ya ait kamyonun bulunmasından sonra üzerinde olayda sorumlulukları bulunan kişilerin tespitine yönelik biyolojik eşleştirme işlemine yarayacak herhangi bir maddi delil araştırması ve bu konuda bilirkişi incelemesi yapılmadığı da görülmüştür.

66. Soruşturma mercilerince soruşturmanın bu yönüyle derinleştirilmemesi bir yana, üzerinde herhangi bir maddi delil araştırması yapılmayan söz konusu kamyonun, kolluğun araştırmasıyla olayla bağlantısı olduğu değerlendirilip ev ve iş yerinde bulunan telefonlarının dinlenilmesi yönünde girişimde de bulunan A.P.ye yediemin olarak teslimine karar verilerek üzerinde herhangi bir delil varsa da istendiğinde elde edilemeyecek şekilde kaybolmasına neden olunduğu anlaşılmıştır.

67. Anayasa Mahkemesi kural olarak başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının, olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan durumlarda; yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 95).

68. Somut olayda başvurucunun eşine ait ceset, yanmış bir şekilde bulunduktan sonra olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmış, olay yeri ile ceset üzerinde gerekli incelemeler yapılmış ise de A.P. adlı kişinin, ölüm olayıyla ilgili bilgisi ve/veya herhangi bir bağı olması ihtimali nedeniyle telefonlarının dinlenilmesi yönünde girişimde de bulunulmasına rağmen adı geçenin ifadesinin alınmaması ya da sorgulanmaması; ayrıca telefon görüşmelerinin içeriği ile görüşme kayıtlarının incelenmesine ilişkin kararın da usule ilişkin yönden eksiklik bulunması nedeniyle uygulanamaması; ölenin kardeşinin ve mümkün olduğu nispette diğer aile üyelerinin, ölenin olay öncesindeki ilişkileri, yaşamının herhangi bir nedenle tehlike altında bulunup bulunmadığı gibi hususlarda ifadelerinin alınmaması; soruşturmada, ölüm olayının nedenini ve olayda sorumlulukları bulunan kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan birtakım eksiklikler meydana getirmiş, bu eksiklikler de soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde çok önemli bir etki göstermiştir.

69. Bu eksikliklerin yanında soruşturma makamlarınca ölene ait kamyon üzerinde herhangi bir maddi delil araştırması yapılmaması ve akabinde aracın A.P. adlı kişiye teslim edilmesi de bu makamların, soruşturmada elde edilmesi muhtemel delillerin toplanması bakımından makul olan tüm tedbirleri almadıkları kanaatini daha da güçlendirmiştir.

70. Bu nedenlerle soruşturmanın, ölüm olayının sebebini ve varsa sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan ve derinliği ile ciddiyeti üzerinde çok önemli etki gösterecek nitelikte birtakım eksiklikler içerdiği, dolayısıyla belirtilen nitelikte eksiklikler bırakılması suretiyle etkili bir soruşturma yürütülmeyerek (delil toplamaya ilişkin) yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

71. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin değerlendirmeye gelince Anayasa Mahkemesinin, bu konuda verdiği kararlarda sıklıkla vurguladığı üzere yürütülecek soruşturmalarda makul bir süratle gerçekleştirilme ve özen gösterme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir.

72. Burada önemli olan husus, soruşturmaların yürütülmesinde -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoş gösterildiği ya da bu tür eylemlere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından soruşturmada yeterli sürat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır.

73. Başvuruya konu soruşturma 27/1/1993 tarihinde başlamış olup yirmi yılı aşkın bir süre sonra dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandırılmıştır.

74. Soruşturmada, derinliği ile ciddiyeti üzerinde önemli etki gösterecek nitelikte birtakım eksiklikler bırakılmasına rağmen bu eksikliklerin giderilmeye çalışılması yerine, neredeyse son yirmi yıllık zaman diliminde kolluk tarafından belirli zaman aralıklarıyla faillerin belirlenebilmesine çalışıldığı yönünde yazılan yazıların, Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesinden başka hiçbir işlemin yapılmadığı anlaşılmış; bu nedenle soruşturmanın, hukuka aykırı eylemlere uzun bir süredir kayıtsız kalındığı görünümü verecek ve herhangi bir ilerleme kaydedilemeyecek şekilde yürütüldüğü sonucuna ulaşılmıştır.

75. Ayrıca soruşturmada birtakım önemli eksiklikler bırakılması nedeniyle kesin bir sonuca ulaşılmasını ortadan kaldıracak şekilde gerçekleşen dava, zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ile sonuçlanmasının da eklenmesiyle sürecin bir bütün olarak yine özelde başvurucu ve genel olarak da toplumdaki diğer bireyler açısından, yaşamın kasten ihlali niteliğinde olabilecek bir eylemin cezasız kalmasına neden olunduğu çıkarımı yapılmasına yol açabilecek nitelikte yürütülmüştür. Bu sebeplerle davanın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği sürat ve yeterlilikte bir inceleme içermediği kanaatine de varılmıştır.

76. Başvuru, başvurucunun soruşturmaya etkili katılımının sağlanıp sağlanmadığı yönünden de ayrı bir değerlendirme yapmayı gerektirmektedir. Somut olaya bu yönüyle bakıldığında soruşturmanın, başvurucunun menfaatlerinin korunması için gerekli olduğu ölçüde kendisine açık olduğu ve başvurucunun etkili katılımının sağlanmadığının söylenebilmesini mümkün kılan herhangi bir nedenin bulunmadığı anlaşılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle yapılan tüm değerlendirmeler sonucunda Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan usul yükümlülüğü kapsamındaki etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucu 200.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının esasının ihlal edilmediğine, bununla birlikte yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü açısından ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucu da uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talepleri reddedilmelidir.

81. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun eşinin ölümü hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren net 35.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı ile Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

 A. Yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA M. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

 B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

 C. Başvurucuya net 35.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,

 D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

 E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

 F. Kararın bir örneğinin Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına bilgilendirme amacıyla GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

 G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE

7/1/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

 Başvurucunun, yakınının ölümü ile sonuçlanan olayın etkili bir şekilde soruşturulmaması sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurusunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.

 Somut olayda başvuruya konu soruşturma 1993 yılında başlamış ve başvuru formuna göre, otopsinin yapıldığı 8/3/1993 tarihinden dava zamanaşımının gerçekleştiği 27/1/2013 tarihine kadar daimi arama kararı dışında bir işlem yapılmamıştır.

 Soruşturmada yaklaşık olarak yirmi yıldır bir ilerleme kaydedilmemesine ve bu konuda gerçekçi bir şansın kalmadığının başvurucu tarafından da farkına varılması gerektiğinin başvuru formundaki açıklamalardan anlaşılmasına rağmen, başvurucu Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden itibaren otuz günlük kanuni süresi içinde bireysel başvuruda bulunmamıştır.

 Başvuru süresine riayet edilmesi, bireysel başvuru incelemesinin her safhasında re’sen dikkate alınması gereken bir başvuru şartı olup Anayasa Mahkemesinin başvuruya ilişkin kendi incelemesinin etkililiği bakımından büyük önem taşımaktadır.

 AİHM de, kendisine yapılan bireysel başvurular için öngörülen altı aylık sürenin esas amacının davaların makul bir süre içinde incelenmesini sağlayarak yetkili makamların ve ilgili kişilerin uzun süre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğunu belirtmekte; altı aylık başvuru süresinin kural olarak iç hukuk yollarının tüketilmesi sürecindeki nihaî karar tarihinden itibaren işlediğini kabul etmekle birlikte, başvurucunun soruşturmanın hareketsiz kaldığının veya etkisiz hâle geldiğinin farkına vardığı veya farkına varması gerektiği ve gelecekte de etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti olmadığı hâlde sebepsiz olarak gecikmesi durumunda başvuruyu süre aşımından reddetmektedir (Narin/Türkiye, B.No:18907/02, 15/3/2010). AİHM, örneğin anılan kararında, öldürülen kişinin akrabaları olan başvurucuların, 1992 yılında açılan, ancak 1994 yılından itibaren bir işlem yapılmadığı anlaşılan ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmediğine ilişkin olarak 9/4/2002 tarihinde yaptıkları başvuruyu, soruşturmanın ilerlemediğinin ve etkisiz olduğunun anlaşıldığı 1994 yılından itibaren altı ay içinde bireysel başvuruda bulunulmaması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, p.19, 45 ve 49).

 Mahkememizce esas olarak başvuru yollarının tüketilmesinden sonra otuz gün içinde yapılan bireysel başvuruların inceleneceği kabul edilmekte ise de, AİHM’nin yukarıda belirtilen yaklaşımının benimsenmesinde başvurucuların iddialarının süratli bir şekilde Mahkeme önüne getirilmesi şeklindeki özen yükümlülüğü bakımından zorunluluk bulunmaktadır. Nitekim Mahkememiz, ceza soruşturması devam ederken ve henüz dava zamanaşımı süresi dolmadan yapılan yaşam hakkına ilişkin bireysel başvurularda, her davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirme yapmakta ve etkili soruşturma yapılmaması sebebiyle ihlal kararı verebilmektedir (Rahil Dink ve diğerleri, B.No:2012/848, 17/7/2014).

 Başvuruya konu somut olayda yaklaşık yirmi yıldır bir soruşturma işlemi yapılmayan ve etkisiz olduğu çok açık olarak anlaşılan soruşturmaya ilişkin başvurunun 23/9/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken, gerekçesiz olarak geciktirildiği ve süresinden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.

 Bu sebeple, başvurunun “süre aşımı” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kabul edilebilirlik kararına katılmıyorum.

 

Üye

M. Emin KUZ

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Ayser Demiralp [2.B.], B. No: 2013/2849, 7/1/2016, § …)
   
Başvuru Adı AYSER DEMİRALP
Başvuru No 2013/2849
Başvuru Tarihi 24/4/2013
Karar Tarihi 7/1/2016
Resmi Gazete Tarihi 22/3/2016 - 29661

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, yakınının ölümü ile sonuçlanan olayın etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Üçüncü kişiler arası eylemler sonucu ölüm/Ağır yaralanma - Usul yükümlülüğü İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 765 Türk Ceza Kanunu 102
104
5237 Türk Ceza Kanunu 7
Genelge 18/10/2011 Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin genelge 19
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi