TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ EFE BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2860)
Karar Tarihi: 11/12/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
Ali EFE
Vekili
Av. Ahmet AKGÜL – Av. Pınar AKGÜL DOĞUSOY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken yaş haddinden emekli edilmesine yönelik işlemin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, çalışma, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 6/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/2/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu süresi içinde beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde 13/3/1970 tarihinde Nüfus İdaresi aleyhine açtığı davada, 15 Eylül 1945 tarihinde doğduğu halde doğum tarihinin nüfus kaydına sehven 1941 olarak tescil edildiğini ileri sürerek, nüfus kaydının tashihini talep etmiştir.
8. Mahkemece, 14/12/1970 tarih ve E.1970/798, K.1970/3915 sayılı kararla; iddiayı doğrulayan şahit beyanı da dikkate alınarak başvurucunun doğum tarihinin 15 Eylül 1945 olarak düzeltilmesine karar verilmiş ve kesinleşen karar doğrultusunda nüfus kaydında düzeltme yapılmıştır.
9. Başvurucu 1973 yılında Hukuk Fakültesinden mezun olmuş, bir süre avukatlık yaptıktan sonra Noter olarak atanmıştır.
10. Başvurucu, Noterlik görevini sürdürürken 1994 yılında Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olarak emekliye ayrılmıştır.
11. Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarih ve 9349 sayılı yazısı ile İstanbul 12. Noteri olan başvurucunun 1941 doğumlu olması nedeniyle 5/5/1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 59. maddesi gereği 65 yaşını dolduracağı 1 Temmuz 2006 tarihinde yaş tahdidine tabi tutulacağı başvurucuya bildirilmiştir.
12. Başvurucu, 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidi nedeniyle resen emekliye ayrılmıştır.
13. Başvurucu, Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 12/5/2006 tarihinde Ankara 6. İdare Mahkemesine dava açmıştır.
14. Mahkemece, 1/3/2007 tarih ve E.2006/1304, K.2007/586 sayılı ilâmla; başvurucunun yaş tashihi ile 1941 olan doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından sonra yapıldığı, 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş düzeltmesinin 18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate alınmasının ve bu tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi tutulmasının hukuka aykırı olmadığı, başvurucunun, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının yaş düzeltimi davası olmayıp kayıt düzeltme davası niteliğinde olduğu iddiasının ise Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi gereği bir öneminin bulunmadığı, zira Kanun’da böyle bir ayrım yapılmadığı, ayrıca İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesince şahit dinlendiği ve yaş tashihi ifadelerine yer verildiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
15. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/3/2010 tarih ve E.2007/4232, K.2010/2141 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.
16. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/2/2013 tarih ve E.2010/6468, K.2013/1431 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.
17. Karar, 4/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 6/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 18/1/1972 tarihli ve 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun “Yaş tahdidi” başlıklı 56. maddesi şöyledir:
“Noterler 65 yaşını tamamladıklarında, yaş tahdidine tabi tutulurlar. Yaşın hesabında Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun hükümleri kıyasen uygulanır.”
20. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesi şöyledir:
“Bu kanunun iştirakçilere ait çeşitli hükümlerinin tatbikında; emeklilik hakkı tanınan bir vazifeye ilk defa tayin sırasında kurumlara gösterilen nüfus hüviyet cüzdanlarında yazılı doğum tarihleri, eğer 18 yaşını tamamladıktan sonra yaş düzeltilmesi yapılmış ise 18 yaşının doldurulması tarihindeki doğum tarihleri, dul ve yetimler hakkındaki hükümlerinin uygulanmasında da, dul ve yetim aylıklarına veya (Toptan ödeme) ye hak kazanıldığı tarihlerde bunların kayıtlı bulundukları nüfus idarelerindeki doğum tarihleri esas tutulur.
Nüfus hüviyet cüzdanlarındaki doğum tarihleri ile nüfus kayıtlarındaki doğum tarihleri arasında fark varsa, nüfus kayıtlarındaki tarih ve birden fazla nüfus kaydı bulunanların bu kayıtları arasında fark varsa, tarihi eski olan kayıt; sonraki kayıt idare veya kaza mercilerinden verilmiş bir karar ile yapılmış veya düzeltilmiş ise, kararlar nüfus kayıtlarına henüz geçirilmemiş olsa bile iştirakçiler için bu karar 18 yaşın doldurulmasından evvel alınmış olmak şartiyle bu kayıt esas olur.
Ancak, doğum tarihlerinde, iştirakçiler için 18 yaşın doldurulmasından sonra, dul ve yetimler için de aylığa veya toptan ödemeye istihkak tarihlerinden geriye doğru bir yıl içinde yapılan düzeltmeler, nazara alınmaz.
Doğum tarihlerinde ay gösterilmemiş ise, o yılın Temmuz ayının birinci günü, ay yazılı gün gösterilmemiş ise, o ayın birinci günü, doğum günü sayılır.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının bu Kanunun 40 ncı maddesinde gösterilen yaş hadleri sebebiyle emeklilik işlemleri; doğum tarihlerinde ay ve gün yazılı olmayanlar ile doğum günleri 1 Eylülden önce olanlar için 1 Eylül, doğum günleri 1 Eylül ve daha sonra olanlar için müteakip yılın 1 Eylül tarihinde yapılır.”
21. 5510 sayılı Kanun’un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/5/2013 tarih ve 2013/2860 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli yazısı ile 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını, Makedonya’nın Üsküp şehrinde doğduğunu ve 1955 yılında Türkiye’ye geldiğini, doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet Bakanlığının yazısında belirtildiğinin aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını doldurmadığını, Adalet Bakanlığı işleminin iptali istemiyle Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, hükmün Danıştay tarafından onandığını, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin yaş tashihi kararının yok sayıldığını, 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum tarihine göre 15/9/2010 tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde emeklilik işlemi yapıldığını, 4 yıl 2 ay 15 gün Noterlik görevini yapamadığı için elde edeceği gelirden mahrum kaldığını, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını, hakkında 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesinin uygulanamayacağını belirterek, çalışma, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yanlış yorumlanması sonucu reddedilmesinin çalışma ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. İhlal iddiaları, yargılama sonucunda verilen kararın adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddia da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını, doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum tarihine göre 15/9/2010 tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde emeklilik işlemi yapıldığını, 4 yıl 2 ay 15 gün Noterlik yapamadığı için maddi kayba uğradığını, elde edebileceği kazançtan mahrum kaldığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvurucunun iddialarının mülkiyet hakkı çerçevesinde incelendiğini, mülkiyet hakkı iddiasının, başvurucunun açtığı iptal davasının sonucuna bağlı ve bu davanın olumlu sonuçlanması halinde ileri sürülebilecek bir iddia olduğunu, başvuruya konu davanın başvurucu aleyhine sonuçlanması nedeniyle bu iddianın başvurucu tarafından ileri sürülemeyeceğini, başvurucunun maddi bir menfaate sahip olmadığının yargılama sonucunda ortaya çıktığını, Ankara 6. İdare Mahkemesi kararı ve Danıştay kararının başvurucuya mülkiyet hakkına ilişkin bir hak sunmadığını, dolayısıyla başvurucunun hâlihazırda Anayasa tarafından korunan mevcut bir mülkü bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
29. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).
30. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
31. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
32. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunması gereken mülkiyet hakkı kapsamında bir menfaate sahip olup olmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekir.
33. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
34. Sahip olunan mülk kavramı, Sözleşme ve Anayasa'daki düzenlemeler açısından özerk bir kavram olarak ele alınıp incelenmektedir. Dolayısıyla bu konudaki değerlendirmeler gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından mevzuattan bağımsız olarak değerlendirilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Depalle/Fransa, B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz, B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 27).
35. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte gelecekteki değer artışını da içerecek şekilde mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç, kazanılmadığı veya bu kazanca yönelik icrası mümkün bir alacak mevcut olmadığı sürece mülk olarak değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Denimark Ltd/Birleşik Krallık, B. No: 37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35).
36. Alacak hakları da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir. Ancak alacak haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunabilmesi için, ya bir mahkeme hükmü, hakem kararı, idari karar gibi bir işlemle "yeterli derecede icra edilebilir kılınmış olması" (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 28) ya da en azından bunlarla bağlantılı olarak "meşru bir beklenti"nin bulunması gerekmektedir. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp, bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecký/Slovakya, B. No: 44/912/98, 28/9/2004, §§ 45-52; Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 103).
37. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (B. No: 2013/1122, 26/6/2014, § 37).
38. Yukarıda belirtildiği üzere, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu, en azından meşru bir beklenti içinde olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
39. Somut olayda başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca, başvurucunun nüfus kaydında Mahkeme kararıyla yapılan düzeltme dikkate alınmaksızın, 1941 doğumlu olduğu kabul edilerek, bu tarihe göre 65 yaşını dolduracağı 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutulmuş ve resen emekliye ayrılmıştır. Başvurucu, doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet Bakanlığının yazısında belirtildiğinin aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını doldurmadığını, 15/9/2010 tarihinde emekli olabileceğini ileri sürerek, Adalet Bakanlığı işleminin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemece, başvurucunun yaş tashihi ile 1941 olan doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından sonra yapıldığı, Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş düzeltmesinin 18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate alınmasının ve bu tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi tutulmasının hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
40. Başvurucunun iddiası, Adalet Bakanlığı işlemiyle, 15/9/2010 tarihinde 65 yaşını doldurduğu için bu tarihte emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihi itibarıyla emekli edilmesi nedeniyle 4 yıl 2 ay 15 gün Noter olarak çalışamadığı ve bu sürede gelir elde edemediği iddiasına dayanmaktadır. Bu durumda mülkiyet hakkı ihlali iddiasının değerlendirilebilmesi için öncelikle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir alacak hakkının mevcudiyetinin tartışılması gerekmektedir.
41. 1512 sayılı Kanun’un 112. maddesine göre Noterler, yaptıkları tüm işlemler üzerinden, Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenecek ücret tarifesine göre ücret alırlar. Bu ücretler her yıl Noterlik Ücret Tarifesi ile belirlenir.
42. Başvurucu, gelecekte çalışması halinde elde edebileceği kazançtan mahrum kaldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun, emekliye ayırma işleminin yanlış olduğunu ileri sürerek Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı dava sonunda tüm deliller değerlendirilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş ve Danıştay tarafından hüküm onanmıştır. Bu şekilde başvurucunun, Mahkeme kararıyla kesinleştiği üzere, emekliye ayrılması işleminin doğru olduğu dolayısıyla meşru beklenti kapsamında dahi bir hak ve alacağının olmadığı ortaya çıkmıştır.
43. Bu durumda başvurucunun, 15/9/2010 tarihi yerine 1/7/2006 tarihinde emekliye ayrıldığı bu nedenle 4 yıl 2 ay 15 günlük Noterlik görevinden elde edebileceği gelirden mahrum kaldığı iddiası, Ankara 6. İdare Mahkemesi ve Danıştay kararları da dikkate alındığında alacak hakkı doğurucu bir etkiye sahip olmadığı gibi, bu konuda meşru beklenti oluşturmak bakımından da yeterli değildir. Dolayısıyla başvurucuyu, iddia ettiği hakkı elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından, başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.
44. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
45. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
46. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
47. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
48. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
49. Somut olayda başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını, Makedonya’nın Üsküp şehrinde doğduğunu ve 1955 yılında Türkiye’ye geldiğini, doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet Bakanlığının yazısında belirtildiğinin aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını doldurmadığını, Adalet Bakanlığı işleminin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, bu şekilde İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin yaş tashihi kararının yok sayıldığını, 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum tarihine göre 15/9/2010 tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde emeklilik işlemi yapıldığını, hakkında 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesinin uygulanamayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Adalet Bakanlığı, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddialarına yönelik olarak görüş sunmamıştır.
51. Başvurucu tarafından, Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin iptali talebiyle Ankara 6. İdare Mahkemesine açılan dava sonunda Mahkemece, başvurucunun yaş tashihi ile 1941 olan doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından sonra yapıldığı, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş düzeltmesinin 18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate alınmasının ve bu tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi tutulmasının hukuka aykırı olmadığı, başvurucunun, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının yaş düzeltimi davası olmayıp kayıt düzeltme davası niteliğinde olduğu iddiasının ise 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesi gereği bir öneminin bulunmadığı, zira Kanun’da böyle bir ayrım yapılmadığı, ayrıca İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesince şahit dinlendiği ve yaş tashihi ifadelerine yer verildiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/3/2010 tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/2/2013 tarihli ilâmıyla reddedilerek hüküm kesinleşmiştir.
52. Ankara 6. İdare Mahkemesince, başvurucunun açtığı davanın reddedilmesine gerekçe olarak gösterilen 5434 sayılı mülga Kanun’un 105. maddesinin 8/6/1949 tarihinde kabul edilip 17/6/1949 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, başvurucunun doğum tarihinin ise İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/12/1970 tarihli kararıyla değiştirildiği, başvurucunun, anılan tarihlerden sonra Noter olarak görev yapmaya başladığı anlaşılmıştır.
53. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
54. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
55. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
56. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
57. Başvurucu, 12/5/2006 tarihinde Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
58. Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvurunun bu kısmı hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir
59. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
60. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
61. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, Noter olan başvurucunun yaş tahdidine tabi tutulmasına ilişkin Adalet Bakanlığı işleminin iptali istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
62. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, 12/5/2006 tarihidir.
63. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Mahkemece verilen karara yönelik karar düzeltme isteminin Danıştay Onbirinci Dairesi tarafında reddedildiği 19/2/2013 tarihidir.
64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesine açılan dava sonunda Mahkemece, tarafların delilleri ve hukuk kuralları yorumlanarak 1/3/2007 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/3/2010 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış ve karar düzeltme isteminin reddedildiği 19/2/2013 tarihi itibarıyla karar kesinleşmiştir.
65. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 6/1/1982 tarih ve 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
66. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yıl dokuz ay yedi günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
68. Başvurucu, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğinin tespitini ve zararlarının tazminini talep etmiştir.
69. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
70. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin altı yıl dokuz ay yedi günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "konu bakımından yetkisizlik",
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
11/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.