TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ EFE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2860)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal
TERCAN
|
|
|
Zühtü
ARSLAN
|
|
|
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Murat
AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Ali
EFE
|
Vekili
|
:
|
Av.
Ahmet AKGÜL – Av. Pınar AKGÜL DOĞUSOY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken yaş haddinden
emekli edilmesine yönelik işlemin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesinde
açtığı davanın reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek, çalışma, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 6/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/11/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm
tarafından 19/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru
konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/2/2014 tarihli görüş yazısına karşı
başvurucu süresi içinde beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul 20.
Asliye Hukuk Mahkemesinde 13/3/1970 tarihinde Nüfus İdaresi aleyhine açtığı
davada, 15 Eylül 1945 tarihinde doğduğu halde doğum tarihinin nüfus kaydına
sehven 1941 olarak tescil edildiğini ileri sürerek, nüfus kaydının tashihini
talep etmiştir.
8. Mahkemece, 14/12/1970 tarih
ve E.1970/798, K.1970/3915 sayılı kararla; iddiayı doğrulayan şahit beyanı da
dikkate alınarak başvurucunun doğum tarihinin 15 Eylül 1945 olarak
düzeltilmesine karar verilmiş ve kesinleşen karar doğrultusunda nüfus kaydında
düzeltme yapılmıştır.
9. Başvurucu 1973 yılında Hukuk
Fakültesinden mezun olmuş, bir süre avukatlık yaptıktan sonra Noter olarak
atanmıştır.
10. Başvurucu, Noterlik görevini
sürdürürken 1994 yılında Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olarak emekliye
ayrılmıştır.
11. Adalet Bakanlığının
20/4/2006 tarih ve 9349 sayılı yazısı ile İstanbul 12. Noteri olan başvurucunun
1941 doğumlu olması nedeniyle 5/5/1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun
59. maddesi gereği 65 yaşını dolduracağı 1 Temmuz 2006 tarihinde yaş tahdidine
tabi tutulacağı başvurucuya bildirilmiştir.
12. Başvurucu, 1/7/2006
tarihinde yaş tahdidi nedeniyle resen emekliye ayrılmıştır.
13. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 12/5/2006 tarihinde
Ankara 6. İdare Mahkemesine dava açmıştır.
14. Mahkemece, 1/3/2007 tarih ve
E.2006/1304, K.2007/586 sayılı ilâmla; başvurucunun yaş tashihi ile 1941 olan
doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından sonra yapıldığı, 8/6/1949
tarih ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş
düzeltmesinin 18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate
alınmasının ve bu tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi
tutulmasının hukuka aykırı olmadığı, başvurucunun, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi
kararının yaş düzeltimi davası olmayıp kayıt düzeltme davası niteliğinde olduğu
iddiasının ise Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi gereği bir öneminin
bulunmadığı, zira Kanun’da böyle bir ayrım yapılmadığı, ayrıca İstanbul 20.
Asliye Hukuk Mahkemesince şahit dinlendiği ve yaş tashihi ifadelerine yer
verildiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
15. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/3/2010 tarih ve E.2007/4232,
K.2010/2141 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.
16. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 19/2/2013 tarih ve E.2010/6468, K.2013/1431 sayılı ilâmıyla
reddedilmiştir.
17. Karar, 4/4/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 6/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 18/1/1972 tarihli ve 1512
sayılı Noterlik Kanunu'nun “Yaş tahdidi”
başlıklı 56. maddesi şöyledir:
“Noterler 65 yaşını tamamladıklarında, yaş
tahdidine tabi tutulurlar. Yaşın hesabında Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun hükümleri kıyasen uygulanır.”
20. 31/5/2006 tarihli ve 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile
yürürlükten kaldırılan 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesi şöyledir:
“Bu kanunun iştirakçilere ait çeşitli
hükümlerinin tatbikında; emeklilik hakkı tanınan bir
vazifeye ilk defa tayin sırasında kurumlara gösterilen nüfus hüviyet
cüzdanlarında yazılı doğum tarihleri, eğer 18 yaşını tamamladıktan sonra yaş
düzeltilmesi yapılmış ise 18 yaşının doldurulması tarihindeki doğum tarihleri,
dul ve yetimler hakkındaki hükümlerinin uygulanmasında da, dul ve yetim
aylıklarına veya (Toptan ödeme) ye hak kazanıldığı tarihlerde bunların kayıtlı
bulundukları nüfus idarelerindeki doğum tarihleri esas tutulur.
Nüfus hüviyet cüzdanlarındaki doğum tarihleri
ile nüfus kayıtlarındaki doğum tarihleri arasında fark varsa, nüfus
kayıtlarındaki tarih ve birden fazla nüfus kaydı bulunanların bu kayıtları
arasında fark varsa, tarihi eski olan kayıt; sonraki kayıt idare veya kaza
mercilerinden verilmiş bir karar ile yapılmış veya düzeltilmiş ise, kararlar
nüfus kayıtlarına henüz geçirilmemiş olsa bile iştirakçiler için bu karar 18
yaşın doldurulmasından evvel alınmış olmak şartiyle
bu kayıt esas olur.
Ancak, doğum tarihlerinde, iştirakçiler için
18 yaşın doldurulmasından sonra, dul ve yetimler için de aylığa veya toptan
ödemeye istihkak tarihlerinden geriye doğru bir yıl içinde yapılan düzeltmeler,
nazara alınmaz.
Doğum tarihlerinde ay gösterilmemiş ise, o
yılın Temmuz ayının birinci günü, ay yazılı gün
gösterilmemiş ise, o ayın birinci günü, doğum günü sayılır.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının bu
Kanunun 40 ncı maddesinde
gösterilen yaş hadleri sebebiyle emeklilik işlemleri; doğum tarihlerinde ay ve
gün yazılı olmayanlar ile doğum günleri 1 Eylülden önce olanlar için 1 Eylül,
doğum günleri 1 Eylül ve daha sonra olanlar için müteakip yılın 1 Eylül
tarihinde yapılır.”
21. 5510 sayılı Kanun’un “5434
sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinin
ikinci fıkrası şöyledir:
“Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis
talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434
sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam
edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434
sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 6/5/2013 tarih ve 2013/2860 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, Noter olarak
görev yapmakta iken Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli yazısı ile 1/7/2006
tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını,
Makedonya’nın Üsküp şehrinde doğduğunu ve 1955 yılında Türkiye’ye geldiğini,
doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması
nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava
sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet
Bakanlığının yazısında belirtildiğinin aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını
doldurmadığını, Adalet Bakanlığı işleminin iptali istemiyle Ankara 6. İdare
Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, hükmün Danıştay tarafından
onandığını, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin yaş tashihi kararının yok
sayıldığını, 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum tarihine göre 15/9/2010
tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde emeklilik işlemi
yapıldığını, 4 yıl 2 ay 15 gün Noterlik görevini yapamadığı için elde edeceği
gelirden mahrum kaldığını, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını, hakkında
5434 sayılı Kanun’un 105. maddesinin uygulanamayacağını belirterek, çalışma,
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın,
delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yanlış
yorumlanması sonucu reddedilmesinin çalışma ve adil yargılanma haklarını ihlal
ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
bizzat yapar. İhlal iddiaları, yargılama sonucunda verilen kararın adil olup
olmadığına yönelik olup, bu iddia da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
ile makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlali iddiası ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, Noter olarak
görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş
tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını, doğum tarihinin 1941
olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında
İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin
15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum
tarihine göre 15/9/2010 tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde
emeklilik işlemi yapıldığını, 4 yıl 2 ay 15 gün Noterlik yapamadığı için maddi
kayba uğradığını, elde edebileceği kazançtan mahrum kaldığını belirterek,
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında; başvurucunun iddialarının mülkiyet hakkı çerçevesinde incelendiğini,
mülkiyet hakkı iddiasının, başvurucunun açtığı iptal davasının sonucuna bağlı
ve bu davanın olumlu sonuçlanması halinde ileri sürülebilecek bir iddia
olduğunu, başvuruya konu davanın başvurucu aleyhine sonuçlanması nedeniyle bu
iddianın başvurucu tarafından ileri sürülemeyeceğini, başvurucunun maddi bir
menfaate sahip olmadığının yargılama sonucunda ortaya çıktığını, Ankara 6.
İdare Mahkemesi kararı ve Danıştay kararının başvurucuya mülkiyet hakkına
ilişkin bir hak sunmadığını, dolayısıyla başvurucunun hâlihazırda Anayasa
tarafından korunan mevcut bir mülkü bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi
gerektiğini bildirmiştir.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından,
ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
28. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna
ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
29. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden
olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına
giren korunmaya değer bir menfaatinin
bulunması gerekir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).
30. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
31. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı
1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
32. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu,
böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Bu
nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunması gereken mülkiyet hakkı kapsamında bir menfaate sahip olup olmadığı hususunun
değerlendirilmesi gerekir.
33. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal
sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
34. Sahip olunan mülk kavramı, Sözleşme
ve Anayasa'daki düzenlemeler açısından özerk bir kavram olarak
ele alınıp incelenmektedir. Dolayısıyla bu konudaki değerlendirmeler
gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve gerekse Anayasa
Mahkemesi tarafından mevzuattan bağımsız olarak değerlendirilmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Depalle/Fransa, B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz, B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; B. No:
2013/5660, 20/3/2014, § 27).
35. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları
koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün, bu
mülkte gelecekteki değer artışını da içerecek şekilde mülkiyetini kazanma
hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir.
Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç, kazanılmadığı veya bu kazanca
yönelik icrası mümkün bir alacak mevcut olmadığı sürece mülk olarak
değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Denimark Ltd/Birleşik Krallık, B. No:
37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
35).
36. Alacak hakları da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir. Ancak alacak haklarının
mülkiyet hakkı kapsamında korunabilmesi için, ya bir
mahkeme hükmü, hakem kararı, idari
karar gibi bir işlemle "yeterli derecede icra edilebilir
kılınmış olması"
(Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 28) ya
da en azından bunlarla bağlantılı olarak "meşru bir beklenti"nin bulunması
gerekmektedir. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir
beklenti olmayıp, bir kanun hükmü,
yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle
ilgili hukuki bir işleme dayalı
beklentidir (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Kopecký/Slovakya, B. No: 44/912/98, 28/9/2004, §§ 45-52; Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B. No:
18768/05, 27/5/2010, § 103).
37. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir
bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya
başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir
yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir.
Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı
kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için
yeterli değildir (B. No: 2013/1122,
26/6/2014, § 37).
38. Yukarıda belirtildiği üzere, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var
olduğunu, en azından meşru bir beklenti
içinde olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
39. Somut olayda başvurucu, Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca,
başvurucunun nüfus kaydında Mahkeme kararıyla yapılan düzeltme dikkate
alınmaksızın, 1941 doğumlu olduğu kabul edilerek, bu tarihe göre 65 yaşını
dolduracağı 1/7/2006 tarihi itibarıyla yaş tahdidine tabi tutulmuş ve resen
emekliye ayrılmıştır. Başvurucu, doğum tarihinin 1941 olarak tescil edildiğini,
bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında İstanbul 20. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin 15/9/1945 olarak
düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet Bakanlığının yazısında belirtildiğinin
aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını doldurmadığını, 15/9/2010 tarihinde emekli
olabileceğini ileri sürerek, Adalet Bakanlığı işleminin iptali amacıyla Ankara
6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemece, başvurucunun yaş
tashihi ile 1941 olan doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından
sonra yapıldığı, Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş
düzeltmesinin 18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate
alınmasının ve bu tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi
tutulmasının hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
40. Başvurucunun
iddiası, Adalet Bakanlığı işlemiyle, 15/9/2010 tarihinde 65
yaşını doldurduğu için bu tarihte
emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihi itibarıyla emekli edilmesi nedeniyle 4 yıl 2 ay 15 gün
Noter olarak çalışamadığı ve bu sürede gelir
elde edemediği iddiasına dayanmaktadır. Bu durumda mülkiyet
hakkı ihlali iddiasının değerlendirilebilmesi için öncelikle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir alacak hakkının
mevcudiyetinin tartışılması
gerekmektedir.
41. 1512 sayılı Kanun’un 112.
maddesine göre Noterler, yaptıkları tüm işlemler üzerinden, Adalet Bakanlığı
tarafından düzenlenecek ücret tarifesine göre ücret alırlar. Bu ücretler her
yıl Noterlik Ücret Tarifesi ile belirlenir.
42. Başvurucu, gelecekte çalışması halinde elde edebileceği
kazançtan mahrum kaldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucunun, emekliye ayırma işleminin yanlış olduğunu ileri
sürerek Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı dava sonunda tüm deliller
değerlendirilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş ve Danıştay
tarafından hüküm onanmıştır. Bu şekilde başvurucunun, Mahkeme kararıyla
kesinleştiği üzere, emekliye ayrılması işleminin doğru olduğu dolayısıyla meşru
beklenti kapsamında dahi bir hak ve alacağının olmadığı ortaya çıkmıştır.
43. Bu durumda başvurucunun, 15/9/2010 tarihi yerine 1/7/2006 tarihinde emekliye ayrıldığı bu nedenle
4 yıl 2 ay 15 günlük Noterlik görevinden elde edebileceği gelirden mahrum kaldığı iddiası, Ankara 6. İdare Mahkemesi ve Danıştay
kararları da dikkate alındığında alacak hakkı doğurucu bir etkiye sahip
olmadığı gibi, bu konuda meşru
beklenti oluşturmak bakımından da yeterli değildir. Dolayısıyla başvurucuyu, iddia ettiği hakkı elde
etme konusunda meşru bir beklentiye
sevkedecek bir kanun hükmü veya
yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından,
başvurucunun, Anayasa'nın
35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.
44. Açıklanan
nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
46. 6216
sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
47. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
48. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
49. Somut olayda başvurucu,
Noter olarak görev yapmakta iken Adalet Bakanlığınca 1/7/2006 tarihi itibarıyla
yaş tahdidine tabi tutularak resen emekliye ayrıldığını, Makedonya’nın Üsküp
şehrinde doğduğunu ve 1955 yılında Türkiye’ye geldiğini, doğum tarihinin 1941
olarak tescil edildiğini, bu tarihin yanlış olması nedeniyle 1970 yılında
İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda doğum tarihinin
15/9/1945 olarak düzeltildiğini, dolayısıyla Adalet Bakanlığının yazısında
belirtildiğinin aksine 1/7/2006 tarihinde 65 yaşını doldurmadığını, Adalet
Bakanlığı işleminin iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın
reddedildiğini, bu şekilde İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin yaş tashihi
kararının yok sayıldığını, 15/9/1945 olarak düzeltilen doğum tarihine göre
15/9/2010 tarihinde emekli edilmesi gerekirken 1/7/2006 tarihinde emeklilik
işlemi yapıldığını, hakkında 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesinin
uygulanamayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
50. Adalet Bakanlığı,
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddialarına yönelik olarak görüş
sunmamıştır.
51. Başvurucu tarafından, Adalet
Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin iptali talebiyle Ankara 6. İdare
Mahkemesine açılan dava sonunda Mahkemece, başvurucunun yaş tashihi ile 1941
olan doğum tarihinin 1945 olarak düzeltilmesinin 18 yaşından sonra yapıldığı,
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 105. maddesi uyarınca yaş düzeltmesinin
18 yaşından sonra yapılması nedeniyle 1941 yılının dikkate alınmasının ve bu
tarihe göre 1/7/2006 tarihinde yaş tahdidine tabi tutulmasının hukuka aykırı
olmadığı, başvurucunun, İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının yaş
düzeltimi davası olmayıp kayıt düzeltme davası niteliğinde olduğu iddiasının
ise 5434 sayılı Kanun’un 105. maddesi gereği bir öneminin bulunmadığı, zira
Kanun’da böyle bir ayrım yapılmadığı, ayrıca İstanbul 20. Asliye Hukuk
Mahkemesince şahit dinlendiği ve yaş tashihi ifadelerine yer verildiği
gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/3/2010 tarihli ilâmıyla hüküm
onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/2/2013 tarihli ilâmıyla
reddedilerek hüküm kesinleşmiştir.
52. Ankara 6. İdare
Mahkemesince, başvurucunun açtığı davanın reddedilmesine gerekçe olarak
gösterilen 5434 sayılı mülga Kanun’un 105. maddesinin 8/6/1949 tarihinde kabul
edilip 17/6/1949 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girdiği, başvurucunun doğum tarihinin ise İstanbul 20. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 14/12/1970 tarihli kararıyla değiştirildiği, başvurucunun, anılan
tarihlerden sonra Noter olarak görev yapmaya başladığı anlaşılmıştır.
53. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
54. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
55. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
56. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
57. Başvurucu, 12/5/2006
tarihinde Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında yargılamanın
makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
58. Adalet Bakanlığı, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvurunun bu kısmı hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir
59. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
60. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
61. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın,
Noter olan başvurucunun yaş tahdidine tabi tutulmasına ilişkin Adalet Bakanlığı
işleminin iptali istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
62. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, 12/5/2006 tarihidir.
63. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih,
Mahkemece verilen karara yönelik karar düzeltme isteminin Danıştay Onbirinci Dairesi tarafında reddedildiği 19/2/2013
tarihidir.
64. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Adalet Bakanlığının 20/4/2006 tarihli işleminin
iptali amacıyla Ankara 6. İdare Mahkemesine açılan dava sonunda Mahkemece,
tarafların delilleri ve hukuk kuralları yorumlanarak 1/3/2007 tarihinde davanın
reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci
Dairesinin 15/3/2010 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış ve karar düzeltme isteminin
reddedildiği 19/2/2013 tarihi itibarıyla karar kesinleşmiştir.
65. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 6/1/1982 tarih ve 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda
yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013,
§§ 54-60).
66. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yıl dokuz ay
yedi günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
68. Başvurucu, temel hak ve
özgürlüklerinin ihlal edildiğinin tespitini ve zararlarının tazminini talep
etmiştir.
69. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
70. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin altı yıl dokuz ay yedi günlük yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 5.000,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının "konu bakımından yetkisizlik",
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
11/12/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.