TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT CAN ARSLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3008)
|
|
Karar Tarihi: 6/2/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut Can ARSLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferhat BAYINDIR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat
komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını
ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 5 yıl sürdüğünü belirterek
Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 26/4/2013
tarihinde Batman İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 26/9/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap
olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Batman ili, Kozluk ilçesi, Kayadibi
köyünde ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle
köyünden göç etmiştir.
9. Başvurucu, 6/5/2008 tarihinde, göç etmesi nedeniyle
uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 17/7/2004 tarih ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki
Kanun kapsamında kurulan Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına
(Komisyon) başvuruda bulunmuştur.
10. Komisyon, 14/12/2010 tarih ve 2010/2-1476 sayılı
kararıyla söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını, köydeki seçimlerin
düzenli yapıldığını ve nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit
edildiğini belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir.
11. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu, 3/3/2011
tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Yeni açılan ve 25/7/2011
tarihinde faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesinde görülmeye devam edilen
davada anılan Mahkeme, 16/11/2011 tarih ve E.2011/1254, K.2011/644 sayılı
kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı ve
başvurucunun sübjektif güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı
zararların idarece karşılanmasının mümkün olmayacağı gerekçesiyle davanın
reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15.
Dairesinin 13/6/2012 tarih ve E.2012/2286, K.2012/4470 sayılı kararıyla
onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde bulunan
başvurucunun bu istemi, Danıştay 15. Dairesinin 19/12/2012 tarih ve
E.2012/10834, K.2012/14494 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Başvurucu Danıştay 15. Dairesinin karar düzeltme
isteminin reddi kararının 5/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden itibaren
süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un ”Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
16. Aynı Kanun’un “Kapsam”
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
…
d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
17. Aynı Kanun’un “Zarar
tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun
kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir
başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı
komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri,
sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu
görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim
kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat
komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk
haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş
yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”
18. Aynı Kanun’un “Başvurunun
süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/12/2005 -
5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya
yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün
içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren
bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği
il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden
sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.
…”
19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak
Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından
kaynaklanan maddî zararlar.”
20. Aynı Kanun’un “Zararın
Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“7 nci
maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde,
19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri
uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”
22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna
28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince
yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma
süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:
“(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve
kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler
veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî
zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan
başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012
tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin
bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
25. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:
“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların
5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından
tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma
kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının
araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.
…”
26. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548,
K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:
“…5233
sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa
uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu
meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği;
güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün
boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı
olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir
köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına
kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan
asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir
anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.
Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda,
davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır
Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece
köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle
sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan
miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
…”
27. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679,
K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:
“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen
tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde
herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında
bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin
getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği,
diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları
sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında
çekişme bulunmamaktadır.
Buna göre, sadece
geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan
bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden
davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup
olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun
reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemektedir.
…“
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 6/2/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 26/4/2013 tarih ve 2013/3008 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı başvurudan
ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını ve başvurusunun karara
bağlanmasının yaklaşık 5 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen
mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
30. Başvurucunun adli yardım talebi bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin daha önce bu konuda aldığı karar doğrultusunda, adli yardım
talebinin kabul edilebilmesi için başvurucunun kendisi ve ailesinin geçimini
önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama giderlerini kısmen
veya tamamen ödeme gücünden yoksun olması, ikinci olarak da taleplerinin dayanaksız
olmaması gerekmektedir (B. No: 2012/1181, 7/11/2013, § 23).
31. Adli yardıma konu talebin dayanaksız olmamasının,
bireysel başvurulara ilişkin 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında belirtilen “Mahkemenin
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebileceği”
şeklindeki kuralda belirtilen “açıkça
dayanaktan yoksunluktan” farklı bir anlam taşıdığını belirtmek
gerekir. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun dayanaksız olması
bu kapsamda yapılacak incelemeyle sınırlı bir anlam taşımakta olup, zorunlu
olarak adli yardıma konu başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması sonucunu
doğurmaz. Öte yandan adli yardım talep edilen başvuru konusunun dayanaksız
olmamasının, bireysel başvurunun kabul edilebilirliği hususunda belirleyici
olmayacağı açıktır (B. No: 2012/1181, 7/11/2013, § 24).
32. Adli yardım talebiyle yapılan başvurularda, öncelikle
başvurucunun adli yardım kapsamında bireysel başvuru harcından geçici olarak
muafiyetine karar verilmesi, bundan sonra başvurunun kabul edilebilirliğine
ilişkin incelemenin yapılması gerekmektedir. Bu aşamada adli yardım talebinin
dayanaksız olup olmadığı, kabul edilebilirlik incelemesinden önce ve bağımsız
olarak incelenmelidir (B. No: 2012/1181, 7/11/2013, § 26).
33. Somut olayda, başvurucu 26/4/2013 tarihli başvuru
dilekçesinde adli yardım talebinde bulunmuş ve yargılama giderlerini ödeme
gücünden yoksun olduğuna dair 22/4/2013 tarihli fakirlik kağıdını sunmuştur. Bu
belgeden başvurucunun geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle,
taleplerinin dayanaksız olmadığı da anlaşılan başvurucunun adli yardım
talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
34. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari
başvurudan ve ardından açtığı davadan Kayadibi
köyünün tamamen boşalan yerleşim yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle
reddedildiği için bir sonuç alamadığını, oysa Kozluk İlçe Jandarma Komutanlığı
Sorumluluk Sahasında Boş Olan Köy ve Mezralar listesinde Kayadibi
köyünün de bulunduğunu, nüfus sayımına ilişkin olarak 1990, 1997 ve 2000
yıllarına ait sayım sonuçlarına yer verilirken 1990 ile 1997 yılları arasındaki
nüfus sayımı sonuçlarına yer verilmediğini, 1987-1988 eğitim öğretim yılından
1997-1998 eğitim öğretim yılına kadar Kayadibi
İlköğretim Okulunun güvenlik nedeniyle kapatıldığını, bu yıllarda köyde
kimsenin ikamet etmediğini, Kozluk Kaymakamlığı Zarar Tespit Komisyonu
Başkanlığının 16154 sayılı dosyası kapsamında keşif değerlendirme ve sonuç
raporuna göre malvarlığına ulaşamamaktan dolayı 24.633.66 TL’lik maddi
zararının oluştuğunu, tüm bunlardan dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
35. Başvurucu bu bölümde ayrıca 5233 sayılı Kanun’un amir
hükümlerinden yararlandırılmaması, zorunlu nedenlerden dolayı köyünden göç
etmesi ve sonrasında yaşadığı psikolojik ve sosyal zorluklar nedeniyle yaşadığı
manevi acıyı karşılayacak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
36. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, mülkiyetin korunması
hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel ve tüzel kişilere ait olan
mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma ve hatta bu kişileri
bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği, bu kapsamda ülkenin Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik sorunları nedeniyle bazı
köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili şahısların köylerine
girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet haklarına bir müdahale
teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu kişilerin zararlarının
karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul edildiği ifade edilmiştir.
37. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin özellikle silahlı
çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında,
yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak için istisnai
tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan yoksun olmadığı, bu
müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için oluşturulan iç hukuk
yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların tespit edilmesi veya maddi
tazminat hesaplaması gibi konulardaki değerlendirmelerin iç hukuk yolu olarak
Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna vardığı görüşüne yer verilmiştir.
38. Bakanlık bu kapsamda ayrıca başvurucunun manevi tazminat
talebinin incelenebileceğini fakat manevi zararların tazmininin 5233 sayılı
Kanun’un kapsamı dışında kaldığını, bu durumun kişilerin manevi zararları için
idari yargıda dava açmalarına engel teşkil etmediğini, başvurucunun öncelikle
başvuru yollarını tüketmesi gerekirken, idari yargıda dava açmadığını, AİHM’nin
benzer başvurular hakkında tazminata ilişkin görüşlerinin iç hukuk yollarının
tüketilmediği yönünde olduğunu ifade etmiştir.
39. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Batman ili, Kozluk
ilçesi, Kayadibi köyünde ikamet etmekte iken, meydana
gelen terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmiştir. Hâlbuki
Komisyon tarafından yapılan araştırma sonucunda Kayadibi
köyünün terör nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı tespit
edilmiştir. Bu araştırma yapılırken 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun
olarak ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge temin edilmiştir.
Komisyon tarafından Kayadibi köyünde keşif yapılarak
başvurucuya ait taşınır ve taşınmaz malların tespiti yapılmıştır. Yapılan bu
araştırma sonucunda, Kayadibi köyü ve mezralarının
boşalan/kısmen boşalan köyler arasında yer almadığı, Jandarma araştırmasına
göre söz konusu köy ve çevresinde sadece iki terör olayının meydana geldiği,
köyün içerisinde herhangi bir terör olayının gerçekleşmediği belirlenmiştir.
Ayrıca nüfus sayımlarına göre köyde 1990 yılında 418, 1997 yılında 155, 2000
yılında ise 213 kişinin yaşadığı ve muhtarlık seçimlerinin yapıldığı tespit
edilmiştir. Tüm bu somut araştırmalar sonrasında Komisyon söz konusu köyün
terör olayları nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı sonucuna
vararak başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu
tarafından idari yargıda iptal davası açılmışsa da bu dava da aynı gerekçeyle
reddedilmiştir. Böylelikle başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı
kesinleşmiş kararla tespit edilmiştir. Komisyon ve devamında idari yargı
tarafından yapılan bu araştırma Danıştay içtihatlarıyla da uyumludur.
40. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
41. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların
incelenemeyeceği, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
42. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz
bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
43. Başvuru dilekçesi incelendiğinde, başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü bölümde, 5233 sayılı
Kanun’un 2. ve 7. maddelerinin ilgili bölümlerine yer vererek idari yargı
makamlarının tazminat başvurusuna ilişkin söz konusu düzenlemeleri dar ve
aleyhe yorumlayarak Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
44. Başvurucunun iddialarının yanı sıra, Komisyonun başvuruyu
ret kararı ve derece mahkemelerinin karar gerekçeleri incelendiğinde,
iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2.
maddesinin (d) bendinde yer verilen “Terör
dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik
kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu
sebeple uğradıkları zararlar.” ifadesinin Komisyon ve derece
mahkemeleri tarafından yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
45. Başvurucu her ne kadar iddialarını mülkiyet hakkına
dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun dava, temyiz ve karar düzeltme
dilekçelerinde de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve
mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının
mahkemeler tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine
olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte
başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri
tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
46. Nitekim Batman İdare Mahkemesinin 16/11/2011 tarih ve
E.2011/1254, K.2011/644 sayılı kararında, Jandarma Alay Komutanlığı tarafından
mahallinde düzenlenen 7/9/2009 tarihli jandarma araştırma tutanağında Kayadibi köyü ve mezralarının çevresinde sadece iki terör
olayı meydana geldiği, köy ve mezraların içinde terör olayı gerçekleşmediği, bu
köy ve mezraların terör olaylarından kısmen etkilendiği, ancak köy ve mezralardan
çok büyük çaplı göçün yaşanmadığı, bu köy ve mezralar arasında terör olayları
nedeniyle boşalan yerleşim birimlerinin bulunmadığının ifade edildiği,
15/7/2005 tarihli jandarma araştırma tutanağına göre Kayadibi
köyünden sadece 20-25 ailenin göç ettiğinin belirtildiği, köyde yapılan nüfus
sayımlarında da 1990 yılında 418, 1997 yılında 155, 2000 yılında ise 213
kişinin yaşadığı, köyde koruculuk sisteminin olmadığı, Kozluk İlçe Seçim
Kurulunun 7/8/2009 tarih ve 174 sayılı yazısında, 1990-2000 yılları arasında
Kozluk ilçesine bağlı tüm köylerde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı ve seçim
yapılmayan köylerden biri olmadığı hususları belirtilerek adı geçen köyün terör
nedeniyle boşaltıldığının kabulüne olanak bulunmadığı ve başvurucunun sübjektif
güvenlik kaygısıyla göç ettiği gerekçeleriyle 5233 sayılı Kanun’a dayalı
tazminat isteminin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediğinden
davanın reddine karar verilmiştir.
47. Mahkemenin bu kararı, ilgili hükmün (5233 sayılı Kanun’un
2. maddesi) yorumu kapsamında başvurucuların zararının tazmin edilebilmesi için
köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim
yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın
yerleşik içtihatlarına (§§ 25–27) uygun olup herhangi bir keyfilik
içermemektedir. Ayrıca başvurucunun söz konusu mahkeme kararında
değerlendirilmediğini ileri sürdüğü jandarmanın hazırladığı boş olan köy ve
mezraları gösteren listede (§ 34) Kayadibi köyünün
sadece 3 mezrasının boşaltıldığı bilgisinin yer aldığı görülmektedir.
48. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını
terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın onaması sonucu kesinleşen mahkeme
kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de ifade edildiği üzere bunun
doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına 5233 sayılı Kanun’un kapsamına
girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa Mahkemesi açısından bu
tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus bulunmadığından mülkiyet
hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08,
28/6/2011, §§ 85-88).
49. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, mülkiyet hakkı kapsamında
bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece mahkemesi kararının bariz
bir takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
50. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede
yargılanma hakkına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
51. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu
zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki
yargılamanın yaklaşık 5 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken,
öncelikle AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda
benimsediği ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurlarından biri olan
“makul sürede yargılanma hakkı”
kapsamında değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin
uzunluğunun incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan
23/9/2012 tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar geçen sürenin de
dikkate alınmakta olduğu ifade edilmiştir.
53. Bakanlık görüşünde, AİHM’ne göre hukuk ve idari davalarda
sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak
idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem
aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceğini belirtilmiştir.
54. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup
olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup
olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar,
kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davanın
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar verildiği
belirtilmiştir.
55. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
56. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın
141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede
yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 35-39).
57. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun, davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken hususlardır (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40–46). Bu nedenle başvuruya
konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu hususlar dikkate alınarak
değerlendirilecektir.
58. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
59. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara
alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları
nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona
başvurduğu 6/5/2008 tarihidir. Bu doğrultuda idari makama başvurulması ile
başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
60. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 6/5/2008 tarihinde Komisyona
başvurduğu ve Komisyon tarafından 2 yıl 7 ay 8 gün sonra 14/12/2010 tarihinde
karar verildiği görülmektedir.
61. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde komisyonlara
yapılan başvuruların başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde
sonuçlandırılacağı, anılan Kanun’un geçici 4. maddesinde bu sürenin de bitmesi
ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulunun bu
süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu kapsamda yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013
tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1.
maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
62. Kaldı ki, komisyonlar için 5233 sayılı Kanun’da
belirtilen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Uğranılan zararların
tazmini için yapılan başvurular için 5233 sayılı Kanun’da öngörülen süreler,
komisyonlara yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup komisyonlar
bu sürede başvuruyu sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 62).
63. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki
yetersizlik ve iş yükü nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda
da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 55).
64. Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına
yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir
artış olması nedeniyle başvuruların birikmesine bağlı olarak başvuruların
karara bağlanmasında meydana gelen gecikmelerin, zamanında ve yeterli
tedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanma hakkı açısından
devletin sorumluluğunu doğurduğu söylenemeyecektir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981, §
51-52; Kępa/Polonya, B. No: 43978/98, 30/9/2003; Vincent Lynch/Birleşik Krallık, B. No:
19504/06, 6/10/2009). Bu kapsamda AİHM, Buchholz/Almanya davasında, toplam 4 yıl 9 ay
süren iş uyuşmazlığına ilişkin bir yargılamada, Almanya’da 1970’li yıllarda
ortaya çıkan ekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmalara ilişkin davalarda
anormal artış olması nedeniyle yargılamanın karara bağlanmasında yaşanan
gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir.
Benzer şekilde AİHM, Kępa/Polonya davasında toplamda 8 yıl 4 ay
süren bir yargılamada, (ilgili davanın temyiz aşamasında 1 yıl 6 ay hiçbir
işlem yapılmaksızın beklemesine rağmen) başvurucuların yargılamanın uzamasına
yol açan eylemleri de göz önünde bulundurularak Yargıtayın
iş yükünün artmasından kaynaklanan gecikmenin bu hakkı ihlal etmediğine karar
vermiştir. Son olarak, Vincent
Lynch/Birleşik Krallık davasında AİHM toplamda 4 yıl 6 ay süren bir
yargılamada 2003 Aralık ayında yürürlüğe giren bir kanun sonrasında bir anda
çok sayıda başvurunun gelmesi, tek bir davanın karara bağlanması için yaklaşık
bir yıl sürecin başlamasının gecikmesi, 2005–2007 yılları arasında söz konusu
kanun kapsamında öncelikle görülmesi gereken binin üzerinde davanın karara
bağlanması gibi nedenlerle başvurucunun davasının karara bağlanmasında yaşanan
gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır.
Bütün bu davalarda geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan
kaynaklanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmaması, bu konuda
gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluna
bağlanmıştır. Ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve
halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devlet,
yaşanan gecikmelerden sorumlu hale gelecek ve daha etkili ve ilave tedbirler
alması kendisinden beklenebilecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zimmermann ve Steiner/İsviçre,
13/7/1983, § 29, Vincent Lynch/Birleşik
Krallık, B. No:19504/06, 6/10/2009).
65. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara
toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara
bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105
komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam
etmiştir.
66. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat
komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3.
ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok büyük
çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak 1987-2004
yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler nedeniyle
oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular oluşturmaktadır. 5233
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme ilişkin bir anda çok
yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 5233 sayılı
Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin başvuruların anılan Kanun’un
yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde yapılabileceği belirtilmiş fakat bu
süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666 sayılı Kanunla eklenen geçici 4. madde
ile 30/5/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem
çok sayıda başvuru yapıldığı, fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam
etmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
67. Yukarıda belirtilen ilkeler (§ 64-65) çerçevesinde, 5233
sayılı Kanun uyarınca oluşturulan mekanizmada iş yükündeki artış geçici olup her
bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre
değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir.
Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan
bu mekanizmanın etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin
yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp
almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.
68. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu
komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak
zararları tespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı
olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı
ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları aldığı, başvurucuların
taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğinde
olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze,
meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir.
360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar
yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen
bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu
ortadadır (benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08,
28/6/2011, § 69-70).
69. Bu kapsamda, 5233 sayılı Kanun kapsamında Batman ilinden
yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi
uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle 3/2/2006
tarihinde komisyon sayısının 4’e kadar çıkarıldığı, 17/8/2010 tarihine kadar 4
komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara toplam 18.450 başvuru
yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi
olan 27/7/2004 tarihinden 29/9/2005 tarihine kadar yaklaşık 8.000 başvuru
yapıldığı, başvurucunun komisyona 6/5/2008 tarihinde başvuruda bulunduğu,
başvurucunun dosya kayıt numarasının 16.154 olduğu anlaşılmaktadır. Komisyona
2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008 tarihine kadar başvuruların
yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni
ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam
başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 10/1/2014 tarihi itibarıyla
yapılan toplam 18.450 başvurudan 18.410’unun karara bağlandığı, komisyon
sayısının bire düştüğü ve sadece 39 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.
70. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun
başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında
çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut
başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok
yüksek olduğu dönemlerde Batman örneğinde görüldüğü üzere illerde kurulan
komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının
düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke
genelinde hem de Batman ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların
sayısına bakıldığında karara bağlanmamış çok az sayıda başvurunun kaldığı
anlaşılmaktadır.
71. Ülke genelinde ve Batman ilinde karara bağlanan başvuru
sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz
önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının
kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un
4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine
getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi
olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri
oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli
bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir.
72. Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı
kadarıyla, 6/5/2008 tarihinde komisyona başvuru sonrasında başvurucunun zararının
tespiti için komisyon tarafından yürütülen ilk işlemin 20/9/2010 tarihinde
Kaymakamlık İlçe Zarar Tespit Bilirkişi Komisyonu tarafından gerçekleştirilen
keşif işlemi olduğu görülmektedir. Bir anlamda komisyona yapılan başvurular
arasında başvurucunun dosyasının incelenme sırası bu tarihte gelmiştir. Bu
tarihten sonra yaklaşık 30 gün içerisinde sırasıyla (13-17/9/2010,
13-17/10/2012 ve 18/10/2010 tarihlerinde) ziraat, kadastro ve inşaat
bilirkişilerinden ayrı ayrı rapor alınmış ve başvurucunun talebi 14/12/2010
tarihinde karara bağlanmıştır. Komisyonda toplam 2 yıl 7 ay 8 günde karara
bağlanan başvurunun işleme konulabilmesi için 2 yıl 4 ay 14 gün sıra beklediği
anlaşılmaktadır.
73. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin
Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya
çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu
iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda
üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
74. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, komisyon
tarafından başvurucunun taleplerinin reddi sonrasında 3/3/2011 tarihinde dava
dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu sürecin
başladığı, 9/3/2011 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat
işleminin yapıldığı ve davalı idarenin 20/4/2011 tarihinde cevap dilekçesini
sunduğu görülmektedir. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/7/2011 tarihli ara
kararı ile dava dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011 tarihinde
faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, dava
dosyasını 25/8/2011 tarihinde devralan Batman İdare Mahkemesinin 16/11/2011
tarihinde davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.
75. Başvurucu tarafından 11/1/2012 tarihinde kararın temyiz
edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince 26/1/2012 tarihinde temyiz ilk
inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 29/3/2012 tarihinde
Danıştay’a gönderilmiştir. 9/4/2012 tarihinde temyiz merciinde kayda alındığı
anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık iki ay sonra 13/6/2012 tarihinde
Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.
76. Bu karar sonrasında dosyanın 31/7/2012 tarihinde ilk
derece Mahkemesine ulaştığı, başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme istemi
üzerine 1/11/2012 tarihinde tekrar Danıştay Başkanlığına gönderilerek
15/11/2012 tarihinde kayda alındığı, 5/12/2012 tarihinde ilk incelemesinin
yapıldığı ve 15 gün sonra 19/12/2012 tarihinde Danıştay 15. Dairesince karar
düzeltme talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
77. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin
toplam 1 yıl 9 ay 16 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.
78. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde,
ilgili dava dosyasının Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare
Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen hem ilk derece aşamasında hem de
temyiz ve karar düzeltme aşamalarında kayda değer herhangi bir gecikmenin
yaşanmadığı anlaşılmaktadır.
79. Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda
incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında
yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü
düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin
karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve
bunların karara bağlanması, başvurunun komisyonda işleme alınması sonrasında
yaklaşık 3 ayda kararın verilmesi ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin
(dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine
devri söz konusu olmasına rağmen) 1 yıl 9 ay 16 gün içerisinde ilk derece,
temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm
koşulları dikkate alındığında başvurunun toplamda 4 yıl 7 ay 13 günde
(6/5/2008-19/12/2012 tarihleri arasında) karara bağlanmasında kamu
otoritelerine ve yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu
söylenemez.
80. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin
gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle:
A. Başvurucunun yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olması
nedeniyle adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
D. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
6/2/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.