TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HATİCE KARA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3180)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Kamil KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Hatice KARA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, doğum borçlanması ve yaşlılık aylığı bağlanması
(emeklilik) işlemlerinin yapılması isteminin Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK)
reddedilmesi üzerine emeklilik ve borçlanma hakkının tespiti ile talebin yerine
getirilmemesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada eksik
inceleme sonucunda hatalı karar verilmesi, kısa kararda belirtilmeyen vekâlet
ücreti konusunda gerekçeli kararda hüküm kurulması, yargılama giderlerinden
davanın açılmasına sebebiyet veren davalı yerine davacının sorumlu tutulması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2013 tarihinde Denizli 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 14/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 19/3/2009 tarihli dilekçeyle doğum borçlanması ve
emeklilik işlemlerinin yapılması istemiyle SGK'ya
başvuruda bulunmuştur.
9. Başvurucunun borçlanma istemi, doğumun çalıştığı iş yerinden
ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmediği gerekçesiyle reddedilmiştir.
10. Başvurucu, emeklilik ve borçlanma hakkının tespiti ile
talebinin yerine getirilmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazmini istemiyle SGK
aleyhine 25/6/2010 tarihinde Denizli 2. İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava
açmıştır.
11. Dava sürerken SGK tarafından 16/9/2010 tarihinde yayımlanan
2010/106 sayılı genelge ile “doğum
borçlanması için doğumun, işyerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde
gerçekleşmesi şartı” kaldırılmıştır.
12. Başvurucu bunun üzerine 18/8/2010 tarihinde aynı taleplerle
tekrar SGK’ya başvuruda bulunmuş, SGK tarafından
başvurucunun borçlanma talebi kabul edilerek borçlanma bedeli hesaplanmış,
borcun ödenmesiyle de başvurucuya 1/11/2010 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı
bağlanmıştır.
13. Başvurucu, Mahkemeye verdiği 22/10/2010 tarihli dilekçesiyle
borçlanmaisteminin hiçbir yasal değişiklik olmadığı
hâlde SGK tarafından dava açıldıktan sonra yerine getirildiğini ancak talebinin
süresinde yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmediğini
belirterek bunun tazminine Mahkemece karar verilmesini talep etmiştir.
14. Mahkeme 28/12/2010 tarihli ve E.2010/385, K.2010/696 sayılı
kararıyla borçlanma talebinin dava sürerken yerine getirilmiş olması nedeniyle
konusuz kalan bu taleple ilgili karar verilmesine yer olmadığına, davacının SGK’ya ilk başvuru tarihi olan 19/3/2009 itibarıyla
emeklilik koşullarının prim ve hizmet süresi yönünden oluşmadığı gerekçesiyle
geçmiş zararların tazmini talebinin reddine karar vermiştir.
15. Mahkeme ayrıca başvurucunun yaptığı yargılama giderlerinin
yarısının davalı SGK’dan tahsiline, 1.100 TL vekâlet
ücretinin başvurucudan alınarak davada kendini vekille temsil eden davalı SGK’ya verilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi ve hüküm
kısmı şöyledir:
“...
Doğumdan sonra geçen iki yıllık sürenin
borçlandırılması hakkı 5510 SY'nın 4. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendine tabi sigortalılara verilmiş olup, iki yıllık
sürenin borçlandırılmasında "hizmet akdine tabi çalışılmaması koşulu"
ile doğum borçlandırılmasında "hizmet akdine tabi çalışılmaması"
koşulu ile doğum tarihinden önce hizmet akdinin var oduğu,
ayrıca maddede yer alan "sigortalı kadın" ifadesinden de Kanun'un
tanıklar başlıklı 3. maddesinde yer alan ve hakkında kısa ve/veya uzun vadeli
sigorta kolları bakımından adına prim ödemesi gereken kişi anlaşılmaktadır.
TBMM Genel Kurulunda söz konusu maddeye
ilişkin verilen yönergenin gerekçesinde "Doğum yapan kadın sigortalıların
çalışmamış olmaları durumunda, çocuklarının daha sağlıklı yetiştirilmesi ve
bakımının anneleri tarafından yapılması sırasında işten ayrılmış olmaları
nedeni ile, bu süreleri daha sonra borçlanabilmeleri imkanı
sağlanmıştır" ifadesine yer verilmiştir.
Hem madde metninde yer alan "sigortalı
kadın" hem de gerekçede yer alan "kadın sigortalıların çalışmamış
olmaları" ve "işten ayrılmış olmaları" ibareleri borçlanma
yapacak olan kadınların doğumdan önce hizmet akdine tabi olarak sigortalı
çalışıyor olmaları şartını açıkça koymaktadır.
...
Talep, cevap ve tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde; davacının 9999614 sicil no ile
kurum sigortalısı olduğu, davacının ilk çocuğunun 29.06.1986 doğumlu, ikinci
çocuğunun 15.01.1991 doğumlu olduğu, her iki çocuğun da davacının ilk sigortalı
işe giriş tarihinden sonra doğduğu, davacının doğum borçlanması talebinin
kurumca kabul edilmiş olduğundan bu taleple ilgili olarak konusu kalmayan dava
hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davacının 19.03.2009 tarihi
itibariyle koşulları oluşmadığından yaşlılık aylığı bağlanması talebinin ve bu
tarihten itibaren ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile davalı kurumdan tahsili
talebinin 19.03.2009 tarihi itibari ile prim ve hizmet süresi yönünden aylık
bağlama koşullarının eksiksiz olmadığı, davacının bu tarihteki doğum
borçlanması talebinin kurumca kabul edilmesi halinde dahi borçlanılan sürelerin
primlerinin davacı tarafça kuruma ödendiği ayı takip eden aybaşı itibari ile
aylık bağlanabileceğinden reddine karar vermek gerekmekle aşağıdaki hüküm
kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
Davacının doğum borçlanması talebi kurumca
kabul edilmiş olduğundan bu taleple ilgili olarak konusu kalmayan dava hakkında
karar verilmesine yer olmadığına,
Davacının 19.03.2009 tarihi itibariyle
koşulları oluşmadığından yaşlılık aylığı bağlanması talebinin ve bu tarihten
itibaren ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile davalı kurumdan tahsili talebininreddine...”
16. Başvurucu; Mahkemenin ara kararıyla istediği bilgilerin SGK
tarafından bildirilmemesine rağmen davanın karara bağlandığını, SGK’ya ilk başvuru tarihi olan 19/3/2009 itibarıyla
emeklilik için gerekli şartları taşıdığını, borçlanma talebi kabul edilseydi
daha erken emekli olabileceğini, geç emekli edilmesi nedeniyle oluşan
kayıplarının telafi edilmediğini belirterek söz konusu kararı temyiz etmiştir.
17. Davalı tarafça da temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 5/3/2013 tarihli ve E.2011/10379, K.2013/3949 sayılı ilamıyla
onanmıştır. Onama ilamı şöyledir:
“Davacı, doğum sonrası prim borçlanma hakkının
bulunduğunun emekli aylığı talebinin yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı
hak kaybının yasal faiziyle Kurum tarafından karşılanmasına, Kurum işleminin
iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde dava
konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de
benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddidelillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir
isabetsizlik görülmemesine göre, taraf vekillerinin yerinde bulunmayan bütün
temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ...
karar verildi.”
18. Nihai karar başvurucuya 2/4/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 30/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun 41. maddesi (10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı İş
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un 43. maddesi ile
yapılan değişiklikten önceki hâliyle) şöyledir:
“Bu Kanuna göre sigortalı sayılanların;
a) Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya
da analık izni süreleri ile 4 üncü maddenin birinci
fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalı kadının, iki defaya mahsus olmak
üzere doğum tarihinden sonra iki yıllık süreyi geçmemek kaydıyla hizmet akdine
istinaden işyerinde çalışmaması ve çocuğunun yaşaması şartıyla talepte
bulunulan süreleri,
...
kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları ve talep tarihinde 82
nci maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç
alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük
kazancın % 32’si üzerinden hesaplanacak primlerini borcun tebliği tarihinden
itibaren bir ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılarak, borçlandırılan
süreleri sigortalılıklarına sayılır...”
21. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar
Kanunu’nun 5510 sayılı Kanun’un 106. maddesi gereğince yürürlükte olan geçici
81. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte;
A) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce
yürürlükte bulunan hükümlere göre yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanmış
olanlar ile sigortalılık süresi 18 yıl ve daha fazla olan kadınlar ve
sigortalılık süresi 23 yıl ve daha fazla olan erkekler hakkında, bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümler uygulanır.
B) (İptal edilen bend:
Anayasa Mahkemesinin 23/02/2001 tarihli ve E. 1999/42, K. 2001/41 sayılı kararı
ile; yeniden düzenleme) 23/05/2002 tarihinde;
a) (A) bendi kapsamında olanlar hariç
sigortalılık süresi 18 (dahil) yıldan fazla olan kadınlar 20 yıllık
sigortalılık süresini ve 40 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 23 yıldan
(dahil) fazla olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 44 yaşını
doldurmaları ve en az 5000 gün,
b) Sigortalılık süresi 17 (dahil) yıldan
fazla, 18 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 41 yaşını doldurmaları,
sigortalılık süresi 21 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 23 yıldan az olan erkekler
25 yıllık sigortalılık süresini ve 45 yaşını doldurmaları ve en az 5000 gün,
...
Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi
ödemiş bulunmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabilirler.
...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; doğum borçlanması ve emeklilik işlemlerinin
yapılması istemiyle 19/3/2009 tarihinde SGK’ya
yaptığı başvurunun, doğumun çalıştığı iş yerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün
içinde gerçekleşmediği gerekçesiyle reddedildiğini; 5510 sayılı Kanun’un 41.
maddesinde borçlanma koşulları arasında sayılmayan bu şartın Kurum tarafından
getirildiğini, Kurumun bu keyfî uygulamasına karşı emeklilik ve borçlanma
hakkının tespiti ve talebinin yerine getirilmemesi sebebiyle uğradığı zararın
tazmini istemiyle dava açtığını, dava sürerken yasal hiçbir değişiklik olmadığı
hâlde SGK’nın isteği üzerine 18/8/2010 tarihinde SGK’ya yaptığı ikinci başvuru sonucunda borçlanma talebi
kabul edilip kendisine yaşlılık aylığı bağlandığını ancak geçmiş kayıplarının
karşılanmadığını zira ilk başvuru yaptığı 19/3/2009 tarihinde talebi kabul
edilmediğinden söz konusu tarihten aylık bağlanma tarihine kadar alması gereken
aylıkları alamadığını, fazladan prim ödemek zorunda kaldığını, geç emekli
edildiği için alması gereken yaşlılık aylık miktarının düştüğünü, bu
zararlarının giderilmesini Mahkemeden talep ettiğini ancak 19/3/2009 tarihi
itibarıyla emeklilik koşullarının prim ve hizmet süresi yönünden oluşmadığı
gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, bu gerekçenin gerçeği yansıtmadığını
zira yaşlılık aylığı için 40 yaş, 20 yıl sigortalılık ve 5000 gün prim ödenmesi
şartlarının bulunduğunu, sigortalılık ve yaş şartlarını taşıdığını, borçlanma
talebi zamanında kabul edilseydi prim eksiğini de borçlanarak tamamlayıp emekli
olabileceğini, olayda resmî belgeler yerine SGK’nın
soyut iddialarına dayalı olarak eksik incelemeyle hüküm kurulduğunu, kısa
kararda belirtilmeyen vekâlet ücreti konusunda gerekçeli kararda hüküm
kurulduğunu, yargılama giderlerinden davanın açılmasına sebebiyet veren davalı
yerine kendisinin sorumlu tutulduğunu belirterek Anayasa’nın 36., 40. ve 125.
maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin
tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun şikâyetleri 19/3/2009 tarihinde SGK’ya yaptığı ilk başvuru tarihi itibarıyla doğum
borçlanması ve emeklilik için gerekli yasal şartları taşıdığı hâlde talebinin
kabul edilmemesi sebebiyle oluşan zararının karşılanması istemiyle açtığı
davanın Mahkemece eksik inceleme ile reddedilmesi, kısa kararda belirtilmeyen
vekâlet ücreti konusunda gerekçeli kararda hüküm kurulması ve yargılama
giderlerinden davanın açılmasına sebebiyet veren davalı yerine kendisinin
sorumlu tutulması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkindir.
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında kalan ihlal
iddialarından, kısa kararda belirtilmeyen vekâlet ücreti konusunda gerekçeli
kararda hüküm kurulduğu iddiasının aleni karar hakkı, diğer iddialarının ise
gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Aleni Karar Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu, yargılama sonunda kısa kararda belirtilmeyen
vekâlet ücreti ile ilgili gerekçeli kararda hüküm kurulmasıyla aleni karar
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun anılan iddiasıyla
ilgili görüş bildirilmemiştir.
29. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir.”
31. Sözleşme’nin 6. maddesinde belirtilen aleni yargılanma
hakkı, davanın aleni duruşma ile görülmesinin yanı sıra mahkeme kararının da
aleni olarak açıklanması gereğine işaret etmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinde
açıkça aleni yargılanma hakkından söz edilmemekle birlikte adil yargılanma
hakkının somut görünümlerinden biri olan bu hak, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olup ayrıca
duruşmaların herkese açık olduğunu belirten ve aleniyetin hem kişinin adil
yargılanma hakkından yararlanmasına hem de toplumun adalete güvenini sağlamak
bakımından kamu yararına hizmet ettiğine işaret eden madde gerekçesi de dikkate
alındığında yargılamanın aleniyetinin yanı sıra hükmün aleniyetine de işaret
ettiği anlaşılan Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- aleni yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 31).
32. Hükmün aleni olması mahkeme kararlarının mutlaka açık
duruşmada tefhimi anlamına gelmeyip ilgililerin bilgi edinmesi amacıyla kararın
yayımlanması veya mahkeme kalemine bırakılması da yargılamanın bütünü dikkate
alınarak aleni hüküm elde edilmesi açısından yeterli görülebilir (Tahir Gökatalay,
§ 32; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretto ve diğerleri/İtalya, B. No: 7984/77, 8/12/1983, §§ 20–28).
33. Başvuruya konu yargılamada İlk Derece Mahkemesi tarafından,
gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere kurulan hükmün esasına bağlı olan yargılama
masrafları ile vekâlet ücreti konusunun gerekçeli karar evrakında
değerlendirildiği görülmüştür. Kısa kararın duruşmada hazır bulunan başvurucuya
tefhim edildiği, gerekçeli kararın da ilgili usul hükümleri uyarınca
yargılamanın taraflarına tebliğinin sağlanmış olduğu değerlendirildiğinde kısa
kararda belirtilmeyen vekâlet ücreti ile ilgili gerekçeli kararda hüküm
kurulmasının başvurucunun aleni karar hakkına yönelik açık bir ihlal
oluşturmadığı sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucunun aleni karar hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu 19/3/2009 tarihinde SGK’ya
yaptığı ilk başvuru tarihi itibarıyla borçlanma ve emeklilik için gerekli yasal
şartları taşıdığı hâlde talebinin kabul edilmemesi sebebiyle oluşan zararının
karşılanması istemiyle açtığı davanın resmî belgeler yerine SGK’nın
soyut iddialarına dayalı olarak eksik inceleme ile Mahkemecereddedildiğini,
davanın açılmasına sebebiyet veren davalı yerine yargılama giderlerinden
kendisinin sorumlu tutulduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu; doğum borçlanması ve emeklilik işlemlerinin
yapılması istemiyle 19/3/2009 tarihinde SGK’ya
yaptığı başvurunun, doğumun çalıştığı iş yerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün
içinde gerçekleşmediği gerekçesiyle reddedildiğini, 5510 sayılı Kanun’un 41.
maddesinde borçlanma koşulları arasında sayılmayan bu şartın Kurum tarafından
getirildiğini, Kurumun bu keyfî uygulamasına karşı emeklilik ve borçlanma
hakkının tespiti ile talebin yerine getirilmemesi sebebiyle uğradığı zararın
tazmini istemiyle dava açtığını, dava sürerken yasal hiçbir değişiklik olmadığı
hâlde SGK’nın isteği üzerine 18/8/2010 tarihinde SGK’ya yaptığı ikinci başvuru sonucunda borçlanma talebi
kabul edilip kendisine yaşlılık aylığı bağlandığını ancak geçmiş kayıplarının
karşılanmadığını, bu zararlarının giderilmesini Mahkemeden talep ettiğini ancak
19/3/2009 itibarıyla emeklilik koşullarının prim ve hizmet süresi yönünden
oluşmadığı gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, bu gerekçenin gerçeği
yansıtmadığını, sigortalılık ve yaş şartlarını taşıdığını, borçlanma talebi
zamanında kabul edilseydi prim eksiğini de tamamlayıp borçlanarak emekli
olabileceğini, olayda resmî belgeler yerine SGK’nın
soyut iddialarına dayalı olarak eksik incelemeyle hüküm kurulduğunu belirterek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Bakanlık görüş yazısında adil
yargılama hakkı kapsamında yer alan güvencelerden birinin silahların eşitliği
ilkesi olduğu, bu ilke gereği davanın taraflarından birinin diğeri karşısında
zayıf duruma düşürülmemesi gerektiği; hukuki güvenlik ilkesinin, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını ve bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesi gerekli kıldığı; hukuki belirlilik ilkesi gereğince
de yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması gerektiğini, somut olay yönünden SGK'nın,
Kanun'da öngörülmeyen bir kısıtlama ile doğum borçlanmasında işten ayrıldıktan
sonra 300 gün içinde doğum yapma şartınıgenelgeyle
getirdiği, genelge değişikliğiyle bu şartın sonradan kaldırıldığı, söz konusu
değişiklik öncesinde kişilerin benzer mağduriyetlerini mahkemelere başvurma
yoluyla ortadan kaldırmaya çalıştıkları, başvurucunun da mahkemeye başvurarak
emekli olma konusunda meşru beklentisi olduğu ifade edilerek başvurucunun
şikâyeti incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda
bulunulmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katıldığını belirterek başvuru
formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
39. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
40. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
41. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin
lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi
ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
42. Hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli
karar hakkı, Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mahkemelerin
uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule
ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan
gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve
denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
43. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için
davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini
etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, §
33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan
mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel
şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6.
maddesi davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından
ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84,
85).
44. Mahkemeler “kararlarını
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme”
yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını
kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992,
§ 33) tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara
uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri, § 34).
45. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği
şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı
kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık
bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013,
§ 26).
46. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği,
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
47. Ayrıca insan haklarına ilişkin güvenceler soyut ve teorik
olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanmalıdır. Buna göre
mahkemelerin, ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları
yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması,
mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce
belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, § 36).
48. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın
sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte
bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak
gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma
sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak
olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi
hususunda makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene
sahip olması beklenir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 37).
49. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de
tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların
usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin, temyiz
incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak
görülebilir (Faik Gümüş, B. No:
2012/603, 20/2/2014, § 49).
50. Diğer taraftan Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil
yargılanma hakkının içinde zımnen mevcut olan ilkelerden biri de hukuki
güvenlik ilkesidir. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar(AYM,
E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
51. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre
düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki
yardım almak suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu
edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir.
Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok
kanun, işin doğası gereği yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı
olan yoruma açık formüllerdir (Murat Daş, B. No: 2013/3063, 26/6/2014, § 41).
52. AİHM’e göre öngörülebilirlik
kavramının kapsamı, kuralın anlamı, uygulanacak kişilerin sayısı ve statüsüne
bağlı olup yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor
olması tek başına kuralın Sözleşme’nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını karşılamada
başarısız olduğu anlamına gelmez. Mahkemelerin görevi, kuralın günlük yaşamdaki
uygulamalarını dikkate alarak yoruma dair şüpheleri kesin olarak ortadan
kaldırmaktır (Gorzelik ve diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98,
17/2/2004, § 65). Yüksek Mahkemelerin yasanın tutarlı bir şekilde
uygulanmasında güvence olması göz ardı edilemez (Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03,
24/3/2009, §§ 29, 30, Ştefănică ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02,
2/11/2010, §§ 36, 37).
53. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler
içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey; belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir (Abdulhalim Karavil,
B. No: 2013/849, 15/4/2013, § 34).
54. Bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik
ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir. Ancak aynı
hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde
mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir (Servet Saraçoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/1281, 24/6/2015, §§ 118,119; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
55. Başvuru konusu olayda başvurucu 19/3/2009 tarihinde SGK’ya başvurarak doğum borçlanması ve emeklilik talebinde
bulunmuş; kendisine yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli olan 40 yaş ve 20
yıl sigortalılık şartlarını taşıdığını, eksik prim ödemelerini ise doğum
borçlanması yaparak tamamlamak istediğini bildirmiştir. SGK ise 5510 sayılı
Kanun’un 41. maddesinde açıkça düzenlenmeyen
“doğum borçlanması için doğumun, işyerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde
gerçekleşmesi” şartının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun
talebini reddetmiştir.
56. Başvurucu, talebinin SGK tarafından reddedilmesi üzerine
Kurum aleyhine 25/6/2010 tarihinde dava açarak kuruma başvuru tarihi olan
19/3/2009 itibarıyla doğum borçlanması ve emeklilik şartlarının oluştuğunun
tespiti ile talebinin yerine getirilmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazminine
karar verilmesini talep etmiştir.
57. Somut uyuşmazlığa konu 5510 sayılı Kanun’un 41. maddesinde
açıkça yer almayan “doğum borçlanması için
doğumun, işyerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmesi” şartının
SGK’nın 26/12/2008 tarihli ve 2008/111 sayılı
genelgesiyle getirildiği, 16/9/2010 tarihinde yayımlanan 2010/106 sayılı
genelge ile de kaldırıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu, dava sürerken bu şartın
kaldırılması üzerine 18/8/2010 tarihinde aynı taleplerle tekrar SGK’ya başvuruda bulunmuş; SGK tarafından başvurucunun
borçlanma talebi kabul edilerek borçlanma bedeli hesaplanmış; borcun
ödenmesiyle de başvurucuya 1/11/2010 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı
bağlanmıştır.
58. Başvurucu Mahkemeye verdiği 22/10/2010 tarihli dilekçesiyle borçlanmaisteminin hiçbir yasal değişiklik olmadığı hâlde
SGK tarafından dava açıldıktan sonra yerine getirildiğini ancak talebinin
süresinde yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmediğini
belirterek zararın tazminine Mahkemece karar verilmesini talep etmiştir.
59. Mahkeme, dava devam ederken başvurucunun doğum borçlanması
talebinin davalı kurumca kabul edilmiş olması nedeniyle konusu kalmayan bu
talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun
ikinci talebi olan 19/3/2009 tarihi itibarıyla emeklilik ve doğum borçlanması
talebinin yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararın tazminine ilişkin
olarak ise söz konusu tarihte başvurucunun prim ve hizmet yönünden emeklilik
şartlarının oluşmadığı, borçlanma talebi kabul edilse bile borçlanılan
sürelerin primlerinin kuruma ödendiği ayı takip eden aybaşı itibarıyla aylık
bağlanabileceği gerekçesiyle bu talebin reddine karar vermiştir (bkz. § 15).
60. Mahkeme, gerekçeli kararında 5510 sayılı Kanun’un 41.
maddesini, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda maddeye ilişkin verilen
önerge gerekçesi ve aynı Kanun’un 3. maddesindeki “sigortalı kadın” ifadesinin
tanımından hareketle yorumlayarak sigortalı kadının doğum borçlanması
yapabilmesi için doğumdan önce hizmet akdine tabi olarak çalışıyor olması
gerektiğini belirtmiştir. Mahkemenin ilgili hukuk kurallarını yorumlayarak
ulaştığı bu sonuç ile davalı SGK’nın 2008/111 sayılı
genelgesinde getirdiği ve 2010/106 sayılı genelge ile kaldırdığı “doğum borçlanması için doğumun, işyerinden
ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmesi” şartını
benimsediği anlaşılmaktadır.
61. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
62. Bu bağlamda somut yargılama açısından Mahkemenin, ilgili
mevzuat hükümleriniyorumlayarak sigortalı kadının
doğum borçlanması yapabilmesi için doğumdan önce hizmet akdine tabi olarak
çalışıyor olması gerektiği sonucuna ulaşması Mahkemenin hukuk kurallarını
yorumlama ve takdir yetkisi kapsamında değerlendirilebilir. Ancak yargılama
devam ederken ilgili Kanun hükmünde bir değişiklik olmadığı hâlde davalı SGK’nın 26/12/2008 tarihli ve 2008/111 sayılı genelgeyle
getirdiği “doğum borçlanması için doğumun,
işyerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmesi” şartını
16/9/2010 tarihinde yayımlanan 2010/106 sayılı Genelge ile kaldırdığı dikkate
alındığında daha önce başvurusu reddedilen başvurucunun doğum borçlanması ve
emeklilik talebinin kurumca zamanında kabul edilmemesi nedeniyle uğradığı hak
kaybı olup olmadığı, varsa bunun giderilmesi gerekip gerekmediği konusunda
Mahkemece bir araştırma ve değerlendirme yapılması gerektiği açıktır.
63. Başvurucu 19/3/2009 tarihinde SGK’ya
başvurduğuna ilişkin belgelerini sunarak hak kayıplarının Mahkemece tespiti ve
giderilmesini talep etmiştir. Ancak Mahkeme,başvurucunun
emeklilik ve borçlanma talebini önce reddedip sonra kabul eden davalı Kurumun
ilgili Kanun maddesinde hiçbir değişiklik olmadığı hâlde uygulamada farklılığa
giderken başvurucunun eski uygulama nedeniyle uğradığı hak kaybı varsa bunun
neden giderilmediğini sorgulamadığı gibi bunun giderilmesi gerekip gerekmediği
konusunda bir değerlendirme de yapmamıştır.
64. Mahkeme, ilgili mevzuat hükümlerini de yorumlamak suretiyle
5510 sayılı Kanun’un 41. maddesine göre sigortalı kadının doğum borçlanması
yapabilmesi için doğumdan önce hizmet akdine tabi olarak çalışıyor olması
gerektiği sonucuna ulaşarak başvurucunun doğumdan önce çalışmıyor olması
nedeniyle 19/3/2009 tarihinde emeklilik şartlarının oluşmadığını belirtmiş ise
de davalı Kurumun dahi Kanun'u bu yönde yorumlayarak yaptığı uygulamadan
vazgeçtiği dikkate alındığında Mahkemenin bu gerekçesinin davanın şartlarına uygun
bir gerekçe olmadığı açıktır.
65. Öte yandan Mahkeme, karar gerekçesinde 19/3/2009 tarihi
itibarıyla başvurucunun hizmet süresi yönünden aylık bağlanma koşullarının
eksiksiz olmadığını belirtmiştir. Başvurucu; Mahkemeye sunduğu dilekçe ve
belgelerde 1/12/1981 tarihinde sigortalı olduğunu, 506 sayılı Kanunun geçici
81. maddesi gereğince emeklilik için aranan 20 yıl hizmet şartının oluştuğunu
ileri sürmüş olup başvurucunun 1981 yılında sigortalı olduğu dikkate
alındığında 19/3/2009 tarihi itibarıyla hizmet süresi yönünden aylık bağlanma
şartlarının ne şekilde oluşmadığı konusunda da Mahkemenin yeterli gerekçe
ortaya koymadığı anlaşılmaktadır.
66. Başvurucu dava dilekçesinde doğum borçlanması için kadının "hizmet akdine istinaden işyerinde çalışmıyor ve
çocuğunun yaşıyor olması" dışında başkaca bir şart
aranmayacağına ilişkin Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25/2/2010 tarihli ve
E.2009/8312, K.2010/2516 sayılı kararını emsal göstermiş ancak bu içtihadın
neden benimsenmediğiyle ilgili de gerekçeli kararda bir açıklama olmadığı
görülmüştür.
67. Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucunun ilk başvuru
tarihinde doğum borçlanması talebi kabul edilseydi dahi borçlanılan sürelerin
primlerinin başvurucu tarafından Kuruma ödendiği ayı takip eden ay başı
itibarıyla aylık bağlanabileceği gerekçesiyle talebin reddine karar verildiği
belirtilmiş ise de davalı Kurum tarafından borçlanma talebinin kabul edilmemesi
ve borçlanma bedelinin hesaplanmaması nedeniyle bu bedelin yatırılamamasında
başvurucunun ne gibi bir sorumluluğu olduğunun kararda yeterince tartışılmadığı
anlaşılmaktadır.
68. Somut uyuşmazlığa benzer davalarda Yargıtay 10. ve 21. Hukuk
Dairelerininistikrar kazanan içtihatlarında, doğum
borçlanması için 5510 sayılı Kanun’un 41. maddesinde doğumun iş yerinden ayrıldıktan
sonraki 300 gün içinde gerçekleşmesi gerektiği şeklinde bir şartın aranmadığı,
bu düzenlemeyi davalı kurumun uygulamaya ilişkin hazırladığı tebliğ ile
getirdiği, Kurumun tek taraflı olarak hazırladığı tebliğin mahkemeleri
bağlamayacağı belirtilerek doğum borçlanması hakkının tespiti için açılan
davalarda bu şartın aranmayacağına karar verdikleri anlaşılmaktadır (Yargıtay
21. Hukuk Dairesinin 18/10/2010 tarihli ve E.2009/13466, K.2010/9978 sayılı,
7/2/2011 tarihli ve E.2010/424, K.2011/747 sayılı, 5/7/2010 tarihli ve
E.2010/4710, K.2010/7933 sayılı, 1/12/2010 tarihli ve E.2010/13262,
K.2011/12068 sayılı, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 9/6/2011 tarihli ve
E.2010/1853, K.2011/8537 sayılı ilamları).
69. Başvurucu da temyiz dilekçesinde konu ile ilgili içtihatları
belirterek ve Mahkemenin Kanun’u yorumlama şeklinin hatalı olduğunu ileri
sürerek kararın bozulmasını talep etmiş; Yargıtay 21. Hukuk Dairesi ise
başvurucunun temyiz itirazlarını herhangi bir gerekçe ortaya koymadan
reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır (bkz. § 17). Onama ilamında
somut dava yönünden istikrar kazanmış içtihatlardan farklı karar verilmesinin
nedeniyle ilgili bir gerekçe belirtilmemiştir.
70. Bu belirlemeler karşısında yargılama süreci bir bütün olarak
incelendiğinde başvuru konusu davada başvurucunun temel şikâyetlerinin Derece
Mahkemeleri tarafından yeterince incelenmediği, davanın sonucuna etkili olan
olay ve olgular hakkında yeterli gerekçenin ortaya konmadığı, somut
uyuşmazlıkta benzer davalarda benimsenmiş yerleşmiş içtihatlardan farklı karar
verilmesini gerektiren durum bulunduğuna dair makul bir neden belirtilmeden
karar verildiği kanaatine varılmıştır.
71. Bu itibarla hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri ışığında
adil yargılanma hakkı yönünden yapılan değerlendirmede somut yargılamada
başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
72. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.
73. Başvurucu, dava sonunda yargılama giderlerinden davanın
açılmasına sebebiyet veren davalı yerine kendisinin sorumlu tutulmasıyla adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup başvurucunun gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından, adil yargılanma hakkına
ilişkin anılan iddia yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
75. Başvurucu ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi
talebinde bulunmuştur.
76. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
77. Adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli 2. İş
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Aleni karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli
2. İş Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, 19/3/2009 tarihinde SGK’ya
yaptığı ilk başvuru tarihi itibarıyla borçlanma ve emeklilik için gerekli yasal
şartları taşıdığını, buna rağmen borçlanma ve emeklilik talebinin kabul
edilmemesi sebebiyle oluşan zararının karşılanması istemiyle açtığı davanın
eksik inceleme ile reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece
kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
Somut olayda Mahkeme, başvurucunun 19/3/2009 tarihinden itibaren
ödenmeyen aylıklarının yasal faizi ile davalı kurumdan tahsili talebini, bu
tarih itibarıyla prim ve hizmet süresi yönünden aylık bağlama koşullarının
eksiksiz olmadığı, doğum borçlanması talebi kabul edilseydi dahi borçlanılan
sürelerin primlerinin başvurucu tarafından Kuruma ödendiği ayı takip eden ay
başı itibarıyla aylık bağlanabileceği gerekçesiyle reddetmiştir (bkz. § 15).
Mahkemenin anılan gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
oluşturan herhangi bir durum bulunmadığı ve kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olan iddianın, “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği
kanaatindeyim.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğine ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.