TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA BOZTEPE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8502)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa
BOZTEPE
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil Ülvi ELVERİCİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız fiil nedenine dayalı tazminat davasında
mahkemenin zaman aşımından dolayı davayı reddetmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/11/2013 tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/1/2016 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 19/10/2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasında
yaralanmıştır.
8. Kaza nedeniyle olaya karışan S.B. isimli şahıs hakkında
Finike Asliye Ceza Mahkemesinin E.2004/27 sayılı dosyasında taksirle yaralama
suçundan dava açılmış; Mahkemece katılan başvurucunun şikâyetinden vazgeçtiği
belirtilerek kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir.
9. Ceza yargılaması kapsamında Adli Tıp Kurumundan aldırılan
9/6/2004 ve 29/1/2007 tarihli raporlarda başvurucunun sol el bileğinde radius ulna açık kırığına,
sol elde 5. metekarp
kırığına ve sol dizde patella kırığına neden olan yaralanmanın
başvurucunun hayatınıtehlikeye sokmadığı, kırk beş
gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği, kişi
üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi
hafif (1), orta (2), ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında ağır (4) derecede
etkileyecek nitelikte olduğu, dava konusu olaya bağlı sol üst ekstremitedeki
anatomik bozukluk ve fonksiyonel
kısıtlılığın devamlı uzuv zaafı (organlardan birinin işlevinin
sürekli zayıflaması) niteliğinde
olduğu belirtilmiştir.
10. Başvurucu 19/9/2006 tarihinde, Finike Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.2006/308 sayılı dosyasında haksız fiil nedenine dayalı tazminat
davası açmıştır.
11. Yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 24/4/2008 tarihliraporunda başvurucunun geçirdiği kaza nedeniyle %33.2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş
sayılacağı belirtilmiştir.
12. Adli Tıp Kurumu raporu 9/9/2008 tarihli duruşmada başvurucu
vekiline tebliğ edilmiştir.
13. Mahkeme 11/5/2010 tarihli ve E.2006/308, K.2010/186 sayılı
kararı ile davayı kısmen kabul etmiş, başvurucunun fazlaya ilişkin haklarının
saklı tutulmasına karar vermiştir. Karar 6/4/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
14. Başvurucu, Finike Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/308
sayılı dosyasında saklı tutulan fazlaya ilişkin haklarıyla ilgili 21/7/2010
tarihinde aynı Mahkemenin E.2010/299 sayılı dosyasında ek dava açmıştır.
15. Mahkeme 29/3/2011 tarihli ve E.2010/299, K.2011/95 sayılı
kararı ile davayı zaman aşımı nedeniyle reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"...
Mahkememizde gerçekleştirilen yargılama
neticesinde, toplanan deliller, taraf beyanları ve tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinide, yaralamalı kazanın, 19/10/2002 günü
meydana geldiği, olay tarihinde yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765
sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca zaman aşımı süresinin beş yıl olduğu, zaman
aşımı süresini haksız fiil tarihi süresinden itibaren başlayacağı ve davanın
açıldığı tarih itibarıyladavanın zaman aşımına
uğradığı kabul edilerek davanın zaman aşımı nedeniyle reddine dair aşağıdaki
şekilde hüküm kurulmuştur.
..."
16. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 17. Hukuk
Dairesinin 19/2/2013 tarihli ve E.2012/16158, K.2013/1990 sayılı ilamı ile
onanmıştır.
17. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/9/2013 tarihli ve
E.2013/12850, K.2013/12260 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
18. Ret kararı 15/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
14/11/2013 tarihinde başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 41.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Gerek kasten gerek
ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir
zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur."
20. 818 sayılı mülga Kanun'un46. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Cismani bir zarara düçar
olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride
iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün
masraflarını isteyebilir."
21. 818 sayılı mülga Kanun'un60. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir
"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava,
mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı
tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan
itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.
Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun
müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya
da o müruru zaman tatbik olunur."
22. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
102. maddesinin dördüncü bendi şöyledir:
"Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis
veya hapis veya muvakkat sürgün veya hidematı ammeden
muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır cezayı nakdiyi müstelzim cürümlerde
beş sene,
...
geçmesile ortadan kalkar.
..."
23. 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu'nun 109. maddesininbirinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
"Motorlu araç kazalarından doğan maddi
zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat
yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden
başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve
ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa,
bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir."
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/4/2008 tarihli ve
E.2008/4-326, K.2008/325 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Görülmekte olan davadaki tazminat isteminin
dayandırıldığı trafik kazası 13.1.1996 günü meydana gelmiş; dava 22.11.1999
tarihinde; yani, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/1.maddesinde
öngörülen iki yıllık sürenin bitiminden sonra ve ancak aynı maddenin ikinci
maddesi uyarınca uygulanması gereken beş yıllık uzamış zamanaşımı süresinin
dolmasından önce, dolayısıyla da süresi içerisinde açılmıştır.
Eldeki davada, davacının olay nedeniyle
uğradığı zararın kapsamını, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun buna ilişkin
18.4.2001 tarihli raporunun tebliğ edildiği 11.9.2001 günlü oturumda öğrenmiş
olduğu, taraflar arasında çekişmesizdir. Bu öğrenme tarihi itibariyle, beş
yıllık uzamış zamanaşımı süresi dolmuştur.
Yukarıda değinildiği gibi, zararın veya failin
uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenildiği durumlarda, tazminat
talebi, öğrenme tarihinden itibaren 2918 S.K.nun
109.maddesindeki iki yıllık zamanaşımı süresine tabidir; öğrenme tarihinden
itibaren yeni bir uzamış (somut olaydaki gibi beş yıllık) zamanaşımı süresi
işlemez. Buna göre, uzamış zamanaşımı süresi içerisinde açılan ve fazlaya
ilişkin hakkın saklı tutulduğu eldeki davada, davacı, maddi tazminat talebini
ıslah yoluyla en geç 11.9.2003 tarihine kadar artırabilecekken,
..."
25. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30/1/2009 tarihli ve
E.2008/5440, K.2009/1354 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Somut olayda olduğu gibi, haksız eylem gününe
göre ceza zamanaşımı geçmiş olsa bile davacının gelişen durumun varlığı nedeniyle zararını tam anlamıyla
öğrenememesi söz konusu olabilir. Bu durumda davacının zarara ıttılaı, diğer
deyimle zararı öğrenmesinin üzerinde durulmalıdır. Burada önemli olan, zarar
gören davacının yasanın anladığı anlamda zarar veren olayın sonuçlarını,
gidişatını, kesinleşen durumunu değerlendirecek bilgiye sahip olmasıdır. Zarar
tamamlanmadan zarar gören açısından zararın belirli olduğu kabul edilemez.
Zararın tamamlanması tüm sonuçları ile bilinmesiyle mümkündür. Eşyaya verilen zarar
ile insana verilen zarar arasındaki temel fark da budur. Buna göre davacının “zararı ıttıla” diğer bir deyimle
“zararı öğrenme” tarihinin Adli Tıp Kurumunun maluliyet oranına ilişkin
raporunun düzenlendiği 7.10.2005 günü olduğunu kabul etmek ve buna göre 2918
sayılı Karayolları Trafik Yasası'nın 109/1. maddesinde öngörülen iki yıllık
zamanaşımı süresini hesaplamak gerekir. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nun 21.3.2001 gün ve2001/4-258 Esas-2001/276 Karar sayılı kararı da bu
yöndedir. Davacının beden gücü kaybından doğan maddi tazminata ilişkin 7.2.2007
günlü ıslah dilekçesi ile açtığı dava, Adli Tıp Kurumu rapor tarihine göre iki
yıllık zamanaşımı süresi dolmadan açılmıştır. O halde, ıslah edilen miktar
yönünden de işin esası incelenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi
gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, ıslah edilen bölümün zamanaşımı
nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
26. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/10/2007 tarihli ve
E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle
maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı
nedeniyle reddine karar verilmiş, karar davacı tarafça temyiz edilmiştir.
Davaya konu olan trafik kazası 5/11/1999
tarihinde meydana gelmiş, dava 20/4/2007 tarihinde açılmıştır. Davacının mevcut
yaralanma sonucu sağ uyluk diz kapağı üst hizasından itibaren anpute edildiği, bel omurunda 4 ve 5. omurda kırık tespit
edilip, 120 gün mutad iştigaline engel teşkil edecek
ve uzuv tatili niteliğinde zarar gördüğü 31/7/2000 tarihli Adli Tabip
raporundan anlaşılmaktadır. Mahkemece söz konusu rapor tarihi itibariyle
davacının zararı öğrendiği ceza davasının kesinleşmesi tarihinden itibaren dahi
1 yıllık süre içerisinde davanın açılmamış olması nedeniyle davanın zamanaşımı
nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı, dava dilekçesinde tedavisinin halen
devam ettiğini belirterek meslekte kazanç gücü kaybının tazminini de
istemiştir.
Dosyada mevcut 31/07/2000 tarihli Adli
Tabiplik raporunda davacının uzuv tatili niteliğinde zarara uğradığı
belirtilmiştir. Ancak davacının maluliyetini belirleyen rapor henüz
alınmamıştır. Zamanaşımı süresi maluliyet
oranının belirlenmesinden sonra başlayacaktır.
Şu halde, davacının
maluliyet oranını belirleyen rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi
gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerekmiştir.
..."
27. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/10/2007 tarihli ve
E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Uyuşmazlık, eldeki dava tarihi olan 14.02.2006
günü itibari ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı
konusundadır. Ceza zamanaşımı süresi olay tarihinden başlar. Davacının
yaralanmasına sebep olan trafik kazası 02.05.2000 tarihinde meydana gelmiştir.
Kural olarak, haksız eylem nedeniyle açılacak tazminat davaları bir yıllık
zamanaşımına tabi ise de, 2918 s. Yasanın 109/1. maddesi uyarınca trafik
kazalarından kaynaklanan maddi tazminat davalarında zarar görenin, zararı ve
tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza
gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, 109/2. maddesinde de
dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun
bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu sürenin, maddi tazminat talepleri
için de geçerli olacağı düzenlenmiştir. Aynı şekilde BK’nun
60/2. maddesinde haksız eylemin suç teşkil etmesi durumunda ceza zamanaşımının
uygulanacağı belirtilmiştir.
Davaya konu edilen olay suç oluşturması ve
niteliği gereği 765 sayılı TCK 459 ve 102/4. maddeleri uyarınca beş yıllık ceza
zamanaşımına tabidir.Davalı
C.U. 02.05.2000 tarihinde gerçekleşen olay nedeniyle ceza mahkemesinde
yargılanmış ve tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek
suçundan mahkum olmuştur. Mahkumiyet
kararının19.04.2005tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada
maluliyet raporu da 24.06.2002 tarihinde Adli Tıp Kurumu’ndan alınmıştır. Davacının
en geç bu tarihte zararlandırıcı eylem ve failini
öğrendiğinin kabulü yerleşik yargı kararları gereğidir.
..."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu 19/10/2002 tarihinde geçirdiği trafik kazası
nedeniyle Finike Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/308 sayılı dosyasında
tazminat davası açtığını, Mahkemenin davayı kısmen kabul ederek fazlaya ilişkin
haklarını saklı tuttuğunu, bakiye alacağı için 21/7/2010 tarihinde aynı
Mahkemenin E.2010/299 sayılı dosyasında ek dava açtığını, Mahkemenin davayı
zaman aşımı nedeniyle reddettiğini, Mahkemenin gerekçeli kararında ileri
sürdüğü iddialara yanıt verilmediği gibi Yargıtay ilamlarında itirazlarına
ilişkin gerekçe belirtilmediğini, kazadan sonra alınan Adli Tıp Kurumunun
29/1/2007 tarihli raporunda organlarından birinin işlevinin sürekli
zayıfladığının belirtildiğini, bu nedenle olayda devamlı gelişen zarar
olgusunun bulunduğunu, Adli Tıp Kurumunun 25/4/2008 tarihli raporunda da %33,2
oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiğinin belirtildiğini, bu raporun
9/9/2008 tarihli duruşmada kendisine tebliğ edildiğini, yaralanmanın gelişen
durum arz etmesi hâlinde bu durumun sona erdiği tarihin zararın öğrenildiği
tarih olarak kabul edilmesi gerektiğini, dolayısıyla bu tarihe göre ek davayı
süresinde açtığını ancak Mahkemenin kanuna ve yerleşik içtihatlara aykırı
değerlendirme yaparak kaza tarihinden itibaren uzamış zamanaşımı süresi olan
beş yıllık sürenin dolduğu gerekçesiyle retkararı
verdiğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Başvurucunun şikâyetinin özünün, açtığı tazminat davasının
zaman aşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle esasın incelenememesine yönelik
olduğu anlaşılmış; bu açıdan iddia, adil yargılanma hakkının güvenceleri
arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
31. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, açtığı tazminat davasında Mahkemenin kanun ve
yerleşik içtihatlara aykırı değerlendirme yaparak zaman aşımı nedeniyle ret
kararı verdiğini, davada ileri sürdüğü iddiaların Mahkeme ve Yargıtay
kararlarında değerlendirilmediğini belirterek anayasal haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
33. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye
etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri
olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru
konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin
mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını
gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da
uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
34. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
35. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların;
hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi,
açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir
(Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38). Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği
gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22). Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal
birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul
kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek
kadar aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul
kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek kadar aşırı
gevşeklikten kaçınmalıdır (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29).
36. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız
hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla
birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002,
§§ 36-40).
37. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak
arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler
hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak
geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle
oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi
önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler,
devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı
oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini
engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93;
22/10/1996, § 51).
38. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre
düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki
yardım almak suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir
bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir.
Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok
kanun, işin doğası gereği yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı
olan yoruma açık formüller içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01,
13/11/2008, § 83).
39. Olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan 818 sayılı
mülga Kanun'un 41. maddesinde kasten, ihmal veya tedbirsizlik sonucu birkimseye zarar veren kişinin neden olduğu zararı
gidermekle yükümlü olduğu belirtilmiş; başvuru konusu olayda olduğu gibi haksız
fiil kapsamında değerlendirilen eylemlere yönelik olarak aynı Kanun'un 60.
maddesinde de zarar gören kişininzararı ve faili
öğrendiği tarihten itibaren bir yıl ve her durumda haksız fiil tarihinden
itibaren on yıl içinde tazminat davası açabileceği hükme bağlanmıştır.
40. Yine aynı maddenin ikinci fıkrasında tazminat davasının ceza
kanunları gereğince daha uzun süreli bir zaman aşımına tabi cezayı gerektirir
bir eylemden kaynaklanması hâlinde tazminat davasına da ceza zaman aşımı
süresinin uygulanacağı belirtilmiştir.
41. Buna karşılık 2918 sayılı Kanun'un 109. maddesinin birinci
fıkrasında, haksız fiil niteliğindeki trafik kazasından doğan tazminat
davasının açılabilmesi için iki yıllık bir süre öngörülmüştür. Aynı maddenin
ikinci fıkrasında ise davanın cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza
kanununun bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmesi durumunda
sürenin maddi tazminat talepleri için açılacak davalarda da uygulanacağı hükme
bağlanmıştır.
42. Başvurucu 19/10/2002 tarihinde meydana gelen trafik
kazasında yaralanmış; ceza yargılaması kapsamında aldırılan Adli Tıp Kurumu 2.
İhtisas Kurulunun 9/6/2004 tarihli raporunda kaza nedeniyle başvurucunun sol el
ve bileği ile sol dizde kırık meydana geldiği, yaralanmanın hayati tehlike
meydana getirmediği ve kırk beş gün mutad iştigale
engel teşkil edeceğinin belirtildiği, yine aynı Kurulun 29/1/2007 tarihli
raporunda önceki rapora ek olarak başvurucuda meydana gelen yaralanmanın
kişinin hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu, kişi
üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, uzuvda meydana
gelen anatomik bozukluk ve fonksiyonel kısıtlılığın organlardan
birinin işlevinin sürekli zayıflaması niteliğinde olduğu belirtilmiş; Adli Tıp
Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 25/4/2008 tarihli raporunda ise başvurucunun
maluliyet oranının %33.2 olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
43. Maluliyet oranının kesin olarak belirlendiği Adli Tıp Kurumu
3. İhtisas Kurulunun 25/4/2008 tarihli raporu başvurucuya ilk davanın açıldığı
E.2006/308 sayılı dosyanın yargılaması sırasında 9/9/2008 tarihli duruşmada
tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
44. Başvurucu, Mahkemenin E.2006/308 sayılı dosyasında
hükmedilen alacağın dışında saklı tutulan fazlaya ilişkin tazminat talebini
aynı Mahkemenin E.2010/299 sayılı dosyasında ileri sürmüş; Mahkeme kazanın
meydana geldiği 19/10/2002 tarihine göre 818 sayılı Kanun'un 60. maddesinin
ikinci fıkrası ve 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin (4) numaralı bendi
gereği beş yıllık uzamış zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
45. Başvurucu, Adli Tıp Kurumu raporlarına göre kaza nedeniyle
meydana gelen yaralanmamın sürekli gelişen bir durum arz ettiği, bu durumun
maluliyet oranına ilişkin 25/4/2008 tarihli raporlakesin
olarak tespit edildiği, dolayısıyla zararın öğrenildiği tarihin raporun
kendisine tebliğ edildiği 9/9/2008 tarih olarak kabul edilmesi gerektiği, 2918
sayılı Kanun'un 109. maddesinde öngörülen iki yıllık zaman aşımı süresinin
9/9/2010 tarihinde dolacağı, dolayısıyla davayı süresinde açtığına yönelik
itirazlarını gerek İlk Derece Mahkemesi gerekse Yargıtay aşamasındaileri
sürdüğü anlaşılmaktadır.
46. Başvuru konusu olaya benzer davalarda Yargıtay; istikrarlı
olarak haksız eylem gününe göre ceza zamanaşımı geçmiş olsa bile davacının
gelişen durumun varlığı nedeniyle zararını tam anlamıyla öğrenememesinin söz
konusu olabileceğini, bu durumda davacının zararı öğrenmesi olgusunun üzerinde
durulması gerekeceğini, burada önemli olanın zarar gören davacının kanunun
anladığı anlamda zarar veren olayın sonuçlarını, gidişatını, kesinleşen
durumunu değerlendirecek bilgiye sahip olması olduğunu, zarar tamamlanmadan
zarar gören açısından zararın belirli olduğunun kabul edilemeyeceğini, zararın
tamamlanmasının tüm sonuçlarının bilinmesiyle mümkün olacağını, eşyaya verilen
zarar ile insana verilen zarar arasındaki temel farkın da bu olduğunu, buna
göre davacının “zararı ıttıla”
diğer bir deyimle “zararı öğrenme”
tarihinin "Adli Tıp Kurumunun maluliyet oranına ilişkin
raporunun düzenlendiği tarih olduğunu" belirterek olayın
meydana geldiği tarih itibarıyla 818 sayılı mülga Kanun'un 60. maddesi, 765
sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin dördüncü bendi ve 2918 sayılı Kanun'un
109. maddesinin ikinci fıkrası gereği uzamış zaman aşımı süresi dolsa bile
trafik kazalarından kaynaklanan tazminat davalarında, yaralanmanın boyutu
hususunda gelişen bir durumun varlığı hâlinde zarar görenin maluliyet oranını
öğrendiği tarihten itibaren 2918 sayılı Kanun'un 109. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca iki yıllık sürede dava açabileceği hususunda değerlendirmeler
yaptığı anlaşılmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/4/2008 tarihli ve
E.2008/4-326, K.2008/325 sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30/1/2009 tarihli
ve E.2008/5440, K.2009/1354 sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/10/2007
tarihli ve E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
8/10/2007 tarihli ve E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı ilamları).
47. Anayasa Mahkemesi bir temyiz incelemesi yapmamakla birlikte
usul kurallarının yorumlanmasının, dava açmak isteyen kişinin mahkemeye
ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da imkânsız hâle getirmemesi
gerekir (Hamza Küçük, B. No:
2013/7400, 5/11/2015, § 46).
48. Yukarıda açıklanan mevzuat ve yerleşik içtihatlar
çerçevesinde başvurucunun 19/10/2002 tarihinde meydana gelen trafik kazası
sonucu organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması niteliğinde
yaralanmaya maruz kaldığı, İlk Derece Mahkemesinin E.2006/308 sayılı dosyasının
yargılaması sırasında alınan Adli Tıp Kurumunun 25/4/2008 tarihli maluliyet
raporunun 9/9/2008 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği, başvurucunun
21/7/2010 tarihindebaşvuru konusu E.2010/299 sayılı
dosyada açtığı davada Mahkemenin, kazanın meydana geldiği tarih itibarıyla beş
yıllık zaman aşımı süresinin dolduğuna ilişkinyaptığı
değerlendirme ve ret kararında başvurucunun yargılama aşamasında dile getirdiği
esasa ilişkin ayrıca değinilmesi gereken itirazlara (bkz. § 47) cevap
verilmediği görülmektedir. Bununla birlikte Yargıtayın
istikrarlı olarak kararlarında benimsediği ilkelerin dışına çıkılmasını
gerektiren hususların da kararda açıklanmadığı, Mahkemece yapılan yorumun kanun
hükümlerine olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle elde edildiği ve
mevzuat hükümleri çerçevesinde, öngörülebilirlik sınırları içerisinde olduğunun
kabul edilemeyeceği,bu açıdan zaman aşımı ile ilgili
katı yorumun, davanın esasının incelenmesine engel olduğu ve başvurucunun
mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
50. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin
tespiti ile tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
51. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal Mahkeme kararından
kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan,
6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
52. Başvurucu tarafından tazminat talebinde bulunulmuş ise de
ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama kararı
verilmiş olduğundan bu aşamada tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
53. Dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 1.800 TL vekâlet
ücreti ve 198,35 TL harçtan oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Finike Asliye Hukuk Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.