TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İBRAHİM SÖNMEZ VE NAZMİYE KAYA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/3193)
Karar Tarihi: 15/10/2015
BİRİNCİ BÖLÜM
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör
Aydın ŞİMŞEK
Başvurucular
1. İbrahim SÖNMEZ
2. Nazmiye KAYA
Vekili
Av. Şehnaz TURAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yakalanma ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadan tutuklama kararı verildiği, kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle soruşturma dosyasına erişilemediği gerekçeleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/5/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu görüş yazısı, başvuruculara 25/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 12/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu İbrahim Sönmez, Küçükçekmece (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (Tüm Bel Sen) İstanbul 1 No.lu Şubesi yönetim kurulu üyesidir.
9. Başvurucu Nazmiye Kaya, Şişli (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Bel Sen İstanbul 4 No.lu Şubesi yönetim kurulu üyesidir.
10. Tüm Bel Sen, yerel yönetim kuruluşlarında (belediye ve il özel idareleri) memur statüsünde çalışanların üye olabildiği bir memur sendikası olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesidir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga 10. maddesi ile görevli bölümü) 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında “Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olma” suçunu işledikleri şüphesiyle başvurucular hakkında soruşturma başlatılmıştır.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında, soruşturma dosyasının incelenmesi ve dosyadan örnek alınması durumunda diğer şahısların deşifre olabileceği, suç delillerinin karartılabileceği veya ortadan kaldırılabileceği ifade edilerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 18/2/2013 tarihinde kısıtlama kararı verilmiştir.
13. Başvurucular, yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kararı uyarınca 19/2/2013 tarihinde gözaltına alınmışlar; 20/2/2013 tarihinde gözaltı sürelerinin 24 saat uzatılmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucular, haklarındaki gözaltına alma kararına itiraz etmişler; İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin (3713 sayılı Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) 20/2/2013 tarihli ve 2013/132 Değişik İş sayılı kararı ile “soruşturmanın devam ediyor olması, şüphelilerin ifadelerinin henüz alınamaması, ele geçen belgelerde incelemenin henüz tamamlanamamış olması ve yasal gözaltı süresinin dolmamış olması dikkate alınarak” başvurucuların itirazının reddine karar verilmiştir.
15. Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeleri alındıktan sonra 21/2/2013 tarihinde tutuklanmaları talebiyle İstanbul 3 No.lu Hâkimliğine (3713 sayılı Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) sevk edilmişlerdir.
16. Başvurucuların sorgusu 21/2/2013 tarihinde saat 22.55’te başlamış ve 22/2/2013 tarihinde saat 7.10’da tamamlanmıştır. Başvurucular, İstanbul 3 No.lu Hâkimliğinin 22/2/2013 tarihli ve 2013/20 Sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmışlardır. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir:
“DHKP/C silahlı bir terör örgütü olarak kuruluşundan itibaren ülkemizde çok sayıda eylem gerçekleştirmiş, birçok sivil vatandaş, polis, adli ve idari yöneticilerin yaşamını yitirmesini, yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Bu örgüt BM Güvenlik Konseyinin terörle mücadeleye ilişkin kararı çerçevesinde düzenlenmiş olan Avrupa Birliği Terör Örgütleri listesinde yer almaktadır. Örgüt 8 Ekim 1997 tarihinde ABD, 26 Ocak 1998 tarihinde Almanya, 29 Mart 2001 tarihinde İngiltere Birleşik Krallığı ve 2 Mayıs 2002 tarihinde Avrupa Birliğinin terör hareketleri listesine geçmiştir.
DHKP/C silahlı terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlar kapsamında Hollanda makamlarınca yapılan aramalarda ele geçirilen bilgi ve belgeler Uluslararası adli yardım talebiyle ülkemize getirtilmiştir. Bu belgelerin büyük kısmı 1999 ila 2003 yılları arasındaki tarihleri kapsamaktadır. (Hollanda Belgeleri). Yine 1999 yılında Belçika’da örgüte yönelik operasyon kapsamında yapılan aramalarda çeşitli dokümanlar ele geçirilmiş, bu belgeler de 2008 yılı sonlarında ülkemize getirtilmiştir. (Belçika belgeleri).
Hollanda belgelerinde ismi geçen örgüt mensuplarından biri 01.02.2013 tarihinde Ankara’da Amerika Büyükelçiliğine yönelik canlı bomba saldırısını gerçekleştiren E.(A.)Ş. olup bu saldırı DHKP/C silahlı terör örgütünün internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu birçok açıklaması ile anlaşılan www.halkınsesitv.com isimli internet sitesinde örgüt tarafından üstlenilmiştir.
Hollanda ve Belçika belgelerinde Devrimci Memur Hareketi (DMH) içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ait raporlar ve bilgiler ele geçirilmiştir. Bu belgeler içeriğinde DMH yapılanması ile DHKP/C örgüt yapılanması arasındaki bağ açıkça ortaya konulmuştur. Ayrıca çeşitli soruşturmalar kapsamında dinlenen tanık, gizli tanık ve şüpheli beyanları ve bu beyanlarla uyum arz eden fiziki takip tutanakları ve kamuoyuna mal olmuş olaylar örgüsü içeriğinden DMH yapılanması ile örgüt arasında organik, iç içe, çok yakın bağların bulunduğuna dair kuvvetli emareler bulunmaktadır.
Bu kapsamda şüphelilerin DHKP/C silahlı terör örgütünün internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu birçok açıklaması ile anlaşılan www.halkınsesi.tv internet sitesinde yönlendirme ve üstlenme şeklinde sahip çıkılan gösteri ve basın açıklamalarına periyodik şekilde dâhil olmaları, iletişimin tespiti ve fiziki takip tutanakları ile belirlenen DMH yöneticileri ile aralarındaki sıkı ilişki, anılan silahlı terör örgütü ile şüphelilerin bağına ilişkin kuvvetli şüphe olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca; Ankara CMK 250 Madde ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/926 sayılı soruşturma dosyası kapsamında Yürüyüş dergisi bürosunda 24.12.2010 tarihinde yapılan aramada ele geçirilen 1055 Numaralı CD içeriğinde ele geçirilen ve şifrelenmiş olduğu anlaşılan verilerin çözümlenmesi neticesinde yukarıda anılan hususlara ilişkin birçok veri ele geçirilmiş olup, şüphelilerden büyük bir kısmının örgütün Memur Hareketi yapılanması içinde listelendirilmiş olduğu görülmüştür. (Şüpheliler A.T., B.D., D.D., E.E., E.S., İbrahim Sönmez, M.P., M.S., Nazmiye Kaya, N.T., Ö.A., S.E., Ş.D., U.E. ve Y.D.'nin bahsi geçen CD'de isimleri kayıtlıdır.)
Atılı suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olduğu ve bu şekilde tutuklama sebeplerinin de var olduğunun hakimliğimizce kabul edildiği,
Atılı suçun mahiyeti gereği adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, tutukluluk tedbirinin ölçülü olduğu anlaşıl(mıştır.)”
17. Başvurucular, 28/2/2013 tarihinde karara itiraz etmişler ancak İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin 7/3/2013 tarihli ve 2013/174 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde mevcut olan bu delillerin şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunun kabulü için yeterli olduğu, suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından TMK 10/3-c Maddesi İle Yetkili 3 No'lu Hakimlik tarafından verilen tutuklama kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan...”
18. Anılan karar başvuruculara 10/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucular 7/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2013 tarihli ve E.2013/409 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve terör örgütü propagandası yapma” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine (3713 sayılı Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır.
21. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile görevli olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucuların yargılanmakta olduğu dava, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/164 sayılı dosya numarası ile devredilmiştir.
22. İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/4/2014 tarihinde E.2014/164 sayılı dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda başvurucuların tahliyelerine karar vermiştir.
23. Dava, inceleme tarihi itibariyle İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.
B. İlgili Hukuk
24. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 3713 sayılı Kanun'un “Terör örgütleri” kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“...
(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz.
...”
26. 5271 sayılı Kanun’un “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler” kenar başlıklı 90. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler."
27. 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı 91. maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir…
(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.”
28. 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
29. 5271 sayılı Kanun’un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
30. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
31. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiinin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153. maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 15/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 7/5/2013 tarihli ve 2013/3193 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular, çağrı üzerine ifadelerinin alınması mümkün iken yakalanıp gözaltına alınmalarının 5271 sayılı Kanun’un 90. maddesine aykırı olduğunu, Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade alma ve hâkim tarafından yapılan sorgu işlemleri sırasında kendilerine kuvvetli suç şüphesini oluşturan olguların sorulmadığını, haklarında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna dair somut olgular gösterilmeden “teknik takip, iletişimin dinlenmesi ve CD” gibi tartışmalı delillere dayanılarak gerekli kişiselleştirmeler yapılmaksızın ortak bir gerekçe ile isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan katalog suçlardan olduğundan bahisle tutuklama kararı verildiğini, soruşturma kapsamında deliller toplanmış olduğundan delil karartılmasının mümkün olmadığını, kamu görevlisi olmaları nedeniyle kaçma şüphelerinin bulunmadığını, adli kontrol veya teminatla salıverme konusundaki taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini, dosya kapsamında kısıtlama kararı verildiğini ve bu nedenle dosyadaki delillere ulaşamadıklarını ve aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına sahip olamadıklarını belirterek Anayasa'nın 19. maddesi ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Hukuka Aykırı Olarak Yakalanıp Gözaltına Alınıldığı İddiası
34. Başvurucular, çağrı üzerine ifadelerinin alınması mümkün iken gereksiz ve hukuka aykırı olarak yakalandıklarını, sonrasında da gözaltına alındıklarını ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu şikâyetine ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır.
36. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları beyanlarında bu şikâyetleriyle ilgili olarak başvuru formunda yer alanlar dışında ek bir açıklamada bulunmamışlardır.
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
39. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
40. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
41. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının, ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
42. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E. 2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Davacılar vekilleri aracılığıyla kasten yaralama olayına karıştıkları gerekçesi ile yetkili Cumhuriyet savcısının gözaltı emri olmaksızın kanuna aykırı şekilde gözaltına alındıkları ve bir gün gözaltında kaldıkları nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın 141 ve devamı maddeleri uyarınca manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Yargılama yapan Iğdır Ağır Ceza Mahkemesince, tazminat istemine konu ceza davasının derdest olup, henüz sonuçlanmadığı, gözaltındaa geçirilen sürelerin TCK’nın 63. maddesi uyarınca cezadan mahsubunun söz konusu olabileceği, derdest davalarda koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açılamayacağı gerekçeleriyle, tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın; “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olay incelendiğinde, talebin dava sonucuyla veya verilecek hükümle bir ilgisi bulunmamaktadır. Gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin, sanıkların mahkumiyeti halinde bu cezalarından mahsubu imkanının bulunması da ulaşılan bu sonucu değiştirmeyecektir. Hal böyle iken, davanın esasıyla ilgili henüz hüküm verilmediği ve derdest davalarda koruma tedbirlerine dayalı olarak dava açılamayacağına ilişkin gerekçenin yasal bir dayanağı bulunmadığı gibi mahkemenin bu yöndeki değerlendirmesi de isabetsiz olup, davanın kabulü yerine, yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup...”
43. Buna göre yakalama veya gözaltı işlemlerinin hukuka aykırı olması hâlinde asıl davanın sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine göre tazminat talep edilmesi mümkündür.
44. Bir suç isnadıyla yakalanıp gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin, yakalanmasının veya gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucunun kişisel durumuna bir etkisi olması mümkün görünmemektedir. Keza yakalama veya gözaltına alma kararı hukuka aykırı da olsa kişi hâkim tarafından tutuklandığından yakalama veya gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu yönündeki bir tespit ve ihlal kararı, tutuklu kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında verilecek muhtemel bir ihlal kararı ancak talep edilmiş olması koşuluyla başvurucular lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir.
45. Başvurucular hakkında uygulanan yakalama işlemi ve gözaltı kararının hukuka uygun olup olmadığı 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada da incelenebilir. Nitekim Yargıtay içtihadı, bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla yakalama işleminin ve gözaltı kararının hukuka aykırı olduğunun tespiti ile birlikte tazminata da hükmedilebilecektir.
46. Somut olayda, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucuların durumlarına uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvuruların incelenmesinin bireysel başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmadığı sonucuna varılması gerekir.
47. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, hukuka aykırı olarak yakalanıp gözaltına alındıkları iddiaları ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası
48. Başvurucular, haklarında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna dair somut olgular gösterilmeden gerekli kişiselleştirme yapılmaksızın ortak bir gerekçe ile isnat edilen suçun katalog suçlardan olduğundan bahisle tutuklama kararı verildiğini, soruşturma kapsamında delillerin karartılmasının mümkün olmadığını, kaçma şüphelerinin bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
49. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararlarına atıfta bulunularak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre bir kişinin ancak hakkında suçu işlediğine dair inandırıcı nedenlerin bulunması hâlinde tutuklanmasına karar verilebileceği; inandırıcı nedenlerin, kişinin suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye uygun olay, olgu veya bilgilerin varlığını gerektirdiği; kişinin yakalandığı anda suçla itham edilmesi için yeterli delillerin toplanmış olmasının gerekmediği, şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiği, somut olayda başvurucular hakkında düzenlenen iddianamede suç şüphesine ilişkin olayların detaylı bir şekilde açıklandığı ifade edilmiştir.
50. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları beyanlarında kendilerinin devlet memuru olduklarını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca başvurucular beyanlarında, iddianamede sendika üyesi olarak yaptıkları faaliyetlerin suçlamaya esas alındığını iddia etmişlerse de bireysel başvuru tarihinden sonra düzenlenen iddianamedeki suçlamaya yönelik bu iddia, ilk kez Bakanlık görüşüne karşı cevap dilekçesinde dile getirilmiştir.
51. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
52. Anayasa'da yer alan kurallara benzer şekilde Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).
53. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
54. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
55. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları: 1) Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
56. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme'ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
57. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak koşuluyla hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla tutulabilir. Tutmanın amacı kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87).
58. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya açık şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir (Abdullah Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 39).
59. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri, B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 84).
60. Somut olayda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/9/2013 tarihli iddianamede başvurucuların “DHKP-C terör örgütünün” memur yapılanması olan “Devrimci memur hareketi” içerisinde “sorumlu” düzeyde görev aldıkları, örgütün düzenlediği eylemlere katıldıkları, bu eylemlerin bazılarında terör örgütünün şiddet içeren eylemlerinin açıkça teşvik edildiği iddia edilmektedir. İddianameye göre başvurucu İbrahim Sönmez on üç ayrı tarihte, başvurucu Nazmiye Kaya ise sekiz ayrı tarihte üyesi oldukları silahlı terör örgütünün propagandasını yapmaya yönelik eylemlerde bulunduklarından başvurucuların “silahlı terör örgütü yöneticisi olma” suçunun yanı sıra “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan da eylemleri sayısınca cezalandırılması talep edilmiştir.
61. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturmanın niteliği ve kapsamı göz önüne alındığında İstanbul 3 No.lu Hâkimliği tarafından soruşturma dosyasında bulunan ve Avrupa Birliği Terör Örgütleri Listesi’nde yer alan DHKP-C terör örgütüne yönelik Hollanda ve Belçika’da yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler, diğer bir kısım soruşturma dosyalarında dinlenen tanık, gizli tanık ve şüpheli beyanları, fiziki takip tutanakları ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 24/12/2010 tarihinde yapılan aramada ele geçirilen 1055 numaralı CD içeriğinde yer alan bilgilere dayanılarak başvurucuların isnat edilen DHKP-C terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak suretiyle “silahlı terör örgütü yöneticisi olma” suçunu işlediklerine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutuklama kararı verildiği görülmektedir. Başvurucular hakkında verilen tutuklama kararındaki gerekçeler incelendiğinde başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Başvuruculara isnat edilen “silahlı örgüt yöneticisi olma” suçu, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin bulunduğu görülmektedir. Öte yandan başvurucular hakkında verilen tutuklama kararında tutuklamanın ölçülü olduğu da açıklanmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, kişiselleştirme yapılmadan ve kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular açıklanmadan tutuklama nedenlerinin bulunmadığı gözetilmeksizin haklarında tutuklama kararı verildiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığı İddiası
63. Başvurucular, soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verildiğini, bu nedenle dosya kapsamındaki delillere temas edemediklerini ve aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına sahip olamadıklarını ileri sürmüşlerdir.
64. Bakanlık görüşünde, AİHM'in benzer kararlarına atıfta bulunularak müdafiin tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edebilmesi için önem arz eden dosya içeriğini inceleme hakkından mahrum bırakılmasının silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğu, başvurucuya soruşturma aşamasında temel delillerin açıklanması, başvurucunun ve avukatının bu delillerden haberdar olması hâlinde gizlilik kararının Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasını ihlal etmeyeceği, somut olayda başvurucuların Savcılık ifadeleri sırasında başvuruculara çok sayıda soru sorulduğu ve ayrıntılı olarak savunmalarının alındığı ifade edilmiştir.
65. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı sundukları beyanlarında, bu şikâyetleriyle ilgili olarak başvuru formunda yer alanlar dışında ek bir beyanda bulunmamışlardır.
66. Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kimseye, yakalama veya tutuklama sebeplerinin, haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini; yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir.
67. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
68. Anayasa'nın anılan hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada öngörülen bu prosedürde adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123).
69. Tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Hikmet Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30).
70. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının, usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajla -fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da- silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, § 70).
71. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (Bülent Karataş, § 71).
72. AİHM, müdafiin dosya içeriğini incelemesinden mahrum bırakılmasını silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak değerlendirmektedir (Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 41). Ancak AİHM’e göre millî güvenlik, suçların araştırılmasına ilişkin polisiye yöntemlerin gizli kalma gerekliliği ya da üçüncü bir kişinin temel haklarının ve kamu düzeninin korunması için gerektiği ölçüde çelişmeli dava hakkı kısıtlanabilir. Bununla birlikte savunmanın haklarının kısıtlanmasıyla sebep olunan zorlukların yargılama sırasında yeteri kadar giderilmesi gerekir (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 3455/05, 19/2/2009, § 205; benzer yönde AYM kararları için bkz. Yavuz Pehlivan ve diğerleri, B. No: 2013/2312, 4/6/2015, § 78).
73. AİHM’e göre yakalanan bir kimseye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri basit bir dilde açıklanmalı ve böylece kişi -eğer uygun görürse- yakalanmasının Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini gerektirmemektedir (Bordovskiy/Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 56; Nowak/Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011, § 63).
74. AİHM; ifadesi alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş ve başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğuna, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olduğuna ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını elde ettiğine karar vermektedir (Ceviz/Türkiye, § 43; Hebat Aslan ve Firas Aslan/Türkiye, B. No: 15048/09, 28/10/2014, § 62). Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir.
75. Somut olayda başvurucuların, İstanbul 3 No.lu Hâkimliğindeki sorgularında tekrarladıkları ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında alınan savunmaları incelendiğinde haklarındaki suç isnadına ilişkin temel bilgilere sahip olarak müdafileriyle birlikte suç isnadına dayanak olan fotoğraf, tanık beyanları, iletişimin tespiti tutanakları, bir kısım belge ve diğer delillere yönelik vasıflandırmada bulunmak suretiyle ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların ve müdafilerinin tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere erişimlerinin olduğu açıktır.
76. Suç işlendiği şüphesine bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk aşamasında yapılan yargısal denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan temel unsurların başvuruculara veya müdafilerine bildirilmiş, başvuruculara bunlara itiraz etme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında başvurucuların salt kısıtlılık kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun bırakıldıkları ve bu itibarla silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğinin kabulü mümkün görülmemiştir. Öte yandan başvurucuların, kısıtlama kararı verilen dosyada 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarına erişimleri kısıtlanamayan ifadelerini içeren tutanaklar ile bilirkişi raporları ve hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklara erişemedikleri yönünde bir iddiaları bulunmamaktadır. Başvuru formu ve eklerinde soruşturma dosyasında verilen kısıtlama kararının soruşturma sürecinde kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda belge ve bilgi bulunmamakla birlikte 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 7/10/2013 tarihi itibarıyla kısıtlılık, Kanun gereği kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, soruşturmada kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle dosya kapsamındaki delillere temas edemedikleri ve aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına sahip olamadıkları iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Hukuka aykırı olarak gözaltına alındıkları iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması,
2. Tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması,
3. Soruşturma dosyasına erişimlerinin kısıtlandığı iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına
15/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.