TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM SÖNMEZ VE NAZMİYE KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3193)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucular
|
:
|
1. İbrahim SÖNMEZ
|
|
|
2. Nazmiye KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Şehnaz TURAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, yakalanma ve
gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama
nedenleri bulunmadan tutuklama kararı verildiği, kısıtlama kararı verilmesi
nedeniyle soruşturma dosyasına erişilemediği gerekçeleriyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/5/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm tarafından
13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunduğu görüş yazısı, başvuruculara 25/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 12/5/2014 tarihinde
beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu İbrahim Sönmez,
Küçükçekmece (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Belediye ve
Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (Tüm Bel Sen) İstanbul 1 No.lu
Şubesi yönetim kurulu üyesidir.
9. Başvurucu Nazmiye Kaya,
Şişli (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Bel Sen İstanbul 4
No.lu Şubesi yönetim kurulu üyesidir.
10. Tüm Bel Sen, yerel yönetim
kuruluşlarında (belediye ve il özel idareleri) memur statüsünde çalışanların
üye olabildiği bir memur sendikası olup Kamu Emekçileri Sendikaları
Konfederasyonu (KESK) üyesidir.
11. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
mülga 10. maddesi ile görevli bölümü) 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında
“Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye
olma” suçunu işledikleri şüphesiyle başvurucular hakkında soruşturma
başlatılmıştır.
12. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında, soruşturma dosyasının
incelenmesi ve dosyadan örnek alınması durumunda diğer şahısların deşifre
olabileceği, suç delillerinin karartılabileceği veya ortadan kaldırılabileceği
ifade edilerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 18/2/2013 tarihinde kısıtlama kararı
verilmiştir.
13. Başvurucular, yürütülen
soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kararı uyarınca
19/2/2013 tarihinde gözaltına alınmışlar; 20/2/2013 tarihinde gözaltı
sürelerinin 24 saat uzatılmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucular, haklarındaki
gözaltına alma kararına itiraz etmişler; İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin (3713
sayılı Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) 20/2/2013 tarihli ve 2013/132
Değişik İş sayılı kararı ile “soruşturmanın
devam ediyor olması, şüphelilerin ifadelerinin henüz alınamaması, ele geçen
belgelerde incelemenin henüz tamamlanamamış olması ve yasal gözaltı süresinin
dolmamış olması dikkate alınarak” başvurucuların itirazının reddine
karar verilmiştir.
15. Başvurucular, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeleri alındıktan sonra 21/2/2013
tarihinde tutuklanmaları talebiyle İstanbul 3 No.lu Hâkimliğine (3713 sayılı
Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) sevk edilmişlerdir.
16. Başvurucuların sorgusu
21/2/2013 tarihinde saat 22.55’te başlamış ve 22/2/2013 tarihinde saat 7.10’da
tamamlanmıştır. Başvurucular, İstanbul 3 No.lu Hâkimliğinin 22/2/2013 tarihli
ve 2013/20 Sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmışlardır. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi
şöyledir:
“DHKP/C silahlı bir terör örgütü olarak kuruluşundan
itibaren ülkemizde çok sayıda eylem gerçekleştirmiş, birçok sivil vatandaş,
polis, adli ve idari yöneticilerin yaşamını yitirmesini, yaralanmasına
sebebiyet vermiştir. Bu örgüt BM Güvenlik Konseyinin terörle mücadeleye ilişkin
kararı çerçevesinde düzenlenmiş olan Avrupa Birliği Terör Örgütleri listesinde
yer almaktadır. Örgüt 8 Ekim 1997 tarihinde ABD, 26 Ocak 1998 tarihinde
Almanya, 29 Mart 2001 tarihinde İngiltere Birleşik Krallığı ve 2 Mayıs 2002
tarihinde Avrupa Birliğinin terör hareketleri listesine geçmiştir.
DHKP/C silahlı terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlar
kapsamında Hollanda makamlarınca yapılan aramalarda ele geçirilen bilgi ve
belgeler Uluslararası adli yardım talebiyle ülkemize getirtilmiştir. Bu
belgelerin büyük kısmı 1999 ila 2003 yılları arasındaki tarihleri
kapsamaktadır. (Hollanda Belgeleri). Yine 1999 yılında Belçika’da örgüte
yönelik operasyon kapsamında yapılan aramalarda çeşitli dokümanlar ele
geçirilmiş, bu belgeler de 2008 yılı sonlarında ülkemize getirtilmiştir.
(Belçika belgeleri).
Hollanda belgelerinde ismi geçen örgüt mensuplarından biri
01.02.2013 tarihinde Ankara’da Amerika Büyükelçiliğine yönelik canlı bomba
saldırısını gerçekleştiren E.(A.)Ş. olup bu saldırı
DHKP/C silahlı terör örgütünün internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu
birçok açıklaması ile anlaşılan www.halkınsesitv.com isimli internet sitesinde
örgüt tarafından üstlenilmiştir.
Hollanda ve Belçika belgelerinde Devrimci Memur Hareketi
(DMH) içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ait raporlar ve bilgiler
ele geçirilmiştir. Bu belgeler içeriğinde DMH yapılanması ile DHKP/C örgüt
yapılanması arasındaki bağ açıkça ortaya konulmuştur. Ayrıca çeşitli
soruşturmalar kapsamında dinlenen tanık, gizli tanık ve şüpheli beyanları ve bu
beyanlarla uyum arz eden fiziki takip tutanakları ve kamuoyuna mal olmuş
olaylar örgüsü içeriğinden DMH yapılanması ile örgüt arasında organik, iç içe,
çok yakın bağların bulunduğuna dair kuvvetli emareler bulunmaktadır.
Bu kapsamda şüphelilerin DHKP/C silahlı terör örgütünün
internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu birçok açıklaması ile anlaşılan
www.halkınsesi.tv internet sitesinde yönlendirme ve üstlenme şeklinde sahip
çıkılan gösteri ve basın açıklamalarına periyodik şekilde dâhil olmaları,
iletişimin tespiti ve fiziki takip tutanakları ile belirlenen DMH yöneticileri
ile aralarındaki sıkı ilişki, anılan silahlı terör örgütü ile şüphelilerin
bağına ilişkin kuvvetli şüphe olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca; Ankara CMK 250 Madde ile yetkili Cumhuriyet
Başsavcılığının 2010/926 sayılı soruşturma dosyası kapsamında Yürüyüş dergisi
bürosunda 24.12.2010 tarihinde yapılan aramada ele geçirilen 1055 Numaralı CD
içeriğinde ele geçirilen ve şifrelenmiş olduğu anlaşılan verilerin çözümlenmesi
neticesinde yukarıda anılan hususlara ilişkin birçok veri ele geçirilmiş olup,
şüphelilerden büyük bir kısmının örgütün Memur Hareketi yapılanması içinde listelendirilmiş olduğu görülmüştür. (Şüpheliler A.T.,
B.D., D.D., E.E., E.S., İbrahim Sönmez, M.P., M.S., Nazmiye Kaya, N.T., Ö.A.,
S.E., Ş.D., U.E. ve Y.D.'nin bahsi geçen CD'de
isimleri kayıtlıdır.)
Atılı suçların CMK
100/3 maddesinde sayılan suçlardan olduğu ve bu şekilde tutuklama sebeplerinin
de var olduğunun hakimliğimizce kabul edildiği,
Atılı suçun mahiyeti gereği adli kontrol tedbirlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı, tutukluluk tedbirinin ölçülü olduğu anlaşıl(mıştır.)”
17. Başvurucular, 28/2/2013
tarihinde karara itiraz etmişler ancak İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin 7/3/2013
tarihli ve 2013/174 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün
olarak değerlendirildiğinde mevcut olan bu delillerin şüphelilerin üzerlerine
atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların bulunduğunun kabulü için yeterli olduğu, suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması
nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama
nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi
beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu,
şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada
yetersiz kalacağı anlaşıldığından TMK 10/3-c Maddesi İle Yetkili 3 No'lu Hakimlik tarafından verilen tutuklama kararı usul ve
yasaya uygun bulunduğundan...”
18. Anılan karar başvuruculara
10/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucular 7/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
20. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 25/9/2013 tarihli ve E.2013/409 sayılı iddianamesi ile
başvurucular hakkında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve terör örgütü
propagandası yapma” suçlarını işlediklerinden
bahisle cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine (3713
sayılı Kanun'un mülga 10. maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır.
21. 21/2/2014 tarihli ve 6526
sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile görevli
olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince
başvurucuların yargılanmakta olduğu dava, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesine
E.2014/164 sayılı dosya numarası ile devredilmiştir.
22. İstanbul 3. Ağır Ceza
Mahkemesi, 21/4/2014 tarihinde E.2014/164 sayılı dosya üzerinden yaptığı
inceleme sonucunda başvurucuların tahliyelerine karar vermiştir.
23. Dava, inceleme tarihi
itibariyle İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
24. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt”
kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 3713 sayılı Kanun'un “Terör örgütleri” kenar başlıklı 7.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“...
(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.)
Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek
veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını
yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun
basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında
artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak
etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli
para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine
göre cezalandırılır:
a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese
dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da
taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde
bulunduğu üniformanın giyilmesi.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.)
Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan
beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve
şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof
ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya
kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz.
...”
26. 5271 sayılı Kanun’un “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak
işlemler” kenar başlıklı 90. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri
düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet
savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde,
yakalama yetkisine sahiptirler."
27. 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı 91. maddesinin
(1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet
Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına
karar verilebilir…
(5) Yakalama
işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet
savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii
veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı,
hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh
ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır.
Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu
kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma
evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.”
28. 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
...”
29. 5271 sayılı Kanun’un "Tutuklama kararı" kenar
başlıklı 101. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir.”
30. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
31. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiinin dosyayı
inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153. maddesinin (2), (3) ve (4)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Müdafiin dosya içeriğini
inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla
kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen
soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
...
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
...
(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren
tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili
oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü
uygulanmaz.
(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği
tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri
inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak
alabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Mahkemenin 15/10/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 7/5/2013 tarihli ve
2013/3193 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
33. Başvurucular, çağrı üzerine
ifadelerinin alınması mümkün iken yakalanıp gözaltına alınmalarının 5271 sayılı
Kanun’un 90. maddesine aykırı olduğunu, Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade
alma ve hâkim tarafından yapılan sorgu işlemleri sırasında kendilerine kuvvetli
suç şüphesini oluşturan olguların sorulmadığını, haklarında kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğuna dair somut olgular gösterilmeden “teknik takip,
iletişimin dinlenmesi ve CD” gibi
tartışmalı delillere dayanılarak gerekli kişiselleştirmeler yapılmaksızın ortak
bir gerekçe ile isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında sayılan katalog suçlardan olduğundan bahisle tutuklama kararı
verildiğini, soruşturma kapsamında deliller toplanmış olduğundan delil
karartılmasının mümkün olmadığını, kamu görevlisi olmaları nedeniyle kaçma
şüphelerinin bulunmadığını, adli kontrol veya teminatla salıverme konusundaki
taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini, dosya kapsamında kısıtlama
kararı verildiğini ve bu nedenle dosyadaki delillere ulaşamadıklarını ve
aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına sahip olamadıklarını belirterek
Anayasa'nın 19. maddesi ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; serbest bırakılmalarına karar
verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Hukuka Aykırı Olarak Yakalanıp Gözaltına Alınıldığı
İddiası
34. Başvurucular, çağrı üzerine
ifadelerinin alınması mümkün iken gereksiz ve hukuka aykırı olarak
yakalandıklarını, sonrasında da gözaltına alındıklarını ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüşünde,
başvurucuların bu şikâyetine ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır.
36. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı sundukları beyanlarında bu şikâyetleriyle ilgili olarak başvuru
formunda yer alanlar dışında ek bir açıklamada bulunmamışlardır.
37. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
39. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve
yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu
makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
40. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava
ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, § 17).
41. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının, ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz ve
tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması
gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli
olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili
olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan
Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
42. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
1/10/2012 tarihli ve E. 2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Davacılar vekilleri aracılığıyla kasten
yaralama olayına karıştıkları gerekçesi ile yetkili Cumhuriyet savcısının
gözaltı emri olmaksızın kanuna aykırı şekilde gözaltına alındıkları ve bir gün
gözaltında kaldıkları nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın
141 ve devamı maddeleri uyarınca manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Yargılama yapan Iğdır Ağır Ceza Mahkemesince, tazminat istemine konu ceza
davasının derdest olup, henüz sonuçlanmadığı, gözaltındaa
geçirilen sürelerin TCK’nın 63. maddesi uyarınca cezadan mahsubunun söz konusu
olabileceği, derdest davalarda koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası
açılamayacağı gerekçeleriyle, tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
...
5271 sayılı CMK’nın; “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi
incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için,
davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı
dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek
bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olay
incelendiğinde, talebin dava sonucuyla veya verilecek hükümle bir ilgisi
bulunmamaktadır. Gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin, sanıkların
mahkumiyeti halinde bu cezalarından mahsubu imkanının bulunması da ulaşılan bu
sonucu değiştirmeyecektir. Hal böyle iken, davanın esasıyla ilgili henüz hüküm
verilmediği ve derdest davalarda koruma tedbirlerine dayalı olarak dava
açılamayacağına ilişkin gerekçenin yasal bir dayanağı bulunmadığı gibi
mahkemenin bu yöndeki değerlendirmesi de isabetsiz olup, davanın kabulü yerine,
yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi,
Kanuna aykırı
olup...”
43. Buna göre yakalama veya
gözaltı işlemlerinin hukuka aykırı olması hâlinde asıl davanın sonuçlanması
beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine göre tazminat talep
edilmesi mümkündür.
44. Bir suç isnadıyla yakalanıp
gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin, yakalanmasının veya
gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel
başvuruda ihlal sonucunun kişisel durumuna bir etkisi olması mümkün
görünmemektedir. Keza yakalama veya gözaltına alma kararı hukuka aykırı da olsa
kişi hâkim tarafından tutuklandığından yakalama veya gözaltı kararının hukuka
aykırı olduğu yönündeki bir tespit ve ihlal kararı, tutuklu kişinin serbest
kalmasına tek başına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru
kapsamında verilecek muhtemel bir ihlal kararı ancak talep edilmiş olması
koşuluyla başvurucular lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir.
45. Başvurucular hakkında
uygulanan yakalama işlemi ve gözaltı kararının hukuka uygun olup olmadığı 5271
sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada da incelenebilir.
Nitekim Yargıtay içtihadı, bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak
dava yoluyla yakalama işleminin ve gözaltı kararının hukuka aykırı olduğunun
tespiti ile birlikte tazminata da hükmedilebilecektir.
46. Somut olayda, 5271 sayılı
Kanun’un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucuların durumlarına
uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan
başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvuruların incelenmesinin bireysel
başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmadığı sonucuna varılması gerekir.
47. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların, hukuka aykırı olarak yakalanıp gözaltına alındıkları iddiaları
ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru
yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığı İddiası
48. Başvurucular, haklarında
kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna dair somut olgular gösterilmeden gerekli
kişiselleştirme yapılmaksızın ortak bir gerekçe ile isnat edilen suçun katalog
suçlardan olduğundan bahisle tutuklama kararı verildiğini, soruşturma
kapsamında delillerin karartılmasının mümkün olmadığını, kaçma şüphelerinin
bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
49. Bakanlık görüşünde, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararlarına atıfta bulunularak Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(c) bendine göre bir kişinin ancak hakkında suçu işlediğine dair inandırıcı
nedenlerin bulunması hâlinde tutuklanmasına karar verilebileceği; inandırıcı
nedenlerin, kişinin suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi
ikna etmeye uygun olay, olgu veya bilgilerin varlığını gerektirdiği; kişinin
yakalandığı anda suçla itham edilmesi için yeterli delillerin toplanmış
olmasının gerekmediği, şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza
yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe
oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerektiği, somut olayda başvurucular hakkında düzenlenen
iddianamede suç şüphesine ilişkin olayların detaylı bir şekilde açıklandığı
ifade edilmiştir.
50. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı sundukları beyanlarında kendilerinin devlet memuru olduklarını
ileri sürmüşlerdir. Ayrıca başvurucular beyanlarında, iddianamede sendika üyesi
olarak yaptıkları faaliyetlerin suçlamaya esas alındığını iddia etmişlerse de
bireysel başvuru tarihinden sonra düzenlenen iddianamedeki suçlamaya yönelik bu
iddia, ilk kez Bakanlık görüşüne karşı cevap dilekçesinde dile getirilmiştir.
51. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
52. Anayasa'da yer alan
kurallara benzer şekilde Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f)
bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan
hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912,
6/3/2014, § 42).
53. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 72).
54. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre
suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza
yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe
oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
55. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları: 1) Delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme, 2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa
tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli
şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste
hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras,
§ 46).
56. Diğer taraftan özgürlük
hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla
etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek
biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme'ye taraf
devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere
suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep
olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve
Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
57. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak
koşuluyla hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla
tutulabilir. Tutmanın amacı kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek
suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir (Dursun
Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87).
58. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya açık şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda
incelenmesi gerekir (Abdullah Ünal, B.
No: 2012/1094, 7/3/2014, § 39).
59. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal
denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin
bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın hukukiliğiyle sınırlı
bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine
ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri, B. No:
2014/14061, 8/4/2015, § 84).
60. Somut olayda, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/9/2013 tarihli iddianamede
başvurucuların “DHKP-C terör örgütünün” memur yapılanması olan “Devrimci memur
hareketi” içerisinde “sorumlu” düzeyde görev aldıkları, örgütün düzenlediği
eylemlere katıldıkları, bu eylemlerin bazılarında terör örgütünün şiddet içeren
eylemlerinin açıkça teşvik edildiği iddia edilmektedir. İddianameye göre
başvurucu İbrahim Sönmez on üç ayrı tarihte, başvurucu Nazmiye Kaya ise sekiz
ayrı tarihte üyesi oldukları silahlı terör örgütünün propagandasını yapmaya
yönelik eylemlerde bulunduklarından başvurucuların “silahlı terör örgütü
yöneticisi olma” suçunun yanı sıra “terör örgütünün propagandasını yapma”
suçundan da eylemleri sayısınca cezalandırılması talep edilmiştir.
61. Başvurucular hakkında
yürütülen soruşturmanın niteliği ve kapsamı göz önüne alındığında İstanbul 3
No.lu Hâkimliği tarafından soruşturma dosyasında bulunan ve Avrupa Birliği
Terör Örgütleri Listesi’nde yer alan DHKP-C terör örgütüne yönelik Hollanda ve
Belçika’da yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler, diğer bir kısım
soruşturma dosyalarında dinlenen tanık, gizli tanık ve şüpheli beyanları,
fiziki takip tutanakları ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir
soruşturma kapsamında 24/12/2010 tarihinde yapılan aramada ele geçirilen 1055
numaralı CD içeriğinde yer alan bilgilere dayanılarak başvurucuların isnat
edilen DHKP-C terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak suretiyle “silahlı
terör örgütü yöneticisi olma” suçunu işlediklerine yönelik kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutuklama kararı verildiği görülmektedir.
Başvurucular hakkında verilen tutuklama kararındaki gerekçeler incelendiğinde
başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için
inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Başvuruculara isnat
edilen “silahlı örgüt yöneticisi olma” suçu, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni
varsayılabilen” suçlar arasında olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin
bulunduğu görülmektedir. Öte yandan başvurucular hakkında verilen tutuklama
kararında tutuklamanın ölçülü olduğu da açıklanmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların, kişiselleştirme yapılmadan ve kuvvetli suç şüphesini gösteren
olgular açıklanmadan tutuklama nedenlerinin bulunmadığı gözetilmeksizin
haklarında tutuklama kararı verildiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Soruşturma
Dosyasına Erişimin Kısıtlandığı İddiası
63. Başvurucular, soruşturma
dosyasında kısıtlama kararı verildiğini, bu nedenle dosya kapsamındaki
delillere temas edemediklerini ve aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına
sahip olamadıklarını ileri sürmüşlerdir.
64. Bakanlık görüşünde, AİHM'in benzer kararlarına atıfta bulunularak müdafiin tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde
itiraz edebilmesi için önem arz eden dosya içeriğini inceleme hakkından mahrum
bırakılmasının silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğu, başvurucuya
soruşturma aşamasında temel delillerin açıklanması, başvurucunun ve avukatının
bu delillerden haberdar olması hâlinde gizlilik kararının Sözleşme'nin 5.
maddesinin (4) numaralı fıkrasını ihlal etmeyeceği, somut olayda başvurucuların
Savcılık ifadeleri sırasında başvuruculara çok sayıda soru sorulduğu ve
ayrıntılı olarak savunmalarının alındığı ifade edilmiştir.
65. Başvurucular Bakanlık
görüşüne karşı sundukları beyanlarında, bu şikâyetleriyle ilgili olarak başvuru
formunda yer alanlar dışında ek bir beyanda bulunmamışlardır.
66. Anayasa’nın 19. maddesinin
dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kimseye, yakalama veya tutuklama
sebeplerinin, haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini;
yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl, toplu suçlarda
ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir.
67. Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi,
kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna
aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir
yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
68. Anayasa'nın anılan hükmü
uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar
verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir. Fıkrada öngörülen bu prosedürde adil yargılanma hakkının bütün
güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen
tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir
(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849,
4/12/2013, §§ 122, 123).
69. Tutukluluk hâlinin devamının
veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli
yargı” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Hikmet
Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, §
30).
70. Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının, usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi
tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma
düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile
getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine
tanınan, diğerine tanınmayan avantajla -fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna
dair delil bulunmasa da- silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428,
26/6/2014, § 70).
71. Çelişmeli yargılama ilkesi
ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının
tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak
katılmasını gerektirmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği
ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir.
Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını
savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (Bülent Karataş, § 71).
72. AİHM, müdafiin
dosya içeriğini incelemesinden mahrum bırakılmasını silahların eşitliği
ilkesinin ihlali olarak değerlendirmektedir (Ceviz/Türkiye,
B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 41). Ancak AİHM’e göre
millî güvenlik, suçların araştırılmasına ilişkin polisiye yöntemlerin gizli
kalma gerekliliği ya da üçüncü bir kişinin temel haklarının ve kamu düzeninin
korunması için gerektiği ölçüde çelişmeli dava hakkı kısıtlanabilir. Bununla
birlikte savunmanın haklarının kısıtlanmasıyla sebep olunan zorlukların
yargılama sırasında yeteri kadar giderilmesi gerekir (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
3455/05, 19/2/2009, § 205; benzer yönde AYM kararları için bkz. Yavuz Pehlivan ve diğerleri, B. No:
2013/2312, 4/6/2015, § 78).
73. AİHM’e göre yakalanan bir kimseye,
yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri basit bir dilde açıklanmalı ve
böylece kişi -eğer uygun görürse- yakalanmasının Sözleşme’nin 5. maddesinin (4)
numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye
başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan kişiye isnat edilen suçların tam bir
listesini içermesini gerektirmemektedir (Bordovskiy/Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 56; Nowak/Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011, §
63).
74. AİHM; ifadesi alınırken
başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş ve
başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine
atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden
belgelere erişiminin olduğuna, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip
olduğuna ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde
itiraz etme imkânını elde ettiğine karar vermektedir (Ceviz/Türkiye, § 43; Hebat Aslan ve Firas Aslan/Türkiye, B.
No: 15048/09, 28/10/2014, § 62). Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel
teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir.
75. Somut olayda başvurucuların,
İstanbul 3 No.lu Hâkimliğindeki sorgularında tekrarladıkları ve İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığında alınan savunmaları incelendiğinde haklarındaki suç
isnadına ilişkin temel bilgilere sahip olarak müdafileriyle birlikte suç
isnadına dayanak olan fotoğraf, tanık beyanları, iletişimin tespiti
tutanakları, bir kısım belge ve diğer delillere yönelik vasıflandırmada
bulunmak suretiyle ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları görülmektedir.
Dolayısıyla başvurucuların ve müdafilerinin tutukluluğa temel teşkil eden
bilgilere erişimlerinin olduğu açıktır.
76. Suç işlendiği şüphesine
bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk aşamasında yapılan yargısal
denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan temel unsurların başvuruculara
veya müdafilerine bildirilmiş, başvuruculara bunlara itiraz etme imkânı
verilmiş olması dikkate alındığında başvurucuların salt kısıtlılık kararı nedeniyle
soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun bırakıldıkları ve bu itibarla
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğinin kabulü
mümkün görülmemiştir. Öte yandan başvurucuların, kısıtlama kararı verilen
dosyada 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarına
erişimleri kısıtlanamayan ifadelerini içeren tutanaklar ile bilirkişi raporları
ve hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklara
erişemedikleri yönünde bir iddiaları bulunmamaktadır. Başvuru formu ve
eklerinde soruşturma dosyasında verilen kısıtlama kararının soruşturma
sürecinde kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda belge ve bilgi bulunmamakla
birlikte 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 7/10/2013
tarihi itibarıyla kısıtlılık, Kanun gereği kendiliğinden sona ermiş
bulunmaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların, soruşturmada kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle dosya kapsamındaki
delillere temas edemedikleri ve aleyhlerine olan delilleri çürütme fırsatına
sahip olamadıkları iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurucuların,
1.
Hukuka aykırı olarak gözaltına alındıkları iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması,
2.
Tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması,
3.
Soruşturma dosyasına erişimlerinin kısıtlandığı iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular
üzerinde bırakılmasına
15/10/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.