TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (7)
(Başvuru Numarası: 2014/1416)
Karar Tarihi: 15/10/2015
BİRİNCİ BÖLÜM
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör
Derya ATAKUL
Başvurucu
Ali Suat ERTOSUN
Vekili
Av. Rabiya BALKANLI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir haberde kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/1/2014 tarihinde Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın görüş yazısı 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, adalet başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmış olup hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.
8. Ulusal düzeyde yayın yapan Yeni Şafak gazetesinin 10/6/2010 tarihli nüshasında, o tarihte HSYK üyesi olan başvurucu hakkında “Bağımsız yargıda Seyfi Dede üçgeni” başlıklı bir haber yayımlanmıştır.
9. Gazetenin birinci sayfasında başvurucunun ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına yer verilerek “HSYK’da Seyfi Dede Üçgeni” başlığı kullanılmış ve altında, "Ergenekon soruşturmasını yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemekle suçlanan eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in yanı sıra, üye Ali Suat Ertosun’la da temasta olduğu belirlendi…” şeklinde başvurucu hakkında bazı iddialara yer verilmiştir.
10. Haberin devamı ile başvurucunun ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına gazetenin on birinci sayfasında yer verilmiş ve sayfanın başında büyük puntolarla "Bağımsız yargıda Seyfi Dede üçgeni" başlığı tercih edilmiştir. Başlığın altındaki haber şu şekildedir:
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yaz kararnamesine alternatif liste sunarak, "Ergenekon, KCK ve fail-i meçhul" davalarını yürüten hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesini isteyen üye Ali Suat Ertosun'un adı, derin yapılanmanın yargı ayağını ortaya çıkaran soruşturmaya karıştı.
Yüksek yargıdaki dava dosyaları ve kritik noktalara yapılacak atamalara müdahale eden şüphelilerin mahkeme kararıyla dinlenen telefon görüşmelerinde, Ertosun'un adı sık sık anıldı. Bir hâkimin, Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başkan olabilmesi için devreye giren tutuklu sanık Ali Hadi Emre teknik takibe takılan görüşmesinde, ricacı olduğu HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in “Ertosun'a da bir görün” dediğini anlattı.
MAHKEME BAŞKANI YAPALIM
Yargıtay ve Danıştay'daki davalara ve kritik yerlere yapılacak atamalara müdahale eden ve Ergenekon'la bağlantılı hareket ettiği ileri sürülen yapılanmanın, İstanbul Adliyesi'nde görevli hâkim Yavuz Öztürk'ü, Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına getirme gayretleri teknik takibe takıldı. HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un adının da karıştığı bu girişim, tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin mahkeme kararıyla dinlenen telefon görüşmelerine yansıdı. Şüpheli Emre'nin, hâkim Öztürk'le yaptığı 26 Ekim 2009 tarihli görüşmeye göre; tayin konusu ilk olarak gözaltına alınan Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay aracılığıyla HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e iletildi. Emre, tayin için ricacı oldukları HSYK Başkanvekili Özbek'in talep üzerine kendilerine “Ertosun'a da bir görün” dediğini Yavuz'a aktardı.
'MERAK ETME, GARANTİ' DEDİ
Ali Hadi Emre, hâkim Yavuz'a sanık Kudbettin Kaya ile birlikte görüştükleri Seyfi Oktay'ın tayin için garanti verdiğini söyledi. Emre, “Bizim avukat Kutbettin'i tanıyorsun. Gene bir ara yemek yedik, Seyfi abi vardı. Ondan sonra; yani seninle ilgili yine konuştuk, yani o çok garanti konuştu ya, ben de sana söylemedim, yani dedim hani ne olur ne olmaz, belli olsun, ondan sonra” dedi. İkili arasındaki görüşmeden tayin konusunda beklenen sonucun çıkmadığı anlaşılırken, bu konuda yeni bir girişimde bulunma gayretleri de kayıtlara geçti.
ERTOSUN'A DA BİR GÖRÜN
Tutuklu sanık Ali Hadi Emre, telefon görüşmesi yaptığı hâkime tayin meselesi için HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ile de konuştuğunu aktardı. Sanık Emre, tayin için gereken adresi şu sözlerle gösterdi: “Kadir beye bir şey söylediğiniz zaman diyor ki, daha başka talepler de vardı. Şeye de söyleyin; Ertosun'a. Onu da bir görün falan diyordu.” Bu sözler üzerine hâkim Yavuz, tayin için garanti veren eski bakan Mehmet Seyfi Oktay'a şikâyetinin iletilmemesini istedikten sonra şunları söyledi: “Mehmet bey dedi, sen bu sefer olmadın; ama bir dahaki sefere kesin. Hiç merak etme. Ben canı gönülden çalışacağım demişti.”
'BAŞKA YERE ATAYIN' RANDEVUSU
Büyük bir kente tayin isteyen Giresun Savcısı Nihat Nuri Akar'ın, önce tutuklu sanık Ali Hadi Emre ile irtibata geçtiği de telefon dinlemelerine takıldı. Emre'nin de talebi Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'a aktardığı tespit edildi. Savcı Akar ile Ali Hadi Emre arasında 14 Aralık 2009 tarihli telefon görüşmesinde ise tayin işinin Seyfi Oktay ve HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'le yemekli bir toplantıda görüşüldüğü belirlendi. Giresun Savcısı Akar'ın, Emre, Oktay ve Özbek'in yanı sıra tayini yaptırmak için HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'la görüşmek amacıyla yakınlarıyla temasa geçtiği ve randevu ayarlamaya çalıştığı da tespit edildi.
Soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla yapılan telefon dinlemelerinde tutuklanan şüphelilerin 'Dede' diye hitap ettiği Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'ın başını çektiği ileri sürülen yapılanmanın, yüksek yargıya atama ve tayin işlerinde HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'u kullanmaya çalışması ise dikkat çekti.
Özbek'e isimleri toptan verin
Yargıyı kıskaca alan yapının, 2007 yılında çeteyle irtibatlı olduğu için meslekten atılan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde görevli eski hâkim A K'nın geri dönebilmesi için ciddi çalışmalar yürüttüğü de iletişim tespit tutanaklarına geçti. K'nın görevine dönebilmesi için şüpheli Oktay'ın HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'le randevu ayarlamaya çalıştığı belirlendi. Eski hakimin, tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin araya girmesiyle Danıştay 8. Daire Başkanı Sıddık Yıldız'la görüştüğü belirlendi. Yıldız'ın da eski hâkim K'yı Danıştay kökenli HSYK üyeleriyle görüştürmeye çalıştığı saptandı. Tutanaklara giren 8 Haziran 2009 tarihli görüşmede; Oktay tayin işlemlerin olacağını belirterek, “Sen bu adamların hepsini not edersin, ben de ederim, şöyle üç mü beş mi yedi mi on mu var. Bir gün başkanı çağırırım, şunların üzerinde durmanı istiyorum” karşılığını verdi.
CHP'li vekilin işini de görmüş
Ergenekon soruşturması kapsamında görüşmeleri teknik takibe alınan şüpheli Seyfi Oktay'ın, CHP İzmir Milletvekili Abdürrezzak Erten'in tayin ricası için de devreye girdiği ortaya çıktı. CHP'li vekil Erten'in tayin isteğini alan Adalet eski Bakanı Oktay'ın, Şanlıurfa Cumhuriyet Savcısı Serdar Gür'ün kişisel bilgilerini HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e ilettiği kayıtlarda yer aldı. 10 Aralık 2009'da Oktay'ı arayan CHP'li Erten, “Saygılar sunuyorum bakanım. Şimdi dün beni aradılar. Bu Urfa Cumhuriyet Savcısı Serdar Gür. Beni, ya ne olur, sayın bakanımı acaba şey yapabilir misiniz diye. Çünkü geçen sefer çıkacaktı yaz kararnamesinde. İstiyordu” dedi. Bu sözlerin ardından Oktay ise olayı HSYK Başykanvekili Özbek'e aktardığını belirtti. Tayin işleminin gerçekleşeceğinden emin konuşan Oktay, “Ben söyledim şeye Kadir beye. İnşallah bir yaramazlık olmaz” şeklinde konuştu.
Mübaşir için bile devreye girmişler
Yargıya müdahaleleri teknik takibe takılan sanıkların, mübaşir tayinleri için bile seferber oldukları ortaya çıktı. İstanbul Adliyesi'nde görevli Mustafa Oğuz adlı bir mübaşirin Bakırköy Adliyesi'ne tayinini çıkarılması için yürütülen çalışmaları tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin, Bakırköy Adelet Komisyonu Başkanı Ferit Arslankurt'la yaptığı telefon görüşmelerinden tespit edildi. Tutuklu sanık Emre, 8 Ekim 2009 tarihli görüşmede Başkan Arslankurt'a “Bizim burada, DGM'de bir mübaşir vardı. Mustafa size gelmiş galiba” dedi. Arslankurt'un “Bize gelen hakim mi” sorusu üzerine Emre, “Yok yok mübaşir, mübaşir Mustafa. Şimdi size uğrayacak. Bu bizim böyle sevdiğimiz bir çocuk. Buna biraz…” karşılığını verdi. Başkan Arslankurt, son operasyonda tutuklanan Emre'nin ricası üzerine “tamam” dedi.”
11. Başvurucu, söz konusu haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 9/6/2011 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.
12. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/5/2012 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
“Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu yayında; İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğince yürütülen, kamuoyuna yansıyan daha sonra düzenlenen iddianamesi Mahkemece kabul edilen Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'ın içinde yer aldığı bazı kişilere karşı yapılan soruşturmanın haberinin yer aldığı, verilen haberde soruşturmaya konu kişilerin soruşturmaları yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemek amacıyla HSYK üyeleri ile temas kurduklarından bahsedildiği, davacının resminin haber içerisinde yer aldığı, haberin tamamının incelenmesinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir yayının olmadığı, iddianameye yansıyan ve yasal delil olan, davasının açıldığı tarihte tüm kamuoyunca öğrenilen kişilerin telefon görüşmelerine dayalı olarak haber yapıldığı, haber konusu olayın güncel olduğu, kamuoyunun haber konusunu takip ettiği, halen yargılamaları süren bazı kişilerin yargıyı etkilemek için faaliyetlerinin bulunduğunun yadsınamaz gerçek olduğu, davacının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki önemli ve kritik görevi nedeniyle eleştiri niteliğindeki bu yayına katlanması gerektiği, haberin başlığı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, bu sebeple davanın reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.”
13. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
15. Anılan karar 2/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 28/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 15/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/1/2014 tarihli ve 2014/1416 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu,
i. Davaya konu haberde kendisinin görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla işbirliği içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların görevden alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterildiğini,
ii. Bahsi geçen haberin, HSYK ile ilgili Anayasa değişikliği tartışmalarının gündemde olduğu, hâkim ve savcıların atanmasına ilişkin kararname çalışmalarının yapıldığı bir dönemde kaleme alındığını ve siyasi iktidarın Anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesini sağlama, hâkim ve savcıların özlük haklarıyla ilgili alınan kararları kamuoyu nezdinde tartışılır hâle getirme amacı taşıdığını,
iii. HSYK üyesi olarak hâkim ve savcıların atanmasına ilişkin kararname çalışmalarında görüş bildirmesinin, teklif ve önerilerde bulunmasının görevi olduğunu, nitekim bu olayların yaşanmasından üç dört yıl sonra görev yerlerinin değiştirilmesi yönünde öneride bulunduğu hâkim ve savcıların, kamuoyuna yansıyan davalarda verdikleri kararların tartışılır hâle geldiğini ve tamamının görev yerinin yeni HSYK döneminde değiştirildiğini, dolayısıyla anılan haberin gerçeği yansıtmadığını ve dönemin siyasi konjonktürü gereği yapıldığını,
iv. Söz konusu haberde ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde olduğunu, Derece Mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını,
v. Açmış olduğu davanın hakkaniyete aykırı olarak reddedildiğini, ret kararının temyizi üzerine Yargıtayca verilen onama ve karar düzeltme ilamlarının gerekçeden yoksun olduğunu ileri sürmüş; Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi veya 20.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucu, tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının, Derece Mahkemelerinin değerlendirmelerinin kendisini korumaması nedeniyle ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
20. Bakanlığın görüş yazısında Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmıştır.
21. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner (B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) kararında ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 35-66; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
22. Başvuruya konu sözler ve iddialar (bkz. §§ 9, 10) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu haberin yazarı gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
23. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözlü saldırılar veya yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner, § 42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının, kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45).
24. Öte yandan ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. Aynı zamanda toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyen çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç, § 48; İlhan Cihaner, § 55; benzer yönde AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
25. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu; prensip olarak başvurunun, ihtilaflı yazı ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu yazıya veya sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
26. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi); haber, köşe yazısı veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışlar; yayının içeriği, şekli ve sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanma şartları (İlhan Cihaner, §§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
27. Somut davanın kendine has koşullarında Mahkemelerin başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf -büyük ölçüde- dava konusu yazının maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner, § 64; benzer yönde AİHM kararı için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte yargılamaya konu bir yazının bütün olarak ele alındığında kamu yararını ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya konulmasında kesinlik şartının -kamu yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da- aranmasını beklemek basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§ 39-43).
28. Başvurucu, dava konusu haberde kendisinin; görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla işbirliği içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların görevden alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterildiğini iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi, söz konusu haberin basın özgürlüğünün sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir haber olduğunu kabul etmiştir.
29. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu haberde kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifadelerin bulunmadığını, yapılan haberde başvurucunun hedef alınmadığını, bağımsız yargıyı etkilemek isteyen bazı kişilerin olduğu hususuna dikkat çekilmek istendiğini, haberin gerçek ve kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, dava konusu haberde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve kamuoyuna da yansıyan bir soruşturmaya ilişkin bilgilerin yer aldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre haberde şüphelilerin, Ergenekon soruşturması olarak nitelendirilen soruşturmayı yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemek amacıyla HSYK üyeleri ile temas kurduklarından bahsedilmektedir. İlk Derece Mahkemesi, habere konu olayın güncel, görünür gerçeğe uygun ve kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu, haberin bütünü değerlendirildiğinde başvurucunun HSYK’daki önemli ve kritik görevi nedeniyle eleştiri niteliğindeki bu habere katlanması gerektiğini belirterek başvurucunun kişilik haklarına herhangi bir saldırı olmadığını kabul etmiştir.
30. Başvurucu ayrıca başvuru konusu haberde kendisinin görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla işbirliği içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların görevden alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak tanımlandığını ve böylece kendisine hakaret edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet konusu ifadelerin, davacı tarafın kişilik haklarına herhangi bir saldırı oluşturmadığını kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği anlamın ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiştir.
31. Başvurucu, davalı tarafından kaleme alınan haberde şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık davalı, haberde yer verilen bilgilerin güncel ve kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ve hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı şeklinde değerlendirerek reddetmiştir.
32. İlk olarak başvuruya konu haberde davalının dile getirdiği düşüncelerin, olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber, köşe yazısı veya makalenin kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine haberin bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
33. Şikâyet konusu haberin yayımlandığı dönem, ülkede sivil hükûmete karşı darbe hazırlığı yapıldığına ilişkin iddialar üzerine başlatılan ve “Ergenekon soruşturmaları” adı verilen bir dizi soruşturmanın devam ettiği ve özel yetkili hâkim ve savcıları da etkileyecek bir kararname hazırlığının yapıldığı bir dönemdir. Bu kapsamda basın ve yayın organlarında, HSYK toplantılarında hâkim ve savcıların atanmalarına ilişkin kararnamenin hazırlanması esnasında bazı HSYK üyelerinin, Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına ilişkin talepleri olduğu yönünde pek çok haber yayımlanmıştır.
34. Başvuruya konu haberin yayımlandığı dönemde başvurucu ile ilgili olarak bir süre basın ve yayın organlarında haber yapılmış ve yazılar yazılmıştır. Nitekim başvurucunun bireysel başvuru dosyasına eklediği gazete kupürleri de bunu doğrulamaktadır. Başvurucu uzun bir süre Adalet Bakanlığında genel müdürlük, Yargıtay üyeliği ve HSYK üyeliği yapmıştır. Başvuruya konu haberde, hâkim ve savcıların atanmalarına ilişkin kararname çalışmalarında Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına ilişkin taleplerde bulunan başvurucunun adının, Ergenekon yapılanmasının yargı ayağını ortaya çıkaran soruşturmaya karıştığı ileri sürülmüş, bu iddialar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve kamuoyuna da yansıyan bir soruşturmada elde edildiği ileri sürülen telefon görüşmelerine dayandırılmış ve haberde bu telefon görüşmelerine ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Şikâyet konusu haberde dile getirilen iddialar ile haberin yayımlandığı dönemdeki olaylar başvurucunun beyanlarıyla birlikte değerlendirildiğinde söz konusu haberde sarf edilen sözlerin ve iddiaların bir ölçüde genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir.
35. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (İlhan Cihaner, § 85).
36. Buna karşılık başvurucu, şikâyet konusu haberde sözü edilen, hâkim ve savcıların atanmalarına ilişkin kararname çalışmalarında Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına ilişkin taleplerde bulunduğuna ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyeleri tarafından seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın idari bir kurul olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun, olayların geçtiği dönemde -hâlen Türkiye kamuoyunda tanınan bir bürokrat olduğu ve tanınmışlık derecesi dikkate alındığında- az bilinen bir kişi olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu, Türk yargı sistemi için önemli olan HSYK üyeliği görevi nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
37. Diğer yandan söz konusu haber nedeniyle başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz önünde tutulmalıdır. Nitekim haberin yayımlandığı dönemde başvurucunun HSYK üyeliği devam etmiştir ve başvurucu hâlen Yargıtay üyesi olarak kariyerine devam etmektedir.
38. Son olarak başvuruya konu haberde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğü kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç, § 76; Radio France ve diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).
39. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Zira bir düşüncenin hangi üslup ve biçimle en iyi şekilde aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).
40. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, dava konusu haberin genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. Mahkeme, davaya konu haberde geçen olayların gerçekliği meselesine değinmiş; söz konusu haberde yer alan ifadelerin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve kamuoyuna da yansıyan bir soruşturmada elde edilen telefon görüşmelerine dayandığını belirterek haberde yer alan iddiaların olgusal temelden tümüyle yoksun olmadıkları, yayının yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayının içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığı ve başvuruya konu haberde geçen olayların “görünür gerçekliğe uygun” olduğu yönünde değerlendirmede bulunmuştur.
41. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece Mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
42. Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
15/10/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun kişilik haklarını haleldar ettiği öne sürülen gazete haberleri arasında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olan başvurucunun “… HSYK kararnamesine alternatif liste hazırlayarak kriz çıkartan Ertosun’un, bağımsız yargıyı baskı altına almak isteyen yapılanmanın işlerini takip ettiği telefon konuşmalarına takıldı” şeklinde ifadeler yer almıştır.
2. Gazete haberlerinde, başvurucunun dışındaki üçüncü kişiler arasında yapılan telefon konuşmalarına ilişkin dinleme kayıtlarından alıntılar yapılmakta, ancak başvurucunun üçüncü kişiler tarafından HSYK kararnamesine müdahale anlamına gelebilecek türden iş ve işlemleri yaptığına dair bir kanıt sunulmamaktadır. Nitekim, bahse konu üçüncü kişilerin konuşmaları arasında başvurucunun bu yönde bir eyleminin gerçekleştiğine dair bir ifade de bulunmamaktadır.
3. Buna göre, başvurucunun herhangi bir yapılanmanın işlerini takip ettiğini gösterir nesnel ve somut bir veri sunmadan, kesinlik kazanmış gibi, “… işlerini takip ettiği …” tarzında, kesinlik içeren haberlerin verilmesi, objektif yayıncılık ilkeleriyle bağdaşmamakta ve başvurucuyu kamu oyu önünde peşinen suçlu ilan etmektedir.
4. Bu türden yayınların “görünür gerçekliğe uygun” ve “genel yarar sağlayan bir tartışmaya katkı” niteliğinde görülemeyeceği, derece mahkemelerince verilen kararlarda fahiş bir takdir hatası bulunduğu, bu nedenle başvurunun kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle muhterem çoğunluğa katılmamaktayım.
Üye