TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET GÜRGEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3202)
|
|
Karar Tarihi: 6/2/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet GÜRGEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Cemal İLGE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat
komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını
ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü belirterek
Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ve özel hayatının
korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep
etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 6/5/2013
tarihinde Batman İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/9/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap
olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Batman ili Kozluk ilçesi Duygulu köyü, Metinka mezrasında ikamet etmekte iken 1993 yılında meydana
gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir.
9. Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde göç etmesi nedeniyle uğramış
olduğu zararların karşılanması talebiyle, 17/7/2004 tarih ve 5233 sayılı Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun
kapsamında kurulan Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına
başvuruda bulunmuştur.
10. Komisyon, 18/11/2008 tarih ve 2008/2-1722 sayılı
kararıyla söz konusu mezranın jandarma kayıtlarında güvenlik gerekçesiyle
boşaltılan bir köy olarak görülmediğinden ve başvurucunun arazilerini kiraya
vererek işletebildiğinden bahisle başvurucunun talebini reddetmiştir.
11. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu 23/1/2009
tarihinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, 25/11/2009
tarih, E.2009/237 ve K.2009/2368 sayılı kararıyla başvurucunun söz konusu
mezradan “subjektif güvenlik kaygısıyla ya da sosyal sebeplerle göç
etmesinden dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararın, 5233 sayılı Yasa
hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmadığından”
bahisle dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığına ve davanın reddine
karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15.
Dairesinin 28/5/2012 tarih, E.2011/8442 ve K.2012/3441 sayılı kararıyla
onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde bulunan
başvurucunun bu istemi, Danıştay 15. Dairesinin 13/12/2012 tarih, E.2012/9240
ve K.2012/14120 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Başvurucu Danıştay 15. Dairesinin karar düzeltme
isteminin reddi kararının 5/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden itibaren
süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un ”Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
16. Aynı Kanun’un “Kapsam”
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
…
d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
17. Aynı Kanun’un “Zarar
tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun
kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir
başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı
komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri,
sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu
görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim
kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat
komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk
haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş
yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”
18. Aynı Kanun’un “Başvurunun
süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/12/2005 -
5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya
yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün
içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren
bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği
il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden
sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.
…”
19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak
Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından
kaynaklanan maddî zararlar.”
20. Aynı Kanun’un “Zararın
Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“7 nci
maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde,
19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri
uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”
22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna
28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince
yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma
süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:
“(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve
kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler
veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî
zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan
başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012
tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin
bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
25. 9/2/2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı
Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir:
“1. Danıştay; ondördü
dava, biri idari daire olmak üzere onbeş daireden
oluşur.
2. Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye
bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt
çoğunluk ile karar verir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla
heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer
alan en kıdemli üye başkanlık eder. Müzakereler gizli yapılır.”
26. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:
“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların
5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından
tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma
kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının
araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.
…”
27. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548,
K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:
“…5233
sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa
uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu
meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği;
güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün
boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı
olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir
köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına
kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan
asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir
anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de
tabiidir.
Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda,
davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır
Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece
köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle
sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan
miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
…”
28. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679,
K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:
“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen
tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde
herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında
bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin
getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği,
diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları
sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında
çekişme bulunmamaktadır.
Buna göre, sadece
geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan
bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden
davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup
olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun
reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemektedir.
…“
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/2/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 6/5/2013 tarih ve 2013/3202 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı başvurudan
ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını ve başvurusunun karara
bağlanmasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen
mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ve özel hayatın korunması yükümlülüğünün
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkı ve Özel Hayatın Korunması Yükümlülüğü Yönünden
31. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari
başvurudan ve ardından açtığı davadan Duygulu köyünün tamamen boşalan yerleşim
yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedildiği için bir sonuç alamadığını,
oysa jandarma tarafından tutulan tutanakta “Kozluk ilçesi, Duygulu Köyü- Metinka mezrası için “bahse
konu köylerimizin tarafımızca boşaltılmadığı ancak mezralardan ekonomik
sebepler ile PKK-Kongra-Gel terör örgütünün baskısı
nedeniyle göç olaylarının yaşandığı”nın belirtildiğini, 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılan inceleme ve araştırmada başvurucunun terör olayı nedeniyle
köyü terk ettiğinin tespit edildiğini, yerleşim yerini rızası dışında terk
etmek zorunda kaldığını, mülkiyetinden faydalanma hakkının engellendiğini,
hukukun temel ilkeleri gereği kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında
kişilerin uğradığı özel ve olağandışı zararların idare tarafından karşılanması
gerektiğini, başvurusunun reddine yönelik idari işlemin dosya kapsamına,
“sosyal risk” kuramı ile 5233 sayılı Kanun’un ruhuna ve amacına aykırı
olduğunu, bu nedenle de söz konusu idari işlemin iptalinin gerektiğini,
kendisinin Duygulu köyünün (kendisinin ve 3 çocuğunun 4 hane olarak
oluşturduğu) Metinka mezrasında ikamet ettiğini,
mezranın tamamen boşaldığını, temyiz aşamasında Danıştay’ın köy merkezi ve
mezra ayrımı yapmadan değerlendirme yaptığını, bu değerlendirmenin eksik ve
hatalı olduğunu, mahkeme kararında Danıştay’ın “nesnel güvenlik kaygısı”
içtihatlarının dikkate alındığını, okul, sağlık ocağı vb. yerlerin de güvenlik
nedeniyle kapalı kaldığı dikkate alındığında vatandaşın diğer vatandaşa örnek
gösterilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını, nüfus sayımına ilişkin olarak
1985, 1990, 1997 ve 2000 yıllarına ait sayım sonuçlarına yer verilirken göç
etmesine rağmen nüfus kaydını naklettirmeyen kişiler nedeniyle bu
değerlendirmenin sakat ve eksik olacağını belirterek mülkiyet hakkının ve özel
hayatın korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, mülkiyetin korunması
hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel ve tüzel kişilere ait olan
mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma ve hatta bu kişileri
bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği, bu kapsamda ülkenin Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik sorunları nedeniyle bazı
köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili şahısların köylerine
girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet haklarına bir müdahale
teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu kişilerin zararlarının
karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul edildiği ifade edilmiştir.
33. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin özellikle silahlı
çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında,
yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak için istisnai
tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan yoksun olmadığı, bu
müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için oluşturulan iç hukuk
yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların tespit edilmesi veya
maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki değerlendirmelerin iç hukuk yolu
olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna vardığı görüşüne yer
verilmiştir.
34. Bakanlık bu kapsamda ayrıca başvurucunun manevi tazminat
talebinin incelenebileceğini fakat manevi zararların tazmininin 5233 sayılı
Kanun’un kapsamı dışında kaldığını, bu durumun kişilerin manevi zararları için
idari yargıda dava açmalarına engel teşkil etmediğini, başvurucunun öncelikle
başvuru yollarını tüketmesi gerekirken, idari yargıda dava açmadığını, AİHM’nin
benzer başvurular hakkında tazminata ilişkin görüşlerinin başvurucunun iç hukuk
yollarının tüketilmediği yönünde olduğunu ifade etmiştir.
35. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili olarak özetle şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Batman ili, Kozluk
ilçesi, Duygulu köyü Metinka mezrasında ikamet
etmekte iken, meydana gelen terör olayları nedeniyle 1993 yılında köyünü terk
etmiştir. Hâlbuki Komisyon tarafından yapılan araştırma sonucunda Duygulu
köyünün terör nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı tespit
edilmiştir. Bu araştırma yapılırken 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun
olarak ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge temininde
bulunulmuştur. Komisyon tarafından Duygulu köyünde keşif yapılarak başvurucuya
ait taşınır ve taşınmaz malların tespiti yapılmıştır. Yapılan bu araştırma
sonucunda, Duygulu köyünde genel nüfus sayımı sonuçlarına göre 1985 yılında
931, 1990 yılında 532, 1997 yılında 259, 2000 yılında 766 kişinin yaşadığı,
Kozluk ilçesinde boşaltılan köyler arasında Duygulu köyü ve Metinka
mezrasının bulunmadığı, Kozluk İl Seçim Kurulu Başkanlığı verilerine göre
Kozluk’a bağlı tüm köylerde seçimlerin yapıldığı belirlenmiştir. Tüm bu somut
araştırmalar sonrasında Komisyon söz konusu köyün terör olayları nedeniyle
tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı sonucuna vararak başvurucunun
talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından idari yargıda iptal
davası açılmışsa da bu dava da aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Böylelikle
başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı kesinleşmiş kararla tespit
edilmiştir. Komisyon ve devamında idari yargı tarafından yapılan bu araştırma
Danıştay içtihatlarıyla da uyumludur.
36. Bakanlık görüşünde son olarak, AİHM’nin bu şikâyetlere
ilişkin olarak, temel olayların tespit edilmesi veya maddi tazminat hesaplanması
gibi konuların görev alanına girmediğini, yani bu konudaki değerlendirmelerin
komisyonlar tarafından yapılacağına işaret ettiği ifade edilmiştir.
37. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
38. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 24).
39. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası içermedikçe
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §
26).
40. Başvuru dilekçesi incelendiğinde, başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesinin ve özel hayatı koruma yükümlülüğünün ihlal
edildiğini ileri sürdüğü bölümde, idari yargı makamlarının 5233 sayılı Kanun’un
tazminat başvurusuna ilişkin kurallarını bu kuralların sözüne ve ruhuna aykırı
değerlendirmeleri nedeniyle söz konusu hakların ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
41. Başvurucunun iddialarının yanı sıra, komisyonun başvuruyu
ret kararı ve derece mahkemelerinin karar gerekçeleri incelendiğinde,
iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2.
maddesinin (d) bendinde yer verilen “Terör
dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik
kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu
sebeple uğradıkları zararlar.” ifadesinin Komisyon ve derece
mahkemeleri tarafından yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
42. Başvurucu her ne kadar iddialarını mülkiyet hakkına ve
özel hayatın koruma yükümlülüğüne dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun
dava, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde de ileri sürdüğü bu iddialarının
idari makamların ve mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin
hukuk kurallarının mahkeme tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai
olarak lehine olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla
birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri
tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
43. Nitekim Komisyon, Metinka
mezrasının jandarma kayıtlarında güvenlik gerekçesiyle boşaltılan bir köy
olarak görülmediğinden ve başvurucunun arazilerini kiraya vererek
işletebildiğinden bahisle başvurucunun talebini reddederken, başvuru dosyasında
yer alan köy muhtarı ve jandarma yetkililerinin imzasının yer aldığı 5/7/2005
tarihli tutanakta, başvurucunun 12-13 yıl önce Beşiri ilçesine taşındığı, halen
orada ikamet ettiği, ara sıra köye gelip gittiği, köyde 63 dönüm kadar
tarlasının olduğu, tarlasını yakın akrabalarının ekip biçtiği, köyde evinin
bulunduğu, evinin bakımsızlıktan yıkıldığı, belirtilen yıllarda adı geçen şahıs
hakkında Jandarma Komutanlığı kayıtlarında herhangi bir müracaat ve suç
kaydının bulunmadığı ifade edilmiştir.
44. Bu çerçevede, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 25/11/2009
tarih ve E.2009/237, K.2009/2368 sayılı kararında başvuru dilekçesinin bu
bölümünde ileri sürülen iddialara ilişkin şu değerlendirmeler yer almaktadır:
“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan
maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya
"terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına
ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın sözü edilen Yasa bükümlerine göre
idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka deyişle, bir yerlerim yerinin
güvenlik nedeniyle İdarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan
halk tarafından. "tamamen” boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin
boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek
sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.
Dolayısıyla, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi
zararın idarece yasal olanak bulunmamaktadır.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o
yerlerim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağım sağlayan asgari
güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir
göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere
ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre
değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oludan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesi mümkündür. Bu nedenle kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan
güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte
dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör
olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri
kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde, bir başka
ifade ile bu şekilde bir yerleşim yeri kısmen boşalmış ise yerleşim yerini
kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul
edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan maddi
daramı "5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.
Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari
güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy balkının bir
kısmının yaşamasına karşın yerleşim yerinde yasayan kişilerin bir kısmının
yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi
zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa
hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden, Batman İli
Kozluk İlçesi Duygulu Köyü Metinka Mezrası'nda ikamet
etmekle olan davacının meydana gelen terör olayları neticesinde 1993 yılında
mezrayı terk etmek zorunda kaldığını ileri sürerek bu sebeple uğramış olduğu
zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini talebiyle davalı idareye başvurduğu,
bu başvurunun Siirt Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit
Komisyonu Başkanlığı 2 No'lu Zarar Tespit Komisyonunun
18.11.2008 tarih ve 2008-2-1722 sayılı işlemi reddi üzerine anılan işlemin
iptali ve toplam 52.509.00-TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar
verilmesi istemiyle bakılmakta olan davarını açıldığı anlaşılmıştır.
Olayda, zarar tespit komisyonu tarafından
Duygulu Köyü Metinka Mezrası'nda keşfe gidilmiş keşif
sonucu düzenlenen keşif tutanağında. davacıya ait ev
ve arazilerin olduğu yönünde tespit yapılmıştır.
Duygulu Köyü'nde Genel Nüfus sayımı
sonuçlarına göre 1985 yılında 931, 1990 yılında 532, 1997 yılında 259, 2000
yılında ise 766 kişinin yaşadığı. Kozluk ilçesine ait boşalan boşaltılan köyler
listesinde Duygulu Köyü ve Metinka Mezrası'nın
isminin geçmediği görülmüş. Kozluk İlçe Seçim Kurulu'nun 07.08.2009 tarih ve
174 sayılı yazısından 1990- 2000 yılları arasında ilçeye bağlı tüm köylerde
muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, seçim yapılmayan köyün bulunmadığı
anlaşılmıştır.
Dava dosyasında ve Mahkememizin 2009/22 esas
sayılı dosyasında yer alan bilgi ve belgelerden Batman İli. Kozluk İlçesi Duygulu
Köyünün boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği
1985-2007 yılları arasında yapılan Genel Nüfus Sayımları ve Tespitlerine göre
1997 yılında yapılan nüfus sayımında köyün nüfusunda azalma olsa da nüfusun
çoğunun köyde yaşamaya devam ettiği görülmüştür.
Bu nedenle, yukarıda yer verilen açıklamalara
göre asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna varılan Duygulu Köyü, Metinka (Metinkaya) Mezrası'ndan
davacının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da
ekonomik ve sosyal sebeplerle göç etmesinden dolayı uğradığım ileri sürdüğü
zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak
bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”
45. Mahkemenin bu kararı, ilgili hükmün (5233 sayılı Kanun’un
2. maddesi) yorumu kapsamında başvurucuların zararının tazmin edilebilmesi için
köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim
yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın
yerleşik içtihatlarına (§§ 26–28) uygun olup herhangi bir bariz takdir hatası
ve açık keyfilik içermemektedir.
46. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını
terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın onaması sonucu kesinleşen mahkeme
kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de ifade edildiği üzere bunun
doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına ve özel hayatına 5233 sayılı
Kanun’un kapsamına girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa
Mahkemesi açısından bu tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus
bulunmadığından mülkiyet hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, mülkiyet hakkı ve özel
hayatı koruma yükümlülüğü kapsamında bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı
ve derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkı Yönünden
48. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede
yargılanma hakkına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu
zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki
yargılamanın yaklaşık 7 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken, öncelikle
AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda benimsediği
ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurların biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun
incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012
tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar geçen sürenin de dikkate
alınmakta olduğu ifade edilmiştir.
51. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda
sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak
idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem
aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceğini belirtilmiştir.
52. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup
olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup
olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar,
kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar
verildiği görüşüne yer verilmiştir.
53. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın
141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede
yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §§ 35-39).
55. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken hususlardır (B. No:2012/13, 2/7/2013, §§ 40–46). Bu nedenle başvuruya
konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu hususlar dikkate alınarak
değerlendirilecektir.
56. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
57. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara
alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları
nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona
başvurduğu 5/5/2005 tarihidir. Bu doğrultuda idari makama başvurulması ile
başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
58. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 5/5/2005 tarihinde Komisyona
başvurduğu ve Komisyon tarafından 3 yıl 6 ay 13 gün sonra 18/11/2008 tarihinde
karar verildiği görülmektedir.
59. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde komisyonlara
yapılan başvuruların başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde
sonuçlandırılacağı, anılan Kanun’un geçici 4. maddesinde bu sürenin de bitmesi
ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulunun bu
süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu kapsamda yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013
tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1.
maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
60. Kaldı ki, komisyonlar için 5233 sayılı Kanun’da
belirtilen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Uğranılan zararların
tazmini için yapılan başvurular için 5233 sayılı Kanun’da öngörülen süreler,
komisyonlara yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup komisyonlar
bu sürede başvuruyu sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 62).
61. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki
yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması
durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No:2012/1198, 7/11/2013, § 55).
62. Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına yapılan
başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir artış olması
nedeniyle başvuruların birikmesine bağlı olarak başvuruların karara
bağlanmasında meydana gelen gecikmelerin, zamanında ve yeterli tedbirlerin
alınması koşuluyla, makul sürede yargılanma hakkı açısından devletin
sorumluluğunu doğurduğu söylenemeyecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981, §§
51-52; Kępa/Polonya, B. No: 43978/98, 30/9/2003; Vincent Lynch/Birleşik Krallık, B. No:
19504/06, 6/10/2009). Bu kapsamda AİHM, Buchholz/Almanya davasında, toplam 4 yıl 9 ay
süren iş uyuşmazlığına ilişkin bir yargılamada, Almanya’da 1970’li yıllarda
ortaya çıkan ekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmalara ilişkin davalarda
anormal artış olması nedeniyle yargılamanın karara bağlanmasında yaşanan
gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir.
Benzer şekilde AİHM, Kępa/Polonya davasında toplamda 8 yıl 4 ay
süren bir yargılamada, (ilgili davanın temyiz aşamasında 1 yıl 6 ay hiçbir
işlem yapılmaksızın beklemesine rağmen) başvurucuların yargılamanın uzamasına
yol açan eylemleri de göz önünde bulundurularak Yargıtayın
iş yükünün artmasından kaynaklanan gecikmenin bu hakkı ihlal etmediğine karar
vermiştir. Son olarak, Vincent
Lynch/Birleşik Krallık davasında AİHM toplamda 4 yıl 6 ay süren bir
yargılamada 2003 Aralık ayında yürürlüğe giren bir kanun sonrasında bir anda
çok sayıda başvurunun gelmesi, tek bir davanın karara bağlanması için yaklaşık
bir yıl sürecin başlamasının gecikmesi, 2005–2007 yılları arasında söz konusu
kanun kapsamında öncelikle görülmesi gereken binin üzerinde davanın karara
bağlanması gibi nedenlerle başvurucunun davasının karara bağlanmasında yaşanan
gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır.
Bütün bu davalarda geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan
kaynaklanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmaması, bu konuda
gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluna
bağlanmıştır. Ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve
halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devlet,
yaşanan gecikmelerden sorumlu hale gelecek ve daha etkili ve ilave tedbirler
alması kendisinden beklenebilecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zimmermann ve Steiner/İsviçre,
13/7/1983, § 29, Vincent Lynch/Birleşik
Krallık, B. No:19504/06, 6/10/2009).
63. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara
toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara
bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105
komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam
etmiştir.
64. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat
komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3.
ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok büyük
çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak 1987-2004
yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler nedeniyle
oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular oluşturmaktadır. 5233
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme ilişkin bir anda çok
yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 5233 sayılı
Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin başvuruların anılan Kanun’un
yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde yapılabileceği belirtilmiş fakat bu
süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666 sayılı Kanunla eklenen geçici 4. madde
ile 30/5/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem
çok sayıda başvuru yapıldığı, fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam
etmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
65. Yukarıda belirtilen ilkeler (§§ 61-62) çerçevesinde, 5233
sayılı Kanun uyarınca oluşturulan mekanizmada iş yükündeki artış geçici olup
her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre
değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir.
Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan
bu mekanizmanın etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin
yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp
almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.
66. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu
komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak
zararları tespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı
olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı
ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları aldığı, başvurucuların
taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğinde
olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze,
meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir.
360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar
yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen
bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu
ortadadır (benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011,
§§ 69-70).
67. Bu kapsamda, 5233 sayılı Kanun kapsamında Batman ilinden
yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi
uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle 3/2/2006
tarihinde komisyon sayısının 4’e kadar çıkarıldığı, 17/8/2010 tarihine kadar 4
komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara toplam 18.450 başvuru
yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi
olan 27/7/2004 tarihinden 29/9/2005 tarihine kadar yaklaşık 8.000 başvuru
yapıldığı, başvurucunun komisyona 5/5/2005 tarihinde başvuruda bulunduğu,
başvurucunun dosya kayıt numarasının 3.869 olduğu anlaşılmaktadır. Komisyona
2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008 tarihine kadar başvuruların
yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni
ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam
başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 10/1/2014 tarihi itibariyle
yapılan toplam 18.450 başvurudan 18.410’unun karara bağlandığı, komisyon
sayısının bire düştüğü ve sadece 39 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu
anlaşılmaktadır.
68. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun
başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında
çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut
başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok
yüksek olduğu dönemlerde Batman örneğinde görüldüğü üzere illerde kurulan
komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının
düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke
genelinde hem de Batman ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların
sayısına bakıldığında karara bağlanmamış çok az sayıda başvurunun kaldığı
anlaşılmaktadır.
69. Ülke genelinde ve Batman ilinde karara bağlanan başvuru
sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz
önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının
kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un
4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine
getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi
olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri
oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli
bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir.
70. Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı
kadarıyla, 5/5/2005 tarihinde Komisyon’a başvuru yapıldığı, Komisyon’un
11/5/2005 tarihli yazısı ile başvurucudan eksik bilgi ve belgeleri
tamamlamasını istediği, 8/7/2005 tarihinde jandarma ve köy muhtarı tarafından
hazırlanan tutanağın 21/7/2005 tarihinde başvurucuya bildirildiği, konu
hakkında hazırlanan 18/8/2005 tarihli ikinci tutanağın 29/9/2005 tarihinde
Kozluk Kaymakamlığına bildirildiği, 27/11/2007 tarihinde Kaymakamlık İlçe Zarar
Tespit Bilirkişi Komisyonu tarafından keşfe gidildiği görülmektedir. Bir
anlamda komisyona yapılan başvurular arasında başvurucunun dosyasının incelenme
sırası bu tarihte gelmiştir. Bu tarihten sonra yaklaşık 4 ay içerisinde
sırasıyla (27/11/2007, 5/2/2008 ve 17/3/2008 tarihlerinde) inşaat, kadastro ve
ziraat bilirkişilerinden ayrı ayrı rapor alındığı ve başvurucunun talebinin
18/11/2008 tarihinde karara bağlandığı görülmektedir. Komisyonda toplam 3 yıl 6
ay 13 günde karara bağlanan başvurunun hemen kayda alınıp eksikliklerinin
tamamlattırılmasına rağmen gerekli keşif işlemlerinin yapılabilmesi ve
bilirkişi raporlarının alınabilmesi için 2 yıl 6 ay 22 gün sıra beklediği
anlaşılmaktadır.
71. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin
Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya
çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu
iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda
üzerine düşeni yapmadıkları söylenemez.
72. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, komisyon
tarafından başvurucunun taleplerinin reddi sonrasında 23/1/2009 tarihinde dava
dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu sürecin
başladığı, taraflara tebligat işleminin yapıldığı ve davalı idarenin 17/3/2009
tarihinde cevap dilekçesini sunduğu, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 25/11/2009
tarihinde davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.
73. Başvurucu tarafından 25/2/2010 tarihinde kararın temyiz
edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince 11/3/2010 tarihinde temyiz ilk
inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 27/4/2010 tarihinde
Danıştay’a gönderilmiştir. 4/5/2010 tarihinde Danıştay 10. Dairesinde kayda
alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık iki yıl sonra 28/5/2012
tarihinde yeni kurulan Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.
74. Bu karar sonrasında 30/7/2012 tarihinde davacı başvurucu
tarafından yapılan karar düzeltme istemi üzerine 17/9/2012 tarihinde tekrar
Danıştay Başkanlığına gönderilerek 24/9/2012 tarihinde kayda alındığı,
5/10/2012 tarihinde ilk incelemesinin yapıldığı ve yaklaşık 2 ay sonra
13/12/2012 tarihinde Danıştay 15. Dairesince karar düzeltme talebinin reddine
karar verildiği anlaşılmaktadır.
75. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin
toplam 3 yıl 10 ay 20 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.
76. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde,
temyiz talebi sonrasında Danıştay’da temyiz talebinin karara bağlanmasının 2
yılda gerçekleştiği, yargılamanın diğer aşamalarında kayda değer bir gecikmenin
yaşanmadığı, ülke genelinde tazminat komisyonlarının aldıkları kararlar
sonrasında açılan davalar nedeniyle ilgili Danıştay 10. Dairesine bu konuda
kısa sürede çok sayıda temyiz başvurusunun geldiği (ilk başvurular 2006 yılında
gelmekle birlikte 2007 ve 2008 yıllarında yaklaşık 35.000 temyiz başvurusu
geldiği görülmektedir), ilgili Danıştay Dairesinin hâlihazırda var olan iş
yükünün yanı sıra ortaya çıkan bu yeni iş yükünün temyiz başvurularının karara
bağlanmasında gecikmeye yol açtığı, Danıştay 10. Dairesinin bu yıllarda konu
hakkındaki temel içtihadını belirlediği, sonraki yıllarda yıllık ortalama
10.000 dosyayı karara bağladığı görülmektedir. Bununla birlikte, 14/2/2011
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
6110 sayılı Kanun ile Danıştay daire sayısının 13’ten 15’e çıkarıldığı, üye
sayısının arttırıldığı ve birden fazla heyet halinde karar alma imkanının
getirildiği, 5233 sayılı Kanun’un uygulanmasından doğan uyuşmazlıklara ilişkin
yaklaşık 11.000 temyiz başvurusunun yeni kurulan Danıştay 15. Dairesine
devredildiği, anılan Dairenin bu konuda gelen davalar hakkında 3 yıl içinde çok
sayıda karar verdiği (yaklaşık 22.000) ve 2013 yılı sonu itibariyle bu konuda
derdest dosya sayısının 2.400 olduğu dikkate alındığında, yukarıda yer verilen
ilkeler çerçevesinde (§§ 61-62) geçici iş yükü artışına bağlı olarak ortaya
çıkan gecikmenin yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine
düşeni yapmadıkları söylenemez.
77. Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda
incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında
yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü
düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin
karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve
bunların karara bağlanması, başvurunun komisyonda işleme alınması sonrasında
yaklaşık 4 ayda kararın verilmesi, bunların yanı sıra yargılama sürecinde
Danıştay’da temyiz başvurusunun 2 yılda karara bağlanmasının bu konuda kısa
sürede çok sayıda dosyanın gelmesinden kaynaklanması ancak ortaya çıkan bu
gecikmenin yapısal bir soruna dönüştüğünün ve yetkililerin bu konuda üzerine
düşeni yapmadıklarının söylenemeyeceği ve idari davanın toplamda 3 yıl 10 ay 20
günde ilk derece, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi
gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında toplamda 7 yıl 7 ay 8 günde
(5/5/2005-13/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasında kamu
otoritelerine ve yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu
söylenemez.
78. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin
gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ve özel hayatının korunması yükümlülüğünün ihlal edildiği
yönündeki iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
6/2/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.