TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CELAL DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3309)
|
|
Karar Tarihi: 6/2/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Celal DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Cemal İLGE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat
komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını
ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek
Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ve özel hayatının
korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep
etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 14/5/2013
tarihinde Batman İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 1/10/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap
olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Batman ili Kozluk ilçesi Geyikli Köyünde
ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle
köyünden göç etmiştir.
9. Başvurucu, 20/4/2005 tarihinde göç etmesi nedeniyle
uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 17/7/2004 tarih ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki
Kanun kapsamında kurulan Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına
başvuruda bulunmuştur.
10. Komisyon, 14/4/2009 tarih ve 2009/2-281 sayılı kararıyla
söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını, köye ilişkin ya da şahsa ilişkin
doğrudan bir saldırı olmadığını belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir.
11. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu 25/6/2009
tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır 1. İdare
Mahkemesi 25/2/2011 tarih, E.2009/1593 ve K.2011/271 sayılı kararıyla söz
konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı, köydeki
seçimlerin düzenli yapıldığı, nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit
edildiği ve başvurucunun subjektif güvenlik algısı
nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların idarece karşılanmasına
hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15.
Dairesinin 28/5/2012 tarih, E.2011/14050 ve K.2012/3454 sayılı kararıyla
onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde bulunan
başvurucunun bu istemi, Danıştay 15. Dairesinin 11/12/2012 tarih, E.2012/11187
ve K.2012/13757 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Başvurucu Danıştay 15. Dairesinin karar düzeltme
isteminin reddi kararının 29/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden itibaren
süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un ”Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
16. Aynı Kanun’un “Kapsam”
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
…
d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
17. Aynı Kanun’un “Zarar
tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun
kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir
başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı
komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri,
sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu
görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim
kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat
komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk
haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş
yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”
18. Aynı Kanun’un “Başvurunun
süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/12/2005 -
5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya
yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün
içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren
bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği
il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden
sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.
…”
19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak
Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından
kaynaklanan maddî zararlar.”
20. Aynı Kanun’un “Zararın
Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“7 nci
maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde,
19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri
uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”
22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna
28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince
yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen
sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin
de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu
bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:
“(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve
kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler
veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî
zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan
başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012
tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin
bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
25. 9/2/2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay
Kanunu’nun 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir:
“1. Danıştay; ondördü
dava, biri idari daire olmak üzere onbeş daireden
oluşur.
2. Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye
bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt
çoğunluk ile karar verir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla
heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer
alan en kıdemli üye başkanlık eder. Müzakereler gizli yapılır.”
26. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:
“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların
5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından
tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma
kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının
araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.
…”
27. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548,
K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:
“…5233
sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa
uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu
meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği;
güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün
boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı
olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir
köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına
kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan
asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir
anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de
tabiidir.
Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda,
davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır
Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece
köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle
sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan
miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
…”
28. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679,
K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:
“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen tutanaklarda
da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde herhangi bir
terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında bölgede
yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin
getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği,
diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları
sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında
çekişme bulunmamaktadır.
Buna göre, sadece
geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan
bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden
davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup
olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun
reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemektedir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/2/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 14/5/2013 tarih ve 2013/3309 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı başvurudan
ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını ve başvurusunun karara
bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen
mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ve özel hayatın korunması yükümlülüğünün
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkı ve Özel Hayatın Korunması Yükümlülüğü Yönünden
31. Başvurucu, terör olayları
nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması
amacıyla yaptığı idari başvurudan ve ardından açtığı davadan, Geyikli köyünün
tamamen boşalan yerleşim yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedildiği
için bir sonuç alamadığını, oysa jandarma tarafından tutulan 19/2/2009 tarihli
tutanakta “Kozluk ilçesi, Geyikli Köyü için “bahse
konu köylerimizin tarafımızca boşaltılmadığı ancak PKK-Kongra-Gel
terör örgütünün baskısı nedeniyle göç olaylarının yaşandığı”
belirtilmesine rağmen jandarma kayıtlarında güvenlik gerekçesiyle boşaltılan
bir köy olarak görülmediğini, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan inceleme ve
araştırmada başvurucunun terör olayı nedeniyle köyü terk ettiğinin tespit
edildiğini, yerleşim yerini rızası dışında terk etmek zorunda kaldığını, mülkiyetinden
faydalanma hakkının engellendiğini, hukukun temel ilkeleri gereği kamu
hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişilerin uğradığı özel ve olağandışı
zararların idare tarafından karşılanması gerektiğini, başvurusunun reddine
yönelik idari işlemin dosya kapsamına, “sosyal risk” kuramı ile 5233 sayılı
Kanun’un ruhuna ve amacına aykırı olduğunu, mahkeme kararında Danıştay’ın
“nesnel güvenlik kaygısı” içtihatlarının dikkate alındığını, okul, sağlık ocağı
vb. yerlerin de güvenlik nedeniyle kapalı kaldığı dikkate alındığında
vatandaşın diğer vatandaşa örnek gösterilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını,
Komisyonun kararında nüfus sayımına ilişkin olarak 1990, 1997 ve 2000 yıllarına
ait sayım sonuçlarına yer verilirken göç etmesine rağmen nüfus kaydını naklettirmeyen
kişiler nedeniyle bu değerlendirmenin sakat ve eksik olacağını belirterek
mülkiyet hakkının ve özel hayatın korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
32. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, mülkiyetin korunması
hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel ve tüzel kişilere ait olan
mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma ve hatta bu kişileri
bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği, bu kapsamda ülkenin Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik sorunları
nedeniyle bazı köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili şahısların
köylerine girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet haklarına bir
müdahale teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu kişilerin
zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul edildiği ifade
edilmiştir.
33. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin özellikle silahlı
çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında,
yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak için istisnai
tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan yoksun olmadığı, bu
müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için oluşturulan iç hukuk
yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların tespit edilmesi veya
maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki değerlendirmelerin iç hukuk yolu
olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna vardığı görüşüne yer
verilmiştir.
34. Bakanlık bu kapsamda ayrıca başvurucunun manevi tazminat
talebinin incelenebileceğini fakat manevi zararların tazmininin 5233 sayılı
Kanun’un kapsamı dışında kaldığını, bu durumun kişilerin manevi zararları için
idari yargıda dava açmalarına engel teşkil etmediğini, başvurucunun öncelikle
başvuru yollarını tüketmesi gerekirken, idari yargıda dava açmadığını, AİHM’nin
benzer başvurular hakkında tazminata ilişkin görüşlerinin başvurucunun iç hukuk
yollarının tüketilmediği yönünde olduğunu ifade etmiştir.
35. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Batman ili, Kozluk
ilçesi, Geyikli köyünde ikamet etmekte iken, meydana gelen terör olayları
nedeniyle 1994 yılında köyünü terk etmiştir. Hâlbuki Komisyon tarafından
yapılan araştırma sonucunda Geyikli köyünün terör nedeniyle tamamen
boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı tespit edilmiştir. Bu araştırma yapılırken
5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun olarak ilgili tüm kurum ve
kuruluşlardan bilgi ve belge temininde bulunulmuştur. Komisyon tarafından
Geyikli köyünde keşif yapılarak başvurucuya ait taşınır ve taşınmaz malların
tespiti yapılmıştır. Yapılan bu araştırma sonucunda, Geyikli köyünde genel
sonuçlara göre 1990 yılında 393, 1997 yılında 230, 2000 yılında 328 kişinin
yaşadığı, Geyikli köyünün Kozluk ilçesinde boşaltılan köyler arasında yer
almadığı, bu köyün terörden etkilenmeyen köyler arasında yer aldığı, köyde
muhtarlık seçimlerinin yapıldığı belirlenmiştir. Tüm bu somut araştırmalar
sonrasında Komisyon söz konusu köyün terör olayları nedeniyle tamamen
boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı sonucuna vararak başvurucunun talebini
reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından idari yargıda iptal davası
açılmışsa da bu dava da aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Böylelikle başvurunun
5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı kesinleşmiş kararla tespit edilmiştir.
Komisyon ve devamında idari yargı tarafından yapılan bu araştırma Danıştay
içtihatlarıyla da uyumludur.
36. Bakanlık görüşünde son olarak, AİHM’nin bu şikâyetlere
ilişkin olarak, temel olayların tespit edilmesi veya maddi tazminat
hesaplanması gibi konuların görev alanına girmediğini, yani bu konudaki
değerlendirmelerin komisyonlar tarafından yapılacağına işaret ettiği ifade
edilmiştir.
37. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
38. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir
(B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
39. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası veya açık
keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak
ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Başvuru dilekçesi
incelendiğinde, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinin ve özel hayatı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürdüğü bölümde, idari yargı makamlarının
5233 sayılı Kanun’un tazminat başvurusuna ilişkin kurallarını bu kuralların
sözüne ve ruhuna aykırı değerlendirmeleri nedeniyle söz konusu hakların ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
41. Başvurucunun iddialarının
yanı sıra, komisyonun başvuruyu ret kararı ve derece mahkemelerinin karar
gerekçeleri incelendiğinde, iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un kapsamına
ilişkin hükümler içeren 2. maddesinin (d) bendinde yer verilen “Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle
uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
ifadesinin Komisyon ve derece mahkemeleri tarafından yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
42. Başvurucu her ne kadar
iddialarını mülkiyet hakkına ve özel hayatın koruma yükümlülüğüne dayanarak
ileri sürmüşse de, başvurucunun dava, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde
de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve mahkemelerin
delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkeme
tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan mahkeme
kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri
sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından
değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
43. Nitekim Komisyon, Geyikli
köyünün boşaltılmadığı ve köye ya da şahsa doğrudan bir saldırı olmadığından
bahisle başvurucunun talebini reddederken, başvuru dosyasında yer alan köy
muhtarı ve jandarma yetkililerinin imzasının yer aldığı 19/2/2009 tarihli
tutanakta, başvurucunun 1984-1985 yılları arasında kendi isteği ile göç ettiği,
halen Batman ili Yeniköy mahallesinde ikamet ettiği, ara sıra köye gelip
gittiği, köyde bulunan arazilerini kendi isteği ile ekip biçmediği, köyde
evinin bulunduğu ancak kullanılmadığı için bakımsız ve oturulamayacak halde olduğu,
Geyikli köyünün boşaltılmadığı, geçmiş yıllarda kayda değer bir terör olayının
yaşanmadığı, köy içinde ve yakınında silahlı çatışmanın yaşanmadığı ifade
edilmiştir.
44. Bu çerçevede, Diyarbakır
İdare Mahkemesinin 25/2/2011 tarih ve E.2009/1593, K.2011/271 sayılı kararında
başvurucu dilekçesinde bu bölümde ileri sürülen iddialara ilişkin şu
değerlendirmeler yer almaktadır:
“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan
maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya
"terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına
ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın. sözü
edilen Yasa bükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka
deyişle, bir yerlerim yerinin güvenlik nedeniyle İdarece veya güvenlik
kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından. "tamamen”
boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine
dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen
maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Dolayısıyla. güvenlik
kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle
malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece yasal olanak
bulunmamaktadır.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o
yerlerim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağım sağlayan asgari
güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir
göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere
ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre
değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oludan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesi mümkündür. Bu nedenle kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan
güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte
dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör
olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri
kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde, bir başka
ifade ile bu şekilde bir yerleşim yeri kısmen boşalmış ise. yerleşim
yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının
kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan
maddi daramı "5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı
açıktır.
Dava dosyasının incelenmesinden, Batman İli
Kozluk İlçesi Geyikli Köyü’nde ikamet etmekle olan davacının meydana gelen
terör olayları nedeniyle köyünden göç etmek zorunda kaldığını ve zarara
uğradığını ileri sürerek 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
14.4.2009 tarih ve 2009–2–281 sayılı işlemle reddi üzerine anılan işlemin
iptali ve uğranıldığı iddia edilen 97.693,00 TL maddi zararın yasal faiziyle
birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davarını açıldığı
anlaşılmıştır.
Dava dosyasında ve Mahkememizin aynı köye
ilişkin diğer dava dosyalarında(Örneğin:
E:2009/1547, E:2009/1678 esas sayılı dava dosyalarında) yer alan
bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Geyikli Köyünün boşalan/boşaltılan köyler
arasında yer almadığı, boşalan boşaltılan köy ve mezralar listesinde bu Köyün
terörden etkilenmeyen köyler arasında gösterildiği, Kozluk ilçesine bağlı tüm
köylerde olduğu gibi Geyikli Köyü’nde de muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,
1990–2000 yılları arasında yapılan Genel Nüfus sayımları ve tespitlerine göre
1990 yılında 393, 1997 yılında 230, 2000 yılında ise 328 kişinin yaşadığı
görülmektedir.
Bu durumda, Geyikli Köyünde, 5233 sayılı Kanun
kapsamına giren dönemlerde normal yaşam düzeyini sağlayacak güvenlik ortamının
bulunması ve kişisel güvenlik kaygıları sonucu yaşadığı köyü terk edenlerin
uğradıkları zararların anılan Kanun kapsamında karşılanması olanağı bulunmaması
karşısında, davacı tarafından yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu
işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
45. Mahkemenin bu kararı, ilgili
hükmün (5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi) yorumu kapsamında başvurucuların
zararının tazmin edilebilmesi için köyün ya da mezranın tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy
korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına (§§
26–28) uygun olup herhangi bir bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermemektedir.
46. Böylelikle başvurucunun
mülkiyetinde bulunan mallarını terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın
onaması sonucu kesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın
görüşünde de ifade edildiği üzere bunun doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet
hakkına ve özel hayatına 5233 sayılı Kanun’un kapsamına girecek şekilde
müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa Mahkemesi açısından bu tespitten ayrılmayı
gerektirecek herhangi bir husus bulunmadığından mülkiyet hakkı açısından ayrı
bir değerlendirme yapılmayacaktır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).
47. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, mülkiyet hakkı ve özel hayatı koruma yükümlülüğü kapsamında bir
inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece mahkemesi kararının bariz
takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
48. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu
zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki
yargılamanın yaklaşık 8 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken, öncelikle
AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda benimsediği
ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurların biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun
incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012
tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar geçen sürenin de dikkate
alınmakta olduğu ifade edilmiştir.
51. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda
sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak
idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem
aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceğini belirtilmiştir.
52. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup
olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup
olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar,
kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar
verildiği görüşüne yer verilmiştir.
53. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın
141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 35-39).
55. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken hususlardır (B. No:2012/13, 2/7/2013, §§ 40–46). Bu nedenle başvuruya
konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu hususlar dikkate alınarak
değerlendirilecektir.
56. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
57. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara
alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları
nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona
başvurduğu 20/4/2005 tarihidir. Bu doğrultuda idari makama başvurulması ile
başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
58. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 20/4/2005 tarihinde Komisyona
başvurduğu ve Komisyon tarafından 3 yıl 11 ay 24 gün sonra 14/4/2009 tarihinde
karar verildiği görülmektedir.
59. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde komisyonlara
yapılan başvuruların başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde
sonuçlandırılacağı, anılan Kanun’un geçici 4. maddesinde bu sürenin de bitmesi
ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulunun bu
süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu kapsamda yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013
tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1.
maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
60. Kaldı ki, komisyonlar için 5233 sayılı Kanun’da
belirtilen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Uğranılan zararların
tazmini için yapılan başvurular için 5233 sayılı Kanun’da öngörülen süreler,
komisyonlara yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup komisyonlar
bu sürede başvuruyu sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 62).
61. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki
yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması
durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 55).
62. Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına
yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir
artış olması nedeniyle başvuruların birikmesine bağlı olarak başvuruların
karara bağlanmasında meydana gelen gecikmelerin, zamanında ve yeterli
tedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanma hakkı açısından
devletin sorumluluğunu doğurduğu söylenemeyecektir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981, §§
51-52; Kępa/Polonya, B. No: 43978/98, 30/9/2003; Vincent Lynch/Birleşik Krallık, B. No:
19504/06, 6/10/2009). Bu kapsamda AİHM, Buchholz/Almanya davasında, toplam 4 yıl 9 ay
süren iş uyuşmazlığına ilişkin bir yargılamada, Almanya’da 1970’li yıllarda
ortaya çıkan ekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmalara ilişkin davalarda
anormal artış olması nedeniyle yargılamanın karara bağlanmasında yaşanan
gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir. Benzer
şekilde AİHM, Kępa/Polonya davasında toplamda 8 yıl 4 ay
süren bir yargılamada, (ilgili davanın temyiz aşamasında 1 yıl 6 ay hiçbir
işlem yapılmaksızın beklemesine rağmen) başvurucuların yargılamanın uzamasına
yol açan eylemleri de göz önünde bulundurularak Yargıtayın
iş yükünün artmasından kaynaklanan gecikmenin bu hakkı ihlal etmediğine karar
vermiştir. Son olarak, Vincent
Lynch/Birleşik Krallık davasında AİHM toplamda 4 yıl 6 ay süren bir
yargılamada 2003 Aralık ayında yürürlüğe giren bir kanun sonrasında bir anda
çok sayıda başvurunun gelmesi, tek bir davanın karara bağlanması için yaklaşık
bir yıl sürecin başlamasının gecikmesi, 2005–2007 yılları arasında söz konusu
kanun kapsamında öncelikle görülmesi gereken binin üzerinde davanın karara bağlanması
gibi nedenlerle başvurucunun davasının karara bağlanmasında yaşanan gecikmenin
makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bu
davalarda geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan
kaynaklanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmaması, bu konuda
gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluna
bağlanmıştır. Ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve
halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devlet,
yaşanan gecikmelerden sorumlu hale gelecek ve daha etkili ve ilave tedbirler
alması kendisinden beklenebilecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zimmermann ve Steiner/İsviçre,
13/7/1983, § 29, Vincent Lynch/Birleşik
Krallık, B. No:19504/06, 6/10/2009).
63. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara
toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara
bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105
komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam
etmiştir.
64. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat
komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3.
ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok büyük
çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak 1987-2004
yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler nedeniyle
oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular oluşturmaktadır. 5233
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme ilişkin bir anda çok
yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 5233 sayılı
Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin başvuruların anılan Kanun’un
yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde yapılabileceği belirtilmiş fakat bu
süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666 sayılı Kanunla eklenen geçici 4. madde
ile 30/5/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem
çok sayıda başvuru yapıldığı, fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam
etmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
65. Yukarıda belirtilen ilkeler (§§ 61–62) çerçevesinde, 5233
sayılı Kanun uyarınca oluşturulan mekanizmada iş yükündeki artış geçici olup
her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre
değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir
Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan
bu mekanizmanın etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin
yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp
almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.
66. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu
komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak
zararları tespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı
olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı
ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları aldığı, başvurucuların
taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğinde
olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze,
meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir.
360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar
yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen
bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu
ortadadır (benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve
Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, § 69-70).
67. Bu kapsamda, 5233 sayılı Kanun kapsamında Batman ilinden
yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi
uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle 3/2/2006
tarihinde komisyon sayısının 4’e kadar çıkarıldığı, 17/8/2010 tarihine kadar 4
komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara toplam 18.450 başvuru
yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi
olan 27/7/2004 tarihinden 29/9/2005 tarihine kadar yaklaşık 8.000 başvuru
yapıldığı, başvurucunun komisyona 20/4/2005 tarihinde başvuruda bulunduğu,
başvurucunun dosya kayıt numarasının 3.424 olduğu anlaşılmaktadır. Komisyona
2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008 tarihine kadar başvuruların
yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni
ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam
başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 10/1/2014 tarihi itibariyle
yapılan toplam 18.450 başvurudan 18.410’unun karara bağlandığı, komisyon
sayısının bire düştüğü ve sadece 39 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu
anlaşılmaktadır.
68. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun
başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında
çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut
başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok
yüksek olduğu dönemlerde Batman örneğinde görüldüğü üzere illerde kurulan
komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının
düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke
genelinde hem de Batman ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların
sayısına bakıldığında karara bağlanmamış çok az sayıda başvurunun kaldığı
anlaşılmaktadır.
69. Ülke genelinde ve Batman ilinde karara bağlanan başvuru
sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz
önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının
kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un
4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine
getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi
olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri
oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli
bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir.
70. Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı
kadarıyla, 20/4/2005 tarihinde Komisyon’a başvuru yapıldığı, Komisyon’un
28/4/2005 tarihli yazısı ile başvurucunun eksik bilgi ve belgeleri
tamamlamasını istediği, başvuru dosyasında bu bilgi ve belgelerin ne zaman
tamamlandığına ilişkin bir bilginin bulunmadığı, 27/11/2007 tarihinde
Kaymakamlık İlçe Zarar Tespit Bilirkişi Komisyonu tarafından keşfe gidildiği
görülmektedir. Bir anlamda komisyona yapılan başvurular arasında başvurucunun
dosyasının incelenme sırası bu tarihte gelmiştir. Bu tarihten sonra yaklaşık 4
ay içerisinde sırasıyla (27/11/2007, 8/2/2008 ve 17/3/2008 tarihlerinde)
inşaat, kadastro ve ziraat bilirkişilerinden ayrı ayrı rapor alındığı ve
başvurucunun talebinin 14/4/2009 tarihinde karara bağlandığı görülmektedir. Komisyonda
toplam 3 yıl 11 ay 24 günde karara bağlanan başvurunun hemen kayda alınıp
eksikliklerinin tamamlanması istenilmesine rağmen gerekli keşif işlemlerinin
yapılabilmesi ve bilirkişi raporlarının alınabilmesi için 2 yıl 6 ay 29 gün
sıra beklediği anlaşılmaktadır.
71. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin
Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya
çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu
iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda
üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
72. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, komisyon
tarafından başvurucunun taleplerinin reddi sonrasında 25/6/2009 tarihinde dava
dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu sürecin
başladığı, 15/7/2009 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin yapıldığı, taraflara
tebligat işleminin yapıldığı ve davalı idarenin 10/9/2009 tarihinde cevap
dilekçesini sunduğu, davalı idarenin bu dilekçesinin 9/11/2009’da davacı
başvurucuya iletildiği görülmektedir.
73. 22/6/2009 tarihinde Geyikli Köyünde yaşayan başka bir
kişinin aynı kapsamda aynı mahkemeye bir dava açtığı, bu köyden yapılan
başvurulara emsal nitelikteki bu davanın harç tamamlattırma, adli müzaheret
başvurusuna ilişkin kanıtlayıcı belgenin sunulması ve taraflara tebliğ
sürecinin 19/4/2010 tarihinde gerçekleştiği, E.2009/1547 sayılı bu davanın
9/12/2010 tarihinde karara bağlandığı görülmektedir.
74. Başvurucunun davası Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin
(gerekçesinde emsal nitelikteki E.2009/1547 ve E.2009/1678 sayılı dosyalarda
elde edilen bilgi ve belgelere de yer verilen) 25/2/2011 tarihli kararıyla
reddedilmiştir (§ 44).
75. 19/4/2011 tarihinde karar kendisine tebliğ edilen
başvurucu, 17/5/2011 tarihinde temyiz dilekçesini sunmuştur. İlk derece
Mahkemesince 3/6/2011 tarihinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya
3/8/2011 tarihinde Danıştay’a gönderilmiştir. 17/8/2011 tarihinde temyiz
merciinde kayda alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık 9 ay 11 gün
sonra 28/5/2012 tarihinde yeni kurulan Danıştay 15. Dairesince onama kararı
verilmiştir.
76. Bu karar sonrasında 30/7/2012 tarihinde davacı başvurucu
tarafından yapılan karar düzeltme istemi üzerine 7/11/2012 tarihinde tekrar
Danıştay Başkanlığına gönderilerek 12/11/2012 tarihinde kayda alındığı,
28/11/2012 tarihinde ilk incelemesinin yapıldığı ve 13 gün sonra 11/12/2012
tarihinde Danıştay 15. Dairesince karar düzeltme talebinin reddine karar
verildiği anlaşılmaktadır.
77. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin
toplam 3 yıl 5 ay 16 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.
78. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, İlk
Derece Mahkemesinde dosyanın tekemmülü sonrasında davanın karara bağlanmasının
aynı köye ilişkin emsal nitelikteki davaların karara bağlanmasının beklenmesi
nedeniyle yaklaşık 1 yıl 2 ayda gerçekleştiği, temyiz talebi sonrasında
Danıştay’da temyiz talebinin karara bağlanmasının 9 ayda gerçekleştiği,
yargılamanın diğer aşamalarında kayda değer bir gecikmenin yaşanmadığı, ülke
genelinde tazminat komisyonlarının aldıkları kararlar sonrasında açılan davalar
nedeniyle ilgili Danıştay 10. Dairesine bu konuda kısa sürede çok sayıda temyiz
dosyasının geldiği, ilgili Danıştay dairesinin halihazırda var olan iş yükünün
yanı sıra ortaya çıkan bu yeni iş yükünün gecikmeye yol açtığı, 14/2/2011
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
6110 sayılı Kanun ile Danıştay daire sayısının 13’ten 15’e çıkarıldığı, üye
sayısının arttırıldığı ve birden fazla heyet halinde karar alma imkanının
getirildiği, 5233 sayılı Kanun’un uygulanmasından doğan uyuşmazlıklara ilişkin
yaklaşık 11.000 temyiz başvurularının yeni kurulan Danıştay 15. Dairesine
devredildiği, anılan Dairenin bu konuda gelen davalar hakkında çok sayıda
(yaklaşık 22.000) karar verdiği ve 2013 yılı sonu itibariyle bu konuda derdest
dosya sayısının 2.400 olduğu dikkate alındığında, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde (§§ 61-62) geçici iş yükü artışına bağlı olarak ortaya çıkan
gecikmenin yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine
düşeni yapmadıkları söylenemez.
79. Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda
incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında
yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü
düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin
karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve
bunların karara bağlanması, başvurunun komisyonda işleme alınması sonrasında
yaklaşık 1 yıl 4 ayda kararın verilmesi, bunların yanı sıra yargılama sürecinde
davanın ilk derece mahkemesinde 1 yıl 2 ayda ve Danıştay’da temyiz başvurusunun
9 ayda karara bağlanmasının bu konuda kısa sürede çok sayıda dosyanın
gelmesinden kaynaklanması ancak ortaya çıkan bu gecikmenin yapısal bir soruna
dönüştüğünün ve yetkililerin bu konuda üzerine düşeni yapmadıklarının
söylenemeyeceği ve idari davanın toplamda 3 yıl 5 ay 16 günde ilk derece,
temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm
koşulları dikkate alındığında toplamda 7 yıl 7 ay 21 günde
(20/4/2005-11/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasında kamu
otoritelerine ve yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu
söylenemez.
80. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin
gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ve özel hayatının korunması yükümlülüğünün ihlal edildiği
yönündeki iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
6/2/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.