TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
METİN SARIGÜL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3287)
|
|
Karar Tarihi: 20/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Metin SARIGÜL
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltı ve tutukluluk süresinin uzunluğu, gözaltında
bulunduğu sırada ailesiyle görüştürülmemesi, müdafi yardımından
faydalandırılmaması, maddi ve manevi baskıya maruz kalınması, müdafi yokluğunda
alınan ifadelerin ve hukuka aykırı elde edilen delillerin mahkûmiyetine esas
alınması, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yer göstermeye ilişkin
videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesi, ilk derece mahkemesi ve Yargıtayın yeterli gerekçe göstermemesi ve yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile işkence yasağının
ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 09/01/2015 tarihinde, başvurununedilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/3/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 6/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve
belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 27/3/2001 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu
şüphesiyle gözaltına alınmıştır.
9. Başvurucu 28/3/2001 tarihinde müdafii
olmaksızın Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucu, 1999
yılında HADEP tarafından kurulan seçim bürosuna gidip gelmeye başladığını;
Mustafa (kod) adlı kişiyle birlikte 2000 yılında Ümraniye Cezaevinde bulunan
PKK terör örgütü mensuplarıyla görüşmeye gittiklerini, örgüt adına
vergilendirmek üzere ERNEK mühürlü makbuz aldıklarını, çeşitli kişilerden para
alınması eylemlerinde bulunduğunu, 12/2/2001 tarihinde Mustafa kod adlı kişinin
Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanarak getirilmesinin yıl dönümünde ses
getirecek bir eylem yapmaları gerektiğini söylediğini, bir oyuncakçıdan torpil
tabir edilen patlayıcıdan aldıklarını, 13/2/2001 günü saat 19.30 sıralarında
buluşarak A... bakkal'a gittiklerini, Mustafa'nın
fitilin ucuna sigara yerleştirdiğini ve bombayı dükkânın kepenginin arasına
koyduğunu, ayrılmalarından iki üç dakika sonra patlamanın gerçekleştiğini
söylemiştir. Başvurucu, ayrıca 21/3/2001 günüyapılan
gösteri esnasında PKK lehine slogan atan bir grubun polis panzerinin gelmesi
üzerine orada bulunan bir bankanın camlarını taşladığını belirtmiştir.
10. Başvurucuya müdafiinin yokluğunda
aynı gün, bombalama eylemine ilişkin yer gösterme işlemi yaptırılmış ve işlem
video kaydına alınmıştır. Başvurucu, polis ifadesinde belirttiklerine ek olarak
torpilleri Mustafa'nın evine getirdiklerini, burada Mustafa'nın torpilleri
kartondan yaptığı bir kutuya boşalttığını ve ucuna bir fitil taktığını
söylemiştir.
11. 28/3/2001 tarihinde başvurucuyla birlikte diğer şüpheliler
İ.B. ve T.A.ya polis
tarafından yüzleştirme işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu, diğer şüphelilere
ilişkin bilgi vermiş;PKK
üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğundaki komite içinde yer aldığını, örgüt
için vergilendirme adı altında para aldıklarını ve ifadesinde belirttiği
eylemleri gerçekleştirdiğini söylemiştir.
12. İ.B. 28/3/2001 tarihinde yapılan yüzleştirme tutanağında,
başvurucunun PKK terör örgütü üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğunda
oluşturulan komite içinde yer aldığını, PKK için vergilendirme adı altında
zorla para aldıklarını, cezaevindeki örgüt mensuplarıyla ilişki içinde
olduklarını ve aldıkları talimat doğrultusunda hareket ettiklerini
belirtmiştir. Diğer şüpheli T.A. ise başvurucu ile birlikte DHKP/C içinde
faaliyet gönderirken PKK'ya katılarak ifadelerde geçen komite içinde yer
aldıklarını, vergi adıyla para topladıklarını, PKK terör örgütü namına eylemler
gerçekleştirdiklerini söylemiştir.
13. Başvurucu 30/3/2001 tarihindeki İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, Emniyetteki
beyanlarını kabul etmiş ve 15/2/2001 tarihinde meydana gelen olaylara da
katıldığını belirtmiştir.
14. 30/3/2003 tarihinde İstanbul 5 No.lu DGM'de müdafii huzurunda yapılan sorgu tutanağına göre başvurucu,
Cumhuriyet savcılığı ifadesini tekrar ettiğini söylemiştir. Ancak başvurucu,
15/2/2001 tarihli bombalı eyleme katılmadığını, bir gün önce Mustafa'yla
birlikte torpil denilen patlayıcı maddeden aldıklarını, sonradan Gazi
Mahallesi'ndeki bir bakkalın bombalanması olayının kendi üzerlerine kaldığını,
psikolojik baskı altında olduğu için olaya katıldığını söylediğini, Emniyetteki
ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. İ.B. ise önceki savunmalarını kabul
etmemiş ve yasa dışı bir eyleme katılmadığını belirtmiştir. T.A., başvurucudan
bahsetmeksizin kendisinin katıldığını belirttiği vergi adıyla para alınması
eylemlerine dair Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesini kabul ettiğini
söylemiştir.
15. İstanbul 5 No.lu DGM 30/3/2001 tarihinde başvurucunun, İ.B.
ve T.A.nın tutuklanmasına
karar vermiştir.
16. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli
iddianamesiyle başvurucu, İ.B. ve T.A. hakkında PKK terör örgütü üyesi olmak,
bu örgüt adına faaliyetlerde bulunmak ve patlayıcı madde atmak suçlarından dava
açılmıştır.
17. Yargılamaya İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde
başlanmıştır.
18. 19/6/2001 tarihli duruşmada başvurucu, suçlamaları
reddetmiş; önceki ifadelerinin okunması üzerine polis ifadesinde sadece
bombalama eyleminin Mustafa isimli şahıs tarafından yapıldığını duyduğunu
söylediğini, DGM Cumhuriyet savcılığı ifadesinin de doğru olmadığını, ne
söylediğini bilmediğini, savcıya Mustafa isimli kişiyle ilgili bildiklerini anlattığını,
sorgudaki ifadesiyle ilgili olarak ise psikolojik sorunlarının olduğunu ve ne
söylediğini bilmediğini belirtmiştir. Diğer sanık İ.B., Emniyet ifadesini baskı
ve zora dayılı olduğunu, Cumhuriyet savcılığında ise polislerin aynı yönde
ifade vermeleri hususunda kendilerini zorladığını ifade etmiştir. İ.B.,
sorgudaki ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir. T.A., yüzleştirme tutanağını
kabul etmemiştir.
19. A... bakkalın bombalanması olayına
ilişkin olarak başvurucu ve diğer üç sanık hakkında 30/4/2001 tarihinde ayrı
bir davanın daha açıldığı, yargılamayı yapan Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin 5/3/2002 tarihli kararıyla anılan dosyanın İstanbul 5 No.lu
DGM'nin E.2001/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği
anlaşılmaktadır.
20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun ile 30/6/2004 tarihi
itibarıyla DGM'lerin kaldırılmasının ardından yargılamaya İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. 18/8/2005 tarihli duruşmadan itibaren iseMahkeme, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi uyarınca yetkili ağır ceza mahkemesi
sıfatıyla yargılamayı sürdürmüştür.
21. 26/1/2006 tarihli duruşmada, yer gösterme işlemine ilişkin
video kaydının naip hâkim huzurunda izlenmesine karar verilmiştir. Bu işlem 7/3/2006
tarihinde yapılmış ve başvurucunun müdafii de hazır
bulunmuştur.
22. Başvurucu 25/12/2006 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakılmıştır.
23. Yargılama süresince DGM heyetini oluşturan Mahkeme heyetinde
zaman zaman değişiklikler olduğu görülmektedir.
24. Başvurucu vekilleri 27/4/2005 ve 22/3/2011 tarihli
dilekçelerinde, gözaltında karşılaştığı maddi ve manevi cebrin etkisiyle
başvurucunun gözaltında alınan ifadesini imzaladığını iddia etmişlerdir.
25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2007 tarihli ve
E.2001/108, K.2007/161 sayılı kararının gerekçe kısmında başvurucunun
vergilendirme, polise saldırma, banka şubesine zarar verme ve özel kişiye ait
bir bakkala patlayıcı madde koyma eylemlerinden beraatinin
gerektiğini; devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçlaması
bakımından ise suçun silahlı terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğunu
belirtmiştir. Hüküm kısmında ise örgüt üyeliğine ek olarak patlayıcı madde
imali ve muhafazası ile patlayıcı madde atma suçlarından da başvurucu mahkûm
edilmiştir. Kararda, başvurucunun polis aşamasındaki baskı iddialarına yönelik
herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkeme ayrıca İ.B.nin
örgüt üyeliği ile patlayıcı madde bulundurma ve atma, T.A.nın örgüt üyeliği ve yağma suçlarından
mahkûmiyetine karar vermiştir.
26. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltı süresince
polisin insafına bırakıldığından ifadelerinin onun özgür iradesinin ürünü
olmadığını, maddi ve manevi cebir sonucu ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını
belirterek kararı temyiz etmiştir.
27. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/2/2010 tarihli ve E.2008/15775,
K.2010/2211 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararının gerekçe kısmında
başvurucunun örgüt üyeliği suçunun delili ve dayanağını da oluşturduğu
anlaşılan bakkala patlayıcı madde konması eylemine katıldığına dair yeterli
delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi
gerektiğinin belirtilmesine rağmen hüküm kısmında bu eylemden de
cezalandırıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Diğer beraat hükümleri
yönünden, usulüne uygun yapılmış bir temyiz olmadığından temyiz incelemesi
yapılmamış ve bu hükümler kesinleşmiştir.
28. 16/9/2010 tarihli duruşmada bozma ilâmı başvurucuya okunmuş,
başvurucu Yargıtay kararına uyulmasını talep etmiştir. Başvurucu, daha sonraki
duruşmalarda hazır bulunmamış; müdafii tarafından
temsil edilmiştir.
29. 7/12/2010 tarihli duruşmada diğer sanık İ.B.nin
bozmaya karşı diyeceklerine ilişkin talimatla alınan ifadesi okunmuş, bozmaya
uyulmasına ve dosyanın esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş, 22/2/2011 tarihinde başvurucu
müdafisi, Savcılık mütalaasına karşı diyeceklerini hazırlamak üzere süre talep
etmiş; 19/4/2011 tarihli duruşmada eski zabıtlar yeni üye hâkim tarafından
okunmuş ve başvurucu müdafii esas hakkındaki
savunmasını yapmıştır.
30. 16/9/2010 ile 19/4/2011 arasında yapılan dört duruşmayı
yürüten Mahkeme heyetini oluşturan üçüncü üyenin değiştiği görülmektedir.
31. (Kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2011
tarihli ve E.2010/107, K.2011/75 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör
örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve atmak suçlarından toplamda 9
yıl 17 ay hapis cezasının yanı sıra adli para cezasıyla cezalandırılmasına
hükmetmiştir.
32. Mahkeme kararının başvurucuyla ilgili gerekçe kısmı şu
şekildedir:
"Sanık Metin Sarıgül'ün 1999 yılından önce yasadışı DHKP/C terör örgütü
içerisinde faaliyet gösterirken HADEP seçim irtibat bürosuna gidip geldiği bu
sırada PKK örgüt üyesi Mustafa Kod ile tanıştığı zaman zaman buluşup görüştüğü
onunla birlikte cezaevinde bulunan yasadışı PKK örgüt mensuplarını ziyarete
gittiği, örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya yönelik
faaliyetlerde bulunduğu, örgüte ait yayınları takip ettiği, sanığın 13/02/2001
tarihinde Gazi Mahallesindeki .... A... Bakkal'a yönelik patlayıcı madde atmak
eylemi ile ilgili ayrıntılı ikrarda bulunduğu, yer, zaman ve kişi belirterek
patlayıcıyı nasıl temin ettiklerini ve hazırladıklarını anlattığı, bu olayın
eylem tutanaklarının getirtilerek dosyaya konulduğu ve sanığın ikrarlarının bu
şekilde denetlenerek doğru olduğunun anlaşıldığı, bu şekilde sanığın
eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik gösterdiği örgüt üyeliği ağırlığına ve
aşamasına ulaştığı, 13/02/2001 günlü A... Bakkal'a yönelik eylemden dolayı
patlayıcı madde atmak ve patlayıcı madde bulundurma suçları da sübuta
erdiğinden aşağıdaki gibi hüküm verilmesi gerektiği,"
33. Başvurucu; gözaltı süresince devam eden maddi ve manevi
cebir sonrasında polis tarafından hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığı,
polisin insafına bırakıldığı dönemdeki ifadeleri özgür iradesinin ürünü
olmadığından hükme esas alınamayacağı, gözaltında müdafi yardımından
faydalandırılmadığı, yer gösterme işleminin de polisin baskısının devam ettiği
dönemde yaptırıldığı, yasal haklarının hatırlatılmadığı, hukuka aykırı delil
niteliğindeki yer gösterme işleminin kayda alınmasının ve bu videonun
izlenmesinin onu hukuka uygun hâle getirmeyeceği, videonun sadece naip hâkim
tarafından izlenmesinin delillerin yüz yüzeliği
ilkesine aykırı olduğu, sanığın yakalanmasına neden olan diğer sanığın hazırlık
ifadesini geri aldığını ve para toplama iddiasının müştekilerinin kendisini
görmediklerini söylediğini, sonradan kabul etmediğini belirttiği hazırlık
aşamasındaki ikrarının dışında mahkûmiyetini gerektirecek delil olmadığını, bu
yönde Yargıtay kararları bulunduğu, örgüt üyeliği suçunun oluşmadığı, vergi adı
altında para toplanması suçlamasından beraat etmesine ve örgüte ait yayınları
takip ettiğine ilişkin delil bulunmamasına rağmen bu hususların örgüt
üyeliğinden mahkûmiyetine gerekçe yapıldığı, tek bir bombalama eylemi nedeniyle
örgüt üyeliği, patlayıcı madde atmak ve bulundurmak şeklinde üç ayrı suçtan mahkûm
edildiği, yargılamanın uzun sürdüğü gibi gerekçelerle hükmü temyiz etmiştir.
34. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 4/12/2012 tarihli ve E.2010/8854,
K.2012/14238 sayılı ilâmı ile verilen hükümde bir isabetsizlik olmadığını
belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.
35. Başvurucu, nihai karardan 29/4/2013 tarihinde haberdar
olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun karardan daha erken bir tarihte haber
olduğunu gösteren herhangi bir bilgi veya belge tespit edilememiştir.
36. Başvurucu 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
37. 5271 sayılı Kanun'un "İfade
alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148 maddesinin
(4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Müdafi hazır
bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya
sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz"
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu;
i. Gözaltı ve tutukluluk süresinin uzun olduğunu, gözaltı
süresince ailesiyle görüştürülmediğini, hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını
belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının,
ii. Gözaltı esnasında fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünü,
bu konuda herhangi bir adli soruşturma yapılmadığını belirterek işkence
yasağının,
iii. Gözaltında bir müdafiin
yardımından yararlandırılmadığını, yer gösterme ve yüzleştirme işlemi esnasında
yasal haklarının hatırlatılmadığını, zora dayalı olarak polis tarafından ifadesinin
alındığını, yüzleştirme ve yer gösterme yaptırıldığını, yer gösterme esnasında
savcı ya da hâkimin hazır bulunmadığını, işlemin kayda alınmasının ya da bu
kaydın hâkim tarafından izlenmesinin yer gösterme işlemini hukuka uygun hâle
getirmeyeceğini, yasa gereğince müdafiinin yokluğunda
verdiği ifadelerin hükme esas alınamayacağını, bu beyanlarının hukuka aykırı
delil niteliği taşıdığını, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde
edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin
hazırlık ifadesini geri aldığını, bu durumun Mahkemenin ön yargıyla hareket
ettiğini gösterdiğini, delillerin doğrudan doğruyalığı
ilkesine aykırı biçimde yargılama süresince heyette pek çok değişiklikler
olduğunu ve yer gösterme işlemine ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından
izlendiğini, aynı eylemden dolayı birden fazla cezalandırılmama ilkesine aykırı
olarak bakkala patlayıcı konulması şeklindeki tek bir eyleminden dolayı üç
farklı cezaya çarptırıldığını, tek bir eylemin örgüt üyeliği suçunu oluşturmaya
yetmeyeceğini, örgüte bağlılığını gösteren ve devamlılık arz eden bir durumun
olmadığını, Mahkemenin bozma öncesi ve sonrasındaki kararındaki gerekçelerin
birbiriyle çeliştiğini, Yargıtay ilâmında da temyizdeki itirazlarının
karşılanmadığını, devlet güvenlik mahkemelerine bağımsızlık ve tarafsızlık
hususunda getirilen eleştirilerin 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemeler için
de geçerli olduğunu belirterek makul sürede yargılanma da dâhil olmak üzere
adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin,
iv. Adil yargılanma hakkının ihlallerine karşı etkili bir hukuk
yoluna sahip olmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, tutukluluk süresine karşılık gelen asgari ücret
miktarı olan 24.426 TL maddi tazminat ve uzun yargılama nedeniyle 29.500 TL
manevi tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gözaltı ve tutukluluğuna
yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, gözaltında
karşılaştığını belirttiği muamelelere ilişkin iddialarının işkence yasağı,
mahkûmiyetinin haksız olduğuna ve yargılama süresine dair iddialarının ise adil
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucu; gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun
olduğunu, gözaltındayken ailesiyle görüştürülmediğini ve hâkim önüne derhâl
çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
43. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş
ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi
mümkün değildir.
44. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir
tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
45. Somut olayda başvurucunun gözaltı hâlinin, hakkında
tutuklama kararının verildiği 30/3/2001, tutukluluğunun ise salıverilmesine
karar verilen 25/12/2006 tarihinde sona erdiği (bkz. §§ 15, 22); dolayısıyla
özgürlük ve güvenlik hakkının ihlaline yol açtığı ileri sürülen olayların
23/9/2012 gününden öncesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına dair şikâyetlerinin zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
47. Başvurucu, gözaltında işkence gördüğünü ve bu hususta
soruşturma yapılmadığını ileri sürmektedir.
48. Başvurucu 30/3/2003 tarihinde yapılan sorgusunda gözaltında
psikolojik baskı altında olduğunu belirtmiş ve yargılama aşamasında
müdafilerinin verdiği dilekçelerde ve temyiz aşamasında maddi ve manevi cebir
iddialarını dile getirmiştir (bkz. §§ 14, 24, 26). Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmünde ve Yargıtayın
18/2/2010 tarihli ilâmında, başvurucunun iddialarına ilişkin ayrı bir
değerlendirmede bulunulmadığı gibi iddiaların Cumhuriyet Savcılığına
bildirilmesi yolu da seçilmemiştir (bkz. §§ 25, 27).
49. Bu itibarla işkence iddialarına yönelik bir soruşturma
başlatılmayacağının, en geç Yargıtayın 18/2/2010
tarihli ilâmıyla yani bireysel başvurunun başlamasının öncesinde ortaya
çıktığının kabul edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.),
B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye
(k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No:
31320/02, 31/1/2008, §§ 23-26).
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun anılan şikâyetinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i. Bağımsız ve Tarafsız
Bir Mahkemede Yargılanma Hakkı ile Doğrudan Doğruyalık
İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
51. Başvurucu, 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemelerin de
bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda devlet güvenlik mahkemeleri gibi olduğunu
ayrıca Mahkeme heyetinde değişiklikler olması nedeniyle delillerin yüz yüzeliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır."
53. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı"
kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
54. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel
başvuru yolunun ikincil niteliği gereği olarak bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle iç hukukta düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur.
Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara
sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök,
B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).
55. Öte yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler
önünde dayanılmayan iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel
mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz
(Bayram Gök, § 20).
56. Başvuruya konu olayda başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 19/4/2011 tarihli kararını temyiz etmiş ise de temyiz dilekçesinde
5190 sayılı Kanun uyarınca görev yaptığı dönemdeki Mahkemenin bağımsız ve
tarafsız olmadığına ilişkin ya da heyetteki değişikliklerin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırılık oluşturduğuna dair herhangi bir
gerekçeye dayanmadığı görülmektedir (bkz. § 33).
57. Anılan iddiaların temyiz aşamasında incelenme imkânı
bulunmaktaydı. Bu itibarla başvurucunun iddia ettiği hak ihlalini düzeltme
imkânını yargısal makamlara tanımaksızın başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
Diğer bir ifadeyle bireysel başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri
önünde ileri sürülmeksizin ilk defa Anayasa Mahkemesi önünde dile getirilmiştir
(Metin Polat, B. No: 2013/1145,
10/6/2015, § 25).
58. Başvurucunun yer gösterme tutanağının sadece naip hâkim
tarafından izlenmesine ilişkin şikâyeti ise asıl olarak hakkaniyete uygun
yargılama yapılmadığı iddiasını ilgilendirdiği değerlendirildiğinden bu başlık
altında incelenecektir.
59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Müdafi Yardımından
Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
60. Başvurucu, gözaltı süresince bir müdafiin
hukuki yardımından faydalandırılmadığını ileri sürmektedir.
61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi
yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Yargılamanın
Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, gözaltında yaptırılan işlemlerin ve bu aşamada
verdiği beyanların hükümde kullanılmasının ve yapılan yargılamanın bir bütün
olarak adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
64. Başvurucu, hakkında açılan davanın uzun sürdüğünü ileri
sürmektedir.
65. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Müdafi Yardımından
Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucu, gözaltında bulunduğu sürede kendisine müdafi
atanmadığını ileri sürmüştür.
67. Bakanlık yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihatları uyarınca zorunlu gerekçelerin söz konusu olmaması hâlinde ilke
olarak müdafi yardımının ilk polis sorgusundan itibaren sağlanması gerektiği;
AİHM kararlarında devlet güvenlik mahkemelerinde yapılan yargılamalar yönünden
müdafiye erişim hakkına getirilen sınırlamanın gözaltında tutulan herkes için
uygulandığının ve kişiler susma haklarını kullanmış olsa bile böylesine
sistematik bir kısıtlamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı
olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. Bakanlık, ayrıca polis ve Savcılık
ifadesi esnasında başvurucuya haklarının hatırlatılmadığı ve müdafi talebinin
olup olmadığının sorulmadığı belirtilmiştir.
68. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmıştır.
69. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)
"Adil yargılanma hakkı"
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
70. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
71. Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (c) bendi şöyledir:
"3. Bir suç ile itham
edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
...
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek."
72. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin asıl amacı cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen
suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme"
tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6.
maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir.
Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde
hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara
uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin 3. fıkrası,
yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer
alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil
eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02,
27/11/2008, § 50).
73. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen
herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir müdafi tarafından etkili
bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri
olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, §
34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008,
§ 50) fakat müdafi tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın
etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).
74. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma
aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından
belirleyici bir rol oluşturuyorsa müdafiden yararlanma hakkı soruşturmanın ilk
evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu
hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın
haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin
bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği
tartışılmalıdır.
75. Şüphelinin/sanığın müdafii
yardımından yaralanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız
uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia
makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak
üzere 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B.
No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No:
1767/03, 25/11/2008).
76. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir müdafi yardımından
yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde
edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda
bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı
bir müdafiin yardımı ile gereği gibi telafi
edilebilir (Sami Özbil,
§ 64).
77. Müdafi yardımından faydalanma hakkı esasen kamu
makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile
elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını
öngörmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No:
2013/1138, 27/10/2015, § 136; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006;
Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın
kendini suçlamama hakkının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden
birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında müdafiye erişiminin sağlanıp
sağlanmadığıdır. AİHM, bu bağlamda tutuklunun müdafi yardımı almasının kötü
muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin
tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu
ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).
78. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince
"uygulanabilir ve etkili"
olabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kural
olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için
zorunlu sebepler olmadıkça şüpheliye, polis tarafından ilk kez sorgulanmasından
itibaren müdafiye erişim hakkı sağlanması gerekir. Müdafiye erişiminin
sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi
durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- sanığın
Sözleşme'nin 6. maddesi tarafından güvence altına alınan haklarına zarar
vermemelidir (Magee/İngiltere, B. No: 28135/95, 6/6/2000).
Müdafiye erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı
ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi
edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
79. Somut olayda başvurucuya isnat edilen birçok eylem
bulunmaktadır. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve tutuklandığı
30/3/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, müdafii
olmadan 28/1/2001 tarihli kollukta verdiği ifadesinde isnat edilen suçları
nasıl ve kimlerle birlikte işlediğine dair beyanda bulunmuştur. Başvurucuya
polis tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır.
Başvurucu, üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; bu işlemler esnasında da
müdafi yardımından faydalandırılmamıştır.
80. Başvurucu, müdafii olmaksızın
30/3/2001 tarihinde çıkarılmış olduğu savcının huzurunda Emniyetteki ifadesini
kabul etmiştir. Başvurucu, aynı tarihte müdafii eşliğinde
verdiği sorgu hâkimi ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu
ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir.
81. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, DGM'lerin görev
alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir
aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, bu
kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar kapsamında gözaltı süresince müdafiye
erişim imkânı tanınmamıştır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144).
82. Bu itibarla başvurucunun gözaltında bulunduğu dönemde müdafi
yardımından faydalandırılmamasının mevzuata dayandırılan yerleşik bir uygulama olduğu
anlaşılmaktadır. Gözaltında tutulan başvurucunun müdafiye erişimine olanak
tanımayan böyle bir uygulamanın müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlali
sonucunu doğuracağı açıktır.
83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi
bağlamında güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın
Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
84. Başvurucu; Emniyetteki beyanların hukuka aykırı delil niteliğinde
olduğunu, yasa uyarınca müdafii yokluğunda verilen
ifadelerin hükme esas alınamayacağını, gözaltındaki ifadesinin zora dayalı
olduğunu, yer gösterme ve yüzleştirme işlemleri esnasında yasal haklarının
hatırlatılmadığını, yer gösterme işlemine savcı ya da hâkimin katılmadığını,
yer göstermenin kayda alınmasının ve bu kaydın naip hâkim tarafından
izlenmesinin yer göstermeyi hukuka uygun hâle getirmeyeceğini ayrıca tüm
heyetin bu kaydı izlemediğini, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini,
aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini
geri aldığını, Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğinin anlaşıldığını, mahkeme
kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini ve itirazlarının
karşılanmadığını ileri sürmüştür.
85. Bakanlık yazısında, şüpheli şahısların polis önünde
verdiklerin ifadelerin yargılamanın bütününü etkileyecek derecede önem arz
ettiğinin kabul edildiği, AİHM tarafından da soruşturma aşamasında elde edilen
delillerin iddia olunan suçun mahkemede değerlendirileceği çerçeveyi
belirlemesi sebebiyle bu aşamanın ceza yargılamalarının hazırlanması
konusundaki öneminin vurgulandığı, somut olayda Mahkemenin mahkûmiyet hükmünü
kurarken ilgili madde atıfları dışında bir gerekçeye yer vermediği
belirtilmiştir.
86. Başvurucu; gözaltında bulunduğu esnada baskı sonucu verdiği
ifadelerin mahkûmiyet hükmünün esasını oluşturduğu, Yargıtayın
yan delille desteklenip doğrulunmayan, baskıya dayalı
olduğu bildirilerek sonradan geri alınan hazırlık soruşturmasındaki ikrardan
başka kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığı durumlarda mahkûmiyet
hükümlerini bozduğunu, son karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Kanun
uyarınca müdafii katılmaksızın kollukta verilen
ifadelerin hükme esas alınmaması gerektiğini, hazırlık soruşturmasında toplanan
delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu belirterek Bakanlık
yazısına karşı çıkmıştır.
87. Anayasa'nın 36 maddesinde, herkesin "adil yargılanma hakkına" sahip olduğu
belirtilmektedir. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise
kişilerin, davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları
güvence altına alınmıştır. Bu hak, Sözleşme'nin 6. maddesinin diğer
fıkralarında yer alan suç isnadı ile karşı karşıya bırakılmış kişilere yönelik
asgari hak ve güvencelerle doğrudan bağlantılı olduğu gibi; anılan fıkralardaki
güvenceler, (1) numaralı fıkrada ifadesini bulan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının somut görünümleridir. Dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılama hakkı,
Sözleşme'nin 6. maddesinin özellikle (3) numaralı fırkasındaki somut güvenceler
bakımından tamamlayıcı bir fonksiyon ifa etmektedir.
88. Görüldüğü üzere hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ceza
muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup özellikle
yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin savunma hakkının gerektiği
gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir.
Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine
bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakları güvence altına
alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Barbera, Messegue
ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83,
6/12/1988, § 75; Kerojarvi/Finlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, §
42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve
güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması
gereklidir.
89. Sözleşme'nin 6. maddesinde delillerin kabul edilebilirliğine
ilişkin ilkeleri düzenleyen açık bir kural bulunmaması, yargılama makamının
taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterilen delilleri gereği gibi inceleme
zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte belirli bir davaya
ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla
ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemesine aittir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 68). Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup
olmadığını değerlendirmektir.
90. Hükme esas alınan bir delilin başka delillerle
desteklenmemiş olması, mutlak biçimde her durumda adil yargılanma hakkı
bakımından sorun oluşturmaz. Delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği
konusunda herhangi bir şüphe bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın
yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım
şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat
bakımından belirleyici olması hâlinde bu durum hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı bakımından sorun oluşturabilir (Güllüzar Erman, § 63).
91. İkrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da
önemli olup müdafiin yokluğunda verilen ifadelerin
hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında
alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların bulunup bulunmadığı
hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup
olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı
tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle
sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında
verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin
öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Aksi yöndeki bir
uygulama, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik
oluşturabilir (Hulki Güneş/Türkiye,
B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
92. Somut olayda başvurucu, bir müdafinin katılımı
sağlanmaksızın kolluk ve Savcılıkta farklı vesilelerle verdiği 28/3/2001 ve
30/3/2001 tarihli beyanlarında üzerine atılı suçlamaları kabul etmiştir (bkz.
§§ 9, 11, 13). Başvurucu 30/3/2001 tarihinde müdafii
eşliğinde sorgu hâkimi önünde verdiği ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı
altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. Başvurucu
vekilleri de yargılama aşamasında verdikleri dilekçelerde ve temyiz
dilekçesinde başvurucunun maddi ve manevi cebir altında gözaltındaki
ifadelerini verdiğini ileri sürmüşlerdir.
93. Mahkeme kararının gerekçe kısmına bakıldığında başvurucunun
mahkûmiyetinin A... bakkalın bombalanması eylemi
yönünden münhasıran sonradan kabul etmediğini belirttiği gözaltı aşamasındaki
ifadelerine dayandırıldığı, örgüt üyeliği bakımından ise bu ifadelerin en
azından esaslı delil oluşturduğu görülmektedir (bkz. § 32). Başvurucu aleyhinde
beyanda bulunan diğer sanık İ.B., bu ifadelerini kovuşturma evresinde
reddetmiştir (bkz. § 18). Öte yandan polis tarafından yaptırılan ifade alma,
yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvurucuya haklarının
hatırlatıldığına dair bir ibare bulunmamaktadır.
94. İlave olarak Derece Mahkemelerinin karar tarihleri
itibarıyla 5271 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen daha sonradan kişi
tarafından doğrulanmadığı sürece müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelere
hükümde dayanılamayacağına ilişkin Kanun'un 148. maddesinin (4) numaralı
fıkrası hükmüne değinilmediği anlaşılmaktadır.
95. Tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde başvurucunun müdafii olmaksızın verdiği ifadelerinin mahkûmiyetine esas
alınmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi
gereğine uyulmadığı sonucunu doğurmaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 149). Ulaşılan bu sonuç
doğrultusunda başvurucunun diğer iddialarının esasına dair ayrı bir
değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
96. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
97. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.
98. Bakanlık yazısında benzer bir şikâyetin Cevdet Genç (B. No: 2012/142, 9/1/2014)
kararında da değerlendirildiği ve gözönüne alınacak
ilkelerin belirlendiği gerekçesiyle görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade
edilmiştir.
99. Başvurucu, karşı beyanlarında ihlal olguların varlığının
Bakanlık görüşünde kabul edildiğini belirtmiştir.
100. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi
de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38, 39).
101. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
102. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 27/3/2001 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarihtir. Mevcut olayda Yargıtay onama kararının verildiği 4/12/2012
tarihinde yargılama tamamlanmıştır (Ersin
Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Başvurucu hakkındaki
yargılama bu itibarla 11 yıl 8 ay 7 günde sonuçlanmıştır.
103. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
27/3/2001 tarihinde gözaltına alınan ve 30/3/2001 tarihinde tutuklanan
başvurucu ile diğer iki sanık hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
3/4/2001 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinde devam eden yargılama, yaklaşık 5 yıl 9 ay süre başvurucunun
tutukluluğunda devam etmiş, başvurucu 25/12/2006 tarihinde tahliye edilmiştir.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla bozulmuş; 19/4/2011
tarihli mahkûmiyet hükmü ise 4/12/2012 tarihinde Yargıtay tarafından
onanmıştır.
104. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu
ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütler
dikkate alındığında karmaşık olarak değerlendirilemez. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usul haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla
yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Yargıtayın ilk bozma kararı sonrasındaki yargılamanın İlk
Derece Mahkemesi ve Yargıtay önünde 2 yıl 10 ay gibi kısa bir içinde
tamamlanmış olmakla birlikte daha önceki dönemdeki yargılamanın neredeyse on
yıllık bir süreyi kapsadığı dikkat çekmektedir. Öte yandan 7/6/2007 tarihli
mahkûmiyet hükmüne kadar geçen dönemdeki yargılamanın büyük ölçüde başvurucunun
tutukluluğunda devam ettiği de önem taşımaktadır.
105. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında iki dereceli bir
yargılamada iki kez inceleme sonucunda geçen 11 yıl 8 ayın üzerindeki yargılama
süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
107. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
108. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
109. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından
yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
110. Müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun
yargılanma, gerekçeli karar haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere(kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
111. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 15.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
112. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
113. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki bağımsız ve tarafsız bir
mahkemede yargılanma hakkı ile doğrudan doğruyalık
ilkesinin ihlaline ilişkin iddiaların başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından
faydalanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma
hakkının ihlaline ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi
yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve
yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.