TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMEL LELOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3512)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Emel LELOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, müdür yardımcısı
olarak görev yaptığı okulun müdürü ve kendisinden önceki vekil müdür yardımcısı
tarafından her türlü psikolojik taciz, baskı ve mobbing
uygulamasına maruz kaldığı ve neticesinde psikolojisinin bozularak tedavi
görmek zorunda kaldığı iddiasıyla yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler
hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmesi ve yapılan tahkikatın
adil olmaması nedeniyle, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle soruşturma
izni verilmemesine ilişkin kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini
talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 22/5/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 15/2/2011 tarihi
itibarıyla müdür yardımcısı olarak göreve başladığı okulun müdürü ve
kendisinden öncesi müdür vekili hakkında 2/11/2012 tarihinde Bakırköy
Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçe ile okul müdürünün kendisini sürekli
aşağıladığını, görev ve yetkilerini elinden aldığını, hademe ve nöbetçi
öğretmenin yapacağı işleri yapmaya zorladığını, dedikodusunu yaptığını,
hakkında soruşturmalar açılmasına ve disiplin cezasıyla cezalandırılmasına
neden olduğunu, kendisine ait olan imza yetkisini önceki vekil müdür
yardımcısına kullandırdığını, hakkında açtırdığı soruşturmalar sonucu başka bir
okula atanmasına neden olduğunu ve benzeri birtakım mobbing
uygulamaları sonucu psikolojisinin bozulmasına ve tedavi görmesine yol
açıldığını belirterek suç duyurusunda bulunmuştur.
6. Şüpheliler hakkında
düzenlenen ön inceleme raporuna istinaden, Bakırköy Kaymakamlığının 17/12/2012
tarih ve 2012/34 sayılı evrakı kapsamında, ileri sürülen iddiaların sübuta
ermediği gerekçesiyle ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesine karar
verilmiştir.
7. Başvurucu tarafından
soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yapılan itiraz İstanbul Bölge İdare
Mahkemesinin 19/3/2013 tarih ve E.2013/157, K.2013/149 sayılı kararı ile, ön
inceleme raporunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin
dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığının anlaşıldığı belirtilerek
reddedilmiştir.
8. Ret kararı 25/4/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 22/5/2013 tarihinde süresi
içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
9. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 172. ve 173. maddeleri, 2/12/1999 tarih ve
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrası, 5. maddesinin birinci fıkrası, 6. ve 9.
maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
10. Mahkemenin 17/7/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/5/2013 tarih ve 2013/3512
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
11. Başvurucu, yaklaşık bir yıl
müdür yardımcısı olarak görev yaptığı okulun müdürü tarafından sürekli
aşağılandığını, görev ve yetkilerinin elinden alındığını, hademe ve nöbetçi
öğretmenin yapacağı işleri yapmaya zorlandığını, dedikodusunun yapıldığını,
hakkında soruşturmalar açılmasına ve disiplin cezasıyla cezalandırılmasına
neden olunduğunu, kendisine ait olan imza yetkisinin önceki vekil müdür
yardımcısına kullandırıldığını, hakkında açtırılan soruşturmalar sonucu başka
bir okula atandığını ve benzeri birtakım mobbing
uygulamaları neticesinde psikolojisinin bozulduğunu, bu sebeple tedavi
gördüğünü, belirtilen eylemler nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine ilgililer
hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildiğini, yaptığı itirazın da
reddedildiğini ve bu kapsamda yapılan soruşturmanın adil olmadığını beyan
ederek, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
12. Başvurucu, görev yaptığı
kurumda mobbinge maruz kaldığı iddiasıyla Bakırköy
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikâyet sonucunda yapılan tahkikatta bazı
tanıklarının dinlenilmediğini, muhakkiklerin taraflı davrandığını, soruşturma
kapsamında verilen kararların gerekçesiz ve iddiaları çürütmekten yoksun
olduğunu, soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yaptığı itiraz
başvurusunda duruşma talep etmesine rağmen Bölge İdare Mahkemesince duruşma
yapılmaksızın karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
13. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
14. 30/11/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
15. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
16. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
17. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
18. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
19. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
20. Bir ceza davasında üçüncü
kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar
gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının
koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, §
70).
21. Hukuk sistemimiz açısından,
5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak
iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi
sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut
olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla, verilen
soruşturma izni verilmemesine dair kararın etkilerinin de ceza muhakemesi
süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda
hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır
(B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 24).
22. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında yer alan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
23. Başvurucu, müdür yardımcısı
olarak görev yaptığı okulun müdürü ve kendisinden önceki vekil müdür yardımcısı
tarafından her türlü psikolojik taciz, baskı ve mobbing
uygulamasına maruz kaldığını ve neticesinde psikolojisinin bozularak tedavi
görmek zorunda kaldığını belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
25. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
26. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No: 2013/2187, 19/12/2013, §
30).
27. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”,
“eziyet” yapılamayacağı ve
kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan”
muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3.
maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları
kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk
farkı bulunmakta olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır
şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”,
bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya
ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi
mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).
28. Ancak, bir eylemin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari
bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve
manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise,
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
29. AİHM içtihadında da, başvuru konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin
güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul
edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın
ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya
eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak,
cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği
benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve
en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı
muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise,
mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak, söz konusu
muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı
ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme'nin 3. maddesi ile
uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
30. Yukarıda yer verilen
tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket
ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal
değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol
açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını
çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3.
maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu
kavramların Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence,
eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra
muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel
ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir
(B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
31. Belirtilen tespitler
ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucu tarafından esasen, müdür
yardımcısı olarak görev yaptığı okulun müdürü tarafından sürekli aşağılandığı,
görev ve yetkilerinin elinden alındığı, hademe ve nöbetçi öğretmenin yapacağı
işleri yapmaya zorlandığı, dedikodusunun yapıldığı, hakkında soruşturmalar
açılmasına ve disiplin cezasıyla cezalandırılmasına neden olunduğu, kendisine
ait olan imza yetkisinin önceki vekil müdür yardımcısına kullandırıldığı,
hakkında açtırılan soruşturmalar sonucu başka bir okula atandığı ve benzeri birtakım
mobbing uygulamaları neticesinde psikolojisinin
bozulduğu, bu sebeple tedavi görmekte olduğu, bu suretle manevi zarara
uğratıldığı ve bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla
başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia edilen
eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi
unsurların değerlendirilmesi neticesinde; belirtilen eylemlerin, kişilik
haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması
mümkün olmakla birlikte, özellikle kamu görevlisi olan başvurucunun yetişkin
bir birey olması ve mesleki statüsü de nazara alındığında, Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari
eşiği aştığı söylenemez.
32. Belirtilen nedenlerle
başvurucunun şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile
bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
33. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
34. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 20, 12/2/2013,
§§ 19–20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
36. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî
olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca
hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93,
27/7/2000, §§ 56–64).
37. Bireyin fiziksel ve zihinsel
bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına
yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma
çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka
cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız
müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem
cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma
türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere
benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer
alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla
beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu
edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında, belirtilen
tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet
sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak,
hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca
sağlandığı anlaşılmaktadır (Y.H.G.K. 25/9/2013 tarih ve E.2012/9-1925,
K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi 16/4/2012 tarih ve E.2008/10606, K.2012/1736).
Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler
vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla daha etkin bir giderim sağlaması mümkündür (B. No:
2013/2284, 15/4/2014, § 43).
38. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin
yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu
nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar
açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek,
kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (B. No:
2013/2284, 15/4/2014, § 44).
39. Başvuruya konu olayda,
başvurucu tarafından, müdür yardımcısı olarak görev yaptığı okulun müdürü
tarafından sürekli aşağılandığı, görev ve yetkilerinin elinden alındığı, hademe
ve nöbetçi öğretmenin yapacağı işleri yapmaya zorlandığı, dedikodusunun
yapıldığı, hakkında soruşturmalar açılmasına ve disiplin cezasıyla cezalandırılmasına
neden olunduğu, kendisine ait olan imza yetkisinin önceki vekil müdür
yardımcısına kullandırıldığı, hakkında açtırılan soruşturmalar sonucu başka bir
okula atandığı ve benzeri birtakım mobbing
uygulamaları neticesinde psikolojisinin bozulduğu, bu sebeple tedavi görmekte
olduğu, belirtilen eylem ve işlemler yoluyla kendisine mobbing
uygulandığı belirtilerek suç duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma
sonucunda şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildiği,
ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu
olan hukuk davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
40. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe ait unsurlara karşı
yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak, başvurucu tarafından
yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının
tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez (B. No: 2013/2284,
15/4/2014, § 46).
41. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne ait unsurlara karşı
yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi
yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu
olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “başvuru
yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “konu bakımından yetkisizlik” ,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının
“başvuru yollarının tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
17/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.