logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Teoman Yeğenoğlu [1.B.], B. No: 2013/5338, 17/7/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TEOMAN YEĞENOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5338)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Elif KARAKAŞ

Başvurucu

:

Teoman YEĞENOĞLU

Vekili

:

Av. Mehmet SAĞLAM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve on sekiz yıldır hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 10., 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 16/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 26/2/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, 30/9/1971-3/9/1974 tarihleri arasında Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken Türkiye Kömür İşletmeleri Personel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı görevine atanmıştır.

8. Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanı 12/5/1976 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7/11744 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile iptal edilip yerine 2. dereceli Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadro unvanı ihdas edilmiştir.

9. 17/2/1978 tarihli ve 7/14593 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadrosu 1. derece olarak değiştirilmiştir.

10. 28/8/1978 tarihli ve 7/16168 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kez 1. dereceli Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ihdas edilmiştir.

11. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun ek 67. maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan 1/5/1995 tarihli XIII sayılı eşitlik cetveliyle mülga Zat ve Sicil İşleri Müdürlüğü kadrosu Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosuyla eşitlenmiştir.

12. Başvurucu da bu eşitleme nedeniyle daire başkanı makam tazminatından yararlandırılmıştır.

13. Başvurucunun, 24/8/1992 tarihli VIII sayılı eşitlik cetvelinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı kadro unvanının Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanına eşitlendiğini ileri sürerek kendisine genel müdürlere uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmesi istemiyle yaptığı başvuru, 23/6/1995 tarihli Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü işlemiyle reddedilmiştir.

14. Başvurucunun ret işleminin iptali istemiyle açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 30/4/1997 tarih ve E.1995/956, K.1997/628 sayılı kararıyla Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının önce Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı ve nihayet Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanına eşitlendiği hususları dikkate alındığında tesis edilen işlemde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir.

15. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 11. Dairesinin 23/12/2003 tarih ve E.2001/614, K.2003/5631 sayılı kararıyla, “2. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının, 1. dereceli Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği, 1. dereceli Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ile eşitlenen kadro unvanının ise 1. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı kadro unvanı olduğu sonucuna varıldığı; bu durumda, davacının Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği, Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ile eşitlenmediği hususu gözetilmeden dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediği; öte yandan, davacının Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü görevinden 4. derecenin 2. kademesinde iken 3/9/1974 tarihinde ayrıldığı, eşitlenmesini istediği Bakanlık Personel Genel Müdürü kadrolarının ise 1. dereceli kadrolar olması nedeniyle Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadrosunun Bakanlıklar Genel Müdürü için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlanmamsına bu yönden de olanak bulunmadığı” gerekçesiyle bozulmuş, bozma kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 19/11/2004 tarih ve E.2004/726, K.2004/4597 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

16. Ankara 10. İdare Mahkemesi bozma kararına uymayıp ilk kararında ısrar ederek 15/3/2005 tarih ve E.2005/482, K.2005/341 sayılı kararıyla, önceki gerekçesi doğrultusunda dava konusu işlemi iptal etmiştir.

17. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8/5/2008 tarih ve E.2005/1724, K.2008/1295 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını “davacının yürüttüğü Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği ve ilgilinin bu eşitlik cetveline karşı bir dava açmadığı, Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kadro unvanı ile eşitlenen kadro unvanının ise 2. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanı olmayıp 1. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı olduğu hususu gözetilmeden verilen iptal kararında hukuki isabet görülmediği” gerekçesiyle bozmuştur.

18. Anılan karara karşı başvurucunun karar düzeltme talebi ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23/1/2013 tarih ve E.2008/2398, K.2013/142 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 20/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Öte yandan, başvuru dilekçesinde yer almamakla birlikte, başvurucunun iddialarının incelenmesi amacıyla Mahkememizce başvuruya konu dava dosyasının istenmesi üzerine sunulan Danıştay 11. Dairesinin 15/4/2014 tarihli yazısından ve UYAP sisteminde yapılan araştırmadan, Ankara 10. İdare Mahkemesinin, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına uymak suretiyle 16/7/2013 tarih ve E.2013/1106, K. 2013/1101 sayılı kararıyla davayı reddettiği, başvurucu vekili tarafından temyiz edilen bu kararın Danıştay 11. Dairesinin 14/4/2014 tarih, E.2013/4497, K.2014/1770 sayılı kararıyla onandığı ve başvurucu tarafından 5/5/2014 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunulması üzerine dosyanın Danıştay Başkanlığına gönderildiği ve henüz bu konuda bir karar verilmediği anlaşılmıştır.

B. İlgili Hukuk

20. 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun ek 67. maddesi şöyledir:

“Daha önce bulundukları kadrolar veya aylık almakta oldukları dereceler için belirlenmiş olan ek göstergeler, yürütmekte oldukları görevler veya aylık almakta oldukları dereceler için belirlenen ek göstergelerden yüksek olanlar hakkında 15 inci maddenin (h) fıkrası hükmü dikkate alınarak emeklilik yönünden en yüksek ek gösterge uygulanır. Kaldırılmış kadrolarda bulunmuş olanlardan iştirakçi bulunanlar ile emekli olanlar veya ölmüş bulunanlar için uygulanacak ek göstergeler Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile T.C.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından birlikte belirlenir.”

21. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.”

22. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

f) Husumet,

g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,

Yönlerinden sırasıyla incelenir.

(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.”

23. 2577 sayılı Kanun’un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

 (2) Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

 (3) Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

 …”

24. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”

25. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”

26. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:

 “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/7/2013 tarih ve 2013/5338 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, görev yapmış olduğu Zat ve Sicil İşleri Müdürlüğü kadrosunun önce Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosuna, Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosunun da Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kadrosuna dönüştürüldüğünü, dolayısıyla önceki görevinin eşitinin genel müdürlük kadrosu olduğunun açık olduğunu, kendisiyle aynı durumda olan bir kişinin genel müdürlük ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırıldığını, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından verilen bozma kararı gerekçesinin hukuka, hakkaniyete aykırı olduğunu ve emsal karar ve içtihatlarla çeliştiğini, yargılamanın on sekiz yıldır sürmekte olduğunu, yerel mahkemenin iptal kararı üzerine tazminine hükmedilen 73.157,55 TL nin aleyhine verilen karar nedeniyle emekli maaşından kesilmekte olduğunu belirterek Anayasa’nın 2., 10., 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Hukuk Devleti ve Eşitlik İlkesi ile Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği ve Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası

29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

30. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

31. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

32. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.

33. Bu şekilde, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile eki protokoller kapsamında yer alanlara ilişkin aykırılık iddialarının incelenmesi ve şayet bir ihlal söz konusu ise bunun giderilmesini sağlayacak kararı verme imkânı öncelikle yetkili makamlara ve derece mahkemelerine tanınmıştır. Bu nedenle, derece mahkemelerinin ancak ihlal iddialarını çözüme kavuşturup sonuca bağlayan kararları bireysel başvurunun konusu olabilir.

34. Öte yandan, başvuru yollarının tüketilmesi kuralının temel hak ve özgürlükleri koruma bağlamında yer aldığı göz önünde tutularak aşırı şekilcilikten uzak ve belirli bir esneklikte uygulanması gerektiğinden, somut olayın koşulları içerisinde anılan kuralın haklı görülebilecek bazı istisnaları olabilir. Makul bir başarı şansı sunmayan ve başarısız olacağı ispat edilebilen başvuru yolları da bu istisnalardan biridir. Ancak, bu tür istisnaların varlığı, bireysel başvuruya konu derece mahkemesi kararlarının ihlal iddialarını sonuca ulaştıracak nitelikte olması gerekliliğini ortadan kaldırmaz.

35. Hukukumuzda ilk derece mahkemelerinin uyuşmazlığı sona erdiren kararlarına karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine temyiz merciince yapılan hukuki denetimde ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesi durumunda ilk derece mahkemesi kararının hukuki geçerliliği ortadan kaldırılmakta ve uyuşmazlığın çözümüne ilişkin yeni bir karar verilmek üzere dosya ilk derece mahkemesine gönderilmektedir. Dolayısıyla, bozma kararları uyuşmazlığı neticelendiren kararlardan olmayıp, incelenen kararların hukuksal denetimini yapan, uyuşmazlığın ve hak ihlali iddiasının çözüme kavuşturulmasına ilişkin karar verme yetkisini ise ilk derece mahkemesine bırakan kararlardır.

36. Başvuru konusu olayda başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmış, İdare Mahkemesince verilen iptal kararının temyizi üzerine Danıştay 11. Dairesince karar bozulmuş, Mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İdari Yargılama Usulü Kanun’a göre ısrar kararları hakkında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen kararlara uyulmasının zorunlu olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararını beklemeden bireysel başvuru hakkını kullandığını belirtmiştir.

37. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun gerek 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik 50. maddesinin (5) numaralı fıkrasında ve gerekse söz konusu değişiklikten önce, bireysel başvurunun yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 49. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, ısrar kararının temyizi üzerine Danıştay İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları tarafından verilen kararlara uyulmasının zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan zorunluluk nedeniyle ısrar kararının bozulması üzerine derece mahkemesince verilecek kararın bozmaya uyma şeklinde olacağı öngörülebilir ise de, ihlal iddiasının hukuksal anlamda sonuca bağlanması ve bireysel başvuruya konu edilebilmesi ancak ilk derece mahkemesinin bozma kararı üzerine vereceği karar ile mümkündür. Zira Dava Daireleri Kurulunun bozma kararı, yalnızca hukuksal denetimle sınırlı olup uyuşmazlık hakkında derece mahkemesi tarafından yeniden bir karar verilmesini gerektirmektedir.

38. Diğer taraftan ısrar kararının bozulması üzerine yeniden karar verecek olan derece mahkemesi kararları temyize tabi olup, yapılacak hukuki denetim, bozma kararına uyulup uyulmadığı ile sınırlıdır. Bu bakımdan, somut başvuruya ilişkin olarak Danıştay İdari Dava Dairelerinin bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince verilecek karara karşı temyiz yoluna başvurulması tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul edilemez.

39. Nitekim, Anayasa Mahkemesi tarafından, manevi tazminat davasını konu alan bir bireysel başvuruda, Yargıtayın bozma kararına ilk derece mahkemesinin direnmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının yerinde görülerek Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi kararının kaldırılıp tazminat miktarı yönünden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın ilgili Daireye gönderilmesi ve ilgili Dairece tazminat miktarı yönünden hükmün bozulması, ilk derece mahkemesince de bozma kararına uyulmak suretiyle verilen karar üzerine temyiz yoluna gidilmeksizin yapılan bireysel başvuruda başvuru yollarının tüketildiği kabul edilmiştir (B. No: 2013/7521, 4/12/2013, §31).

40. Anılan karara ilişkin somut olayda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma kararı üzerine Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince verilen bozma kararının ardından ilk derece mahkemesince verilen karara karşı bireysel başvuruda bulunulmuş olup, Anayasa Mahkemesince tartışılan husus, bu karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmamasının başvuru yollarının tüketilmesi kuralına aykırılık teşkil edip etmeyeceğine ilişkindir.

41. Somut başvuru açısından ise ilk derece mahkemesi kararını bozan ve bu bozma kararına uyma zorunluluğu olsa dahi ilk derece mahkemesince uyuşmazlığı sonuca bağlayacak yeni bir karar verilmesi gerekliliği doğuran Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına karşı yapılmış bir başvuru söz konusudur. Dolayısıyla hak ihlali iddialarını içeren ilgili uyuşmazlığı karara bağlama yetkisi olan ilk derece mahkemesi kararının sonucu beklenmeksizin bozma kararına karşı yapılan başvuruda yargısal yolların tüketilmediği sonucuna varılmıştır.

42. Öte yandan, başvurucu, sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu ilk derece mahkemesi kararına karşı önce temyiz kanun yoluna; temyiz mercii tarafından verilen karara karşı da karar düzeltme kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay ilgili Dairesince henüz bir karar verilmemiştir.

43. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b- Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

44. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).

46. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

47. Başvurucu 14/8/1995 tarihinde açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

48. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

49. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

50. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

51. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

52. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

53. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

54. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

55. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

56. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

57. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

58. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir Başvuruya konu davanın, başvurucunun, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğu açıktır.

59. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 14/8/1995 tarihidir.

60. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

61. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

62. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, başvurucunun, tarafına genel müdürlere uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine bu işlemin iptali istemiyle Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne karşı 14/8/1995 tarihinde Ankara 10. İdare Mahkemesinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Mahkemece ilk incelemenin yapıldığı, bu hususta her hangi bir sorun görülmeyerek dava dilekçesinin davalı idareye tebliğine karar verildiği ve 19/9/1995 tarihinde gerçekleştirilen tebliğin ardından cevap, cevaba cevap ve ikinci cevapların süresine riayet edilerek 30/12/1995 tarihi itibarıyla dosyanın tekemmülünün sağlandığı ve 30/4/1997 tarihinde ilk derece Mahkemesince dosyanın karara bağlandığı anlaşılmaktadır

63. Davalı idare tarafından 28/7/1997 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince süresinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek ve tekemmülü sağlanarak temyiz incelemesi için Danıştay’a gönderilen ve 19/9/1997 tarihinde temyiz merciinde kayda alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak Danıştay 12. Dairesince 9/10/2000 tarihinde dosyanın Danıştay 5. Dairesi ile müşterek heyette görüşülmesine karar verildiği, 23/11/2000 tarihinde müşterek heyet ara kararıyla davalı idareden uyuşmazlığın çözümüne ilişkin birtakım bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenildiği, 12/2/2001 tarihinde dosyaya sunulan ara kararı cevabının ardından 27/2/2001 tarihli kararla dosyanın davaya bakmakla görevli Danıştay 12. Dairesine gönderilmesine karar verildiği, anılan Dairenin 23/12/2003 tarihli kararıyla yerel mahkeme kararının bozulduğu, kararın 25/2/2004 tarihinde başvurucuya tebliği üzerine başvurucu tarafından yapılan yürütmeyi durdurma talepli karar düzeltme talebinin 17/3/2004 tarihinde temyiz merciinde kayda alındığı, 22/4/2004 tarihli kararla yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 19/11/2004 tarihli kararla da karar düzeltme isteminin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

64. Karar düzeltme isteminin reddi üzerine yerel mahkemesine gönderilen dosyaya ilişkin olarak Ankara 10. İdare Mahkemesinin ilk kararında ısrar ettiği, bu karara karşı davalı idare tarafından 5/5/2005 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurulduğu, 31/6/2005 tarihinde Danıştay kayıtlarına giren dosyaya ilişkin olarak 19/9/2005 tarihinde Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği, 8/5/2008 tarihli kararla da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca ısrar kararının bozulmasına karar verildiği, yerel mahkemeye gönderilen, ancak başvurucu tarafından karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine yeniden Danıştay’a gönderilen ve 17/10/2008 tarihinde Danıştay kayıtlarına giren dosya hakkında 28/11/2008 tarihinde Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği, 23/1/2013 tarihli kararla da karar düzeltme talebinin reddedildiği, ilk derece mahkemesince 16/7/2013 tarihli kararla bozma kararına uyulmasına ve davanın reddine karar verildiği, başvurucu tarafından 6/8/2013 tarihinde yapılan temyiz talebi üzerine 30/9/2013 tarihinde Danıştay’a gelen dosyaya ilişkin olarak Danıştay 11. Dairesince 14/4/2014 tarihinde onama kararı verildiği, bu karara karşı başvurucu tarafından karar düzeltme kanun yoluna başvurulduğu, Danıştay 11. Dairesince bu talep hakkında henüz bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.

65. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, ilk derece mahkemesince, taraflarca verilen dava ve temyiz dilekçeleri üzerine 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap aşamalarının sürelerine uygun şekilde tamamlandığı ve dosyanın tekemmülünün sağlandığı, tebligat işlemlerinin makul süreler içerisinde gerçekleştirildiği, ancak 30/4/1997 tarihli iptal kararının verilmesinde 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici sürenin aşılarak tekemmül tarihinden itibaren yaklaşık bir yıl dört ay sonra dosyanın karara bağlandığı, bunun dışında ilk derece mahkemesine makul süre açısından atfedilebilecek başkaca bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır.

66. Kanun yolu incelemesinde yer alan süreçlerin değerlendirilmesinde, kararın ilk kez temyiz edilmesi üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık altı yıl üç ay sonra bozma kararı verildiği, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebinin yaklaşık sekiz ayda sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesince ilk kararda ısrar edilmesi üzerine yapılan temyiz başvurusunun ise yaklaşık iki yıl on ayda, karar düzeltme talebinin yaklaşık dört yıl üç ayda ve ilk derece mahkemesinin bozmaya uymak suretiyle davanın reddi yolundaki kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun altı ay on dört günde sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen, Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıyla tespit edilip Resmî Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzun bir yargılama süresini kapsadığı anlaşılmaktadır.

67. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).

68. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).

69. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince davanın esası hakkındaki ilk kararın verilmesi sürecinde gecikme yaşandığı, kanun yolu incelemesinde de benzer şekilde kararın alınması noktasında aksamalar olduğu tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.

70. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

71. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlık, başvurucunun tarafına genel müdürlere uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmemesi işleminin iptali istemine ilişkin olup, keşif ve bilirkişi incelemesi gerektirmeyen ve davada yer alan kişi sayısı da minimum düzeyde olan başvuruya konu yargılamanın karmaşık olmadığı açıktır. Öte yandan uyuşmazlığa konu ek gösterge ve makam tazminatının başvurucunun mali haklarını etkilediği göz önüne alındığında davanın başvurucu açısından taşıdığı önem yadsınamaz. Buna göre davaya bütün olarak bakıldığında henüz sonuçlandırılmamış olan on sekiz yıl sekiz aylık yargılama sürecinde özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama sürecine ilişkin yapısal bir sorun ve yargı sisteminin yapısından kaynaklanan ve makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

72. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

73. Başvurucu, hakkında verilen iptal kararı üzerine tarafına ödenen, ancak davanın aleyhine sonuçlanması üzerine adına borç çıkartılan miktar nedeniyle oluşan maddi zararlarının ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle 100.000 TL manevi tazminatın ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.

74. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

76. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on sekiz yıl sekiz aylık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 23.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

77. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun

1. Hukuk Devleti ve Eşitlik İlkesi ile Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği ve Yargılamanın Adil Olmadığı yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 23.250,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Teoman Yeğenoğlu [1.B.], B. No: 2013/5338, 17/7/2014, § …)
   
Başvuru Adı TEOMAN YEĞENOĞLU
Başvuru No 2013/5338
Başvuru Tarihi 16/7/2013
Karar Tarihi 17/7/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve on sekiz yıldır hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. , 10. , 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5434 Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ek 67
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 1
14
16
20
49
60
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi