TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TEOMAN YEĞENOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5338)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Teoman YEĞENOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet SAĞLAM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, genel müdürler
için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle
açtığı davanın reddedilmesi ve on sekiz yıldır hâlihazırda karara bağlanmamış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 10., 35. ve 36. maddelerinde güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 16/7/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 3/2/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 26/2/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin
başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu,
30/9/1971-3/9/1974 tarihleri arasında Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil
İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken Türkiye Kömür İşletmeleri Personel ve
Sosyal İşler Daire Başkanlığı görevine atanmıştır.
8. Zat ve Sicil İşleri Müdürü
kadro unvanı 12/5/1976 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7/11744 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile iptal edilip yerine 2. dereceli Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadro
unvanı ihdas edilmiştir.
9. 17/2/1978 tarihli ve 7/14593
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadrosu
1. derece olarak değiştirilmiştir.
10. 28/8/1978 tarihli ve 7/16168
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kez 1. dereceli Personel ve Eğitim Genel
Müdürü kadro unvanı ihdas edilmiştir.
11. 5434 sayılı Emekli Sandığı
Kanunu’nun ek 67. maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan 1/5/1995 tarihli XIII
sayılı eşitlik cetveliyle mülga Zat ve Sicil İşleri Müdürlüğü kadrosu Personel
ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosuyla eşitlenmiştir.
12. Başvurucu da bu eşitleme
nedeniyle daire başkanı makam tazminatından yararlandırılmıştır.
13. Başvurucunun, 24/8/1992
tarihli VIII sayılı eşitlik cetvelinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve
Eğitim Daire Başkanı kadro unvanının Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel
Müdürü kadro unvanına eşitlendiğini ileri sürerek kendisine genel müdürlere
uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmesi istemiyle yaptığı
başvuru, 23/6/1995 tarihli Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü işlemiyle
reddedilmiştir.
14. Başvurucunun ret işleminin
iptali istemiyle açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 30/4/1997 tarih
ve E.1995/956, K.1997/628 sayılı kararıyla Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve
Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının önce Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı ve
nihayet Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanına eşitlendiği hususları
dikkate alındığında tesis edilen işlemde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle
dava konusu işlem iptal edilmiştir.
15. Davalı idare tarafından
temyiz edilen karar, Danıştay 11. Dairesinin 23/12/2003 tarih ve E.2001/614,
K.2003/5631 sayılı kararıyla, “2. dereceli
Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının, 1.
dereceli Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile
eşitlendiği, 1. dereceli Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro
unvanı ile eşitlenen kadro unvanının ise 1. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı
Personel ve Eğitim Daire Başkanı kadro unvanı olduğu sonucuna varıldığı; bu
durumda, davacının Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının Bakanlıklar Ana
Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği, Maliye Bakanlığı
Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ile eşitlenmediği hususu
gözetilmeden dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararda hukuki isabet
görülmediği; öte yandan, davacının Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil
İşleri Müdürü görevinden 4.
derecenin 2. kademesinde iken 3/9/1974 tarihinde ayrıldığı, eşitlenmesini istediği
Bakanlık Personel Genel Müdürü kadrolarının ise 1. dereceli kadrolar olması
nedeniyle Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadrosunun Bakanlıklar Genel Müdürü için
öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlanmamsına
bu yönden de olanak bulunmadığı” gerekçesiyle bozulmuş, bozma
kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 19/11/2004 tarih
ve E.2004/726, K.2004/4597 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
16. Ankara 10. İdare Mahkemesi
bozma kararına uymayıp ilk kararında ısrar ederek 15/3/2005 tarih ve
E.2005/482, K.2005/341 sayılı kararıyla, önceki gerekçesi doğrultusunda dava
konusu işlemi iptal etmiştir.
17. Davalı idarenin temyizi
üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8/5/2008 tarih ve E.2005/1724,
K.2008/1295 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını “davacının yürüttüğü Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının
Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği ve
ilgilinin bu eşitlik cetveline karşı bir dava açmadığı, Maliye Bakanlığı
Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kadro unvanı ile eşitlenen kadro unvanının
ise 2. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro
unvanı olmayıp 1. dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire
Başkanı olduğu hususu gözetilmeden verilen iptal kararında hukuki isabet
görülmediği” gerekçesiyle bozmuştur.
18. Anılan karara karşı
başvurucunun karar düzeltme talebi ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun
23/1/2013 tarih ve E.2008/2398, K.2013/142 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar,
başvurucu vekiline 20/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Öte yandan, başvuru
dilekçesinde yer almamakla birlikte, başvurucunun iddialarının incelenmesi
amacıyla Mahkememizce başvuruya konu dava dosyasının istenmesi üzerine sunulan
Danıştay 11. Dairesinin 15/4/2014 tarihli yazısından ve UYAP sisteminde yapılan
araştırmadan, Ankara 10. İdare Mahkemesinin, Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulunun bozma kararına uymak suretiyle 16/7/2013 tarih ve E.2013/1106, K.
2013/1101 sayılı kararıyla davayı reddettiği, başvurucu vekili tarafından
temyiz edilen bu kararın Danıştay 11. Dairesinin 14/4/2014 tarih, E.2013/4497,
K.2014/1770 sayılı kararıyla onandığı ve başvurucu tarafından 5/5/2014
tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunulması üzerine dosyanın Danıştay
Başkanlığına gönderildiği ve henüz bu konuda bir karar verilmediği
anlaşılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
20. 8/6/1949 tarih ve 5434
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun ek 67. maddesi şöyledir:
“Daha önce bulundukları kadrolar veya aylık almakta
oldukları dereceler için belirlenmiş olan ek göstergeler, yürütmekte oldukları
görevler veya aylık almakta oldukları dereceler için belirlenen ek
göstergelerden yüksek olanlar hakkında 15 inci maddenin (h) fıkrası hükmü
dikkate alınarak emeklilik yönünden en yüksek ek gösterge uygulanır.
Kaldırılmış kadrolarda bulunmuş olanlardan iştirakçi bulunanlar ile emekli
olanlar veya ölmüş bulunanlar için uygulanacak ek göstergeler Devlet Personel
Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile T.C.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından birlikte
belirlenir.”
21. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve
vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak
üzerinde yapılır.”
22. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme”
kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire
başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare
ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir
işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum;
görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek
dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü
fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak
işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş
gün içinde sonuçlandırılır.”
23. 2577 sayılı Kanun’un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16.
maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Dava
dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma
davacıya tebliğ olunur.
(2) Davacının ikinci
dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ
edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında,
davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi
sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.
(3) Taraflar,
yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler.
Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği
üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus
olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri
kabul edilmez.
…”
24. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi”
kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda
belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar
Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu
itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de
ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak
suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde
bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri
sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.”
25. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması”
kenar başlıklı 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kararın bozulması
halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye
gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle
inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”
26. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler”
kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat
Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler
ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 17/7/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/7/2013 tarih ve 2013/5338
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu, görev yapmış
olduğu Zat ve Sicil İşleri Müdürlüğü kadrosunun önce Personel ve Eğitim Daire
Başkanlığı kadrosuna, Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosunun da
Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kadrosuna dönüştürüldüğünü, dolayısıyla
önceki görevinin eşitinin genel müdürlük kadrosu olduğunun açık olduğunu,
kendisiyle aynı durumda olan bir kişinin genel müdürlük ek gösterge ve makam
tazminatından yararlandırıldığını, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
tarafından verilen bozma kararı gerekçesinin hukuka, hakkaniyete aykırı
olduğunu ve emsal karar ve içtihatlarla çeliştiğini, yargılamanın on sekiz
yıldır sürmekte olduğunu, yerel mahkemenin iptal kararı üzerine tazminine
hükmedilen 73.157,55 TL nin aleyhine verilen karar
nedeniyle emekli maaşından kesilmekte olduğunu belirterek Anayasa’nın 2., 10.,
35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Hukuk Devleti ve Eşitlik İlkesi ile Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiği ve Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
29. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
30. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
32. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
33. Bu şekilde, Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ile eki protokoller kapsamında yer alanlara ilişkin aykırılık
iddialarının incelenmesi ve şayet bir ihlal söz konusu ise bunun giderilmesini
sağlayacak kararı verme imkânı öncelikle yetkili makamlara ve derece
mahkemelerine tanınmıştır. Bu nedenle, derece mahkemelerinin ancak ihlal iddialarını
çözüme kavuşturup sonuca bağlayan kararları bireysel başvurunun konusu
olabilir.
34. Öte yandan, başvuru
yollarının tüketilmesi kuralının temel hak ve özgürlükleri koruma bağlamında
yer aldığı göz önünde tutularak aşırı şekilcilikten uzak ve belirli bir
esneklikte uygulanması gerektiğinden, somut olayın koşulları içerisinde anılan
kuralın haklı görülebilecek bazı istisnaları olabilir. Makul bir başarı şansı
sunmayan ve başarısız olacağı ispat edilebilen başvuru yolları da bu
istisnalardan biridir. Ancak, bu tür istisnaların varlığı, bireysel başvuruya
konu derece mahkemesi kararlarının ihlal iddialarını sonuca ulaştıracak
nitelikte olması gerekliliğini ortadan kaldırmaz.
35. Hukukumuzda ilk derece
mahkemelerinin uyuşmazlığı sona erdiren kararlarına karşı temyiz kanun yoluna
başvurulması üzerine temyiz merciince yapılan hukuki denetimde ilk derece
mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesi durumunda ilk derece mahkemesi
kararının hukuki geçerliliği ortadan kaldırılmakta ve uyuşmazlığın çözümüne
ilişkin yeni bir karar verilmek üzere dosya ilk derece mahkemesine
gönderilmektedir. Dolayısıyla, bozma kararları uyuşmazlığı neticelendiren
kararlardan olmayıp, incelenen kararların hukuksal denetimini yapan,
uyuşmazlığın ve hak ihlali iddiasının çözüme kavuşturulmasına ilişkin karar
verme yetkisini ise ilk derece mahkemesine bırakan kararlardır.
36. Başvuru konusu olayda
başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından
yararlandırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle dava açmış, İdare Mahkemesince verilen iptal kararının temyizi
üzerine Danıştay 11. Dairesince karar bozulmuş, Mahkemenin direnme kararı
vermesi üzerine ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından direnme
kararının bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İdari Yargılama Usulü
Kanun’a göre ısrar kararları hakkında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca
verilen kararlara uyulmasının zorunlu olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi
kararını beklemeden bireysel başvuru hakkını kullandığını belirtmiştir.
37. 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun gerek 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik 50.
maddesinin (5) numaralı fıkrasında ve gerekse söz konusu değişiklikten önce,
bireysel başvurunun yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 49. maddesinin (4)
numaralı fıkrasında, ısrar kararının temyizi üzerine Danıştay İdari ve Vergi
Dava Daireleri Kurulları tarafından verilen kararlara uyulmasının zorunlu
olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan zorunluluk nedeniyle ısrar kararının
bozulması üzerine derece mahkemesince verilecek kararın bozmaya uyma şeklinde
olacağı öngörülebilir ise de, ihlal iddiasının
hukuksal anlamda sonuca bağlanması ve bireysel başvuruya konu edilebilmesi
ancak ilk derece mahkemesinin bozma kararı üzerine vereceği karar ile
mümkündür. Zira Dava Daireleri Kurulunun bozma kararı, yalnızca hukuksal
denetimle sınırlı olup uyuşmazlık hakkında derece mahkemesi tarafından yeniden
bir karar verilmesini gerektirmektedir.
38. Diğer taraftan ısrar kararının
bozulması üzerine yeniden karar verecek olan derece mahkemesi kararları temyize
tabi olup, yapılacak hukuki denetim, bozma kararına uyulup uyulmadığı ile
sınırlıdır. Bu bakımdan, somut başvuruya ilişkin olarak Danıştay İdari Dava
Dairelerinin bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince verilecek karara
karşı temyiz yoluna başvurulması tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul
edilemez.
39. Nitekim, Anayasa Mahkemesi
tarafından, manevi tazminat davasını konu alan bir bireysel başvuruda, Yargıtayın bozma kararına ilk derece mahkemesinin direnmesi
üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının yerinde görülerek
Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi kararının kaldırılıp tazminat miktarı yönünden
değerlendirme yapılmak üzere dosyanın ilgili Daireye gönderilmesi ve ilgili
Dairece tazminat miktarı yönünden hükmün bozulması, ilk derece mahkemesince de
bozma kararına uyulmak suretiyle verilen karar üzerine temyiz yoluna
gidilmeksizin yapılan bireysel başvuruda başvuru yollarının tüketildiği kabul
edilmiştir (B. No: 2013/7521, 4/12/2013, §31).
40. Anılan karara ilişkin somut
olayda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma kararı üzerine Yargıtay ilgili
Hukuk Dairesince verilen bozma kararının ardından ilk derece mahkemesince
verilen karara karşı bireysel başvuruda bulunulmuş olup, Anayasa Mahkemesince
tartışılan husus, bu karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmamasının başvuru
yollarının tüketilmesi kuralına aykırılık teşkil edip etmeyeceğine ilişkindir.
41. Somut başvuru açısından ise
ilk derece mahkemesi kararını bozan ve bu bozma kararına uyma zorunluluğu olsa
dahi ilk derece mahkemesince uyuşmazlığı sonuca bağlayacak yeni bir karar
verilmesi gerekliliği doğuran Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma
kararına karşı yapılmış bir başvuru söz konusudur. Dolayısıyla hak ihlali
iddialarını içeren ilgili uyuşmazlığı karara bağlama yetkisi olan ilk derece
mahkemesi kararının sonucu beklenmeksizin bozma kararına karşı yapılan
başvuruda yargısal yolların tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
42. Öte yandan, başvurucu,
sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu ilk derece mahkemesi kararına
karşı önce temyiz kanun yoluna; temyiz mercii tarafından verilen karara karşı
da karar düzeltme kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi
hakkında Danıştay ilgili Dairesince henüz bir karar verilmemiştir.
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b- Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
44. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
45. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce
açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde,
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından,
başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).
46. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek
başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
47. Başvurucu 14/8/1995
tarihinde açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
48. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
49. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
50. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
51. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
52. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
53. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
54. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
55. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
56. Ancak belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
57. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
58. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir Başvuruya konu
davanın, başvurucunun, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam
tazminatından yararlandırılması istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu
görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan
usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğu açıktır.
59. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 14/8/1995 tarihidir.
60. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
61. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
62. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucunun, tarafına genel müdürlere uygulanan ek
gösterge ve makam tazminatının verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi
üzerine bu işlemin iptali istemiyle Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne karşı
14/8/1995 tarihinde Ankara 10. İdare Mahkemesinde dava açtığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece ilk incelemenin yapıldığı, bu hususta her hangi
bir sorun görülmeyerek dava dilekçesinin davalı idareye tebliğine karar
verildiği ve 19/9/1995 tarihinde gerçekleştirilen tebliğin ardından cevap,
cevaba cevap ve ikinci cevapların süresine riayet edilerek 30/12/1995 tarihi
itibarıyla dosyanın tekemmülünün sağlandığı ve 30/4/1997 tarihinde ilk derece
Mahkemesince dosyanın karara bağlandığı anlaşılmaktadır
63. Davalı idare tarafından
28/7/1997 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince
süresinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek ve tekemmülü sağlanarak
temyiz incelemesi için Danıştay’a gönderilen ve 19/9/1997 tarihinde temyiz
merciinde kayda alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak Danıştay 12.
Dairesince 9/10/2000 tarihinde dosyanın Danıştay 5. Dairesi ile müşterek
heyette görüşülmesine karar verildiği, 23/11/2000 tarihinde müşterek heyet ara
kararıyla davalı idareden uyuşmazlığın çözümüne ilişkin birtakım bilgi ve
belgelerin gönderilmesinin istenildiği, 12/2/2001 tarihinde dosyaya sunulan ara
kararı cevabının ardından 27/2/2001 tarihli kararla dosyanın davaya bakmakla
görevli Danıştay 12. Dairesine gönderilmesine karar verildiği, anılan Dairenin
23/12/2003 tarihli kararıyla yerel mahkeme kararının bozulduğu, kararın
25/2/2004 tarihinde başvurucuya tebliği üzerine başvurucu tarafından yapılan
yürütmeyi durdurma talepli karar düzeltme talebinin 17/3/2004 tarihinde temyiz
merciinde kayda alındığı, 22/4/2004 tarihli kararla yürütmenin durdurulması
isteminin reddine, 19/11/2004 tarihli kararla da karar düzeltme isteminin
reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
64. Karar düzeltme isteminin
reddi üzerine yerel mahkemesine gönderilen dosyaya ilişkin olarak Ankara 10.
İdare Mahkemesinin ilk kararında ısrar ettiği, bu karara karşı davalı idare
tarafından 5/5/2005 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurulduğu, 31/6/2005
tarihinde Danıştay kayıtlarına giren dosyaya ilişkin olarak 19/9/2005 tarihinde
Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği, 8/5/2008 tarihli kararla da
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca ısrar kararının bozulmasına karar
verildiği, yerel mahkemeye gönderilen, ancak başvurucu tarafından karar
düzeltme talebinde bulunulması üzerine yeniden Danıştay’a gönderilen ve
17/10/2008 tarihinde Danıştay kayıtlarına giren dosya hakkında 28/11/2008
tarihinde Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği, 23/1/2013
tarihli kararla da karar düzeltme talebinin reddedildiği, ilk derece
mahkemesince 16/7/2013 tarihli kararla bozma kararına uyulmasına ve davanın reddine
karar verildiği, başvurucu tarafından 6/8/2013 tarihinde yapılan temyiz talebi
üzerine 30/9/2013 tarihinde Danıştay’a gelen dosyaya ilişkin olarak Danıştay
11. Dairesince 14/4/2014 tarihinde onama kararı verildiği, bu karara karşı
başvurucu tarafından karar düzeltme kanun yoluna başvurulduğu, Danıştay 11.
Dairesince bu talep hakkında henüz bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.
65. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, ilk derece mahkemesince, taraflarca verilen dava ve temyiz
dilekçeleri üzerine 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre
içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, cevap, cevaba cevap ve
ikinci cevap aşamalarının sürelerine uygun şekilde tamamlandığı ve dosyanın
tekemmülünün sağlandığı, tebligat işlemlerinin makul süreler içerisinde
gerçekleştirildiği, ancak 30/4/1997 tarihli iptal kararının verilmesinde 2577
sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici sürenin aşılarak tekemmül
tarihinden itibaren yaklaşık bir yıl dört ay sonra dosyanın karara bağlandığı,
bunun dışında ilk derece mahkemesine makul süre açısından atfedilebilecek
başkaca bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır.
66. Kanun yolu incelemesinde yer
alan süreçlerin değerlendirilmesinde, kararın ilk kez temyiz edilmesi üzerine,
temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık altı yıl üç ay
sonra bozma kararı verildiği, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebinin
yaklaşık sekiz ayda sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesince ilk kararda
ısrar edilmesi üzerine yapılan temyiz başvurusunun ise yaklaşık iki yıl on
ayda, karar düzeltme talebinin yaklaşık dört yıl üç ayda ve ilk derece
mahkemesinin bozmaya uymak suretiyle davanın reddi yolundaki kararına karşı
yapılan temyiz başvurusunun altı ay on dört günde sonuçlandırıldığı
anlaşılmaktadır. Bu haliyle özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama
süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen, Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun ve diğer
kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için
Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunca konu itibarıyla tespit edilip Resmî Gazete'de
ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmak suretiyle geliş
tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara
bağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya
göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı
hükmüne rağmen, uzun bir yargılama süresini kapsadığı anlaşılmaktadır.
67. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
68. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
69. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince davanın esası hakkındaki
ilk kararın verilmesi sürecinde gecikme yaşandığı, kanun yolu incelemesinde de
benzer şekilde kararın alınması noktasında aksamalar olduğu tespit edilmekle
beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin
yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya
ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama
sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var
olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
70. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
71. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlık, başvurucunun tarafına genel müdürlere
uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmemesi işleminin iptali
istemine ilişkin olup, keşif ve bilirkişi incelemesi gerektirmeyen ve davada
yer alan kişi sayısı da minimum düzeyde olan başvuruya konu yargılamanın
karmaşık olmadığı açıktır. Öte yandan uyuşmazlığa konu ek gösterge ve makam
tazminatının başvurucunun mali haklarını etkilediği göz önüne alındığında
davanın başvurucu açısından taşıdığı önem yadsınamaz. Buna göre davaya bütün
olarak bakıldığında henüz sonuçlandırılmamış olan on sekiz yıl sekiz aylık yargılama sürecinde özellikle kanun yolu
merciinde geçen yargılama sürecine ilişkin yapısal bir sorun ve yargı
sisteminin yapısından kaynaklanan ve makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
72. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
73. Başvurucu, hakkında verilen
iptal kararı üzerine tarafına ödenen, ancak davanın aleyhine sonuçlanması
üzerine adına borç çıkartılan miktar nedeniyle oluşan maddi zararlarının ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle 100.000 TL manevi
tazminatın ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.
74. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
75. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber tespit edilen ihlalle iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun
maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
76. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin on sekiz yıl sekiz aylık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
takdiren 23.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun
1.
Hukuk Devleti ve Eşitlik İlkesi ile Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği ve Yargılamanın
Adil Olmadığı yönündeki iddiasının “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 23.250,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.