TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET HALİT GÖSTERİŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3532)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Halit GÖSTERİŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdulkadir SAYIKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
sürecinin adil olmaması, yargılama sürecinde Danıştay savcısının görüşünün
tebliğ edilmemesi, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru ve yargılama
sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet
hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/5/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 17/3/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 31/3/2014
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk ve Alibey köylerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle bu
yerlerde bulunan taşınmazlarını kullanamadığını ve taşınmazlarının zarar
gördüğünü belirtere 5233 sayılı Kanun kapsamında,
zararlarının giderilmesi için 25/9/2006 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar
Tespit Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) müracaat etmiştir.
9. Komisyonca yapılan değerlendirme sonucu 7/1/2010 tarihli ve
2010/3-8473 sayılı kararla, dosyada yer alan bilgi ve belgelere göre Otluk
köyünün boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, terör olayların yaşandığı iddia
edilen dönemde köyde yaşayan nüfusu bulunduğu, köyde muhtarlık seçimlerinin
yapıldığı, her ne kadar söz konusu dönemde köy okulunun eğitim-öğretime ara
vermiş olduğu tespit edilse de bu durumun sebebinin belirlenemediği ve ayrıca
başvurucunun şahsına veya ailesine yönelik bir terör olayı yaşandığına yönelik
herhangi bir olay yeri tutanağının bulunmadığı gerekçelerine dayanılarak
başvuru reddedilmiştir.
10. Başvurucu, ret işleminin iptali istemiyle 10/5/2010
tarihinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
11. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 28/10/2010 tarihli ve
E.2010/1207, K.2010/2280 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir.
Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"Dava
dosyasında ve Mahkememizin 2009/1129 Esasına kayıtlı bulunan dosyada yer alan
bilgi ve belgelerden, Diyarbakır İli, Silvan İlçesi Otluk Köyünün
boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, 1990-2000
yılları arasında yapılan Genel Nüfus Sayımları ve Tespitlerine göre 1990
yılında 364, 1997 yılında 251, 2000 yılında ise 340 kişinin köyde yaşadığı
görülmüştür.
Öte yandan; Mahkememizin 2009/1129, 2009/2687
ve 2010/1166 Esas sayılı dosyalarındaki belgelerden davacının bir kısım
malvarlığının bulunduğunu ileri sürdüğü Silvan İlçesi Alibey
Köyü'nün ise boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, Silvan Merkez Jandarma
Karakol Komutanlığı tarafından düzenlenen 20.11.2009 tarihli Silvan Merkez
Jandarma Karakol Komutanlığı Bölgesindeki Boşalan/Boşaltılan Köy ve Mezra Durum
Çizelgesinde Alibey Köyü’nün dolu olduğunun belirtildiği,Silvan Geçici Köy Korucuları Listesinde de Alibey Köyü’nde görev yapan geçici köy korucusu
bulunmadığı, dolayısıyla anılan köye geçici köy koruculuğu sisteminin
getirilmediği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre Alibey
Köyü’nde 1990 yılında 831,1997 yılında 489,2000 yılında ise 637 kişinin
yaşadığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, aralarında davacının da bulunduğu
Otluk ve Alibey Köyü halkının bir kısmının
uğradıklarını ileri sürdükleri zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.
Her ne kadar davacı tarafından, köyden Silvan
İlçesi'ne göç ettikten sonra oğlu Fahri Gösteriş'in
Hizbullah Terör Örgütü mensuplarınca yaralandığı ve bu yüzden Mersin İli'ne göç ettikleri ileri sürülmekte ise de; 5233 sayılı Yasa kapsamında yapılan başvuruda bu
durumdan söz edilmemesi ve olayın Silvan İlçesi'ne göç ettikten sonra
gerçekleşmesi ve talep edilen malvarlığı zararının Otluk ve Alibey
Köyü'nde bulunan taşınmazlara ilişkin olması karşısında davacının bu iddiasına
itibar edilmemiştir.
Bu durumda, davacının isteminin reddi yolunda
tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
..."
12. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine
Danıştay Onbeşinci Dairesi 6/3/2012 tarihli ve
E.2011/5195, K.2012/905 sayılı ilamı ile temyiz isteminin reddine karar
vermiştir. Temyiz isteminin reddine ilişkin ilamda İlk Derece Mahkemesi
kararının onanması yönünde görüş bildiren Danıştay savcısının düşüncesine de
yer verilmiştir.
13. Temyiz talebinin reddi üzerine aynı Daireye yapılan karar
düzeltme talebi de 13/12/2012 tarihli ve E.2012/9479, K.2012/14123 sayılı ilam
ile reddedilmiştir.
14. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvurucuya
9/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu tarafından 23/5/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
16. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı 61.
maddesinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişik (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda
görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına
incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı
olarak verirler. Bu süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya
bildirirler. Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri
yerine getirir; çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için
Başsavcının alacağı tedbirlere uyarlar”.
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul
Kanunu'nun “Tebligat ve cevap verme”
kenar başlıklı 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla
görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ
edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak
bildirebilirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk ve Alibey köylerinde yaşanan terör olaylarından dolayı bu
yerlerde bulunan taşınmazlarının zarar görmesi ve taşınmazlarını kullanamaması
nedeniyle oluşan zararlarının giderimi için 5233 sayılı Kanun kapsamında
yaptığı başvurunun reddedildiğini, idarenin 1997 yılına kadar yapılan tazminat
taleplerini kabul ederken mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen
bu tarihten sonraki tazminat taleplerini kabul etmediğini, başvurunun reddine
dair kararın iptali için açtığı davadayargılama
sırasında ileri sürdüğü oğlunun Hizbullah terör örgütünce yaralanmasına ilişkin
Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyanın istenmesi gibi
birçok hususun değerlendirilmediğini, Otluk ve Alibey
köylerinde bulunan taşınmazlarından yıllarca istifade edemediğini, iptal
davasına ilişkin yargılama sürecinde temyiz ve karar düzeltme aşamalarında
Danıştay savcısının görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini ve söz konusu
yargılama sürecinin makul süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ve
mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve
manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
20. Başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
reddinin ardından açtığı iptal davasında ileri sürdüğü oğlunun Hizbullah Terör
Örgütünce yaralanmasına ilişkin Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma dosyanın istenmesi gibi birçok hususun değerlendirilmediği
iddiasının -oğlunun yaralanmasına ilişkin soruşturma dosyasının istenmediği
iddiası dışında- somut olay ve olgular ile desteklenmediği görülmüş, bu nedenle
anılan şikâyetler bir bütün olarak adil yargılanma hakkı kapsamında veyargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası
bağlamında değerlendirilmiştir.
21. Ayrıca başvurucunun Otluk ve Alibey
köylerinde gerçekleşen terör olayları nedeniyle söz konusu yerlerde bulunan
taşınmazlarının zarar görmesi ve onları kullanamamasından dolayı mülkiyet
hakkının ihlal edildiği şikâyetinin temel olarak başvuruya konu Mahkeme
kararının sonucundan kaynaklandığı anlaşılmış, bu durumda anılan şikâyetin,
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiasının incelenmesi sonucunda
değerlendirilmesi uygun görülmüş; bu bağlamda söz konusu şikâyet yönünden
ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları ise aşağıdaki
başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
22. Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk ve Alibey köylerinde yaşanan terör olaylarından dolayı bu
yerlerde bulunan taşınmazlarının zarar görmesi ve taşınmazlarını kullanamaması
nedeniyle oluşan zararların giderimi için 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı
başvurunun reddedildiğini ancak idarenin 1997 yılına kadar yapılan tazminat
taleplerini kabul ederken mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen
bu tarihten sonraki tazminat taleplerini kabul etmediğini belirterek eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu, söz konusu yerlerde yaşanan terör olayları
nedeniyle buralarda bulunan taşınmazlarının zarar gördüğünü ve bu
taşınmazlarını kullanamadığını, buna ilişkin 5233 sayılı Kanun kapsamında
yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine açtığı davanın da kabul edilmediğini, dolayısyla esasen uğramış olduğu zararlarının
karşılanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
27. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
28. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
29. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında dava dosyasında ve
Mahkemenin dava ile ilişkili gördüğü bir başka dava dosyasında yer alan bilgi
ve belgelerden Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk köyünün boşaltılmadığı, köye
geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, 1990 ile 2000 yılları arasında
yapılan genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre 1990 yılında 364, 1997
yılında 251, 2000 yılında ise 340 kişinin köyde yaşadığının görüldüğü; aynı
ilçede bulunan Alibey köyü için yapılan
değerlendirmede ise yine Mahkemenin dava dosyası ile ilişkili gördüğü başka birtakım
dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere göre Alibey
köyünün de boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, Silvan Merkez Jandarma
Karakol Komutanlığı tarafından düzenlenen "Boşalan/Boşaltılan Köy ve Mezra
Durum Çizelgesi"nde köyün dolu olduğunun belirtildiği,
yine "Silvan Geçici Köy Korucuları Listesi"nde
köyde görev yapan geçici köy korucusu bulunmadığı, dolayısıyla anılan köye
geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, genel nüfus sayımlarına göre
köyde 1990 yılında 831, 1997 yılında 489, 2000 yılında ise 637 kişinin
yaşadığının anlaşıldığı yönünde değerlendirme yapılarak aralarında başvurucunun
da bulunduğu Otluk ve Alibey köyleri halkının bir
kısmının uğradığını ileri sürdüğü zararın 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı ve
başvurucunun davasının reddedildiği görülmüştür. Mahkemenin davanın reddi
yönündeki bu hükmü, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından da geçip
kesinleşmiştir. Bu durumda başvurucunun anılan iddiaları bakımından Derece
Mahkemesi kararlarında açık bir keyfîlik bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
30. Başvurucu, ayrıca söz konusu yargılama sürecinde ileri
sürdüğü bazı hususların yargılama makamlarınca hiç değerlendirilmediğini ileri
sürmüş ancak bu iddiasını -oğlunun Hizbullah terör örgütünce yaralandığının
dikkate alınmadığı hususu dışında- somut olay ve olgular ile desteklememiş,
Anayasa Mahkemesine bu yönde bir açıklamada bulunmamıştır.
31. Dolayısıyla ilgili iddia, yalnızca oğlunun Hizbullah terör
örgütünce yaralandığı hususu bakımından değerlendirilmiş; yapılan değerlendirme
sonucunda ise söz konusu hususun Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin esasa ilişkin
kararında ele alındığı ve 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona yapılan
başvuruda bu husustan bahsedilmediği, ayrıca yaralanma olayının başvurucunun
Silvan ilçesine göç etmesinden sonra gerçekleştiği, ileri sürülen mal varlığı
zararının Otluk ve Alibey köylerinde bulunan
taşınmazlara ilişkin oluşu kabulleri üzerinden bu iddiaya itibar etmeme yönünde
karar verildiği anlaşılmıştır (bkz. § 10). Bu durumda da başvurucunun anılan
iddiaları bakımından Derece Mahkemesi kararlarında açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
33. Öte yandan yaşanan
terör olayları nedeniyle ilgili yerde bulunan taşınmazlarını kullanmaktan
mahrum kaldığı, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği hususundakibaşvurucunun iddiasının yargılamanın sonucuna
dayandığı belirlenmiş (bkz. §18 ) ve bu bağlamda yargılama sürecine ilişkin
olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde somut yargılama faaliyetinin
adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit
edilmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir (Ülkü
Özgür, B. No: 2013/2263, 26/6/2014, § 43).
c. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ
Edilmediğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
reddedilmesi üzerine açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sürecinin temyiz
ve karar düzeltme aşamalarında Danıştay savcısının görüşünün kendisine tebliğ
edilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
35. Bakanlık başvurucunun bu şikâyetine karşılık görüşünde, söz
konusu şikâyetin adil yargılanma hakkı kapsamında "silahların eşitliği" ilkesi
bağlamında değerlendirilebileceğini belirterek bu ilke bağlamında genel
değerlendirmelere yer vermesinin ardından somut olayda Danıştay savcısının
temyiz aşamasında İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve esasa uygun olduğu ve
temyiz talebinin reddedilmesi yönünde görüş hazırladığını, görüşün yargılamaya
ilişkin yeni bir husus içermediğini, ayrıca başvurucunun Danıştay savcısının
görüşü kendisine tebliğ edilseydi hangi ilave tezlerde bulunacağına dair bir
açıklamada bulunmadığını ifade etmiş; ilaveten Anayasa Mahkemesinin aynı konuda
daha önce vermiş olduğu kararlarına atıfta bulunmuştur.
36. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında Danıştay
savcısının görüşü kendisine tebliğ edilmeden bu görüşe karşı sunabileceği
itiraz ve delillerinin sonuca etkili olup olmayacağının bilinemeyeceğini ileri
sürmüştür.
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), dosyaya ilişkin
bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama
ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Meral/Türkiye,
B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara
tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı
verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
38. Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 2575
sayılı Kanun’un 61. maddesi ile Danıştay savcılarının kendilerine havale olan
dosyaları başsavcı adına inceleyeceği, düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak
verecekleri düzenlemiş ancak bu maddede 6352 sayılı Kanun'un 47. maddesiyle
değişiklik yapılmış, yapılan yeni düzenleme sonrasında ise Danıştay savcılarına
yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen
davalarda düşünce sunma yükümlülüğü getirilmiştir.
39. Bunun yanında 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı
Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda
ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki
yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların tebliğden itibaren
on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.
40. 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise Danıştay dava
daireleri ve idari veya vergi dava daireleri genel kurullarının temyiz üzerine
verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri
kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen
on beş gün içinde esas kararı vermiş olan daire, kurul veya bölge idare
mahkemesinden kararın düzeltilmesinin istenebileceği belirtilmektedir.
41. Başvuru konusu olayda, temyiz yargılaması sırasında dava
dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir.
Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi
kararının onanmasına ilişkin Danıştay Onbeşinci
Dairesi ilamından öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar
düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54.
maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar
dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce
vermemiştir.
42. Bu durumda başvurucu, temyiz talebi hakkında verilen
Danıştay savcısının düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın
kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye
yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Onbeşinci
Dairesine sunma imkânına sahip olmuştur.
43. Diğer taraftan başvurucu eğer temyiz incelemesi sırasında
savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi
ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada
bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz incelemesi sırasında savcı
düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu
etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç
olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediği
anlaşılmaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle çelişmeli yargılama hakkına yönelik
açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim
taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
46. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
47. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
48. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu
tarafından 25/9/2006 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233
sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde
7/1/2010 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 10/5/2010
tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun temyiz talebinin
Danıştay Onbeşinci Dairesinin 6/3/2012 tarihli ilamı
ile reddinin ardından karar düzeltme isteminin de 13/12/2012 tarihli ilam ile
reddedilmesi sonucunda tamamlandığı, somut başvuruya bir bütün olarak
bakıldığında toplamda geçen 6 yıl 2 aylık sürede uyuşmazlığın karara bağlanması
konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek
bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından yargılama süresinin makul
olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Danıştay savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.