TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ASİLER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3578)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 27/5/2015-29368
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa ASİLER
|
Vekili
|
:
|
Av. Lale İNCESU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hisseli arazisi
üzerinden iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine açtığı
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10
yılda tamamlanması, bu süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması
ile taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 29/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
2/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı’nın
1/12/2014 tarihli görüş yazısı 9/12/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal
süresi içinde 18/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun Ankara ili,
Mamak ilçesi, Çiğiltepe, 38043 ada, 6 parselde yer alan ve 285/342 hissesi (285
m²) bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil hattı
geçirilmiştir.
8. Başvurucu 14/8/2003
tarihinde TEİAŞ Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Davalı TEİAŞ cevap
dilekçesinde zamanaşımı defi ile kendisine husumet yöneltilemeyeceğini ileri
sürmüştür.
9. Mahkeme, 23/12/2004 tarih ve
E.2003/712, K.2004/583 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul ederek %75 değer
azalışı üzerinden hissesi oranında tazminat bedelinin başvurucuya ödenmesine
karar vermiştir.
10. Mahkemenin kararı temyiz
edilmiş, temyiz incelemesi yapan Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 5/7/2010 tarih ve
E.2006/3173, K.2010/13165 sayılı kararı ve 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı
Kanuna eklenen geçici 6. maddeye göre önce uzlaşma yönteminin denenmesi
gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
11. Karar düzeltme talebini
inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 18/1/2011 tarih ve E.2010/17011,
K.2011/473 sayılı kararıyla uzlaşmanın sağlanamayacağının anlaşıldığı, taşınmazın
yüzölçümü, geometrik durumu ve enerji nakil hattı güzergâhı dikkate alınarak
tamamının bedeli üzerinden başvurucunun hissesi oranında tazminata hükmedilmesi
ve başvurucunun taşınmazdaki payının iptal edilerek idare adına tescili
gerekirken %75 değer azalışının kabul edilmesinin ve taşınmazın tamamının idare
adına tescilinin yerinde olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını
bozmuştur.
12. Mahkeme davayı tekrar ele
almış, kendilerine husumet yöneltilen davalı Enerjisa
BEDAŞ cevap dilekçesinde özelleştirme sonrası dağıtım tesislerinin TEDAŞ’ta
kaldığını iddia ederek husumetin kendisine yöneltilemeyeceğini ifade etmiştir.
Kendisine husumet yöneltilen davalı TEDAŞ ise, 6100 sayılı Kanun’un 124.
maddesine göre bozma kararı sonrası taraf değişikliğinin kabul edilemeyeceğini,
davanın süresinde açılmadığını ve davanın esastan incelenmesi halinde
taşınmazın yalnız küçük bir bölümünde irtifak hakkı kurulması gerektiğini
belirtmiştir.
13. Mahkeme, bozma kararına
uyarak 3/10/2012 tarih ve E.2011/362, K.2012/444 sayılı kararı ile bilirkişi
raporu doğrultusunda TEDAŞ’ı sorumlu tutarak arsa vasıflı taşınmaza
kamulaştırmasız el atılması nedeniyle 85.500,00 TL tazminat bedelinin 14/8/2003
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine ve
taşınmazın başvurucuya ait olan payının iptal edilerek TEDAŞ adına tesciline
karar vermiştir.
14. Temyiz taleplerini inceleyen
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 28/3/2013 tarih ve E.2013/1961, K.2013/5762 sayılı
kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
15. Karar, başvurucu vekiline
30/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme talebinde bulunulmaması
üzerine 16/5/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
16. Başvurucu 29/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
17. 4/11/1983 tarih ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave
edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un 21.
maddesiyle değişmeden önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında
fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis
edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya
tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın
fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat
talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
…
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde,
uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya
davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik
tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el
konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat
ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların
hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”
18. 13/2/2011 tarih ve 6111
sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki
kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki
kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında
verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası
uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay
ayrılır.”
19. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa
Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararı ile
iptalinden sonra 24/05/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanunla değişik geçici 6.
maddesinin 1., 8. ve 13. fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında
fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis
edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya
tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın
fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel
talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine
göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün
uygulanması dava şartıdır.
…
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca
ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine
dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet
alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve
il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri
toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının
en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen
alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde,
ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten
ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile
alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı
Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı
gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları
da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
…
4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe
kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış
olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca
tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından
kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine
hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri
de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak
paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu
alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan
taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri
uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında
açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”
20. 10/12/2003 tarih ve 5018
sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş
borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar,
bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak,
malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna
kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir.
Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.
Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri
karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre
ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi
gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara,
tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme
cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet
hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”
21. 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6
sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın
önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde
taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan
taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma
tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava
tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”
22. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 25/2/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/5/2013 tarih ve 2013/3578
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, 285/342 hissesi
bulunan taşınmaz üzerinden 1977 yılında Anayasa’nın 46. maddesine aykırı
biçimde kamulaştırma yapılmaksızın ve kendisine haber verilmeksizin el atılarak
iki ayrı enerji nakil hattı geçirildiğini, 2003 yılında açtığı kamulaştırmasız
el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 10 yılda
tamamlandığını, bu süre zarfında taşınmazını kullanamadığını, taşınmazından
yararlanamadığını ve taşınmazı satamadığını, bu sebeplerle mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 100.000,00 TL maddi ve
100.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Başvurucunun şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru
hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Mülkiyet Hakkı
26. Başvurucu, 285/342 hissesi
bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında Anayasa’nın 46. maddesine aykırı
biçimde kamulaştırma yapılmaksızın ve kendisine haber verilmeksizin hukuksuz
olarak el atılarak iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi ile dava sürecinde
taşınmazını kullanamaması, taşınmazından yararlanamaması ve taşınmazı
satamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
27. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında başvurucu
lehine verilen kararın kesinleşmesiyle zararın karşılandığı, bu durumun
başvurucunun mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi
sırasında göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
28. Başvurucu, Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanında, zararının tazminat faiziyle karşılanamayacağını, zira
Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan gerçek değerin peşin ödenmesi hükmünün
ihlal edildiğini, kendisine haber dahi verilmeden ve kamulaştırma yapılmadan
taşınmazına el atıldığını, tazminatın ise uzun süren dava sonunda kendisine
ödendiğini belirterek iddialarını yinelemiştir.
29. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
30. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
31. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi
şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği
hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan
taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya
yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli
nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu
hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit
olarak ödenir.
…
32. Sözleşmeye Ek (1) No.lu
Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
33. Anayasanın 35. maddesi ve
(1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. İki düzenlemenin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta,
ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla
sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun bırakılabileceğini
hüküm altına almaktadır(B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
29).
34. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve
hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel
kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve
kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, başvurunun değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35.
maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde bulundurulması
gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
35. Anayasa’nın 35. maddesinde
bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye
başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak
koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma
ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu
yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 46. maddesine
göre özel mülkiyetteki bir taşınmaz kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması
halinde gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek
şartıyla kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı
kurularak kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir. (Bkz. E.1988/34,
K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012 ve E.2004/25,
K.2008/42, K.T. 17/1/2008)
36. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz
hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi,
kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvencelerin tamamı demokratik
toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve
özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik
toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla
sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla
olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).
37. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla
yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi
mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve
uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM,
yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak
istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş
ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla
yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir
koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
38. Hak ve özgürlüklerin ve
bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu
haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini
sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla
beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin
uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve
genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
39. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini
ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
40. Kamulaştırma yapmaya yetkili
olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması
halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri
tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kanuna aykırı şekilde, özel
mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz
olarak yapılan el koyma işlemi “kamulaştırmasız
el atma” olarak tanımlanmaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 55).
41. Kamulaştırmasız el atma,
kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir
yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı
verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit
ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini
istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya
yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu
idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma
kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla
ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir.
Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz.
AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).
42. Kamulaştırmasız el atma,
idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme
imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan
taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı
sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve
bireylere “kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el
atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları,
herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı
dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği
ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir
deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun, idare tarafından
isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve
idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol
açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı
sağlayan böyle bir uygulama, kişilerin öngörülemez ve keyfi durumlarla
karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki
güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın
alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için
bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye,
11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).
43. Anayasa’nın 35. ve 46.
maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına son veren müdahalelerin yasal
olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir.
Anayasa’nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan
kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir.
Yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz
konusu iken, dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet
hakkına son veren bir uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir
kamulaştırma ile aynı hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi
kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama,
taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riskini
taşımaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 58).
44. Başvuru konusu olayda idare
başvurucunun 285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı
enerji nakil hattı geçirmek suretiyle, yani meşru kamu yararı amacıyla
başvurucunun hisseli taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atmış ve Mahkemenin
tespitiyle el atma sonrası taşınmazda %100 değer düşüklüğü meydana gelmiştir.
Bu durumda Anayasanın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı biçimde 2942 sayılı
Kanunda belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan
taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir.
45. Sonuç olarak başvurucunun
285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil
hattı geçirmek suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el atmanın Anayasa’nın 13.,
35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usule uymayan bir
müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini
ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.
46. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
47. Başvurucu, 2003 yılında
açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının iki dereceli
yargılama sonucunda 2013 yılında kesinleştiğini ve 10 yıllık yargılama
sürecinin makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
48. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
49. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
50. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan bir kamulaştırmasız el atma
nedeniyle tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49).
51. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 4/8/2003 tarihidir.
52. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi
hakkında verilen Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin E.2013/1961, K.2013/5762 sayılı
karar tarihi olan 28/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
53. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucuya ait hisseli
taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle tazminat talebi olduğu,
4/8/2003 tarihinde açılan davada Mahkemenin 23/12/2004 tarihinde karar verdiği,
ancak bu kararın temyiz incelemesi neticesinde 28/6/2010 tarihinde bozulduğu,
bozma kararını takiben Mahkemenin verdiği 3/10/2012 tarihli kararın ise temyiz
incelemesi neticesinde 28/3/2013 tarihinde onandığı ve karar düzeltmeye
gidilmemesi neticesinde kararın kesinleştiği, iki dereceli yargılama sürecinde
davanın yaklaşık on yılda tamamlandığı anlaşılmaktadır.
54. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 22).
55. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir
karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık on
yıllık yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
57. Başvurucu, 285/342 hissesi
bulunan taşınmaz üzerinden 1977 yılında kamulaştırma yapılmaksızın iki ayrı
enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine 2003 yılında açtığı kamulaştırmasız el
atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10 yılda tamamlanması, bu
süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması ile taşınmazına hukuksuz
olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek 100.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
58. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, makul süre şikâyeti yönünden Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına
ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı,
mülkiyet hakkı yönünden ise kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
davasında başvurucu lehine verilen kararın kesinleşmesiyle zararın
karşılandığı, bu durumun başvurucunun mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulması gerektiği, bir ihlal
tespit edilmesi halinde ise hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin
yerinde olacağı bildirilmiştir.
59. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
60. Başvurucunun 285/342 hissesi
bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında kamulaştırma yapılmaksızın iki ayrı
enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle Anayasa ve 2942 sayılı Kanun’da
öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki müdahalenin mülkiyet hakkının
kanunilik ilkesini ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.
61. Bunun yanında bahsedilen
müdahale kapsamında, enerji nakil hattı tesis ederek elektrik iletimini
sağlamak şeklinde ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el
atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek
sağlanmaktadır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi
sağladığı gibi, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek
belli bir hukuki güvence de sağlamaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 67).
62. Başvurucu, dava süresince
taşınmazı kullanamadığı ve satamadığı için maddi zararının doğduğunu iddia
etmektedir. Başvurucu taşınmazı ne şekilde kullanacağını ve gelir elde
edeceğini açıklamamaktadır. Başvurucu dava sürecinde başvuruya konu taşınmazı
tarım amaçlı kullanmak ve gelir elde etmek için bir faaliyette bulunduğunu ve
bunun engellendiğini ortaya koymamaktadır. Bahsedilen taşınmazı arsa vasfıyla
kullanarak gelir elde etmekten kastın ne olduğu da ortaya konmamıştır. Bu
iddiadan kasıt, bina yaparak kiralamak veya satmak ise, üzerinden enerji nakil
hattı geçen ve Mahkemece değer düşüklüğü %100 olarak belirlenen bir taşınmazda
bunun mümkün olmadığı da açıktır. Bunun yanında başvurucunun açtığı davanın
amacı da kanunilik ilkesine aykırı olarak el atılan taşınmazın bedelinin
kendisine ödenmesi talepli olup, taşınmaz hissesinin idare adına tescili
karşılığında bu bedel kendisine ödenmiştir. Başvurucunun iddia ettiği gibi
başvuru konusu taşınmaz 2942 sayılı Kanuna göre kamulaştırılmış olsa da dava
sürecinde taşınmazın arsa vasfıyla kullanılarak gelir elde edilmesi veya
satılması şartlarında başvurucu lehine nasıl bir değişiklik olacağı ortaya
konamamıştır.
63. Nitekim AİHM,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle yapılan başvurularda maddi tazminat
taleplerini mahkeme tarafından ödemenin etkin olarak yapıldığı tarihe kadar
geçen süre içindeki paranın uğradığı değer kaybını telafi edebilecek nitelikte
olup olmadığı sorunu ile sınırlandırmakta ve yapılan ödemenin değer kaybı
telafi edilmişse ayrıca bir zarara daha uğramadıkları sonucuna ulaşarak maddi
tazminat taleplerini reddetmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05,
27/5/2010, § 65).
64. Başvurucu taşınmazın değeri
konusunda Mahkemenin verdiği karardan şikâyet etmemektedir. Bu durumda
başvurucuya el atılan arsa vasıflı hisseli taşınmazda bulunan 285/342 hissesine
karşılık 2942 sayılı Kanun’da öngörülen bedel tespiti prensiplerine uygun
olarak dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli dava tarihinden
itibaren işleyen faiziyle ödenerek ulaşılmak istenen kamu yararıyla
başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında makul bir orantının
kurulduğu, dolayısıyla başvurucunun kendisinin de şikâyetçi olmadığı
taşınmazının satış değerini faiziyle birlikte Mahkeme kararıyla tahsil ettiği
ve kanuni olmayan el atma hakkında ihlal kararı verildiği göz önünde
bulundurulduğunda başvurucuya ayrıca maddi tazminat ödenmesine gerek
bulunmadığı yönünde karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on yıllık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 8.300,00 TL, başvurucunun
taşınmaz hissesine Anayasa ve 2942 sayılı Kanunda öngörülen kamulaştırma
usulüne uyulmadan üzerinden enerji nakil hattı geçirilerek kanunilik ilkesine
aykırı olarak el atılması ve hakkını elde etmek için dava açmak zorunda
bırakılması sonucu ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında ise 5.000,00 TL olmak üzere, başvurucuya takdiren
net 13.300,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına
alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 13.300,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
25/2/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.