TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN BAYRAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3803)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 27/5/2015-29368
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Osman BAYRAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Altan BALANTEKİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede
sonuçlanmadığını ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen
dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 35.,
36. ve 38. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi veya maddi
ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 31/3/2014 tarihli görüş yazısı
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu süresi içinde, Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı beyanlarını sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
kapsamında, 19/7/2002 tarihinde başvurucunun idaresindeki araca el konulmuş ve
başvurucunun ifadesi alınmıştır.
8. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, “kaçakçılık ve resmi belgede
sahtecilik” suçlarından yapılan soruşturma sonunda, 30/12/2002
tarihinde, “kaçakçılık ve resmi belgede
sahtecilik” suçlarına ilişkin soruşturma dosyalarının ayrılmasına
karar verilmiştir.
9. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002 tarih ve E.2002/50658 sayılı iddianamesi
ile “kaçakçılık” suçunu
işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
10. Başvurucu dışındaki üç şüpheli hakkında, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002 tarih ve E.2002/94437 sayılı iddianamesi
ile “resmi belgede
sahtecilik” suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 7. Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
11. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, “kaçakçılık” suçundan yaptığı yargılama
sonunda, 11/10/2006 tarih ve E.2003/62, K.2006/834 sayılı kararıyla suçun
işlendiği hususunda kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından başvurucunun beraatine ve suç konusu aracın ruhsat sahibine iadesine
karar vermiştir.
12. Katılanın temyizi üzerine karar, Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin 22/12/2008 tarih ve E.2008/7468, K.2008/22223 sayılı ilâmı ile
sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan açılan başka bir dava bulunup
bulunmadığının araştırılması, “resmi belgede sahtecilik” suçundan açılan davanın
sonuçlanıp sonuçlanmadığının tespiti ve gerekirse birleştirme kararı verilerek
hüküm kurulması gerektiği belirtilerek bozulmuştur.
13. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi “resmi belgede sahtecilik” suçundan yaptığı yargılama
sonunda, 26/5/2009 tarih ve E.2009/74, K.2009/177 sayılı kararı ile sanıklardan
A.B.’nin çalışmak için 1996-2000 yılları arasında
Kırgızistan’da bulunduğu ve dönüş yapacağı sırada gümrük işlemleriyle uğraşan
sanıklar M.K. ve B.K.’nın, sanık A.B. ile temasa
geçerek permi hakkı olduğunu belirtmek suretiyle suça konu aracı yurda sokmaya
karar verdikleri ve belgeleri sahte olarak hazırlamak suretiyle aracın
gümrükten geçişini sağladıkları, daha sonra aracı üçüncü kişilere sattıkları,
sanık A.B.’nin yurtdışından araç almadığı halde almış
gibi belge düzenleyerek gümrük işlemlerinin yapıldığı, her üç sanığın işbirliği
içinde sahte belgeler düzenledikleri, bu şekilde suçlarının sübuta erdiği
gerekçesiyle “resmi belgede sahtecilik”
suçundan ayrı ayrı 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve 22/6/2009 tarihinde
hüküm kesinleşmiştir.
14. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin 22/12/2008 tarihli bozma ilâmına uyarak yaptığı yargılama sonunda,
16/6/2009 tarih ve E.2009/566, K.2009/665 sayılı karar ile başvurucu hakkında “kaçakçılık” suçundan açılan kamu
davasının, 10/7/2003 tarih ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu’nun 31. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle 1/3/1926 tarih ve 765
sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin birinci fıkrasının (4)
numaralı bendi ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
223. maddesinin (8) numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine,
Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre
suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile
ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 21/3/2007 tarih ve 5607
sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları delaletiyle 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 54.
maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir.
15. Başvurucunun müsadere kararı yönünden temyizi üzerine
hüküm, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarih ve E.2011/12045, K.2013/2898
sayılı ilâmıyla onanmıştır.
16. Karar, 17/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin birinci
fıkrasının (4) numaralı bendi; 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (8)
numaralı fıkrası, 4926 sayılı mülga Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası.
19. 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun eşya ve
kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.
…
(2) Etkin pişmanlık nedeniyle fail hakkında cezaya
hükmolunmaması veya kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç konusu
eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez.”
20. 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası.
“(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması,
taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 7/6/2013 tarih ve 2013/3803 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak
ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının,
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini,
müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini,
yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, masumiyet karinesi ile
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun,
“kaçakçılık” suçunu işlediği
iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince
16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiğini, hakkında
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın
müsaderesine hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın 35., 36. ve 38.
maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar.
Başvurucunun, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen düşme kararına yönelik
bireysel başvuruda bulunmadığı, adına trafik siciline kayıtlı aracın
müsaderesine karar verilmesinin Anayasa’nın 35., 36. ve 38. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü dikkate alındığında, ihlal
iddialarının tamamı mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir. Başvurucunun, makul sürede yargılama yapılmadığına yönelik
şikâyeti ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucunun, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında, Ankara 1. Asliye
Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı
verilmesine ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava
konusu aracın müsaderesine hükmedilmesinin, Anayasa’nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkını ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan
yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için
başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
25. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti de
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak da kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konulduğunu,
Başsavcılıkça, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının,
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini,
müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini
belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun müsadere edilen
aracının kaçak olduğunun Mahkeme kararlarıyla sabit olduğu, anılan aracın,
başvurucu ile bir başka özel kişi arasında düzenlenen araç alım-satımına
ilişkin sözleşmesel bir ilişkiye dayalı olarak
başvurucu tarafından satın alındığı, başvuru konusu araca ilişkin düzenlenen
sahte belgeler hususunda başvurucunun iyi niyetli olduğu kabul edilse dahi
başvurucu açısından ayıplı mal satın alınmasının söz konusu olabileceği, bu
itibarla somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına üçüncü kişilerin kusuruna
dayalı bir müdahalenin söz konusu olduğu, bu müdahalede Devletin pozitif
yükümlülüğünün varlığı ileri sürülse bile bu müdahaleye karşı etkin yargısal
yolların bulunduğu, zarara uğradığını iddia eden başvurucunun zararının tazmini
için aracı satın aldığı kişiye karşı el koyma işleminden sonra Borçlar Hukuku
kapsamında dava açmasının mümkün olduğu, ancak başvurucunun herhangi bir dava
açmadığı, bu nedenle başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda
bulunulduğu belirtilmiştir.
28. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, Bakanlık
görüşüne katılmadığını, hakkında mahkûmiyet hükmü verilmeden aracın müsadere
edildiğini ve müsaderesine karar verilen aracın bedelinin de ödenmediğini,
zarara sebebiyet veren kişinin aracı satan kişi değil kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararı olmadan sahtecilik ve kaçakçılık iddiasıyla aracı müsadere
eden yargılama makamları olduğunu, mülkiyet hakkının ihlaline müsadere
kararının neden olduğunu bildirmiştir.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından,
ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
30. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna
ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
31. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
32. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
33. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
34. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
35. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir.
36. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi
üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten
barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın
ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı
düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde
düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu
amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını
kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç,
B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).
37. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci
fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet
hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.
38. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali
iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak
bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
39. Bu doğrultuda, öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına
dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35.
maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan
menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde
tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T.
10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).
40. 13/10/1984 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 20. maddesi şöyledir:
“Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu
ile ilgili esaslar şunlardır:
a) Araç sahipleri,
1. Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların
satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için;
bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi
için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün
belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel
kişilerine başvurmak,
…
zorundadırlar.
b) Araçların giriş işlemlerini yapan gümrük idareleri bu
durumu 15 gün içinde araç sahiplerinin beyan ettikleri tescil kuruluşuna
bildirmekle yükümlüdürler.
c) Tescil belgesi, aracın başkasına satış veya devrine,
hurdaya çıkarılmasına veya araçta, yönetmelikte belirtilen niteliklerin
değişmesine kadar geçerli sayılır.
d ) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve
devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi,
gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu
bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri
kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi
adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak
noterler tarafından yapılır.
Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler
geçersizdir.
Satış ve devir işlemi, siciline işlenmek üzere üç işgünü
içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilir. Bu
bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılır.
Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu
hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona erer, yeni malikin
vergi mükellefiyeti başlar.
Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler tarafından
yeni malik adına bir ay süreyle geçerli tescile ilişkin geçici belge
düzenlenir.
…
Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık
süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün
uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil
belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilir. Tescil
belgesinin bir ay içerisinde teslim edilememesi halinde yeni malike sorumluluk
yüklenemez.
…”
41. Taşınır eşyada mülkiyetin devri için borçlandırıcı
işlemin yapılmasından sonra zilyetliğin naklinin (tasarruf işlemi)
gerçekleştirilmesi gerekir. Bu tasarruf işlemi doğrudan doğruya eşyanın veya
aracın teslimi yahut eşyanın alıcının fiili hâkimiyetine girmesi ile
gerçekleşir.
42. Taşınır eşya olan motorlu araçların devri, taşıdıkları
önem ve risk nedeniyle hukuk düzeni tarafından diğer taşınır eşyanın tabi
olduğu mülkiyetin devir şeklinden farklı olarak daha sıkı şekil şartlarına tabi
tutulmuştur.
43. 2918 sayılı Kanun’un 20. maddesinin birinci fıkrasının
(d) bendine göre, “Tescil edilmiş araçların
her çeşit satış ve devirleri .... araç sahibi adına
düzenlenmiş tescil belgesi… esas alınarak noterlerce yapılır...”
44. Trafik sicili, Devlet eliyle resen tutulan, motorlu
araçların teknik ve fiziki özellikleri ile üzerlerinde yer alan başta mülkiyet
hakkı olmak üzere hakları ve kısıtlamaları gösteren resmi bir kayıt sistemidir.
45. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 7.
maddesi şöyledir:
“Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların
doğruluğuna kanıt oluşturur.
Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda
başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı
değildir.”
46. Trafik sicili, 4721 sayılı Kanun’un 7. maddesinde
belirtilen resmi sicillerden sayılırken, bu sicile dayanarak oluşturulan araç
tescil belgeleri de (ruhsatname) aynı madde gereği resmi senetlerden
sayılırlar. Dolayısıyla belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt
oluştururlar. Trafik sicili, içerdiği hususların doğruluğuna ilişkin karine
teşkil eder.
47. Trafik siciline tescilli araçlarda noterde yapılan satış
veya devir işleminin sonrasında aracın zilyetliği alıcıya devredildiğinde
mülkiyeti de geçmiş olacaktır.
48. 2918 sayılı Kanun’un 20. maddesine göre, henüz tescili
yapılmamış motorlu araçların mülkiyet devirlerinin ise genel olarak taşınır
mülkiyetinin devrine ilişkin esaslardan ayrılmadığı söylenebilir. Diğer bir
deyişle, mülkiyeti devretmeyi amaçlayan sözleşmenin yapılmasından sonra
mülkiyeti devir amacıyla zilyetliğin naklinin gerçekleşmesi ile motorlu aracın
mülkiyeti alıcıya geçmiş olacaktır. Alıcı, aracın trafik siciline tescilinden
önce, usulüne uygun olarak yapılan sözleşmeyi takiben araç üzerindeki
zilyetliğin kendisine devredilmesi ile malik olmuştur. Bu yönüyle trafik
sicilindeki tescil kurucu değil, açıklayıcı niteliktedir.
49. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibariyle 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmamakla birlikte, trafik siciline tescilli araç mülkiyetinin Anayasa'nın 35.
maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın
varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun,
Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30-31).
50. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı,
kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden
yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (B. No: 2013/1012, 16/4/2013, §
17).
51. Başvuru konusu olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde başvurucunun idaresindeki
araca el konularak, başvurucu ile diğer beş şüpheli hakkında “kaçakçılık” suçundan, üç şüpheli hakkında
ise “resmi belgede
sahtecilik” suçundan kamu davası açılmıştır.
52. Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Müfettişi tarafından
düzenlenen 17/5/2002 tarihli teftiş raporu üzerine Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında, 19/7/2002 tarihinde
başvurucunun idaresindeki araca el konulmuştur.
53. El konulan aracın, 14/1/2000 tarihinde Kırgızistan’dan
Türkiye’ye getirildiği, gümrük işlemlerinin tamamlanarak 17/1/2000 tarihinde
Ankara Naklihane ve Bedelsiz İthalat Gümrük Müdürlüğü
tarafından, bedelsiz ithalat izni verilerek Ankara Trafik Şube Müdürlüğüne
trafik kayıt ve tescil işlemlerinin A.B. adına yapılması için yazı yazıldığı
anlaşılmıştır. Aynı araca yönelik olarak 7/2/2000 tarihinde, A.B. ile başvurucu
arasında Altındağ 8. Noterinde “Kat’i Satış
Senedi” düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.’den satın almıştır. Başvurucu bu belgeye dayalı
olarak, 8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne başvurmuş,
aracın trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına motorlu araç trafik tescil
belgesi düzenlenmiştir. Bu şekilde aracın trafik siciline ilk tescilinin
yapıldığı ve ilk tescilinin başvurucu adına gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.
54. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve
diğer beş şüpheli hakkında düzenlenen 30/12/2002 tarihli iddianamede, gümrük
vergilerinden muafiyet ve istisna tanınacak hallere ilişkin mevzuat hükümlerine
göre Türk vatandaşları tarafından yurda getirilecek araçların 21/11/1997
tarihinden önce satın alınmış olması gerektiği, yapılan araştırmada el konulan
aracın Kırgızistan’dan A.B. tarafından 25/11/1999 tarihinde satın alındığı,
ithalat sırasında gümrük idaresine verilen belgelerde otomobilin satın alınma
tarihinin 11/8/1997 olarak gösterildiği ve belgelerde sahtecilik yapıldığı, bu
şekilde şüphelilerin teşekkül halinde kaçakçılık suçunu işledikleri iddiasıyla
cezalandırılmaları talep edilmiştir.
55. Yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, el
konulan araca yönelik olarak, başvurucu dışındaki üç şüpheli hakkında, Ankara
7. Ağır Ceza Mahkemesinde “resmi belgede sahtecilik” suçunu işledikleri
iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
56. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama
sonunda, 26/5/2009 tarihinde sanıkların “resmi belgede sahtecilik” suçundan 1 yıl 11 ay 10
gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş ve karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.
57. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, “kaçakçılık” suçunu işledikleri iddiasıyla
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama
sonunda, 16/6/2009 tarihli karar ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkında “kaçakçılık” suçundan açılan kamu
davasının, 4926 sayılı mülga Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası
delaletiyle 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4)
numaralı bendi ile 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası
gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin
26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle
yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak
olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası
uyarınca müsaderesine karar verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013
tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır.
58. Somut olayda, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009
tarihli kararı ile el konulan aracın Türkiye’ye getirilmesi ve tescil
edilmesinin “resmi
belgede sahtecilik” suçunun işlenmesi suretiyle oluştuğu
kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında yargılama yapan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince
de Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen ilâmı ve gerekçesi dikkate
alınarak, el konulan aracın “kaçak eşya”
olduğu kabul edilmiş, ancak suç tarihinden itibaren 765 sayılı mülga Kanun’da
belirtilen zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine ve “kaçak eşya” niteliğindeki aracın
müsaderesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Ceza Dairesince
düşme ve müsadere kararı yönünden hüküm onanmıştır.
59. 7/2/2000 tarihinde A.B. ile başvurucu arasında Altındağ
8. Noterinde “Kat’i Satış Senedi”
düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.’den
satın almıştır. Yukarıda açıklandığı üzere (bkz. § 48) başvurucu, aracın satış
işleminin ve naklinin gerçekleşmesi ile mülkiyet hakkını kazanmıştır. Kaldı ki
başvurucu bu belgeye dayalı olarak, 8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil
Şube Müdürlüğüne başvurmuş, aracın trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına
motorlu araç trafik tescil belgesi düzenlenmiştir. Dolayısıyla Ankara 1. Asliye
Ceza Mahkemesince müsadere edilen araç üzerinde, başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamında mülkiyet hakkının bulunduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.
60. Mutlak değil sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir.
Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta,
ikinci ve üçüncü fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri
gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvencelerin Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
61. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa’nın
13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde
belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
62. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale
bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen
müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özünü
zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik
toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir.
i. Müdahalenin
Mevcudiyeti Hakkında
63. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konulduğunu,
Başsavcılıkça, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının,
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini,
müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini
belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. 7/2/2000 tarihinde A.B. ile başvurucu arasında Altındağ
8. Noterinde “Kat’i Satış Senedi”
düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.’den
satın almıştır. Başvurucu, aracın satış işleminin ve naklinin gerçekleşmesi ile
mülkiyet hakkını kazanmıştır. Kaldı ki başvurucu bu belgeye dayalı olarak,
8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne başvurmuş, aracın
trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına motorlu araç trafik tescil belgesi
düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında
mülkiyet hakkı bulunduğu aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince müsadere
edilmesi, mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde kabul edilebilir.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması
Hakkında
65. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 35.
maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla, sınırlamanın Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş
olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına
uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Kanunlar Tarafından
Öngörülme
66. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, 16/6/2009 tarihli kararı
ile başvurucu hakkında “kaçakçılık”
suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7.
Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu
aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat
şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun’un 54.
maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir.
67. 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre, anılan Kanun’da tanımlanan suçlarla ilgili olarak 5237 sayılı
Kanun’un eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır. Aynı maddenin
(2) numaralı fıkrasına göre, kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece
suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel
teşkil etmez. 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre
de üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç
oluşturan eşya müsadere edilir.
68. Yukarıda belirtildiği üzere Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca el konulan aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince “kaçak eşya” olduğu kabul edilerek
müsaderesine karar verildiği, anılan kararın, 5607 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun’un 54.
maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre verildiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun mülkiyet hakkında yapılan müdahalenin “kanunlar tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı
sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
69. 5607 sayılı Kanun’a göre kaçakçılık; ülkeye ithali ya da
ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir
eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek ve bu eşyayı ülke
içinde satmak veya satın almaktır.
70. Başvuru konusu olayda, başvurucu adına trafik siciline
tescilli aracın Mahkemece “kaçak eşya”
niteliğine olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesi ile ithali yasak olan eşyanın
ülkeye girişine engel olunması ve kaçakçılığın önlenmesi amaçlanmıştır.
Dolayısıyla bu yönden, başvurucuya ait aracın müsadere edilmesinin meşru bir
amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
3. Demokratik Bir Toplumda
Gerekli Olma ve Ölçülülük
71. Son olarak başvurucuya ait aracın Mahkeme kararıyla
müsadere edilmesi ile “mülkiyet hakkına”
yapılan müdahale arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği
değerlendirilmelidir.
72. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik toplumu,
“Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en
geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar,
demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel
hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla
demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak
yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T.
24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Başka bir deyişle yapılan sınırlama hak ve
özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede
güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak
sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum
düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM,
E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
73. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile
ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın,
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek,
amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih
edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
74. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli,
gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
75. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, başvurucuya ait aracın “kaçak eşya” niteliğinde kabul edilerek
müsadere edilmesi şeklindeki müdahalenin, mülkiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik bir toplumda gerekli”
ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olup olmadığıdır.
76. Bu çerçevede mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin,
izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını belirleyebilmek için olayın
bütünlüğüne bakılarak bu özgürlüğün özüne zarar verilip verilmediğinin
değerlendirilmesi gerekir. Mülkiyet hakkının özüne zarar verecek ve makul
olmayan müdahale, ölçüsüz ve orantısız bir müdahale olarak kabul edilebilir. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi temel olarak,
maddede düzenlenen hakların kullanılması sırasında kamu makamlarının keyfi
müdahalelerine karşı korunmayı amaçlamaktadır.
77. Başvuru konusu olayda başvurucu, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki
araca el konulduğunu, Başsavcılıkça, “kaçakçılık”
suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının,
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini,
müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini
belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
78. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, “kaçakçılık” suçunu işledikleri iddiasıyla
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama
sonunda, 16/6/2009 tarihli karar ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkında “kaçakçılık” suçundan açılan kamu
davasının, 4926 sayılı mülga Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası
delaletiyle 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4)
numaralı bendi ile 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası
gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin
26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle
yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak
olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası
uyarınca müsaderesine karar verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013
tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır.
79. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli kararı
ile el konulan aracın Türkiye’ye getirilmesi ve tescil edilmesinin “resmi belgede sahtecilik”
suçunun işlenmesi suretiyle oluştuğu kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında
yargılama yapan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince de Ankara 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin kesinleşen ilâmı ve gerekçesi dikkate alınarak, el konulan aracın “kaçak eşya” olduğu kabul edilmiş, ancak
suç tarihinden itibaren 765 sayılı mülga Kanun’da belirtilen zamanaşımı
sürelerinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine ve “kaçak eşya” niteliğindeki aracın
müsaderesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Ceza Dairesince
düşme ve müsadere kararı yönünden hüküm onanmıştır.
80. Somut olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca el
konulan aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince “kaçak eşya” olduğu kabul edilerek müsaderesine karar
verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı
ve mülkiyet hakkının özüne müdahale niteliğinde olup olmadığı
değerlendirilmiştir. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararında belirtildiği
üzere başvurucuya ait aracın “kaçak eşya”
niteliğinde olduğu, sahte belgelerle ülkeye getirildiği, nitekim Ankara 7. Ağır
Ceza Mahkemesince suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği
gerekçesiyle “resmi
belgede sahtecilik” suçundan mahkûmiyet kararı verildiği
anlaşılmıştır.
81. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve
serbestleşmesi, toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke
ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki
artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması
ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek
için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi,
bu gibi fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması amacıyla uluslararası
anlaşmalar da yapılmaktadır. Bu nedenlerle kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin
artırılması amacıyla “kaçak eşya”nın
müsadere edilmesinin, kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir.
82. Dolayısıyla Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen
kararıyla “resmi
belgede sahtecilik” yapılarak ülkeye getirilen aracın “kaçak eşya” niteliğinde olduğu
gerekçesiyle müsadere edilmesi, kamu yararı amacına uygun olup, başvurucuyu
kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya
yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
83. Öte yandan başvurucu, müsadere kararı verilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun, müsadere
edilen aracı 7/2/2000 tarihinde A.B.’den Noterde
düzenlenen “Kat’i Satış Senedi”
ile satın aldığı, aracın satış tarihinden önceki belgelerinde sahtecilik
yapılması nedeniyle kaçak olduğunun ortaya çıktığı, bu durumun satıcının
sözleşmeye dayalı sorumluluğunu gündeme getirebileceği anlaşılmıştır.
Başvurucunun, müsadere edilen aracın “kaçak
eşya” olduğunu öğrenmesi üzerine aracı satın aldığı A.B. aleyhine,
aralarındaki satış sözleşmesine dayalı olarak tazminat davası açabileceği gibi,
“kaçak eşya” niteliğindeki aracın
bu şekilde ülkeye getirilmesinde ilgili idarenin kusuru olduğu kanaatinde ise
bu konuda ilgili idare aleyhine tazminat veya tam yargı davası açması da
mümkündür. Bu nedenle “kaçak eşya”
olarak nitelenen aracın müsadere edilmesinin, başvurucuyu aşırı ve telafi
edilemez bir yük altına sokmadığı kabul edilmiştir.
84. Sonuç olarak, başvurucuya ait “kaçak eşya” niteliğindeki aracın müsadere edilmesi,
başvurucunun mülkiyet hakkının özüne yönelik orantısız ve makul olmayan bir
müdahale olarak değerlendirilemez.
85. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, başvurucuya ait
aracın “kaçak eşya” olarak
nitelendirilerek müsadere edilmesi, mülkiyet hakkına yönelik orantısız bir
müdahale olmadığı ve bu bağlamda demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı iddiası
86. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak
ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça, 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu
davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
87. Adalet Bakanlığı, makul sürede yargılanma hakkının ihlali
iddialarına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
88. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
89. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
90. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625,
9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “kaçakçılık” suçunu işlediği iddiasıyla
soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 7/1/1932 tarih
ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun’un 25. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 33. maddesinin üçüncü fıkrasında hapis ve adli para cezasını
gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç
isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
91. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun
idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığını 19/7/2002 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararını onadığı 4/2/2013
tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
92. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
19/7/2002 tarihinde, idaresindeki araca el konularak ifadesi alınan başvurucu
ile diğer beş şüpheli hakkında, “kaçakçılık”
suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002
tarihli iddianamesi ile kamu davası açıldığı belirlenmiştir. Yargılamaya
başlayan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince, başvurucunun savunmasının
alındığı, Ankara Gümrükler Başmüdürlüğüne yazı yazılarak, el konulan aracın
muafiyet hükümleri kapsamında ithalinin mümkün olup olmadığı hususunda bilgi
istendiği, el konulan araç üzerinde bilirkişi refakatiyle keşif yapıldığı, uzun
süre, muafiyet hükümlerinden yararlanarak ithal edilen söz konusu araç
hakkındaki kayıtların tespiti amacıyla Kırgızistan adli makamlarına yazılan
talimat cevabının beklendiği, sonuç alınamaması üzerine 11/10/2006 tarihli
karar ile suçun işlendiği hususunda kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından
başvurucunun beraatine ve suça konu aracın ruhsat
sahibine iadesine karar verildiği tespit edilmiştir. Katılanın temyizi üzerine
hükmün, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 22/12/2008 tarihli ilâmı ile bozulduğu,
bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkemece, 16/6/2009 tarihli karar ile
başvurucu hakkında “kaçakçılık”
suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine, suça konu aracın
müsaderesine karar verildiği, başvurucunun temyizi üzerine kararın, Yargıtay 7.
Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarihli ilâmı ile onandığı anlaşılmıştır.
93. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§
24-40).
94. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken
özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da
söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on
yıl altı ay on beş günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
95. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
96. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle aracı satın
almak için ödediği 33.000 DM ve yaptığı masraflar karşılığı 30.000,00 TL maddi,
makul sürede yargılama yapılmadığı için 10.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
97. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
98. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on yıl
altı ay on beş günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
99. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, mülkiyet hakkının ihlali
iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet
hakkının ihlal edilmediğine karar verildiği dikkate alındığında başvurucunun
maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
100. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA, Celal Mümtaz AKINCI’nın karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa’nın
35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
Celal Mümtaz AKINCI’nın karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
3. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
4. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuya
net 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin
diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,
C. Başvurucu
tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,
D. Ödemelerin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,
25/2/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvurucu,
“kaçakçılık” suçu işlediği iddiası ile yargılandığı davanın makul sürede
sonuçlanmadığı ve hakkında kesinleşmiş mahkumiyet
hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini
belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucunun
satın aldığı, yurt dışından getirilen otomobile kaçak olduğundan bahisle el
konulmuş ve uzun bir yargılama sürecinden sonra “kaçakçılık” suçundan açılan
davanın zamanaşımından düşürülmesine, aracın da müsaderesine karar verilmiştir.
Dosya
incelendiğinde suça konu aracın yurtdışından başvurucu tarafından
getirilmediği, yurtdışından mevzuata aykırı olarak getirilen aracın mevzuata
aykırı olarak getirildiğini bilmeyen iyiniyetli üçüncü şahıs durumunda olan
başvurucu tarafından noter satış senedi ile satın alındığı ve bu aracı
kullanmakta iken araca el konulup dava açıldığı görülmektedir.
Suça
konu aracın yurt dışından usulsüz olarak ithal edilmesi ve mevzuata aykırı
olarak yurt dışından getirilen aracın trafiğe tescili esnasında gerekli dikkat
ve özeni göstermeyen idari birimlerin eylem ve işlemi başvurucunun
mağduriyetine neden olmuştur.
Başvurucunun
mülkiyet hakkının ihlali yönünden, aracın ithali esnasında kusurlu davranan
kamu gücü aleyhine başvuru yollarını tüketmeden mahkememize başvurmuş olması
nedeniyle başvurusunun, başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğu görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmadım.