TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DÖNDÜ DEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/4193)
Karar Tarihi: 14/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör Yrd.
Gökçe GÜLTEKİN
Başvurucu
Döndü DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Tasfiye Halinde Türkiye Emlak Bankası A.Ş. (Banka) aleyhine yürütülen ilamlı icra takibinin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/6/2013 tarihinde Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü26/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 11/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 18/5/1993 tarihinde Bankanın Aksaray Şubesi döviz hesabına yatırdığı 25.052,53 Hollanda Florini'nin (NLG), İ.A. adına düzenlenen sahte vekâletnameyle çekilmesi nedeniyle 10/2/1994 tarihinde Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde Emlakbank Genel Müdürlüğü (Banka) ve noter Y.D. aleyhine tazminat davası açmıştır.
9. Mahkemenin 31/1/2003 tarihli ve E.1994/130, K.2003/48 sayılı kararıyla; Y.D. aleyhine açılan davanın sübut bulmaması nedeniyle reddine, Banka aleyhine açılan davanın ise kabulüne; 25.052,53 NLG’nin dava tarihinden itibaren devlet bankalarının dava tarihi itibariyle 3 aylık vadeli döviz (NLG) tevdiat hesabına uyguladıkları en yüksek faiz oranı üzerinden hesaplanacak faiz ile birlikte Bankadan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/12/2004 tarihli ve E.2004/3177, K.2004/12534 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
11. Banka iktisadi devlet teşekkülü statüsünde iken 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile T.C. Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 223 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi kamu iktisadi teşebbüsleri kapsamından çıkartılarak özel hukuk hükümlerine tabi anonim şirket statüsüne geçirilmiştir.
12. Bankanın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi; 4603 sayılı Kanun’a 20/6/2001 tarihli ve 4684 sayılı Kanun’la eklenen geçici 3. madde uyarıncasona erdirilmiş, Bankanın tasfiye hâline girmesi hüküm altına alınmıştır.
13. Banka aleyhine yapılacak takipler yönünden ise mevzuatta tekrar düzenleme yapılmıştır. Bu çerçevede,4603 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesine, 30/1/2002 tarihli ve 4743 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle; 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının; banka aleyhine yapılacak takipler yönünden Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketi hakkında da uygulanacağı hükmü eklenmiştir. 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Kanun'un 28. maddesiyle ise; bu madde uyarınca yapılan devir sonucunda oluşan menfi farktan doğan Hazine alacağının9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 206. maddesi kapsamında imtiyazlı bir alacak olduğu, söz konusu Hazine alacağının29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 446. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmayacağı 4603 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesine eklenmiştir.
14. Başvurucu 8/3/2005 tarihinde Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün E.2005/82 sayılı dosyasında Banka aleyhine ilamlı icra takibi başlatmıştır.
15. Takip borçlusu Banka, 4389 sayılı Kanun’un (2) numaralı fıkrası uyarınca izni kaldırılan Banka aleyhine yapılmakta olan icra iflas takiplerinin duracağını; ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz veya kesin haciz uygulanamayacağını, başvurucunun alacağını tasfiye işi ile görevli kuruldan talep etmesi gerektiğini belirterek takibin iptali talebinde bulunmuştur. Aksaray İcra Mahkemesinin 11/2/2005 tarihli ve E.2005/23, K.2005/18 sayılı kararıylatakibin iptaline karar verilmiştir.
16. 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılmış 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu yürürlüğe girmiştir.
17. Banka Tasfiye Kurulunun 18/7/2007 tarihli kararıyla başvurucunun alacağı düzenlenen sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilmiştir.
18. Başvurucu, tekrar aynı ilama dayanarak 17/1/2011 tarihinde Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün E.2011/189 sayılı dosyasında 74.276 TL tutarında icra takibi başlatmış; takip borçlusu Banka, 4389 sayılı Bankalar Kanunu sonrasında yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Banka aleyhine takip yapılamayacağını belirterek takibin iptali talebinde bulunmuştur.
19. Aksaray İcra Hukuk Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli ve E.2011/61, K.2011/154 sayılı kararıyla Banka hakkında yeni icra ve iflas takibi yapılamayacağına dair yasal mevzuat gerekçe gösterilerek takibin iptaline karar verilmiştir.
20. Temyiz üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/15692, K.2012/1669 sayılı ilamıyla karar onanmıştır.
21. Karar, başvurucuya 2/3/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 5/11/2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuş, AİHM’in 25/1/2013 tarihli yazısıyla AİHM İçtüzüğü’nün 47. maddesinde öngörülen bütün bilgilerin iletilmemesi nedeniyle başvurucu adına herhangi bir dava dosyası açılmadığı bildirilmiştir.
23. Başvurucu, AİHM kararını 10/6/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.
24. Başvurucu 12/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Bankanın Anayasa Mahkemesine sunduğu 10/12/2015 tarihli yazıda; Bankanın alacak ve ödemelerinin 2004 sayılı Kanun çerçevesinde yapıldığı, ilgili Kanun'un 206. maddesine göre imtiyazlı alacak statüsünde üçüncü sırada bulunan Hazineye olan borcun tamamen ödenmediği, bu nedenle dördüncü sırada bulunan alacaklara herhangi bir ödemenin yapılmadığı, Mahkeme ilamına dayanan ve sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilen otuz adet alacağın bulunduğu, tasfiyeye yönelik faaliyetin devam ettiği, başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceğine ilişkin tarih belirtilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
26. 4603 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"1. Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir.
2. Bankalar, anonim şirket statüsündedirler. Bu Kanunda yer alan hükümler dışında 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabidirler.
…
5. 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 399 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname,2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve 237 sayılı Taşıt Kanunu ile bunların ek ve değişikliklerine ilişkin hükümler ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 13 üncü maddesi ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 195 sayılı Basın İlân Kurumu Teşkiline Dair Kanun ve 631 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Malî ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname bankalar hakkında uygulanmaz.”
27. 4603 sayılı Kanun’a 4684 sayılı Kanun’la eklenen geçici 3. maddenin ilgili kısımları şöyledir:
"Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin yeniden yapılandırma çalışmaları süresinde, Bankanın her türlü bankacılık hizmetleri ile bankacılık iş veya işlemlerinden ve bankalara olan yükümlülüklerden doğan taahhütleri ve bankacılıkla ilgili sabit kıymetler dahil kanuni takibe intikal etmiş alacaklar, memur maaşına ve TÜFE’ye endeksli yuva kredileri ile 2001/2202 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 1 inci maddesi ile devri öngörülen Türkiye Emlak Bankası A.Ş.’nin varlıkları hariç tüm aktifleri bankaların yönetim kurullarının kendi aralarında düzenleyecekleri protokol doğrultusunda, protokole konu bütün hak, alacak ve borçlar, alacaklıların rızası veya sair herhangi bir işleme gerek kalmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketine veya Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine devredilir. Söz konusu işlemlere ilişkin olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun uygun görüşü alınır.
Bu madde hükmü uyarınca yapılan Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin devir işlemleri nedeniyle doğan menfi farka ilişkin hesaplar muhasebe kayıtları bakımından Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketinin Hazineye borçlu olmasını sağlayacak şekilde izlenir. (Ek cümle: 21/4/2005-5335/28 md.) Bu madde uyarınca yapılan devir sonucu oluşan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesi kapsamında imtiyazlı bir alacak niteliğindedir. Bu madde uyarınca yapılan devir sonucu oluşan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 446 ncı maddesinin ikinci fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmaz.
...
Devir işlemlerinin tamamlanmasını takiben Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona ererek tasfiye haline girer. Bankanın tasfiyesi banka genel kurulunca belirlenecek üç kişiden oluşan Tasfiye Kurulunca genel hükümlere göre yürütülür."
28. 4603 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesinin 4743 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle eklenen sekizinci fıkrası şöyledir:
“4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (5) numaralı fıkrasının (c) bendi hükümleri bankanın taraf olduğu davalar yönünden (tesis edilen teminatlar iade olunur); 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri banka aleyhine yapılacak takipler yönünden ve 16 ncı maddenin (9) numaralı fıkrası hükümleri Bankanın alacak ve borçları yönünden Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketi hakkında da uygulanır.”
29. 4389 sayılı mülga Kanun’un “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu” kenar başlıklı15. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
Bankalardaki tasarruf mevduatı kamu tüzelkişiliğini haiz Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edilir. Fon, 14 üncü madde hükümlerine göre hisseleri ve/veya yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri ve bu Kanun ile kendisine verilen diğer işleri de yapmakla görevli ve yetkilidir.
30. 4389 sayılı mülga Kanun’un “Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçları” kenar başlıklı16. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin
kaldırılması halinde yönetim ve denetimi Fona intikal eder.
İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul Kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren banka hakkındaki ihtiyati tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur.”
31. 5411 sayılı Kanun’un “Mülga kanunlara yapılan atıflar” kenar başlıklı 169. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunlarda mülga 3182 sayılı Bankalar Kanunu ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununa yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır.”
32. 5411 sayılı Kanun’un “Faaliyet izninin kaldırılması” kenar başlıklı 106. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren, banka hakkındaki ihtiyatî tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur ve yeni icra ve iflas takibi yapılamaz. Banka hakkında Fon haricinde üçüncü kişiler tarafından açılmış tüm dava, icra ve iflas takipleri mahkeme, icra ve iflas dairesi tarafından derhal Fona bildirilir.”
33. 233 sayılı KHK'nın "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İktisadi devlet teşekkülü "Teşekkül"; sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür."
34. 233 sayılı KHK'ya ekli tablonun 4603 sayılı Kanun'dan önceki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:
A – İKTİSADİ DEVLET TEŞEKÜLLERİ (İDT)
İlgili Bakanlık: BAŞBAKANLIK
Teşekkül
Müesseseler
Bağlı Ortaklıklar
Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş.
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası
Sümer Holding A.Ş.
Et ve Balık Ürünleri A.Ş.
Erzincan Gıda Maddeleri ve Sanayii veTicaret A.Ş.
(ERSAN)
Yem Sanayii T.A.Ş.
Orman Ürünleri Sanayii A.Ş.
(ORÜS)
Türkiye Emlak Bankası A.Ş. (KONUTBANK)
Emlak Konut A.Ş.
35. 2004 sayılı Kanun'un "Adi ve rehinli alacakların sırası " kenar başlıklı 206. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Teminatlı olup da rehinle karşılanmamış olan veya teminatsız bulunan alacaklar masa mallarının satış tutarından, aşağıdaki sıra ile verilmek üzere kaydolunur:
Birinci sıra:
A) İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dahil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,
B) İşverenlerin, işçiler için yardım sandıkları veya sair yardım teşkilatı kurulması veya bunların yaşatılması maksadıyla meydana gelmiş ve tüzel kişilik kazanmış bulunan tesislere veya derneklere olan borçları,
C) İflâsın açılmasından önceki son bir yıl içinde tahakkuk etmiş olan ve nakden ifası gereken aile hukukundan doğan her türlü nafaka alacakları.
İkinci sıra:
Velâyet ve vesayet nedeniyle malları borçlunun idaresine bırakılan kimselerin bu ilişki nedeniyle doğmuş olan tüm alacakları;
Ancak bu alacaklar, iflâs, vesayet veya velâyetin devam ettiği müddet yahut bunların bitmesini takip eden yıl içinde açılırsa imtiyazlı alacak olarak kabul olunur. Bir davanın veya takibin devam ettiği müddet hesaba katılmaz.
Üçüncü sıra:
Özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar.
Dördüncü sıra:
İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar"
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu, ilama dayanan alacağını 1994 yılından bu yana tahsil edemediğini, Bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (Fon) devredilmemesine karşın, 4603 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3. maddeyle Fon'a devredilen Bankaları ilgilendiren Kanun hükmüne atıf yapıldığını, bu nedenle Banka aleyhine icra takibinde bulunamadığını, ilgili Kanun maddesi sonucunda hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini, davalı Bankanın alacağını sıra cetveline kaydettiğini ve sırası geldiğinde ödeme yapacağını beyan ettiğini belirterek eşitlik ve hukuk devleti ilkelerinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının mülkiyet ve adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür. Bununla birlikte başvurucu her ne kadar alacağını 1994 yılından itibaren tahsil edemediğini ileri sürmüşse de Mahkeme kararının 20/12/2004 tarihinde onanarak kesinleştiği anlaşıldığından incelemenin bu tarih esas alınarak yapılması gerektiği tespit edilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Başvurucu, ilama dayanan alacağını uzun yıllardır tahsil edemediğini (bkz. §§ 7-25) belirterek mülkiyet ve adil yargılanmahaklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüş yazısında Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek bireysel başvuru konusu yapılan kararın 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği hususunun kabul edilebilirlik incelemesinde dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
41. Bakanlığın görüşüne karşı başvurucu, AİHM'e yaptığı başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
42. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
43. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 22). Genel kural bu olmakla birlikte Kanun hükmünün dar yorumlanması suretiyletemel hak ve özgürlüklere ilişkin süreklilik arz eden ihlal iddialarının bireysel başvuru incelemesi dışında bırakılması, Anayasa'nın ruhuyla bağdaşmaz (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Papamichalopoulos/Yunanistan, B. No: 14556/89, 24/6/1993, § 46; Agrotexim ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 14807/89, 24/10/1995 § 58; Loizidou/Türiye, 15318/89, 18/12/1996, §§ 41, 42).
44. Somut başvuru açısından, başvurucunun ilk olarak 8/3/2005 tarihinde ilamlı icra takibi başlattığı, düzenlenen sıra cetveline kaydedilen alacağın hâlen ödenmediğinden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Maddi hukuk hükümlerine göre zamanaşımı süresi doluncaya kadar alacak talep edilebilir olduğundan, yargı kararının icra edilmediği yönündeki şikâyetlerin, 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşen mahkeme kararına dayanması, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisizliği sonucunu doğurmamaktadır (bkz. § 25).
45. Başvurucunun ilama dayanan alacağının Mahkemenin karar tarihinden günümüze kadar geçen sürede ödenmediği iddiası dikkate alındığında, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu; ilama dayanan alacağını tahsil edemediğini, Bankanın Fon'a devredilmemesine karşın 4603 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3. maddeyle Fon'a devredilen Bankaları ilgilendiren Kanun hükmüne atıf yapıldığını, bu nedenle Banka aleyhine icra takibinde bulunamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun ihlal iddialarının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi ile Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı çerçevesindedeğerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. İhlal iddialarına konu olduğu ileri sürülen işlem ve eylemlerin kamu gücü tarafından gerçekleştirilmediği, özel hukuk tüzel kişisi statüsünde bulunan Banka tarafından gerçekleştirildiği, başvurucunun ihlal iddialarının devletin pozitif yükümlülüğünden kaynaklanmadığı belirtilmiştir.
49. Bakanlığın görüşüne karşı başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetini tekrarlamıştır.
50. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
51. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
52. Mutlak değil, sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta, ikinci ve üçüncü fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvencelerin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
53. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın; Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma, kanunlar tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
54. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.
i. Mülkün Varlığı
55. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
56. Bu kapsamda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (İsmet Sarıcı, B. No: 2012/1304, 25/2/2015, § 53).
57. Bir mahkeme hükmünden doğan alacak, icra edilebilir olduğunun kanıtlanması durumunda mal ve mülk olarak kabul edilebilir. Başvuruya konu olayda başvurucunun mahkeme ilamına dayanan icra edilebilir nitelikte bir “alacak hakkının” doğduğu ve bunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır (İsmet Sarıcı, §§ 54, 55).
ii. Müdahalenin Mevcudiyeti ve Türü
58. Somut olayda önceliklemüdahalenin kamu gücü kullanan organlar tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti gerekir.
59. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında başvurunun konusu; kamu gücünün işlemleri, eylemleri ya da ihmalleridir. "Kamu gücü" nü kullanan organlar ise başta devlet tüzel kişiliği içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı organları ve bu organlara tabi olan merciler ile yerinden yönetim kuruluşlarıdır. Bireysel başvuru kamu gücü kullanan organların icrai ya da ihmali bir eylemine ya da işlemine karşı yapılabilir (Ali Kemal Renklioğlu, B. No: 2012/171, 12/2/2013, §§ 15,16).
60. Somut olayda kamu bankası olan Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin, 4603 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması, hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamının özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesi öngörülmüş; 233 sayılıKHK'ya göre iktisadi devlet teşekkülü statüsünde bulunan banka bu statüden çıkarılarak 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabi anonim şirket statüsüne geçirilmiştir. Aynı madde ile çalışma konuları ve amaçları, merkezleri, sermaye miktarları, hisseleri, genel kurulları, yönetim ve denetim organları, hesapları ve kârlarının dağıtımı ile faaliyetlerine, devir, birleşme, fesih ve tasfiyelerine ilişkin diğer esasların ana sözleşmelerinde gösterileceği belirtildikten sonra, 233 ve 399 sayılı KHK'lar, 3346, 2886, 6245 ve 237 sayılı Kanunlar ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 13. maddesinin ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun anonim şirket kuruluşuna ait 277. maddesinin bu bankalar hakkında uygulanmayacağı öngörülmüştür.
61. 4603 sayılı Kanun’un 2. maddesinde bankaların etkin, verimli ve özerk bir şekilde çalışmalarının sağlanması amacıyla yeniden yapılandırılmalarına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na bırakılmış; yeniden yapılandırma işlemlerinin tamamlanmasını müteakiben hisse satış işlemlerinin 4046 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde sonuçlandırılacağı, yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin 4603 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden itibaren üç yıl içinde tamamlanacağı, Bakanlar Kurulu’nun bu süreyi bir defaya mahsus olmak üzere yarısı kadar uzatabileceği belirtilmiştir.
62. Daha sonra ise 4603 sayılı Kanun’a 4684 sayılı Kanun’la eklenen geçici 3. madde ile Bankanın yeniden yapılandırma çalışmaları süresinde, her türlü bankacılık hizmetleri ile bankacılık iş veya işlemlerinden ve bankalara olan yükümlülüklerinden doğan taahhütlerinin, bankacılıkla ilgili sabit kıymetler dâhil kanuni takibe intikal etmiş alacaklarının, 2001/2202 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 1. maddesi ile devri öngörülen varlıkları hariç tüm aktiflerinin bankaların yönetim kurullarının kendi aralarında düzenleyecekleri protokol doğrultusunda protokole konu bütün hak, alacak ve borçların, alacaklıların rızası veya sair herhangi bir işleme gerek kalmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketine veya Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine devredileceği, söz konusu işlemlere ilişkin olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun uygun görüşünün alınacağı hüküm altına alınmıştır. Devir işlemlerinin tamamlanmasını takiben Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona ererek tasfiye hâline gireceği Bankanın tasfiyesinin banka genel kurulunca belirlenecek üç kişiden oluşan Tasfiye Kurulunca genel hükümlere göre yürütüleceği düzenlenmiştir.
63. Bankanın bir kısım varlıkları ile borçlarının devir süreci devam ederken ise5335 sayılı Kanun'un 28. maddesiyle 4603 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesine; bu madde uyarınca yapılan devir sonucu oluşan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağının 2004 sayılı Kanun'un 206. maddesi kapsamında imtiyazlı alacak niteliğinde olduğu kuralı eklenmiştir.
64. Belirtilen tespitlerle birlikte başvurucunun alacağını, Banka aleyhine takip talebinde bulunamayacağına ilişkin kanuni düzenleme sonucunda tahsil edemediği de dikkate alındığında (bkz. §§ 26-33) Bankanın geçen süreçte kurumsal açıdan ve işleyiş açısından devletten tamamen bağımsız olmadığının ve ihlal iddiasına konu müdahale nedeniyle devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Young, James and Webster/Birleşik Krallık, B. No: 7806/77, 13/8/1981, § 49; Sokur/Ukrayna, B. No: 29439/02, 26/4/2005, § 18; Solovyeva/Ukrayna, B. No: 32547/03, 13/10/2005,§ 20).
65. Dava tarihinde iktisadi devlet teşekkülü olan tasfiye sürecinin yürütülmesinde devletten tamamen bağımsız olmadığı anlaşılan Banka nezdindeki mevduatın, izinsiz olarak çekilmesi üzerine açılan dava sonucunda başvurucu lehine hükmedilen alacağın veya tazminatın ödenmemesi, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul edilmelidir (İsmet Sarıcı, § 54).
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
66. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlar yerine getirilmediği müddetçe Anayasa’nın 35. maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen (bkz. § 50) koşullara uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Müdahalenin Kanuniliği ve Meşru Amacı
67. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Bekir Yazıcı, B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 61).
68. Başvuru konusu olayda; iktisadi devlet teşekkülü olan Emlak Bankası 4603 sayılı Kanun uyarınca anonim şirkete dönüştürülmüştür. Kanun'un 1. maddesinde bu düzenlemenin amacının Emlak Bankası ile diğer bankaların çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışması, özelleştirmeye hazırlanması, hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesi amacıyla yeniden yapılandırılması olduğu belirtilmiştir.
69. Daha sonra ise kanun koyucu; Bankanın yeniden yapılandırılması vetasfiye edilmesi yönünde düzenleme yaparak 4603 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3. madde ile gerçekleştirilecek yeniden yapılandırma çalışmaları çerçevesinde, Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin bankacılık hizmetleri ile bankacılık işlemlerinden doğan taahhütleri ile sabit kıymetleri dahil tüm aktiflerinin Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine devredilmesi hususları düzenlenmiştir. Bu çerçevede 4743 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle; devir işlemlerinden doğan menfi farka ilişkin hesapların muhasebe kayıtları bakımından Tasfiye Halinde Emlak Bankasının Hazine'ye borçlu olmasını sağlayacak şekilde izleneceği, ayrıca bir banka hakkında ihtiyatî tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatının duracağını ve Banka aleyhine yeni icra ve iflas takibi yürütülemeyeceğini düzenleyen kuralın, Emlak Bankası hakkında da uygulanacağı hüküm altına alınmış. Sonraki tarihli 5335 sayılı Kanun'un28. maddesiyle ise bu maddeye göre yapılan devir sonucunda oluşan Hazine alacağının 2004 sayılı Kanun uyarınca imtiyazlı alacak olduğu kuralı geçici 3. maddeye eklenmiştir.
70. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesinde yargılama devam ederkenBankanın anonim şirket statüsüne geçirildiği, daha sonra ise tasfiye edilmesinin hüküm altına alındığı,Mahkemece lehine hükmedilen tazminatın tahsili amacıyla başvurucunun ilamlı icra yoluna başvurduğu, Aksaray İcra Hukuk Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli kararıyla Banka hakkında yeni icra ve iflas takibi yapılamayacağına dair yasal mevzuat gerekçe gösterilerek takibin iptaline karar verildiği tespit edilmiştir.
71. Başvurucu, Mahkeme kararına gerekçe gösterilen kanun maddesi nedeniyle alacağını ilamlı icra yoluyla tahsil edemediğini ileri sürmüştür.
72. Başvurucu her ne kadar Banka aleyhine takip yürütemediğine ilişkin kural nedeniyle alacağına kavuşamadığını ileri sürmekte ise de yapılan incelemede, esasen Bankanın özelleştirme ve tasfiye süreciyle ilgili getirilen düzenlemelerin ihlal iddiasına konu müdahaleye bir bütün olarak etkisinin olduğu anlaşılmıştır.
73. Özelleştirme uygulamalarından kaynaklanan ve sosyal devlet ilkesiyle yakından ilgisi olan ekonomik ve mali politikalarda devlet tarafından üstlenilen sorumluluğun gereklerinin sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla devletin sosyal ve ekonomik politikalara ilişkin takdir yetkisi geniş olup bu yöndeki düzenlemelerin kamu yararı amacı taşıdığı ve açıkça keyfi olmadıkça kanunilik şartını sağlayacağı kabul edilmelidir (Korkut Bahadır, B. No: 2014/4025, 11/12/2014). Somut olaya bir bütün olarak bakıldığında Banka aleyhine yeni icra ve iflas takibi yürütülemeyeceğini belirten kuralın da Bankanın tasfiye sürecinin yönetilmesi amacını taşıması nedeniyle bu kapsamda bir düzenleme olduğuanlaşılmıştır.
74. Belirtilen tespitler ışığında başvuruya konu müdahalenin dayanağı olan kanuni düzenlemenin hukukilik ve meşru amaçşartını sağlamış olduğu sonucuna varılmaktadır.
Ölçülülük
75. Son olarak başvurucu lehine hükmedilen tazminatın tahsili amacıyla Banka aleyhine yürütülen ilamlı icra takibinin sonuçsuz kalması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalede, kamu yararı ile bireysel yarar arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.
76. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Osman Bayrak, B. No: 2013/3803, 25/2/2015, § 74). Bu çerçevede, mülkiyet hakkına yönelik müdahale sonucunda ortaya çıkan yeni durumun ve bozulan yararlar dengesinin, bireye kişisel ve aşırı bir yük yüklememesi gerekir (Korkut Bahadır, § 43).
77. Somut olayda Emlak Bankası mudisi olan başvurucunun, parasını Banka hesabına yatırdığı tarihten İlk Derece Mahkemesinde dava açtığı tarihe kadar geçen sürede (bkz. § 8); Bankanın 233 sayılı KHK kapsamında sermayesinin tamamı devlete ait olan iktisadi devlet teşekkülü statüsündeki bir kamu bankası olduğu, sonradan yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun çerçevesinde Emlak Bankasının özelleştirilmesini sağlamak amacıyla özel hukuk hükümlerine tabi anonim şirket statüsüne geçirildiği, daha sonra ise Bankanın tasfiyesine karar verildiği görülmektedir.
78. Mahkeme kararıyla sahte vekaletnameye dayanılarak çekildiği tespit edilen başvurucuya ait mevduatın Banka nezdinde bulunmakta iken sigorta fonu kapsamında olduğu, tasfiye süreci ile birlikte Bankaya ait bir takım hak ve alacaklar ile Bankada bulunan mevduatların diğer kamu bankalarına devredilmesinin hüküm altına alındığı, mevduat hesabındaki paranın izinsiz olarak çekilmesi nedeniyle başvurucunun bu imkândan yararlanamadığı tespit edilmiştir.
79. Öncelikle belirtilmelidir ki niteliği itibarıyla saklama sözleşmesi olan tasarruf mevduatı sözleşmesinde Banka,mudinin kendisine bıraktığı parayı güvenli bir yerde koruma altına almayı üstlenmektedir. Somut olayda başvurucunun güven prensibine dayanan mevduat sözleşmesi ilişkisini kurduğu dönemde, Bankanın kamu bankası olması incelemede önem arz etmektedir.
80. Somut olayda, Bankanın tasfiyesine karar verilmesinin ardından, bankacılık yapma izni kaldırılan bir banka hakkında ihtiyati tedbir dâhil her türlü icra ve iflas takibatının duracağını ve Banka hakkında yeni icra ve iflas takibi yapılamayacağını düzenleyen kuralın, Emlak Bankası hakkında da uygulanacağının hüküm altına alınmasıyla, başvurucunun genel hükümler çerçevesinde alacağını tahsil etmesinin engellendiği açıktır. Tasfiye sürecinin yönetilmesini sağlamak maksadıyla bu yönde bir önlemin gerekliliği kabul edilebilse de Banka tarafından başvurucunun alacağına kavuşması hususunda bir öngörülebilirliğin sağlanması gerekmektedir.
81. Bu duruma ek olarak Kanun koyucu tarafından Emlak Bankasının tasfiye sürecinin başlatılması üzerine Banka tasfiye kurulu kurulmasının ve Bankaya ait varlıkların belirlenen bankalara devri sonucunda ortaya çıkan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağının, 2004 sayılı Kanun'un 206. maddesine göre imtiyazlı alacak kabul edilmesinin hüküm altına alındığı anlaşılmıştır. Anılan düzenleme ile Bankanın Hazine'ye olan borcunun bir an önce tahsil edilmesinin ve kamu menfaatlerinin korunmasının amaçlandığı kabul edilebilse de sıra cetvelinde ön sıraya kaydedilen ve Hazine alacağı olarak hesaplanan meblağ ödenmeden dördüncü sırada bulunan alacakların ödenmesi hukuken imkânsız hâle gelmektedir.
82. Nitekim Banka tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 10/12/2015 tarihli yazıda; Bankanın 6/7/2001 tarihli ve 4684 sayılı Kanun uyarınca tasfiye hâlinde olduğu, başvurucunun alacağının bu kapsamda düzenlenen sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedildiği, üçüncü sırada bulunan Hazine alacaklarının ödenmesine devam edildiği, bu nedenle dördüncü sırada bulunan alacaklara herhangi bir ödemenin yapılmadığı, Mahkeme ilamına dayanan ve sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilen otuz adet alacağın bulunduğu,tasfiyeye yönelik faaliyetin devam ettiği, başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceği hususunda tarih belirtilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir.
83. Banka Tasfiye Kurulunun yapısı ve görevlerinin incelenmesinde ise; 4684 sayılı Kanun'a göre Kurulun üç kişiden oluştuğu, iflas idaresinin görev ve yetkilerine sahip olduğu, iflas masasının aktifindeki paralarla, iflas idaresi sıfatıyla tahsil ettiği paraları muhafaza ve nemalandırma yetkisinin olduğu anlaşılmıştır. Tasfiye Kurulunun iflas masasının aktiflerini yönetme yetkisi bulunmakta ise de Bankanın bir kısım hak ve alacaklarının diğer kamu bankalarına devrinin öngörüldüğü unutulmamalıdır. Bu kapsamda Tasfiye Kurulu nezdindeki aktiflerin Bankanın kalan borçlarını karşılamaya yetip yetmeyeceği hususunda da bir açıklık bulunmamaktadır.
84. Sözleşme'nin 6. maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (bkz. Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 30/11/2005, § 84). Aynı yükümlülük Anayasa’nın 35. ve 36. maddeleri bağlamında da geçerli olup, bir mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durum Anayasa'nın 35. maddesinin ilali anlamına gelir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 66). Bu ilkenin somut olayda, kamu gücünden tamamen bağımsız olmadığı tespit edilen Bankanın ödemekle yükümlü olduğu ilama bağlı alacağın icra edilmesini sağlamak bakımından da geçerli olduğu kabul edilmelidir.
85. Yapılan tespitler çerçevesinde somut olayda Mahkeme kararına konu tazminat davasının, kamu bankası ile kurulan mevduat ilişkisinden doğması ve Banka nezdindeki alacağın izinsiz olarak çekilmesine kadar geçen süreçte mevduat sigortası kapsamında olması önem arz etmektedir. Nitekim başvurucu parasının izinsiz olarak çekilmesi nedeniyle Bankanın tasfiye sürecinde mevduatlarının diğer bankalara aktarılması yönünde kanun koyucu tarafından öngörülen düzenlemeden yararlanamamıştır. Başvurucunun ilama dayanan alacağını tahsil etmek amacıyla başlattığı takip süreci ise Banka aleyhine takip yapılmasını engelleyen mevzuat uyarınca başarıya ulaşamamıştır. Öte yandan Bankanın tasfiye sürecinde Hazine alacağının imtiyazlı alacak kabul edilerek ön sıraya yazılması nedeniyle başvurucunun sıra cetvelinde dördüncü sırada bulunan alacağına ne zaman kavuşacağı konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Ayrıca Banka tarafından ödeme tarihine ilişkin başvurucuya bir tarih aralığı işaret edilmediği anlaşılmıştır. Bankanın tasfiye sürecinin yönetilmesinde kamu gücünün önemli bir etkisinin olduğu vesürecin on dört yıldan fazla bir süredir devam ettiği, düzenlenen sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilen Mahkeme ilamına dayalı alacağın hâlen ödenemediği, tasfiye masasındaki varlık miktarının Bankanın dördüncü sırada bulunan borçlarını ödemeye yetip yetmeyeceğinde belirsizlik bulunduğu gözlemlenmiştir.
86. Somut olaya bir bütün olarak bakıldığında tasfiye sürecine farklı tarihlerde yapılan düzenlemeler ile müdahale edildiği, buna karşın sürecin on dört yıldır devam ettiği dikkate alındığında tasfiye sürecinin gerek titizlikle yönetilemediği, ödemenin yerine getirilememesinde kamu kurumlarına atfedilebilir nitelikte kusurun bulunduğu, başvurucunun alacağına kavuşmasında öngörülebilirliğin sağlanamadığı, dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin sonuçlarının telafisi ve yararlar dengesinin korunması için başvurulan ödeme yöntemi ile uygulamasının, ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında olması gereken orantılılığı sağlayamadığı ve başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına sokan başvuruya konu müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Mustafa Demirtaş, B. No: 2013/2002, 30/12/2014, § 51).
87. Bu kapsamda bankacılığın gereklerini sağlamak maksadıyla kanun koyucu tarafından Banka hakkında getirilen düzenlemelerin, kamu yararı amacı taşıdığı kabul edilmekle birlikte on dört yıldır devam eden tasfiye sürecinde başvurucunun mahkeme ilamına dayanan alacağına ulaşmasında hâlen belirsizlik bulunması, Mahkemece verilen kararın sonuçlarını etkisiz bırakmıştır.
88. Açıklanan gerekçelerle Mahkemece hükmedilen tazminatın yapılan icra takibine rağmen on yıldan fazla bir süredir ödenmemiş olması nedeniyle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
89. Başvurucu, ilama dayanan alacağını uzun süredir tahsil edemediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
90. Bakanlık, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden görüş sunmamıştır.
91. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
92. Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
93. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren; bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Dolayısıyla Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Mustafa Demirtaş, § 51).
94. Bu çerçevede kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında olduğu kabul edilen mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceği ve yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin “dava”nın tamamlayıcı unsuru olduğu kabul edilmelidir (Mustafa Demirtaş, § 60).
95. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. Bir yargı yerine ulaşma hakkı; sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de korumaktadır (Arman Mazman, B. No:2013/1752, 26/6/2014, § 60).
96. Anayasa'nın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (Arman Mazman, § 61).
97. Aynı zamanda yargı kararlarının icrasında meydana gelen gecikmelerin ihlal boyutuna ulaşıp ulaşmadığının tespitinde gecikmenin süresi, borcun bir plana bağlanması ve bu plan çerçevesinde ödeme yapması, yani idarenin tutumu, borç miktarının öngörülüp öngörülemeyeceği, öngörülemez ise idarenin bütçe imkânlarıyla kıyaslanması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hâle getirecek özellikli bir konu olup olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama giderleriyle beraber ödenmesi, alacaklı ile yapılan bir uzlaşmanın olup olmaması, alacaklının ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemi gözönünde bulundurulmalıdır (Mustafa Demirtaş, § 71).
98. Somut olayda Emlak Bankasının tasfiye edilmesine ilişkin süreç incelendiğinde, kanun koyucunun farklı tarihlerde yaptığı düzenlemelerle bu sürece müdahalede bulunduğu, Banka aleyhine icra ve iflas takibi yürütülemeyeceğinin hüküm altına alındığı, anılan kural diğer düzenlemelerle birlikte değerlendirildiğinde yargı kararın genel hükümler çerçevesinde infaz edilmesinin imkansız hâle getirildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle belirtilen ilkelerin, davanın açıldığı tarihte sermayesinin tamamı devlete aitiktisadi devlet teşekkülü statüsünde bulunan ve tasfiye sürecinde kamu gücü kullanılan Banka hakkında verilen mahkeme kararının yerine getirilmesi sorumluluğu bakımından da geçerli olduğu kabul edilmelidir (bkz. §§ 26-35).
99. Başvuru konusu olayda başvurucu, Banka nezdindeki döviz hesabına yatırdığı 25.052,53 NLG'nin izinsiz olarak çekilmesi nedeniyle 10/2/1994 tarihinde Aksaray 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde Banka ve Y.D. aleyhine tazminat davası açmış, Mahkemenin 31/1/2003 tarihli kararıyla Y.D. aleyhine açılan davanın sübut bulmaması nedeniyle reddine, Banka aleyhine açılan davanın ise kabulüne; 25.052,53 NLG’nin dava tarihinden itibaren devlet bankalarının dava tarihi itibariyla üç aylık vadeli döviz (NLG) tevdiat hesabına uyguladıkları en yüksek faiz oranı üzerinden hesaplanacak faiz ile birlikte Bankadan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/12/2004 tarihliilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
100. Başvurucu, lehine hükmedilen tazminatın tahsili amacıyla Banka aleyhine8/3/2005 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmış, Bankanın takibin iptali talebinde bulunması üzerine Aksaray İcra Mahkemesinin 11/2/2005 tarihli kararıylatakibin iptaline karar verilmiş, Banka Tasfiye Kurulunun 18/7/2007 tarihli kararıyla başvurucunun alacağı düzenlenen sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilmiştir.
101. Başvurucu, tekrar aynı ilama dayanarak 17/1/2011 tarihinde Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün E.2011/189 sayılı dosyasında 74.276 TL tutarında icra takibi başlatmış, takip borçlusu Banka; 4389 sayılı Bankalar Kanunu sonrasında yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun hükümleri uyarınca aleyhine takip yapılamayacağını belirterek takibin iptali talebinde bulunmuştur. Aksaray İcra Hukuk Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli kararıyla Banka hakkında yeni icra ve iflas takibi yapılamayacağına dair yasal mevzuat gerekçe gösterilerek takibin iptaline karar verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 26/1/2012 tarihliilamıyla karar onanmıştır. Bankanın Anayasa Mahkemesine sunduğu 10/12/2015 tarihli yazıda, tasfiyeye yönelik faaliyetlere devam edildiği, başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceği hususunda tarih belirtilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir.
102. Bu durumda başvurucunun, Banka nezdindeki döviz hesabına yatırdığı paranın izinsiz olarak çekilmesi nedeniyle açtığı tazminat davasında, İlk Derece Mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren yaklaşık on bir yıl bir aylık sürenin geçtiği anlaşılmıştır.
103. Sonuç olarak yukarıda sayılan hususlar gözönünde bulundurulduğunda somut başvuruya konu davada tazminat ödenmesi yönünde kesinleşmiş yargı kararının üzerinden yaklaşık on bir yıl iki ay geçmiş olmasına rağmen ödenmesi gereken tazminat bedelinin hâlenödenmemesi nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.
104. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
105. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
106. Bireysel başvuru dosyasının incelenmesi sonucunda başvurucunun, Banka aleyhine açtığı tazminat davasının lehine kesinleşmesine ve Mahkemece hükmedilen tazminat bedelinin kesinleşen yargı kararının üzerinden Anayasa Mahkemesi karar tarihi itibarıyla yaklaşık on bir yıl iki ay geçmesine rağmen yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğisonucuna varılmıştır.
107. Başvurucunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 80.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
108. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkınınİHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 80.000 TL maddi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Tasfiye Halinde Emlak Bankası A.Ş.'ye GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.