TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜLSİM GENÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4439)
|
|
Karar Tarihi: 6/3/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Gülsim GENÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayten ÜNAL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, evli kadının
kızlık soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 187. maddesine istinaden yapılan
uygulama neticesinde, Anayasa’nın 10., 12., 17. ve 90. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı zararın
tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/6/2013 tarihinde
İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde
yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 7/1/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin 19/12/2013
tarih ve 2013/2187 başvuru numaralı kararına atfen, görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Biyokimya uzmanı olan
başvurucu, evlenmekle “Genç”
olarak değişen soyadının evlenmeden önce taşıdığı “Dolgun” soyadı ile değiştirilmesi istemiyle dava açmıştır.
8. İzmir 9. Aile Mahkemesinin
5/5/2011 tarih ve E.2011/140, K.2011/389 sayılı kararı ile davanın reddine
hükmedilmiştir.
9. Başvurucu tarafından yapılan
temyiz talebi Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E.2011/13342,
K.2012/30687 sayılı kararı ile reddedilerek ilk derece mahkemesi kararı
onanmıştır.
10. Başvurucu tarafından yapılan
karar düzeltme talebi, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarih ve
E.2013/5562, K.2013/10319 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 17/5/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
11. 22/11/2001 tarih ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kadının soyadı” kenar başlıklı 187. maddesi şöyledir:
“Kadın, evlenmekle
kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus
idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı
için yararlanabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 6/3/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/6/2013 tarih ve 2013/4439
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, biyokimya uzmanı
olarak uzun yıllar kamu sektörü ve özel sektörde görev yaptığını, evlenmeden
önce “Dolgun” olan soyadının
evlenmekle “Genç” olarak
değiştiğini, evlendiği tarihe kadar eğitim ve çalışma yaşamında “Dolgun” soyadı ile kişilik ve kimlik
kazandığını ve bu nedenle eski soyadını kullanma talebiyle açılan davanın
reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 10., 12., 17. ve 90. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
14. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
15. Başvurucu evli kadınların
yalnızca evlilik öncesindeki soyadlarını kullanmasını engelleyen 4721 sayılı
Kanun’un 187. maddesine dayanılarak yapılan uygulama nedeniyle, Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
16. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18)
17. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu isim hakkı, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesinde
düzenlenmiştir.
18. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
19. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
20. Özel yaşama saygı hakkı alt
kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve
bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır.
21. Kişinin bireyselliğinin,
yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin
hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece
önemlidir. Birçok uluslar arası insan hakları
belgesinde “kişiliğin serbestçe
geliştirilmesi” kavramına yer verilmekle beraber, Sözleşme
kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir.
22. Bununla birlikte,
Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi”
kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel
alındığı anlaşılmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet
hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hak, bu hak kapsamında değerlendirilmiştir. Bu
kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim
hakkı da, Sözleşme denetim organları tarafından ön ad
ve soyadını kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır.
23. AİHM, Sözleşmenin 8.
maddesinin ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle
beraber, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir
araç olması nedeniyle, belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki
kurmayı da içeren özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkıyla ilgili olduğunu
ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlenmesi
konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından
uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. Bu kapsamda, soyadı değiştirme ile
çocuğun ve kadının soyadı bağlamında AİHM içtihatlarına konu edildiği görülen
soyadının da Sözleşme’nin 8. maddesinin koruma alanında olduğu anlaşılmaktadır.
AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra,
bireylerin özel ve aile yaşamında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer
türden ilişkiler kurabilmesi için önemli olup, onları dış dünyaya tanıtma
fonksiyonunu üstlenmektedir (Burghartz/İsviçre,
B.No. 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B.No. 18131/91,
25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B.No.
13710/88, 16/12/1992, § 29).
24. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve
kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru haline gelen, birey olarak kimliğin
belirlenmesinde ayırdedici önemli unsurlardan biri ve
vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan
soyadının da kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır.
25. Cinsiyet, doğum kaydı gibi
kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve
düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra, isim hakkı da Anayasa Mahkemesi
tarafından, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (B. No.
2013/2187, 19/12/2013, § 30; AYM, E.2011/34, K.2012/48, K.T.30/3/2012; AYM,
E.2009/85, K.2011/49, K.T.10/3/2011).
26. Başvuruya konu yargılama
kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yetkili
idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın,
kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan soyadının vazgeçilemezlik, devredilemezlik
ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kadının soyadı bakımından
geçerliliğini etkilediği görülmekle, belirtilen uygulamanın Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına
yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
27. Anayasa’nın 17. maddesinde,
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir
sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da,
Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer
alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.
28. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz
önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin,
Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 35).
30. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir
temelinin mevcut olup olmadığıdır.
31. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM
içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir
müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca
gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik
unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin
ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No. 55723/00, 9/6/2005, § 95; Bykov/Rusya, B. No. 4378/02, 10/3/2009, § 82).
32. Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için,
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
33. Başvuru konusu olayda
başvurucunun evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin, ilk derece
mahkemesince, 4721 sayılı Kanunda evli kadının kocasının soyadı olmaksızın
yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanabileceğine dair bir hüküm
bulunmadığı belirtilerek reddedildiği anlaşılmaktadır.
34. Anayasa’nın “Milletlerarası andlaşmaları
uygun bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.)
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin
milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
35. Belirtilen düzenlemeyle,
usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin
uluslararası andlaşmalarda yer alan düzenlemelerin
kanun hükmünde olduğu belirtilerek, 7/5/2004 tarihinde yapılan değişiklikle
fıkraya eklenen son cümle ile, hukukumuzda kanunlar ile temel hak ve
özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar
arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve aralarında uyuşmazlık bulunması
halinde andlaşmalara öncelik tanınacağı hüküm altına
alınmıştır. Bu düzenleme uyarınca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin
uluslararası bir andlaşma ile bir kanun hükmünün
çatışması halinde, uluslararası andlaşma hükmünün
öncelikle uygulanması gerekir. Bu durumda başta yargı mercileri olmak üzere,
birbiriyle çatışan temel hak ve özürlüklere ilişkin bir uluslararası andlaşma hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki olaya
uygulamak durumunda olan uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama yükümlülükleri vardır.
36. Belirtilen düzenleme
uyarınca, uluslararası insan hakları hukukunun temel belgelerinden olan ve
Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Sözleşme hükümlerine de doğrudan
uygulama alanı tanınmakla, Sözleşme iç hukukta doğrudan uygulanabilir hale
gelmiştir.
37. Sözleşme’nin 8. maddesi özel
hayata ve aile hayatına saygıyı ifade ederken, 14. maddesi cinsiyete dayalı
ayrımcılığı yasaklamaktadır. AİHM'in, kişinin
soyadını özel hayat kapsamında değerlendirerek evli kadının kocasının soyadını
kullanma zorunluluğunu özel hayata müdahale olarak kabul ettiği birçok
kararında, soyadı kullanımı ile ilgili başvurular, Sözleşme’nin 8. maddesinde
yer alan “özel hayatın ve aile hayatının
korunması” ilkesi kapsamında incelenmiş ve kadının evlendikten sonra
yalnızca evlilik öncesi soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin,
Sözleşmenin özel hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle bağlantılı olarak,
ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır (Ünal Tekeli/Türkiye, B.No.
29865/96, 16/11/2004; Leventoğlu Abdulkadiroğlu/Türkiye, B.No.
7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye,
B.No. 26268/08, 3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye,
B. No. 38249/09, 10/12/2013).
38. Cinsiyetler arası eşitlik ve
cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır.
Türkiye’nin 4/6/2003 tarihinde onayladığı, Birleşmiş Milletler Medeni ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 23. maddesinin 4. fıkrasında taraf devletlerin,
eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve
sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacakları;
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Sözleşme’nin 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde ise yine taraf
devletlerin kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek
için gerekli bütün önlemleri alacakları ve özellikle kadın erkek eşitliğine
dayanılarak aile adı, meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş için geçerli, eşit
kişisel haklar sağlayacakları düzenlemesine yer verilmiştir.
39. Anayasa’nın 90. maddenin
beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup,
kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada
bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri
arasında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas
alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve
özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma
kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 45).
40. Başvuruya konu yargılama
kapsamında verilen kararın 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesine dayanarak
verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında,
ilgili Kanun hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı
görülmektedir. Bu durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemelerinin,
AİHS ve diğer uluslararası insan hakları andlaşmaları
ile çatışan 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesini kararlarına esas almayarak,
başvuru konusu uyuşmazlık açısından Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca
uygulanması gereken uluslararası sözleşme hükümlerini dikkate alması gerektiği
sonucuna varılmaktadır (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 46).
41. Somut başvuru açısından, başvurucunun
temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası andlaşmaların
kanun hükümlerine nazaran öncelikle uygulanacağı ve bu kapsamda Sözleşmenin ve
AİHM içtihadının uyuşmazlığın karara bağlanmasında nazara alınması noktasındaki
itirazlarının yargı mercilerince dikkate alınmadığı ve tartışılmadığı
anlaşılmaktadır.
42. Uluslararası sözleşmelerin,
evli erkek ve kadının evlilik sonrasında soyadları bakımından eşit haklara
sahip olmasını öngören hükümleri ile evli kadının kocasının soyadını kullanması
zorunluluğunu öngören iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı
hükümler içermesi nedeniyle, ilgili sözleşmenin hükümlerinin somut uyuşmazlık
açısından esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmakla,
başvurucunun manevi varlığı kapsamında güvence altına alınan isim hakkına
yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
43. Yapılan bu tespit
çerçevesinde, söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet
edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
44. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
45. Başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının,
müdahalenin kanuniliği şartının yerine getirilmemesi nedeniyle ihlal edildiği
sonucuna varılmış olmakla, Anayasa’nın 10., 12. ve 90. maddelerinin ihlal
edildiği yönündeki iddiaların ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
46. Başvurucu tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
47. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Mevcut başvuruda müdahalenin
kanuniliği şartının sağlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun
ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından,
başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine
D. Başvurucunun tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
6/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.