TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASİBE BOZKURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4659)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Hasibe BOZKURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından eşi yaralandığı
hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 20/1/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 16/11/1994 tarihinde Diyarbakır ili Kulp ilçesi
Barın köyü Çirgazi tepe mevkiinde güvenlik güçleri
ile terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada geçici köy korucusu olan
eşi S.B.nin yaralandığını ve 25/6/1995 tarihinde
vefat ettiğini beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 21/4/2008 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-783 sayılı kararında
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer
alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Kaşyayla
köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından,
köyde korucu aileleri dışında yaşayan aileler de bulunduğundan, 1990-2000
yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine
karar vermiştir.
11. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/72,
K.2011/1106 sayılı kararı ile, Batman İl Jandarma Komutanlığının 25/3/2011
tarihli yazısında Kaşyayla köyünün Yayalı mezrasının
kısmen boşaldığının, diğer mezralar ve köyde boşalma olmadığının ifade
edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 9/5/2006 tarihli yazısında Kaşyayla köyünün “terör olaylarından etkilenmeyen köy”
olarak belirtildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Kaşyayla
köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve
koruculuk sisteminin olduğu, köy korucu aileleri dışında köyde 24 hanenin
bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 514 kişi, 1997 yılında 501 kişi, 2000
yılında 819 kişi olduğu, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık
seçimlerinin yapıldığı, Kaşyayla köyü halkının bir
kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı
zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde
nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör
tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun
hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle
davanın reddine karar verilmiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 22/5/2012 tarihli ve E.2012/1869, K.2012/3281 sayılı kararı ile
aşağıdaki gerekçeye dayanılarak eksik incelemeye dayalı İdare Mahkemesi
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir:
“... uyuşmazlıkta öncelikle Elmapınar Mezrası'nın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığının
tespit edilmesi gerekmekte olup; İdare Mahkemesi tarafından, davacının terör
olayları nedeniyle terk ettiğini ileri sürdüğü Elmapınar
Mezrası'nın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığına yönelik herhangi bir araştırma
yapılmadan, Kaşyayla Köyü'nün, Jandarma tarafından
düzenlenen listelerde boşalmadığının belirtilmesi, ayrıca, Kaşyayla
Köyü'ne ilişkin nüfus, seçim vb. hususlar dikkate alınarak Kaşyayla
Köyü'nün tamamen boşaltılmadığı sonucuna varılmış ise de; 22.9.2010 tarihli
Jandarma tutanağında, Kaşyayla Köyü ve mezralarında
ikamet eden vatandaşların terör olayları nedeniyle köy ve mezraları boşaltarak
başka yerleşim yerlerine göç ettiklerinin belirtildiği hususları birlikte
değerlendirildiğinde, Elmapınar Mezrası'nın
"terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler" nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılıp boşaltılmadığına ilişkin çelişkili bilgiler yer aldığı
anlaşıldığından, İdare Mahkemesi'nce yapılacak araştırma ile söz konusu
belgeler arasındaki çelişkiler giderilerek, uyuşmazlık konusu dönemde adı geçen
mezrada köy korucuları dışında oturan olup olmadığı (mezranın tamamen
boşaltılıp boşaltılmadığı) hususunun araştırılması ve bu hususun tereddüte yer bırakmayacak şekilde açığa kavuşturulması(ndan)...”
14. Danıştay bozma ilamına uyularak dava dosyası yeniden
incelenmek suretiyle Batman İdare Mahkemesinin 24/8/2012 tarihli ve
E.2012/4616, K.2012/5133 sayılı kararı ile aşağıdaki gerekçeye dayanılarak
davanın reddine karar verilmiştir:
"... Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle,
davacının yerleşim yerinin "tamamen boşalıp boşalmadığı" hususunun,
dava dosyasında mahkememizce yapılan ara kararı üzerine sunulan bilgi ve
belgeler, aynı Köy ve Mezraaya ilişkin dava
dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmek suretiyle
tespiti gerekmektedir.
Buna göre, davacının ikâmet
ettiği Elmapınar Mezraasının
bağlısı olduğu Kaşyayla Köyü'ne (Mezraa
bazında nüfus sayımı ve seçim sandığı kurulmadığından) ilişkin olarak; yukarıda
ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, düzenli bir yerleşik nüfusun bulunduğu,
yerel ve genel seçimlerin yapıldığı, ayrıca geçici ve gönüllü köy korucusu
dışında 24 hanenin ikâmet ettiği hususlarında kuşku
bulunmamaktadır.
Davacı vekilince sunulan ve Jandarma
görevlileri ile Kaşyayla Köyü muhtarı ile köy
halkından olduğu belirtilen kişi tarafından imzalanan 22.09.2010 tarihli
tutanakta; "Kaşyayla Köyü ve Mezraalarında
ikâmet eden vatandaşların ve korucu ailelerinin
köyden tamamen göç ettiği, sadece korucuların görev için köyde kaldığı .... tespit edilmiş olup" ibaresine yer verilmiştir.
Mahkememizce, yukarıda anılan dava
dosyalarında yer alan ve (11.05.2011 ve 17.10.2011 tarihli ara kararları
uyarınca gönderilen) bilgi ve belgeler birlikte değerlendirilmek suretiyle,
hükme esas alınan Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 25.03.2011 tarih ve 18647
sayılı yazısı ekindeki çizelgede ise, Kaşyayla
Köyü'nün ve Elmapınar Mezraasının
"boşaldığı"nın belirtilmesi, ayrıca
03.03.2011 tarihli tutanak içerisinde, Çakırpınar
Köyü ve bağlısı Mezraalarda ikâmet
eden şahıslar hakkında Sason Cumhuriyet Başsavcılığı'nda yürütülen soruşturma
dosya esas numaralarına yer verildiği ve anılan soruşturma kapsamındaki
kişilerin yerleşim yerlerinin Çakırpınar Köyü ve
bağlısı Mezraalar olduğunun anlaşılmasın karşısında,
söz konusu tutanağın içeriğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda anılan dava dosyalarında da yer alan
Sason İlçe Jandarma Komutanlığı'nın İl Jandarma Komutanlığı'na hitaben yazılan
11.03.2011 tarih ve 1668 sayılı yazıda, "İlgi emir gereğince, Sason
ilçesinde boşalan köylerin araştırılması sonucu Komutanlığımızca tutularak
gönderilen tutanaklar arasında ciddi çelişkiler olduğu bildirilmiştir."
ibaresine yer verildikten sonra, Sason ilçesine bağlı Belde, Mahalle, Köy ve Mezraalarda, mahalle ve köy muhtarlarından, ihtiyar
heyetlerinden, mahalle ve köy halkından, komşu köylerin muhtar ve ihtiyar
heyetlerinden titiz bir şekilde araştırma yapılmak suretiyle köy ve mezraaların tamamen boşalıp boşalmadığı, boşalanların hangi
tarihler arasında boşaldığı, korucu aileleri dışında ikâmet
eden ailelerin bulunup bulunmadığı ve 1987-2000 yılları arasında koruculuk sistemine
dahil olan ve olmayan köylerin tespit edildiği, bahse konu hususların
araştırılması esnasında, Sason Kaymakamlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü ve İlçe Seçim Müdürlüğü ile yazışmalar yapıldığı, (köy
muhtarlarının, köy halkının ve komşu köy muhtarları ile köy halkından)
1987-2000 yılları arasında tamamen boşaldığı beyan edilen köy ve mezraalar hakkında Sason Cumhuriyet Başsavcılığı'nca köy ve
mezraalarda ikâmet eden
muhtelif şahıslar ile ilgili adli soruşturma yapıldığı ve bu soruşturmalar
içeriğinde bazı vatandaşların (boşaldığı belirtilen) köy ve mezraalarda
ikâmet ettiklerinin tespit edildiği, ayrıca Sason
Askerlik Şubesi Başkanlığı'nca benzer şekilde köy ve mezraalarda
ikâmet eden şahıslar olduğuna dair resmi belgelerin
sunulduğu belirtildikten sonra, "EK-A (1 Adet Boşalan ve Dönüş Yapılan Köy
ve Mezraa çizelgesi)"nin
bulunduğu, mahkememizce de Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 25.03.2011 tarih
ve 18647 sayılıyazısı ekinde yer alan söz konusu
çizelge hükme esas alınmıştır.
O halde, davacı vekilince sunulan ve Sason
İlçe Jandarma Komutanlığı'nca "imzası bulunanların beyanları
doğrultusunda" düzenlenen 22.09.2010 tarihli tutanakta, Kaşyayla Köyü ve bağlısı Mezraaların
(ifade tutanaklarına göre, 1992-2000 yılları arasında) tamamen boşaldığı,
korucuların ailelerini gönderdikleri, sadece kendilerinin köyde göreve devam
ettikleri beyan edilmiş ise de; yukarıda anılan 11.03.2011 tarih ve 1668 sayılı
İlçe Jandarma Komutanlığı yazısı uyarınca, bütün mahalle, köy ve mezraa halkıyla yapılan araştırmalar, Sason Kaymakamlığı,
Cumhuriyet Başsavcılığı, Askerlik Şubesi Başkanlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe
Seçim Müdürlüğü ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinden alınan bilgi ve belgeler
ile Korucular hakkındaki bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle hazırlanan
"boşalan köy ve mezraalara" ilişkin
Mahkememizce de hükme esas alınan çizelgede, davacının ikâmet
ettiği Elmapınar Mezraası'nın
"Boşalma olmamıytır." olarak belirtilmesi,
ayrıca geçici ve gönüllü köy korucusu ve aileleri dışında 24 hanenin ikâmet ettiğinin belirtilmesi ve Sason Cumhuriyet
Başsavcılığı'nda yürütülen soruşturma dosyalarına yer verilen 03.03.2011
tarihli tutanak içeriğinde, hakkında soruşturma yapılan kişilerin Dereköy Köyü ve bağlısı Mezraalarda
ikâmet ettiğinin belirtilmesi nedeniyle, hükme esas
alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda; yukarıda anılan dava dosyalarında
yapılan ara kararları uyarınca gönderilen bilgi ve belgeler ile dava dosyası
birlikte değerlendirildiğinde, davacının ikâmet
ettiği Elmapınar Mezraasının
bağlısı olduğu Kaşyayla Köyü'nün yerleşik bir
nüfusunun olması (22.09.2010 tarihli tutanakta ve keşif esnasında köyü terk
ettikleri belirtilen 1997 yılında 501, 2000 yılında ise 819 kişi), yerel ve
genel seçimlerin yapılması, korucu ailesi dışında ikâmet
eden hanelerin (24 hane) bulunması ve davacı vekilince sunulan tutanaktan daha
sonra İlçe Jandarma Komutanlığı'nca herbir köy ve mezraada yapılan inceleme, resmi kurumlardan alınan bilgi
ve belgeler birlikte değerlendirildikten sonra hazırlanan çizelgede de
"boşalmadığının" belirtilmesi karşısında, davacının ikâmet ettiği yerleşim yerinin "tamamen
boşalmamış" olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının
yaşanmamış olması ve davacıya yönelik herhangi bir terör tehdidi yada
saldırısının bulunmaması nedenleriyle, dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır..."
15. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/2/2013 tarihli ve E.2012/12406, K.2013/1092 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 7/6/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 1/7/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
18. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca eşi S.B.nin yaralanmasına dair özel
durumu dikkate alınmadan, köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve
şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına dayanılarak
sunduğu belgelerin değerlendirilmediğini, idare tarafından sunulan belgelerin
dikkate alındığını ve bu belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendisine savunma
yapma imkânı tanınmadan karar verildiğini ve bu kararın adil olmadığını belirtmiştir.
21. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgeleri dikkate
alarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve
gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine
karar verilmesi nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir neden ileri sürülerek Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini,
yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında gerçek zararını
karşılayacak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlali iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak
değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.
Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebi kısmen kabul edilmekle birlikte zararının eksik hesaplandığı
gerekçesiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde
tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucular kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
25. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten hâkimin
taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel bir
kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
29. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların,
temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan
tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu,
başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında
Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan belgeler
değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik ve
beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından, başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
33. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
36. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
37. Somut başvurunun incelenmesinde başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında İlk Derece
Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının
çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında
değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu
etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. § 14), İlk
Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçeleri hukuka uygun bulunmak
suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz. § 15)kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun -hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında- gerekçeli
karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (21/4/2008) ile nihai karar tarihi (13/2/2013) arasında geçen 4 yıl 9
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun,
eşi S.B.nin 16/11/1994 tarihinde terör örgütü
üyelerince yaralanması ve eşinin 25/6/1995 tarihinde vefat etmesi noktasındaki
özel durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen
boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
46. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
47. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
48. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi hususundaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
49. Başvurucunun, eşinin terör örgütü mensuplarınca yaralanması
ve olaydan bir müddet sonra vefat etmesinden kaynaklanan güvenlik kaygısıyla
köyünü terk ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya
ilişkin tutanağı Derece Mahkemelerine ibraz ederek yerleşim yerini terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği noktasındaki
özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
50. Bu çerçevede başvurucunun en yakın aile fertlerinden olan
eşinin terör örgütü mensuplarınca yaralanması, bu olay hakkında yargılama
dosyalarındaki tespit tutanakları, Kulp İlçe Jandarma Komutanlığının 16/11/1994
tarihli "Terör Olayı Raporu" konulu yazısı, Kulp Cumhuriyet
Başsavcılığının 19/11/2014 tarihli ve E.2014/430, K.2014/374 sayılı
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı dikkate alındığında belirtilen olay
akabinde başvurucunun yerleşim yerinden ayrıldığı iddiası hakkında başvurucunun
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi için nesnel
ölçütten yararlanılmasının tek başına yeterli olmadığı, başvurucunun terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
yerleşim yerini terk edip etmediği noktasında farklı bir karine veya ölçüt
arayışına girilmesi gerekmesine rağmen Derece Mahkemesince anılan incelemelerin
yapılmadığı tespit edilmiştir. Talep hakkında değerlendirme yapılırken
başvurucunun özel durumunun incelenmemesi, Kanun’un amacının yanı sıra yakın hısmı terör örgütü mensuplarınca yaralanan başvurucunun
terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile yerleşim yerini terk edip
etmediği konusundaki maddi vakıanın tespitine de uygun görülmemektedir.
51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
52. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
53. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
54. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
55. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
57. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.