TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖMÜR KARA VE ONURSAL ÖZBEK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4825)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
R. G Tarih ve Sayı:10/5/2016 - 29708
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ömür KARA
|
|
|
2. Onursal
ÖZBEK
|
Vekili
|
:
|
Av. Zeliha Tuyan ÇAĞLAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucuların
mahremiyete ilişkin yazışmalar içeren kurumsal e-posta hesaplarının işveren
tarafından incelenmesi ve bu yazışmaların işe iade davasında delil olarak
kullanılması nedenleriyle özel hayata saygı ve haberleşmenin gizliliği
haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/6/2013 tarihinde Bakırköy 8. İş Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu bakımından irtibat nedeniyle 2013/5442 numaralı
başvurunun 2013/4825 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmesine ve incelemenin
bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği 2013/5442 numaralı başvuru
dosyası üzerinden bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 21/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
29/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 14/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Birinci başvurucu 1/3/2010 tarihinde imzaladığı iş sözleşmesi
ile, ikinci başvurucu 11/4/2011 tarihinde imzaladığı iş sözleşmesi ile işveren
T. Ticaret A.Ş. (Şirket) bünyesinde işçi statüsünde çalışmaya başlamıştır.
10. Anılan iş sözleşmelerinin “Özel
Şartlar” başlıklı bölümünde “13.8.
Personel, işyerinde yürürlükte olan tüm Yönetmelik, İç Tüzük, Prosedür ve
talimatlara uymakla yükümlüdür.”, “13.23. İşyerinde uyulması gereken kurallara
ilişkin iç tüzük, yönetmelik, oryantasyon kitapçığı, hükümler ve seyahat
yönetmeliği, talimatlar, prosedürler, iş bu iş akdinin ayrılmaz eki ve
parçasıdır.” şeklinde ifadelere yer verilerek yönetmelik ile diğer
düzenlemeler iş sözleşmelerinin bir parçası olarak belirlenmiş ve bu
düzenlemelere uygun davranmak konusunda başvurucular ve işveren karşılıklı
taahhüt altına girmişlerdir.
11. Bu kapsamda Şirket Temel Yönetmeliği’nin “İşyerleri içerisinde, temel ahlaki kurallara
uyulması ve yanlış anlaşılacak davranış ve ilişkilerden kaçınılması”
başlıklı 20. maddesinde yer alan “Eşit veya
ast/üst pozisyonlarda çalışan personel, hem eşitleri hem de üst veya astları
ile karşılıklı saygıya dayanan mesafeli ve profesyonel bir ilişki kurmalı, özel
yaşamlarını, birbirlerine açacak kadar samimi olmaktan kaçınılmalı, özel
dostluklarını tercihen şirket dışındaki arkadaşları ile oluşturmalı”
şeklindeki düzenleme, anılan iş sözleşmelerinin bir parçası kabul edilerek her
iki başvurucu tarafından imzalanmıştır. Yine iş sözleşmelerinin devamı olarak
kabul edilen Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi’nin 2.
maddesinde yer alan “Şirket tarafından
çalışanlara iş için tahsis edilmiş olan bilgisayar, e-posta, internet kullanımı,
telefon, USB memory, CD-writer,
iletişim programı ve diğer IT kaynaklarını ve iletişim araçlarını zaruri
ihtiyaçları aşan ölçüde kişisel amaçlı, kabul edilemez maksatlı, eğlence
niyetli, genel ahlaka, örf ve adetlere aykırı şekilde kullanılmayacağı”
şeklindeki taahhüt ile 6. maddesinde yer alan “Yetkili
şirket yöneticileri tarafından çalışanlara herhangi bir haber verilmeksizin ve
uyarıda bulunulmaksızın; kullandıkları IT ve iletişim kaynaklarının her zaman
takip altında tutulabileceği, yaptıkları yazışmaların ve iletişim kayıtlarının
yedeklenebileceği, raporlanabileceği, gerekli durumlarda detay bazlı
incelenebileceği, el konulabileceğini ve kullanım sınırlaması getirilebileceği”
şeklindeki taahhütleri içeren düzenlemeler de başvurucular tarafından imzalanmıştır.
12. 14/5/2012 tarihinde işveren Şirketin yöneticilerinin
başvurucularla yaptıkları görüşmede, ikinci başvurucunun eşinin Şirket üst
yöneticisini ziyaret ederek başvurucular arasında duygusal bir ilişki
bulunduğunu belirttiği ve buna kanıt olarak başvuruculara ait e-posta
yazışmalarının bir suretini Şirket yönetimine verdiği dile getirilmiştir.
Ayrıca bu nedenle işverenin artık başvurucularla çalışmak istemediği, istifa
edebilecekleri ya da karşılıklı anlaşma yoluna gidilebileceği, aksi takdirde iş
sözleşmelerinin işveren tarafından feshedileceği ifade edilmiştir.
Başvurucular, duygusal ilişki yaşadıkları iddiasını reddetmişler ve iş
sözleşmelerinin feshini gerektirecek bir neden bulunmadığını belirtmişlerdir.
Anılan görüşme sonrasında iş yerinde kullanım amaçlı olarak başvuruculara
tahsis edilen bilgisayarlar işveren tarafından kapatılmıştır. Ayrıca aynı gün
talepleri üzerine başvuruculara yıllık izin verilmiştir.
13. Başvurucuların iş sözleşmeleri 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinde yer alan “Ahlak
ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri”
başlıklı (II) numaralı bendi gereğince 21/5/2012 tarihinde işveren tarafından
feshedilmiştir.
14. Başvurucular; ikinci başvurucu ile eşi arasında boşanma
davasının devam ettiğini, haklarında dile getirilen beyanların bir iftiradan
ibaret olduğunu, özel hayatlarının gizliliği ve haberleşme hürriyetleri yok
sayılarak kişisel e-posta hesaplarının incelendiğini,ve
bu hesaplardan elde edilen yazışmaların içerikleri üzerinden ulaşılan “evlilik
dışı ilişki yaşadıkları” şeklindeki varsayım gerekçe gösterilerek iş
sözleşmelerinin haksız yere feshedildiğini ileri sürerek 20/6/2012 tarihinde
işveren şirket aleyhine işe iade istemli tespit davası açmışlardır.
15. Söz konusu davalar Bakırköy 12. İş Mahkemesinin 2012/279 ve
2012/280 Esas sıralarına kaydedilmiştir.
16. Davalı işveren tarafından sunulan cevap dilekçesinde,
başvurucuların iş sözleşmelerinin yalnızca ikinci başvurucunun eşinin tek
taraflı beyanları üzerine feshedilmediği, başvurucuların özel hayat alanlarının
dışında kalan ve Şirketin işleyişini ilgilendiren iddiaların araştırılması için
başvurucuların kullanımına tahsis edilen ancak mülkiyeti Şirkete ait olan
bilgisayarların sınırlı şekilde incelendiği, iddiaları destekleyen ve iş
sözleşmelerinin devamını çekilmez kılan hususların bulunduğu, iddiaları
doğrulayacak şekilde başvurucuların karşılıklı olarak e-posta hesapları
üzerinden yazıştıklarının tespit edildiği, bu yazışmaların müstehcenlik
unsurları taşıdığı, tüm bu hususların iş sözleşmesi ile iş sözleşmesinin
parçası olan Şirket içindeki diğer düzenlemelere aykırılıklar oluşturduğu
belirtilmiş ve söz konu yazışmaların içerikleri Mahkemeye delil olarak
sunulmuştur.
17. 2012/279 Esas sıra sayılı davada, davalı Şirket çalışanları
tarafından Mahkeme huzurunda tanık sıfatıyla verilen ifadelerin ilgili
kısımları şöyledir:
“... ben 2005 yılından bu yana davalı işyerinde çalışmaktayım, ben
Uluslararası mağazacılık insan kaynakları direktörü olarak davalı işyerinde
çalışmaktayım, davacı firmanın avukatıydı. fesih öncesinde 3-4 ay öncesinde
davacı ve Ömür Hanım aralarında yakınlık olduğu konusunda birkaç duyum aldım,
aralarındaki ilişkinin profesyonelliğin ötesinde yorumlandığını gördüm, bu
konuda davacı ve Ömür Hanımı bilgilendirdim, onlarda böyle bir ilişkinin
olmadığını söylediler, davacı Ömür Kara'nın çalıştığı bölüm kapanmadı, grup
içerisinde organizasyonda değişiklik oldu, bu değişikli Onursal Özbek’i ilgilendirdi,V. beyle Onursal Özbek in eşi İ.Özbek bu konuda görüşmüş bunu bana yönetim kurulu başkanı
V. Bey söyledi, bilgi işlem vasıtasıyla davacının e-mailini özel amaçlı
kullanıp kullanmadığı konusunda araştırma yaptık, gerçekten de belirtilen
e-mailler bilgisayar kayıtlarında mevcuttur, ... davacı ile Ömür hanım arasında
iş ilişkisinden farklı bir ilişki olduğuna dair diğer birimlerde çalışan
kişilerden işyerinde bu kadar uzun mola nasıl yapılabiliyor. Hep aynı 2 kişinin
işyerinde dikkat çekici şekilde her molada sürekli birlikte olmalarının dikkat
çektiği hususunda bana bilgi verildi. Ben kendileri ile görüştüğümde
reddettiler. Buna ilişkin olarak genel müdürümüzün de bana uyarısı olmuştur. Bu
durumun dışında davacının işyerindeki performansı veya çalışmasına ilişkin
herhangi bir olumsuzluk bana iletilmedi. İşyerinde davacının evli olması
sebebiyle bize bu konuyu bilmeniz gerekir şeklinde uyarılar gelmişti. Davacı
vekilinin talebi üzerine soruldu: davacı ile Ömür hanım
arasındaki diyalogun liseli aşıklar şeklinde benzetme ile bana iletilmişti
dedi.”
“... ben 2003 yılından bu yana davalı işyerinde çalışmaktayım,ben Uluslararası genişleme direktörü
olarak davalı işyerinde çalışmaktayım,davacı firmanın
avukatıydı. davacı ve Ömür Hanım mesai saatlerinin
arasında mola zamanlarında normal mesai arkadaşlarından daha fazla vakit geçirmekte
idiler,davacının işi aksatacak şekilde mesai saatleri
içerisinde davranışlarına tanık olmadım.”
“Ben ekim 2011 ayı ile ocak 2013 ayı arasında
davalı işyerinde personel ve özlük işleri müdürü olarak çalıştım, benim
işyerine karşı açılmış herhangi bir davam yoktur. Davacı firmanın avukatıydı.
Bildiğim kadarıyla şu an davacının çalıştığı bölüm faaliyet göstermemektedir,ben sadece fesih sürecinde yer aldım
bunun dışında tam bilgim yoktur,fesih öncesinde
feshe, daha sonra ek olarak sunulan e-mail yazışmaları ve diğer belgeler
nedeniyle davacı ve Ömür Hanımın iş akdi feshedildi.”
“Onursal Özbek benim eski eşim olur, işyerinden ortak arkadaşlarımla
davacı ile eşim arasında yakınlık olduğunu duydum, ayrıca birbirlerine
göndermiş oldukları e-mailleri gördüm, bunun üzerine yönetim kurulu başkanı V.
Bey ile görüştüm,diğer yönetici ve avukatlarıyla
görüşüp durumu değerlendireceğini söyledi, benim gerekçelerimle hareket
etmeyeceğini söyledi, gerekli araştırma yapıldıktan sonra işlem yapılacağını söyledi,daha sonra dan iş akitlerinin feshedildiğini
öğrendim, evliliğin bitmesinebuneden olmuştur iki
tarafla da görüşmeme rağmen sonuç alamadım dedi.”
“Ağustos 2011 ve temmuz 2012 tarihleri
arasında davalı işyerinde Uluslar arası finansal kiralama ve sözleşme uzmanı
olarak çalıştım. davacı firmanın avukatıydı. Davacı
ile Ömür Hanım arasında yakınlık konusunda herhangi bir bilgim yoktur,davacının çalıştığı bölüm kapatılmadı, Onursal Özbek
bana Ömür Kara ile beraberliği nedeniyle iş akdinin feshedildiğini, eşinin
e-maillerini kırıp e-mailleri V. beye gösterdiğini söyledi, bir daha işyerinde
çalışmak istemediğini söyledi, her zaman dikkat çekecek şekilde Ömür Kara ile
beraberliği yoktu, herkese karşı sıcak davranmaktadır, ben hiçbirfarklılık
görmedim, davacı hakkında daha önce fesih konusunda araştırma yapılıp
yapılmadığını bilmiyorum..”
18. 2012/280 Esas Sıra sayılı davada verilen tanık ifadeleri de
aynı doğrultudadır.
19. Birinci başvurucu açısından Bakırköy 12. İş Mahkemesinin
8/2/2013 tarihli ve E.2012/280, K.2013/76 sayılı kararı ile; ikinci başvurucu
açısından Bakırköy 12. İş Mahkemesinin 7/3/2013 tarihli ve E.2012/279,
K.2013/129 sayılı kararı ile davaların reddine karar verilmiştir.
20. 8/2/2013 tarihli kararın gerekçesi şöyledir:
“... Davacının hizmet cetveli, işyeri özlük dosyası dosyaya celb edilmiştir.
Dava ile ilgili olarak davacı ve davalı tanıklarının beyanları
alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının iş akdinin 4857 sayılı Kanunun
25/2. maddesi gereğince feshedildiği, davacı ile Onursal Özbek arasındaki
e-maillerin dosyaya ibraz edildiği, şirketin kendisine tahsis edilen e-mail
adresinden mesai saatleri içerisinde özel amaçlı olarak e-mail gönderilmesi ve
kabul edilmesinin doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmayan eylem niteliğinde olduğu,
davacı ve Onursal Özbek arasındaki yakınlaşma nedeniyle,aynı
zamanda Onursal Özbek in eşinin işyerinegelip
şikayetçi olması nedeniyle de şirket açısından iş akdinin devamının imkansız
hale geldiği nazara alınarak davanın reddine karar vermek gerekmiştir”.
21. 7/3/2013 tarihli kararın gerekçesi ise şöyledir:
“... Mahkememizce davacının hizmet cetveli,
işyeri özlük dosyası getirtilip incelenmiş, davacı ve davalı tanıkları
dinlenmiştir. Davalı tarafından sunulan, şirketçe tahsis edilmiş e-mail
adresinden yapılan yazışmaların içeriği davacı tarafından kabul edilmiştir.
Tüm dosya kapsamı, e-mail yazışmaları, tanıkların beyanları birlikte
değerlendirildiğinde; evli olan davacının işyerinde bir bayan işçi ile gönül
ilişkisine girmesi sonrası, davacı eşinin işyerine geldiği ve durumu
yöneticilere ilettiği, bu nedenle işyerinde olumsuzluklar yaşandığı ve bu
olumsuzlukların davacının davranışından kaynaklandığı, işverenin zor durumda
kaldığı ve işveren açısından iş ilişkisinin sürdürülmesi olanağı kalmadığı
anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekli ve uygun görülmüştür.”
22. Kişisel hesaplar üzerinden gerçekleştirilen yazışmalardan
oluşan e-postaların fesih gerekçesi olarak gösterilmesiyle özel hayatın
gizliliğinin ihlal edildiği, buna rağmen söz konusu delil içeriklerinin
Mahkemece değerlendirildiği ve yalnızca bu hukuka aykırı deliller esas alınarak
hüküm kurulduğu, performans ve verimliliğe ilişkin tanık ifadelerinin dikkate
alınmadığı, özel hayat alanına yönelen haksız müdahalenin Mahkemece
benimsendiği, işe iade davalarının kabulü gerekirken şartları oluşmadığı hâlde
reddedildiği ileri sürülmüş ve söz konusu kararlar bozma talebiyle
başvurucuların vekilince temyiz edilmiştir.
23. Temyiz nedenlerine karşı cevap dilekçesi sunan davalı işveren
vekilince, yazışmaların Şirket tarafından çalışanlar adına açılmış e-posta
hesapları üzerinden gerçekleştirildiği, bu hesapların yalnızca iş amaçlı
kullanılması yönünde başvuruculara gerekli uyarıların yapıldığı, buna rağmen
yazışmaların içeriğinde adap ve ahlaka aykırı unsurlar içeren yazılar ve
resimler bulunduğu, lehe tanık ifadeleri ve tüm bu saptamalar dikkate
alındığında birinci başvurucu ile fesih sürecinde evli olan ikinci başvurucu
arasında duygusal bir ilişkinin bulunduğu, bu nedenlerle davacıların iş
sözleşmelerinin devamının çekilmez hâle geldiği ileri sürülmüş ve söz konusu
kararların onanması talep edilmiştir.
24. Temyiz incelemesi neticesinde delillerin takdirinde
isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle birinci başvurucu açısından Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin 30/4/2013 tarihli ve E.2013/6232, K.2013/9082 sayılı ilamı
ile; ikinci başvurucu açısından yine Dairenin 16/5/2013 tarihli ve E.2013/9419,
K.2013/11237 sayılı ilamı ile kararlar onanarak kesinleşmiştir.
25. 30/4/2013 tarihli nihai karar 29/5/2013 tarihinde
başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş ve 27/6/2013 tarihinde bireysel başvuru
yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
26. 4857 sayılı Kanun’un “İşverenin
haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı 25. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş
sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin
feshedebilir:
...
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
...
b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve
namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya
davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref
ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda
bulunması.
c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.
d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut
işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde
almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması.
e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak,
işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan
davranışlarda bulunması.
...
h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı
halde yapmamakta ısrar etmesi.
...
III- Zorlayıcı sebepler:
İşçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan
zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması.
..."
27. Başvurucular tarafından imzalanan iş sözleşmelerinin “Özel Şartlar” başlıklı bölümünde yer alan
ilgili düzenleme şöyledir:
“13.8. Personel, işyerinde yürürlükte olan tüm
Yönetmelik, İç Tüzük, Prosedür ve talimatlara uymakla yükümlüdür.
...
13. 23. İşyerinde
uyulması gereken kurallara ilişkin iç tüzük, yönetmelik, oryantasyon kitapçığı,
hükümler ve seyahat yönetmeliği, talimatlar, prosedürler, iş bu iş akdinin
ayrılmaz eki ve parçasıdır.”
28. Şirket Temel Yönetmeliği’nin “İşyerleri içerisinde, temel ahlaki kurallara uyulması ve yanlış
anlaşılacak davranış ve ilişkilerden kaçınılması” başlıklı 20.
maddesi şöyledir:
“Eşit veya ast/üst pozisyonlarda çalışan personel,
hem eşitleri hem de üst veya astları ile karşılıklı saygıya dayanan mesafeli ve
profesyonel bir ilişki kurmalı, özel yaşamlarını, birbirlerine açacak kadar
samimi olmaktan kaçınılmalı, özel dostluklarını tercihen şirket dışındaki
arkadaşları ile oluşturmalı. (Eşitler veya ast/üst arasındaki aşırı samimiyet,
duygusallığı öne çıkarıp, profesyonellikten uzaklaştıracağı için günlük iş
ilişkilerinde, performans değerlendirmede ve ileride oluşabilecek terfi sonrası
otorite kurmada, zaaflara neden olabilecektir.)”
29. Başvurucular tarafından imzalanan Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi’nin ilgili kısımları şöyledir:
“Çalışanı olduğum Şirketin faaliyetleri kapsamında;
...
2. Şirket tarafından şahsıma iş için tahsis edilmiş olan bilgisayar,
e-posta, internet kullanımı, telefon, USB memory, CD-writer, iletişim programı ve diğer IT kaynaklarını ve
iletişim araçlarını zaruri ihtiyaçları aşan ölçüde kişisel amaçlı, kabul
edilemez maksatlı (örn: yasal olmayan kopyalama, iş
yürütme, iş araştırma, izinsiz yazılım kurulumu, kullanımı v.b.),
eğlence niyetli(örn: çevrimiçi topluluklara, sohbet
odalarına, forumlara katılım, toplu e-mail gönderimi, müzik sitelerine giriş v.b.), genel ahlaka, örf ve adetlere aykırı şekilde (örn: cinsel içerikli materyallere erişim, taciz, kumar,
bahis amaçlı) kullanmayacağımı,
...
6. Yetkili şirket yöneticileri tarafından şahsıma herhangi bir haber
verilmeksizin ve uyarıda bulunulmaksızın; kullandığım IT ve iletişim
kaynaklarının her zaman takip altında tutulabileceğini, yaptığım yazışmaların
ve iletişim kayıtlarının yedeklenebileceğini, raporlanabileceğini, gerekli
durumlarda detay bazlı incelenebileceğini, el konulabileceğini ve kullanım
sınırlaması getirilebileceğini,
... kabul ve taahhüt ediyorum. ... iş bu taahhütname tarafımdan
okunarak imzalanmıştır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucular; kişisel e-posta hesapları üzerinden
gerçekleştirdikleri yazışmaların içeriklerine işveren tarafından rızaları olmaksızın
ulaşıldığını, bu içerikler dikkate alınarak devamının çekilmez hâle geldiği
gerekçesiyle iş sözleşmelerinin feshedildiğini, açtıkları işe iade istemli
tespit davasında söz konusu yazışmaların delil olarak kabul edildiğini, elde
ediliş biçimleri dikkate alınmaksızın e-posta içeriklerini inceleyip
değerlendiren Mahkemece feshin hukuka uygun olduğuna karar verildiğini, ikinci
başvurucunun eski eşinin tanık sıfatıyla Mahkeme huzurunda dinlenmesi ile söz
konusu davanın özel hayatlarının detayları üzerinden devam eden bir davaya
büründüğünü, Mahkeme tarafından özel hayatlarına ilişkin yazışmaların bu
şekilde alenileştirildiğini, üçüncü kişiler tarafından özel hayat alanlarına
yapılan haksız müdahale karşısında Mahkemece bir korunma sağlanmadığını ve dava
sürecinde dile getirdikleri düşüncelerin sorgulandığını belirterek Anayasa'nın
20., 22. ve 25. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
33. Bakanlık görüş yazısında, delillerin takdirine ilişkin
şikâyetlerin yargılamanın adil olup olmadığının değerlendirilmesinden ibaret
olduğu, bu nedenle adil yargılanma hakkı bağlamında incelenmesi gerektiği, buna
ilişkin görüşlerin benzer nitelikteki şikâyetlerin bulunduğu başvurularda
sunulduğu belirtilmiştir. Ayrıca davalı işverenin davranışları yönünden yapılan
değerlendirmede, davalı Şirket aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilgili
kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulabileceği dikkate alınarak başvuru
yollarının tüketilip tüketilmediği açısından inceleme yapılması gerektiği, özel
yazışmaların davalarda kullanılması yönünden yapılan değerlendirmede ise özel
hayatın kapsamı ile fesih işlemi arasındaki ilişkinin incelenmesi ve özel
hayata saygı hakkının kamusal makamlara tedbirler alma yükümlülüğü yükleyip
yüklemediği açısından inceleme yapılması gerektiği ifade edilmiş; Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) önüne benzer ihlal iddialarıyla yansıyan dava ve karar
örneklerine yer verilmiştir.
34. Başvurucular tarafından Bakanlık görüşüne karşı verilen
beyanda, ihlal iddialarının yargılamanın adil olup olmadığı hususuna değil,
özel hayata saygı hakkına ve haberleşmenin gizliliğine ilişkin olduğu
belirtilmiş ve başvuru dilekçelerindeki görüş ve talepler tekrar edilmiştir.
35. Söz konusu iddiaların özünün, başvurucuların özel hayat
alanlarına üçüncü kişilerin yaptığı müdahalelere karşı Mahkemeler tarafından
bir koruma sağlanmaması ve kişisel yazışmaların Mahkemelerce delil olarak kabul
edilip alenileştirilmesi hususunda olduğu anlaşıldığından incelemenin
delillerin değerlendirilmesinin adil olup olmadığı yönünden değil, iddiaların
özüne uygun olarak özel hayata saygı hakkı ile haberleşmenin gizliliği hakkı
yönünden yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Başvurucular tarafından açılan işe iade davalarının
gerekçesi, iş sözleşmelerinin feshedilmesine dayanak olarak gösterilen kurumsal
e-posta hesaplarının incelenmesiyle elde edilen yazışmalar nedeniyle özel
hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetlerinin ihlal edilmesi, bunun da
fesih işlemlerini hükümsüz kılmasıdır. Dolayısıyla haberleşmelerin denetlenmesi
şeklindeki işverenin müdahalesine ilişkin şikâyetlerin Derece Mahkemeleri
önünde dile getirildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayata saygı hakkı ile haberleşmenin gizliliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Başvurucular esas olarak üçüncü kişilerin müdahalesi karşısında
özel hayat alanlarının Mahkemelerce korunmadığını ve kişisel yazışmalarının
Mahkemelerce delil olarak kabul edilip alenileştirildiğini, bu nedenle
Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın, Anayasa’da güvence
altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
40. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."
41. Anayasa'nın “Haberleşme
hürriyeti” kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:
"Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği
esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık
ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça;
haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı
yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk
sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda
belirtilir."
42. Sözleşme'nin "Özel
ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi
şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
43. Özel hayata saygı hakkı Anayasa'nın 20. maddesinde koruma
altına alınmıştır. Devlet, kişilerin özel ve aile hayatına keyfî olarak
müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin haksız saldırılarını önlemekle yükümlüdür.
Özel hayat geniş bir kavram olup bu kavramın kapsayıcı bir tanımının yapılması
oldukça zordur. Bununla beraber bu kavram; kişinin maddi ve manevi bütünlüğü,
fiziksel ve sosyal kimliği, bireyin ismi, cinsel yönelimi, cinsel yaşamı gibi
unsurları korumaktadır. Kişisel bilgiler ve veriler, kişisel gelişim, aile
hayatı vb. konular da bu hakkın içinde yer almaktadır (Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666,
10/12/2015, § 61). Ayrıca Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde yer alan
güvencelerin amacı gözetildiğinde somut olayda olduğu gibi iş yerlerinden
gerçekleştirilen kişisel telefon görüşmelerinin ve internet kullanımının
izlenmesiyle elde edilmiş veriler de benzer şekilde bu hak kapsamında
incelenmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbulescu/Romanya, B. No: 61496/08, 12/1/2016, §
36).
44. Özel hayat kavramı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani
kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir “özel hayatı” güvence altına almaktadır.
Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve
geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir.
AİHM içtihatlarında da mesleki hayat çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin “özel hayat” kavramı dışında
tutulamayacağı belirtilmektedir. Mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin
sosyal kimliğini yakınlarında bulunan insanlarla olan ilişkilerini geliştirme
şeklinde yansıttığı ölçüde Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamına girebilmektedir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan
ilişkilerini geliştirme olanaklarını daha çok mesleki hayatları çerçevesinde
yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Bülent Polat, § 62; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, §
29).
a. Genel İlkeler
45. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında kalan
temel haklar, yalnızca kamusal gücün doğrudan uygulanmasıyla değil; kimi
zamanda özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara konu olacak şekilde
üçüncü kişilerin müdahaleleriyle zedelenebilmektedir. İlkinde söz konusu
güvencelerin sağlanması adına kamusal makamlara yüklenen negatif ve pozitif tüm
yükümlülüklerin doğrudan yerine getirilmesi konusunda tereddüt bulunmamakta ise
de ikinci durumda devletin üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere ne
tür bir koruma imkânı sunması gerektiği ve hangi çerçevede yükümlülükler
taşıdığı hususunda her olayın kendine özgü koşullarına göre değerlendirmelerde
bulunulması gerekmektedir.
46. Anayasa’nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama,
yürütme ve yargı organları ile idare makamlarının yanı sıra diğer kuruluş ve
kişileri de bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Buna göre Anayasa’da tanınan hak
ve özgürlükler tüm bireyler bakımından güvence altındadır. Yine Anayasa’nın 5.
maddesinde sayılan devletin temel amaç ve görevlerinin kapsamı ile temel hak ve
hürriyetlerin niteliklerine yönelik Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan vurgu
da bu koruma alanını pekiştirmektedir. Söz konusu hak ve özgürlüklerin etkili
şekilde korunması amacıyla özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklardan dahi
kaynaklansa kamusal makamlar belirli durumlarda pozitif yükümlülükler altına
girebilir. Uyuşmazlıkların özel hukuk kişileri arasında gerçekleştiği
durumlarda temel hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerin yerine getirilip
getirilmediği denetlenirken Anayasa’nın kamusal makamlara yüklediği
sorumluluklardan doğrudan özel hukuk kişileri sorumlu tutulamayacağından
taşıdığı koşulların özelliklerine göre bu tür başvuruların devletin pozitif
yükümlülükleri bağlamında ele alınması gerekebilir (Barbulescu/Romanya, § 53).
47. Bu yükümlülükler özel hukuk kişilerinin birbirleri ile olan
uyuşmazlıklarının çözümüne ilişkin yasal alt yapının oluşturulmasını, söz
konusu uyuşmazlıkların adil yargılama gereklerine uygun ve usul yönünden
güvenceleri haiz bir yargılama kapsamında incelenmesini ve bu yargılamalarda
temel haklara ilişkin anayasal güvencelerin gözetilip gözetilmediğinin
denetlenmesini gerektirir. Bu gereklilikler üçüncü kişilerin,bireylerin hak ve özgürlüklerine yaptığı
haksız müdahalelere karşı kamusal makamlar tarafından müsamaha gösterilmemesi
zorunluluğundan kaynaklanır. Zira derece mahkemeleri, özel hukuk ilişkisi
kapsamındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde bağlayıcı kararlar vererek
güvencelerin korunup korunmamasında rol almaktadır. Bu noktada uyuşmazlıkların
yargısal makamlar önüne taşınması ve hakkaniyete uygun bir yargılama yapılarak
çözümlenmesi, kamusal makamların pozitif yükümlülüklerinin bir parçasını
oluşturur.
48. AİHM de devletin doğrudan müdahalesinden kaynaklanmasa da bu
tür uyuşmazlıklarla ilgili olarak devletlerin sorumluluğunun devam
edebileceğini, kamusal makamlardan gelebilecek keyfî uygulamalardan başka Sözleşme’deki haklara etkili şekilde koruma sağlanabilmesi
için özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerde de makul ve uygun önlemler
almak suretiyle devletlerin müdahale etme yükümlülüğü taşıyabileceğini ifade
etmektedir (Sorensen ve Rasmussen/Danimarka
[BD], B. No: 52562/99, 52620/99, 11/1/2006, § 57; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya [BD],
B. No: 28955/06, ..., 12/9/2011, § 59).
49. Başvuru konusu olayda olduğu gibi kamu gücünü kullanan
aktörler dışında kalan kişiler arasındaki özel hukuk ilişkilerinde kamusal
makamların yükümlülükleri; bireylerin temel hak ve özgürlüklerine, bu başvuru
açısından özel hayata saygı hakkı ile haberleşmenin gizliliği hakkına üçüncü
kişilerin müdahalesinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması ve
mahkemelerce korunma sağlanmasıdır. Kamusal makamlarca gerekli yapısal önlemler
alınmış olunsa da uyuşmazlık konusu davayı yürüten mahkemelerce verilen
kararlarda üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere korunma imkânı
sağlanmadığı durumlarda bu yükümlülükler gereği gibi yerine getirilmemiş
olacaktır. Bu, kamusal makam olan mahkemeler aracılığıyla bireylerin hak ve
özgürlüklerinin korunmasız bırakıldığı anlamına gelecektir.
50. Bu doğrultuda, özel hukuk iş ilişkisi kapsamında çalışan
bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan haklarına yönelik müdahale iddiası
içeren uyuşmazlıklarının karara bağlandığı davalarda derece mahkemelerince söz
konusu güvenceler göz ardı edilmemeli, işveren ve çalışanlar arasındaki çatışan
çıkarlar adil biçimde dengelenmeli, başvuruculara tahsis edilmiş kurumsal
e-posta hesaplarının incelenmesi şeklindeki müdahalenin işverenin meşru
amacıyla ölçülü olup olmadığı değerlendirilmeli ve ulaşılan sonuç hakkında
hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmalıdır.
51. Derece mahkemeleri tarafından tarafların çıkarları
dengelenirken ve müdahalenin ölçülülüğü irdelenirken iş sözleşmelerinde
kısıtlayıcı ve zorlayıcı düzenlemelerin ne şekilde belirlendiği, tarafların bu
düzenlemeler hakkında bilgilendirilip bilgilendirilmediği, çalışanların temel
haklarına yönelik müdahalede bulunulmasına neden olan meşru amacın müdahale ile
ölçülü olup olmadığı, başvuruya konu olayda olduğu gibi sözleşmenin feshinin
çalışanların eylem ya da eylemsizlikleri karşısında makul ve orantılı bir işlem
olup olmadığı somut olayın koşullarına göre ele alınmalıdır. Ayrıca
yargılamalar sırasında gerçekleştirilen işlemlerin ve neticede verilen kararın
gerekçesinin bizatihi özel hayat alanına ilişkin bir müdahale oluşturmaması
için derece mahkemelerince gereken özen gösterilmelidir.
52. AİHM de özel hukuk iş ilişkilerinde Sözleşmenin 8-11.
maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla önüne gelen davalarda, taraf devletlerin
anılan maddelerdeki güvencelerden kaynaklanan pozitif yükümlülüklerini yerine
getirip getirmediğini incelemekte ve işten çıkarılan başvurucuların söz konusu
güvencelerinin özel hukuk iş ilişkileri çerçevesinde ulusal mahkemelerce
yeterli derecede korunup korunmadığını irdelemektedir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, §
61).
53. AİHM’e göre Sözleşme’nin 8-11.
maddelerinde yer alan haklara ilişkin olan özel hukuk uyuşmazlıklarında bireylerin
çıkarlarıyla toplumun çatışan çıkarları arasında ulusal mahkemelerce adil bir
denge kurulması gerekir. (Köpke/Almanya, B. No: 420/07, 5/10/2010; Palomo Sanchez ve
diğerleri/İspanya, § 62; Eweida ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 48420/10, ..., 15/1/2013,
§ 84 ). Ayrıca güvence altındaki söz konusu haklara
özel hukuk iş ilişkisi kapsamında yapılan müdahalelerin meşru amaçla ölçülü
olup olmadığı ile ulusal mahkemelerce verilen kararlarda sunulan gerekçelerin
ilgili ve yeterli olup olmadığı tespit edilmelidir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, §
63).
54. Karşılıklı menfaatler gözetilerek özel hukuk kişileri
tarafından imzalanan iş sözleşmeleri gereğince taraflar, doğal olarak birtakım
sorumluluklar altına girmekte, çalışma saatleri içinde bazı kısıtlayıcı
kurallara uyacaklarını taahhüt etmekte ve sözleşmeye aykırılık hâlinde ne tür
yaptırımlarla karşı karşıya kalacakları hususunda bilgi sahibi olmaktadır. Bu
noktada iş yerindeki huzur ve güvenin devamından elde edilecek yararlar
gözetilerek işveren tarafından çalışma saatleri içinde çalışanların bazı
haklarının kısıtlanabilmesi ve belirlenen çalışma düzeninin gerçekleşebilmesi
için çalışanların bazı kurallara uymak zorunda bırakılmaları mümkün
olabilmektedir. Ancak bu tür kısıtlayıcı ve belirlenen özel kurallara
uyulmasını zorlayıcı nitelikteki hususların çalışanların temel haklarının özünü
zedeleyici nitelikte olmaması, imza altına alınan iş sözleşmelerinde bu
hususların açık bir şekilde yer alması ve çalışanların bu hususlarda
bilgilendirilmesi gerekir. Bilgilendirmelerin ve gerekli uyarıların yapılmadığı
durumlarda çalışanlar, temel hak ve özgürlüklerine keyfî bir müdahalede
bulunulmayacağı hususunda makul bir beklenti içinde olacaklarından sözleşme
şartlarını genellikle belirleyici konumda olan işverenler tarafından
çalışanlara yönelecek bu tür müdahalelerin kabul görmesi söz konusu
olmayacaktır.
55. Çatışan çıkarların belirlenmesi, doğru dengenin kurulması ve
müdahalelerin işverenin meşru amacıyla ölçülü olup olmadığının tespiti
öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Olayın tüm
tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın
koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu da
tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun
Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır.Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece
mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle mahkemelerin
tarafların sınırlanan hak ve özgürlüklerine yönelik müdahalelerin hukukiliğini
yorumlayıp uygularken Anayasa’nın 20. ve 22. maddesindeki güvenceleri gözetip
gözetmediğini belirleme yetkisine sahiptir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin
görevi, sözleşmelerin fesih nedeninin oluşup oluşmadığını değerlendirmek ve
bunların uygulanması hususunda derece mahkemelerinin yerini almak olmayıp
kamusal makamların takdir hakları kapsamında aldıkları kararları, özel hayata
saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti bağlamındaki güvenceler açısından
değerlendirmektir.
56. Bu doğrultuda AİHM de ulusal mahkemeler tarafından izlenen
usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp
uygularken Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki
güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu
vurgulamakta; yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik
ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin
takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta; ancak ulusal mahkemeler tarafından
ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir
denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle özel hayata saygı
hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Petrenco/Moldova, B. No: 20928/05, 30/6/2010, § 54; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya,
§ 55).
b. Genel İlkelerin Uygulanması
57. Somut olaydaki uyuşmazlığın özel hukuk kişileri arasında
gerçekleşmesi nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerin
yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurunun devletin pozitif yükümlülükleri
bağlamında ele alınması gerekir (bkz. § 46).
58. Belirtildiği üzere özel hayata saygı hakkı kapsamında ele
alınabilecek olan negatif ve pozitif yükümlülüklerin sınırının ve pozitif
yükümlülüklerin hangi durumda olumlu edimde bulunulmasını zorunlu kıldığının
kesin çizgilerle belirlenmesi mümkün olmayıp bu yükümlülüklerin olaydan olaya
farklılaşması olasıdır (bkz. §§45, 46).
59. Başvurucular, e-posta hesaplarının incelenmesinin özel hayat
alanlarına ve haberleşme hürriyetlerine haksız bir müdahale oluşturmasına
rağmen feshin haksız olduğunun tespit edilerek geçersiz sayılması ve işe
iadelerinin sağlanması talebiyle açtıkları işe iade davalarında bu yönde bir
tespit yapılmadığını, aksine Mahkemelerce verilen kararlar nedeniyle söz konusu
müdahalelerin meşru hâle getirildiğini ve yazışmalarının alenileştirildiğini
iddia etmişlerdir. Bu kapsamdaki iddiaların, müdahalelerin nedeni olarak
gösterilen olayların gerçekleştiği sürecin özellikleri incelenerek ve derece
mahkemelerince gerçekleştirilen yargılamalarda yukarıda belirlenen ilkelere
(bkz. §§ 50, 51, 54) uygun şekilde hareket edilip edilmediği dikkate alınarak
değerlendirilmesi gerekir.
60. Başvuru konusu olayda işe iade davalarını yürüten Bakırköy
12. İş Mahkemesinin 31/1/2013 tarihli birinci oturumunda, ikinci başvurucunun
eski eşi dâhil yedi tanık dinlenmiş; tanık ifadelerinin genelinde başvurucular
arasındaki ilişkinin boyutu ve yakınlığı hakkında tanıkların gözlemlerine yer
verilmiştir. Ayrıca farklı birimlerde çalışan başvurucuların arkadaşlıklarının
verimlilik ve performanslarına olan yansıması ile genel olarak iş ortamına olan
etkisi de tanık ifadelerinde dile getirilmiştir. Buna göre fesih tarihinde
başvurucular ile aynı Şirket bünyesinde birlikte çalışan diğer tanıkların
beyanlarında başvurucuların performans ve verimliliklerine ilişkin olumsuz
değerlendirmelerin bulunmadığı görülmüş, bazı tanıklar ise başvurucuların
birbirlerine yakın davrandıkları konusunda birtakım duyumlar aldıklarını ancak
arkadaşlık ilişkisinin ötesindeki bir ilişkinin varlığından haberdar
olmadıklarını dile getirmişlerdir (bkz. § 17).
61. Tarafların yargılama sürecinde dile getirdikleri beyanlar
ile tanıkların ifadeleri incelendiğinde, ikinci başvurucunun eski eşi
tarafından işverene sunulan başvuruculara ait yazışmaların kişisel e-posta
hesapları üzerinden mi yoksa kurumsal e-posta hesapları üzerinden mi
gerçekleştirildiği hususu tespit edilememekle birlikte başvurucuların iş
sözleşmelerinin feshedildiği tarihte işveren Şirket bünyesinde insan kaynakları
direktörü olarak çalışan tanığın mahkeme huzurunda dile getirdiği “..Bilgi işlem vasıtasıyla davacının e-maillini özel amaçlı kullanıp kullanmadığı konusunda
araştırma yaptık, gerçekten de belirtilen e-mailler bilgisayar kayıtlarında
mevcuttur.” şeklindeki beyanları ile işverenin Derece Mahkemelerine
sunduğu dilekçelerdeki kabul beyanları dikkate alındığında, söz konusu
yazışmaların içerikleri ile ikinci başvurucunun eski eşinin beyanları üzerinden
durumdan haberdar olan işveren tarafından yazışmaların doğruluğunun teyit
edilmesi amacıyla bilgi işlem sisteminden ulaşılabilen başvurucuların kurumsal
e-posta hesaplarının incelendiği anlaşılmaktadır.
62. Yargılamaya konu dava dosyalarından, başvurucuların
karşılıklı olarak gerçekleştirdikleri yazışmaların dava dışı üçüncü kişi
tarafından davalı Şirketin yetkili kişi ya da organlarının bilgisine sunulduğu,
bundan sonra kurumsal e-posta hesapları üzerinden işveren tarafından inceleme
yapıldığı, elde edilen yazışmalarda yer alan unsurların iş sözleşmelerine
aykırı olduğundan yola çıkılarak farklı gerekçelerin de eklenmesiyle
sözleşmelerin feshedildiği, davalı Şirket tarafından söz konusu yazışmaların
liste hâlinde ilk Derece Mahkemelerine delil olarak sunulduğu, delilleri
inceleyen ve tanıkları dinleyen Mahkemelerce oluşturulan karar gerekçelerinde
söz konusu yazışmaların içeriklerine ilişkin olarak herhangi bir detaya yer
verilmediği ve işveren açısından iş ilişkilerinin sürdürülmesi olanağının
kalmadığı şeklinde değerlendirme yapılarak davaların reddedildiği görülmektedir.
63. Başvuru konusu olayda, işverenin belirlediği kurallar
çerçevesinde iş yerinde huzur ve disiplinin devamından elde edeceği faydalar
ile başvurucuların özel hayatlarına saygı hakları ve haberleşmelerinin
gizliliği arasında var olan bir çatışma hâlinden söz edilebilir. Ancak Anayasa
Mahkemesinin görevi, özel hukuk kişileri arasındaki söz konusu uyuşmazlık
hakkında doğrudan değerlendirmelerde bulunmak değildir. Anayasa Mahkemesinin
rolü, uyuşmazlığın çözümünde tarafları bağlayıcı kararlar alan derece mahkemeleri
tarafından izlenen usulü denetlemek ve tarafların sınırlanan hak ve
özgürlüklerine yönelik müdahalelerin hukukiliğini yorumlayıp uygularken
Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerindeki güvencelerin derece mahkemelerince
gözetilip gözetilmediğini belirlemektir.
64. Başvurucular ve işveren tarafından imzalanan iş
sözleşmelerinde yer alan hükümler gereğince başvurucuların iş yerinde uyulması
gereken kurallara ilişkin yürürlükte olan İç Tüzük'ü,
Temel Yönetmelik'i, oryantasyon kitapçığını, Seyahat Yönetmeliği'ni,
talimatları ve prosedürleri ilgili sözleşmelerin ayrılmaz eki ve parçası olarak
kabul ettikleri ve tüm bu düzenlemelere uymakla kendilerini yükümlü kıldıkları
görülmektedir.
65. İşverenlerin keyfî ve sınırsız bir şekilde çalışanların özel
hayat alanlarına ve haberleşme hürriyetlerine yönelik müdahalelerde
bulunabilmelerine izin veren düzenlemelerin, Anayasa’nın 11. ve 12. maddeleri
kapsamında kabul görmesi mümkün olmamakla birlikte anayasal hak ve
özgürlüklerin sağladığı güvencelere, kanunlara, uluslararası sözleşmelere
aykırı olmayacak şekilde işletmenin ticari gerekliliklerine ve disiplin
anlayışına göre belirlenen kuralların açık bir şekilde yer aldığı
düzenlemelerin bulunduğu ve bu düzenlemeler konusunda çalışanların önceden
bilgilendirilip uyarıldığı durumlarda, kapsamı belirli şekilde çalışanların
özellikle çalışma saatleri içinde birtakım haklarının kısıtlanması ve
kuralların dışına çıkılmamaya zorlanması amacıyla tedbirler alınması makul
görülebilir. Bu doğrultuda bir bilgilendirmenin ve uyarının yapılmadığı
durumlarda, hak ve özgürlüklerine bir müdahalede bulunulmayacağı hususunda
çalışanların makul bir beklenti taşıyacaklarının kabul edilmesi ve söz konusu
hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerden yararlandırılması gerekmektedir.
66. Bu kapsamda yapılan incelemede iş sözleşmelerinin parçası
olarak kabul edilen İş Yeri Temel Yönetmeliği'nin, Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi'nin, temel yönetim ilkeleri ve temel davranış
kurallarının yer aldığı düzenlemenin, ticari alışveriş yapılan firma ilişkilerine
yönelik etik kuralların yer aldığı düzenlemenin, İş Yeri Seyahat
Yönetmeliği'nin, İş Yeri Disiplin Yönetmeliği'nin, İş Yeri Personel
Yönetmeliği'nin ve İş Yeri Kıyafet Yönetmeliği'nin iş sözleşmesiyle birlikte
başvurucular tarafından her bir sayfasının ayrı ayrı imzalandığı ve böylece iş
yerinde huzur ve disiplinin sağlanması amacıyla işveren tarafından hazırlanmış
kuralları ve kısıtlamaları içeren tüm genel düzenlemeler hakkında
başvurucuların yeterli biçimde bilgilendirildiği anlaşılmaktadır.
67. Özellikle Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi'yle
başvurucuların, Şirket tarafından kendilerine iş için tahsis edilmiş olan
bilgisayar, e-posta, internet kullanımı, telefon, iletişim programı, diğer IT
kaynaklarını ve iletişim araçlarını zaruri ihtiyaçları aşan ölçüde kişisel
amaçlı, eğlence niyetli, genel ahlaka, örf ve adetlere aykırı şekilde
kullanmayacakları hususunda işverenlerine karşı taahhüt altına girdikleri;
ayrıca Şirket yöneticileri tarafından başvuruculara haber verilmeksizin ve
uyarıda bulunulmaksızın kullandıkları IT ve iletişim kaynaklarının her zaman
takip altında tutulabileceği, yapılan yazışmaların ve iletişim kayıtlarının
yedeklenebileceği, raporlanabileceği, gerekli durumlarda detaylı olarak
incelenebileceği, el konulabileceği ve kullanım sınırlaması getirilebileceği
hususunda da kabul beyanında bulundukları ve taahhüt verdikleri görülmektedir.
68. İş sözleşmelerinin parçası olan düzenlemeler ile şirket
kaynaklarının, bilgisayarların, kurumsal e-posta hesaplarının kişisel amaçlar
doğrultusunda kullanımı kesin şekilde yasaklanmış; gerektiğinde yazışmaların ve
iletişim kayıtlarının takip edilebileceği ve incelenebileceği hususunda
başvuruculara gerekli uyarılar ve bilgilendirmeler yapılmıştır. Bunun yanında,
kurumsal olmadığı sürece kişisel hesapların ve kişisel iletişim vasıtalarının
mesai saatleri içerisinde kullanılma imkânı olmasına ve buna ilişkin bir engel
bulunmamasına rağmen, yapılan işin gerekleriyle ilgisi olmayan yazışmaların iş
sözleşmelerine aykırı biçimde mesai saatleri içerisinde kurumsal hesaplar
üzerinden gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle başvurucuların
kurumsal e-posta hesapları üzerinden gerçekleştirdikleri kişisel yazışmaların
korunması konusunda makul bir beklenti içinde oldukları sonucuna ulaşılamaz.
69. Ayrıca işveren, başvurucuların kurumsal e-posta hesaplarını
incelemiş; bunu da ikinci başvurucunun eski eşi tarafından Şirket yönetimine
sunulan e-posta yazışmaları hakkında bilgi sahibi olduktan sonra başvurucuların
Şirket düzenlemelerine aykırı davranışlarının bulunduğu şeklindeki iddianın
doğruluğunu teyit etme inancıyla gerçekleştirmiştir. Bu yöndeki tespit ile
birlikte 4857 sayılı Kanun hükümleri ve iş sözleşmelerinde yer alan
düzenlemeler dikkate alındığında kurumsal e-posta hesaplarının kişisel amaçlarla
ve Temel Yönetmelik'e uygun kullanıp kullanmadığını doğrulamak amacıyla
başvurucuların yazışmalarını inceleyen işverenin meşru bir amaç taşıdığı ve
işveren tarafından gerçekleştirilen müdahalenin söz konusu meşru amaçla ölçülü
olduğu, bu hususların Derece Mahkemelerince verilen kararların gerekçelerinde
dikkate alındığı kanaatine ulaşılmıştır.
70. Başvuruya konu edilen yargılama süreçleri incelendiğinde
öncelikle başvurucuların Derece Mahkemeleri önünde delillerini sundukları,
iddiada bulunma ve savunma haklarını herhangi bir engellemeyle karşı karşıya
kalmadan kullandıkları görülmektedir. Ayrıca söz konusu yazışmaların çalışma
saatleri içinde kişisel amaçlar doğrultusunda kullanıldığı, iş yeri düzenine
ilişkin olarak belirlenen düzenlemeler hakkında başvurucuların
bilgilendirildikleri ve uyarıldıkları, bu durumu ispat edecek şekilde
imzalarının alındığı, sözleşmelere aykırı davranışların bulunduğu hususunda
oluşan inanç doğrultusunda önceden belirlenmiş müdahale sınırlarına riayet
edilerek işveren tarafından kurumsal e-posta hesaplarının denetlendiği, bunun
dışında işveren tarafından başvuruculara ait diğer verilere ulaşılıp inceleme
yapıldığına dair herhangi bir bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Yargılamalarda, başvuruculara ait hizmet cetveli ile iş yeri özlük dosyalarının
Derece Mahkemeleri tarafından celp edilerek incelendiği, karar gerekçelerinde
kurumsal e-posta yazışmalarının içeriklerine yer verilmediği, dava konusuyla
sınırlı bir şekilde değerlendirme yapıldığı, başvurucuların doğruluk ve bağlılıkla
bağdaşmayan eylemleri nedeniyle iş yerinde olumsuzlukların yaşandığı ve bu
durumun işveren açısından sözleşmelerin sürdürülmesi imkânını ortadan
kaldırdığının kararlarda vurgulandığı, başvurucuların eylemlerinin 4857 sayılı
Kanun’un yanı sıra iş sözleşmelerine ve iş yerinin iç düzenlemelerine
aykırılıklar oluşturduğu, bu nedenlerle sözleşmelerin feshedilmesinde hukuka
aykırı bir durumun bulunmadığı şeklinde kararlar verilmiştir. Ayrıca ikinci
başvurucunun eski eşinin tanık sıfatıyla alınan ifadesinin işverenin
iddialarının doğruluğunun anlaşılabilmesi amacıyla Mahkemece sorulan ve
mahremiyet içermeyen sorulara verilen cevaplardan oluştuğu, yargılama
süreçlerinde ve oluşturulan karar gerekçelerinde başvurucuların özel hayat
alanlarını alenileştiren ve haberleşmelerinin gizliliğini ortadan kaldıran
herhangi bir unsura yer verilmediği anlaşılmaktadır.
71. Derece Mahkemelerince verilen kararlarda, başvurucuların
makul bir beklentisinin bulunmadığı hususunun dikkate alınarak başvurucular ile
işveren arasında çatışan çıkarların dengelendiği, işveren tarafından
başvuruculara tahsis edilmiş kurumsal e-posta hesaplarının incelenmesi
şeklindeki müdahalenin Şirket içi düzenlemeler gereğince işverenin meşru
amacıyla ölçülü olup olmadığı hususunda değerlendirmelerin yapıldığı,
sözleşmelerin feshinin başvurucuların eylemleri karşısında makul ve orantılı
bir işlem olup olmadığının gözetildiği ve tüm bu hususlara dayanılarak
davaların reddine ilişkin ilgili ve yeterli gerekçeler sunulduğu, ayrıca
başvurucular arasındaki yazışmalara ait içeriklerin gerek yargılamaya ilişkin
işlemlerde gerekse karar gerekçesinde alenileştirilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
72. Açıklanan nedenlerle özel hukuk iş ilişkilerinden doğan
uyuşmazlıkları karara bağlayan Derece Mahkemelerince ilgili ve yeterli
gerekçeler oluşturularak anayasal güvencelerin korunması açısından pozitif
yükümlülüklerin yerine getirildiği ve yargılama süreçlerde gerçekleştirilen
işlemlerde yazışmaların içeriklerinin alenileştirilmediği anlaşıldığından
başvurucuların Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata
saygı hakkı ile Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşmenin
gizliliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ve haberleşmenin gizliliği
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata
saygı hakkının ve Anayasa'nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşmenin
gizliliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin
üzerlerinde BIRAKILMASINA
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.