TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MELİKE TEKİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4951)
|
|
Karar Tarihi: 30/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Melike TEKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi öldürüldüğü,
oğlu yaralandığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 21/4/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/10/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; eşi M.Ş.T. Batman iliSason
ilçesi Tekevler köyünde köy korucusu olarak görev
yapmakta iken terör örgütü mensupları tarafından köy korucularının evlerine
yapılan saldırılardan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle 1993 yılında
ailesi ile köyünü terk etmek zorunda kaldığını ve İstanbul iline göç
ettiklerini iddia etmiştir.
8. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 14/5/2003
tarihli ve E.1999/44, K.2003/145 sayılı kararı ile terör örgütü üyeleri
tarafından 28/8/1998 tarihinde başvurucunun eşi M.Ş.T.nin
öldürülmesi ve oğlu C.T.nin yaralanması da gerekçe
gösterilerek bazı sanıklar hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
9. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 14/10/2010 tarihli ve 2010/1-444 sayılı kararında
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucunun mal
varlığına rastlanmadığından, adına kayıtlı herhangi bir taşınır veya taşınmaz
mal bulunmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir.
11. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/633,
K.2011/1179 sayılı kararı iledavanın reddine
hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin
değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce
uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla
ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle
idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından
"tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından
yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak
suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal
güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması
nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece
ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.
Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış
olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan
asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir
göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere
ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre
değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve
endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle,
kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda
belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir
yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece
köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini
terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da
güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı
malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa
hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.
Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari
güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile
bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim
yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda
uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından
bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak
bulunmamaktadır.
Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne
ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma
Komutanlığı'nın 25.03.2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında,
Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı",
ayrıca Batman Valiliği'nin 04.03.2005 tarihli yazısı ekinde yer alan
"Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde
bulunmadığı, 09.05.2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör
olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 09.10.2009 tarih ve 63966
sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği
ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin
ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 17.04.2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri
uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 2.064
kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 04.09.2009 tarih ve 11851
sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000
yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.
Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da
olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen
boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının
yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına
hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen
dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...”
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1267, K.2012/4598 sayılı ilamı ile Tekevler köyünün ilçe merkezine olan yakınlığı (4 km), Tekevler köyünün 2008 yılında Sason ilçesine bağlı bir
mahalle hâline dönüştürüldüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde Tekevler köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve
güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna
ulaşıldığı, kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2012 tarihli ve E.2012/11066,
K.2012/13780 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 17/6/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 5/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
18. Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Yönetmelik’in 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“15
inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
19. Aynı Yönetmelik’in 17. maddesi şöyledir:
“(Değişik:
22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın
meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate
alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar.
Ayrıca;
Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate
alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden
ister.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 30/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
ve akabinde açtığı davanın reddedildiğini, dosyadaki zarar tespitine ilişkin
raporlar ve köy korucularının evlerine yapılan saldırılara ilişkin tutunak dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu
soyut gerekçesine ve şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmamasına, adına kayıtlı malvarlığının mevcut olmamasına dayanılarak
başvurusunun ve davasının reddedildiğini, yargılama dosyasına sunduğu
belgelerin değerlendirilmediğini, idare tarafından sunulan belgelerin dikkate
alındığını ve bu belgelertebliğ edilmemek suretiyle
kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan karar verildiğini ve bu kararın adil
olmadığını, eşinin eski köy korucusu olması sebebiyle terör örgütü üyeleri
tarafından 28/8/1998 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesinde eşi M.Ş.T.nin öldürüldüğünü ve oğlu C.T.nin
yaralandığını, anılan olay da dikkate alındığından Batman iliSason
ilçesi Tekevler köyünde yer alan yerleşim yerini
terör olaylarından kaynaklı güvenlik kaygısı ile terk ettiği sonucuna varılması
gerektiğini ve terk nedeniyle oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
giderilmesi gerektiğini belirtmiştir.
22. Başvurucu; ayrıca yerleşim yeri olan Tekevler
köyü ve mezralarının 2008 yılında mahalle statüsüne dönüştürüldüğünü,
dolayısıyla maddi gerçeğin tespiti açısından yargılama konusuna neden olan
olayların yoğun olarak yaşandığı dönemdeki köyün hukuki durumu dikkate alınarak
karar verilmesi gerekirken 2008 yılından sonraki hukuki durum dikkate alınarak
yargılama mercilerinin hatalı karar verdiklerini, bu şikâyetinin
değerlendirilmediğini, kararların yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, sunduğu
belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı olarak karar veren
Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve gerçeği yansıtmayan
belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine karar verilmesi
nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen şahsına tazminat
ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını, idarenin can ve
mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet
hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin
reddedildiğini, ayrıca yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87.,
125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve
maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında bir giderim
sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan
ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının incelenmesi
sonucu verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası
yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları
aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve akabinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
25. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
26. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
27. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
28. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
29. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
30. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmadan sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
34. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
37. Başvurucu; ayrıca yerleşim yeri olan Tekevler
köyü ve mezralarının 2008 yılında mahalle statüsüne dönüştürüldüğünü, dolayısıyla
olayların yoğun olarak yaşandığı dönemdeki hukuki durum dikkate alınarak karar
verilmesi gerekirken bu şikâyetinin değerlendirilmeyerek 2008 yılındaki
değişiklikten sonraki hukuki durum dikkate alınarak hatalı karar verildiğini
iddia etmiştir.
38. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
39. Somut başvurunun incelenmesinde başvurucunun taleplerinin
5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında Derece
Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının
çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında
değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu
etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. § 12), İlk
Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak ve
başvurucunun iddiaları değerlendirilmek (bkz. § 13) suretiyle kanun yolu
denetiminden geçerek (bkz. §§ 13, 14) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan
başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumunun
değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
bulunmamaktadır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
42. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
44. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (3/1/2006) ile nihai karar tarihi (11/12/2012) arasında geçen 6 yıl 11
aylık sürede uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
46. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
47. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun,
eşi M.Ş.T. köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensupları
tarafından köy korucularının evlerine yapılan saldırılardan kaynaklanan
güvenlik kaygısı nedeniyle 1993 yılında ailesi ile birlikte köyünü terk etmek
zorunda kalması, eşinin eski köy korucusu olması sebebiyle terör örgütü
üyelerinin talimatları doğrultusunda örgüt mensuplarınca 28/8/1998 tarihinde
İstanbul ili, Güngören ilçesinde eşi M.Ş.T.nin
öldürülmesi ve oğlu C.T.nin yaralanması noktasındaki
özel durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış
olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
48. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi
istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
49. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemiştir (Mesude Yaşar, §§ 89-90; Cahit
Tekin, §§ 84-85).
50. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi hususundaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya
özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
51. Başvurucunun; eşinin Batman ili Sason ilçesi Tekevler köyünde köy korucusu olarak görev yaptığı dönemde
terör örgütü üyelerince köy korucularının evlerine yapılan saldırılardan
kaynaklanan güvenlik kaygısıyla 1993 yılında köyünü terk ettiğini, İstanbul
iline ailesi ile birlikte göç ettiğini ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve köy
korucularının evlerine yapılan saldırılara ilişkin tutanağı Derece Mahkemesine
ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile
yerleşim yerini terk ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını
talep ettiği anlaşılmaktadır.
52. Başvurucu, köy korucularının evlerine terör örgütü
mensupları tarafından saldırılarda bulunulduğu iddiasına delil olarak olay yeri
tespit tutanağı sunmuştur. Jandarma astsubay kıdemli çavuş, jandarma astsubay
çavuş, uzman jandarma çavuş, jandarma çavuş, jandarma onbaşı ve jandarma er
rütbelerini haiz altı görevli tarafından düzenlenen 7/10/1993 tarihli olay yeri
tespit tutanağının incelenmesi neticesinde tutanakta olayların meydana geliş
şeklinin izah edildiği, terör örgütü üyelerinin saldırısı nedeniyle ev, ahır,
eşya ve hayvanları zarar gören köy korucularının adlarına tutanakta yer
verildiği tespit edilmiştir.
53. Olay yeri tespit tutanağının incelenmesi neticesinde olay
tarihinde köy korucusu olduğu iddia edilen başvurucunun eşi M.Ş.T.nin
zarar gören köy korucuları arasında adının geçmediği belirlenmiştir.
54. Başvurucu, eski köy korucusu olması sebebiyle terör örgütü
mensupları tarafından eşi M.Ş.T.nin öldürüldüğü ve
oğlu C.T.nin yaralandığı iddiasına delil olarak
İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi kararını (bkz. § 8) sunmuştur.
Anılan kararda başvurucunun eşi M.Ş.T.nin eski köy
korucusu olduğu, terör örgütü üyeleri tarafındanöldürüldüğü
ve oğlu C.T.nin yaralandığı hususu gerekçede
belirtilerek sanıkların mahkûmiyetine esas alınmıştır.
55. Olay yeri tespit tutanağında başvurucunun eşi olan M.Ş.T.nin mal varlığının zarar gördüğü noktasında bir
tespit yer almamakla(bkz. §§ 52-53) birlikte İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik
Mahkemesi kararında yer alan tespitler (bkz. § 54) dikkate alındığında
başvurucunun eşinin köy korucusu olduğu dönemde köy korucularına yönelik terör
örgütü üyelerinin saldırılarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle
başvurucunun yerleşim yerinden ayrıldığı iddiası karşısında başvurucunun
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi için nesnel
ölçütten yararlanılması tek başına yeterli olmayıp terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyleyerleşim
yerini terk edip etmediği noktasında farklı bir karine veya ölçüt arayışına
girilmesi gerekmesine rağmen Derece Mahkemesince anılan incelemelerin
yapılmadığı tespit edilmiştir. Talep hakkında değerlendirme yapılırken
başvurucunun özel durumunun incelenmemesi, Kanun’un amacının yanı sıra köy
korucusu olan yakın hısmına yönelik terör örgütü
mensuplarınca saldırıda bulunulduğu iddiası olan ve eşi ile aynı konutu
kullanan, aynı mal varlığı üzerinden yarar sağlayan başvurucunun terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile yerleşim yerini terk edip
etmediği konusundaki maddi vakıanın tespitine de uygun görülmemektedir.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
57. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
58. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
59. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
60. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
61. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata
ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.