TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN DAYAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5033)
Karar Tarihi: 13/4/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Leyla Nur ODUNCU
Başvurucu
Hüseyin DAYAN
Vekili
Av. Mehmet Nuri YILDIZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terke mecbur kalınması nedeniyle idare hukukunun genel hükümleri kapsamında manevi zararlarının tazmini için yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi sonucunda özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2013 tarihinde Van Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 16/10/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/11/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Hakkari ili Çukurca ilçesi Uzundere beldesinde ikamet etmekte iken terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik güçleri tarafından köy halkının Van iline nakledildiğini, bu nedenle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 1/1/2005 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Hakkari Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 21/5/2008 tarihli ve 2008/1-22264 sayılı kararında mal varlığına ulaşamama nedeniyle başvurucuya ev, ahır ve ağaçları için toplam 45.536,89 TL tazminat ödenmesine karar vermiş; başvurucu ile sulhname imzalanmış ve belirlenen tazminat miktarı 6/3/2009 tarihinde başvurucu vekilinin hesabına aktarılmıştır.
11. Başvurucu 1/8/2009 tarihinde, yerleşim yerini terk etmeye mecbur kalması nedeniyle uğramış olduğu manevi zararların giderilmesi talebini içeren bir dilekçe ile İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) başvuruda bulunmuştur.
12. Genel Müdürlük 20/8/2009 tarihli ve 6626 sayılı kararında 5233 sayılı Kanun’da manevi tazminat ödenmesi hakkında hüküm olmadığından veya bu konuda yargı kararı bulunmadığından işlem yapılmaksızın başvuru evrakının iadesine karar vermiştir.
13. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal davası ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır.
14. Van 2. İdare Mahkemesinin 12/11/2010 tarihli ve E.2010/683, K.2010/4037 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“...İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Buna karşın bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Durum yukarıda anlatıldığı gibi olmakla birlikte, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun 27.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir...
İdarenin sorumluluğuna ilişkin genel idare hukuku ilkeleri ile yukarıda yer alan açıklamaların birlikte değerlendirilmesinden şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: Türk İdare Hukukunda, idarenin sorumluluğu, “hizmet kusuru nedeniyle sorumluk” ve “kusursuz sorumluluk” olmak üzere iki ana gruba ayrılmaktadır. İdarenin kusursuz sorumluluğunun dayanağını oluşturan ilkeler bakımından bir birlik bulunmamakla birlikte kusursuz sorumluluk ilkesi “risk sorumluluğu” ve “kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi” olarak iki ana kategoride incelenmekte olup, “Sosyal risk ilkesi” genel olarak “risk ilkesi” başlığı altında irdelenmektedir. İşte, 5233 sayılı yasa, çeşitlerini de saydığımız sorumluluk ilkelerinden “sosyal risk ilkesine” yönelik olarak yapılan ayrıntılı bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, sosyal risk ilkesinin kapsamı ile 5233 sayılı yasanın genel gerekçesinde öngörülen amaçların birbiriyle örtüştüğü görülmektedir. Hatta, genel gerekçede, doğrudan sosyal risk ilkesinden bahsedildiğinden, tasarının, bu ilkenin yasalaşmasına yönelik olduğu daha da netlik kazanmaktadır. Bu cümleden bahisle, sosyal risk ilkesi, yargı içtihatlarıyla ortaya çıkan bir ilke olarak karşımıza çıkmakta ve sorumluluk hukukunun bir kısmına yönelik olan bir yasal boşluğu doldurmakta iken, artık, o boşluk, sosyal risk ilkesiyle değil, 5233 sayılı Yasa ile doldurulmuş bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının, söz konusu köyde ikamet etmekte iken yaşanan terör olayları ve terörle mücadele faaliyetleri nedeniyle 1995 yılında köyünü terk ettiğinden ve köyün güvenlik nedeniyle halen yerleşime kapalı olduğundan bahisle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların karşılanması istemiyle genel hükümlere göre İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvurunun reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Sosyal risk ilkesiyle; idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmaktadır.
Dava konusu olaya, yani, davacının güvenlik gerekçesiyle köyünden göç etmesi olayına baktığımızda, uyuşmazlığın sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinde şüphe bulunmamaktadır... Zira, davacının köyünün güvenlik nedeniyle boşaltılmasına sebep olan husus yoğunlaşan terör eylemlerinin varlığıdır. Bu eylemlere bakıldığında ise, eylemlerin Devlete yönelik olduğu, Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı, bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri gelmediği açıktır.
Bu hale göre, özünde sosyal risk ilkesi bulunan dava konusu uyuşmazlığa sebep olan hususun yoğunlaşan terör eylemlerinin varlığı olması sebebiyle iş bu davanın 5233 sayılı yasa kapsamında irdelenerek karar verilmesi gerekmektedir. Zira, 5233 Sayılı yasa, sosyal risk ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu bakımdan, 5233 sayılı yasanın kapsamı ve bu yasaya göre karşılanacak zararların neler olduğu hususu önem kazanmaktadır. Yasının kapsamına ilişkin maddeler ise aşağıda tek tek sayılmıştır.
...
Yukarıda bahsi geçen maddelerden de açıkça anlaşılacağı üzere, sosyal risk ilkesinin yasalaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle sadece maddî zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla düzenlenmiş, dolayısıyla, sosyal risk ilkesinin kapsamı, 5233 sayılı yasa ile daraltılarak maddi zararlara münhasır hale getirilmiş olup, manevi zararlar bu Kanun kapsamında bulunmamaktadır.
Bu nedenle, davacının 1995 yılında köyünden göç etmesi sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararlarının karşılanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır...”
15. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/11/2011 tarihli ve E.2011/5817, K.2011/4037 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir.
16. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/8401, K.2012/14642 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 3/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
19. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
20. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir
“1. İdari dava türleri şunlardır:
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
22. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
23. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
24. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“... terör eylemeleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesiyle Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’ un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, Hakkari ili Çukurca ilçesi Uzundere beldesinde ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle can ve mal güvenliği bulunmadığından yerleşim yerinin devlet görevlilerince boşaltıldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kabul edildiğini ve maddi zararları için idare ile sulhname imzalandığını, manevi zararlarının tazmini için idare hukuku genel hükümleri çerçevesinde idareye yapmış olduğu başvurunun ve akabinde açtığı davanın reddedildiğini, 2577 sayılı Kanun kapsamında başlattığı prosedürde anılan Kanun uyarınca değerlendirmede bulunması gerekirken idareye yaptığı başvuru ve sonrasında açtığı davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılmış bir başvuru gibi kabul edilerek reddedildiğini, yerleşim yerini terk etmek zorunda kalması nedeniyle uğramış olduğu manevi zararlarının tazmini imkânından mahrum bırakıldığını, köyünden 1995 yılında göç etmekle beraber köye dönüş henüz mümkün olmadığından ihlalin süregelen nitelik arz ettiğini, süre aşımı olmadıkça sosyal risk ilkesi gereğince devletin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek Anayasa’nın 2., 5., 20., 35., 36., 90. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 2577 sayılı Kanun kapsamında idareye yapmış olduğu başvurunun ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 5., 20., 35., 36., 90. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davasının reddi yönünde karar verildiğini, bu nedenle manevi zararları hakkında idare hukuku genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 20., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları bakımından temel sorun başvurucunun mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi iddiası olduğundan başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüş; başvurucunun diğer ihlal iddiaları yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
29. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuru kabul edilerek idare ile sulhname imzalandığını, belirlenen tazminat miktarının da ödendiğini, bu şekilde maddi zararlarının tazmin edildiğini fakat manevi tazminat talebi ile 2577 sayılı Kanun’un genel hükümleri kapsamında yaptığı başvuru hakkında hatalı değerlendirme yapılarak 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat imkânının bulunmadığı gerekçesi ile başvuru ve davasının reddedildiğini, bu nedenle manevi zararlarının tazminini isteme imkânından mahrum bırakıldığını belirtmiştir.
30. Bakanlık görüş yazısında 5233 sayılı Kanun’un lafzı ve yasalaşma süreci incelendiğinde bu Kanun kapsamında manevi zararların tazmin edilmesi imkânının bulunmadığı, başvurucunun manevi tazminat talebinin idare hukukunun genel hükümlerine göre değerlendirilmesinin uygun olacağı, başvurucunun manevi tazminat istemi incelenirken başvurucunun bu talep ile idareye yaptığı başvuru tarihinde köyüne dönme imkânının bulunup bulunmadığı husunun ilgili idari kurumlardan öğrenilerek başvurucunun talep ve davasında süre aşımı bulunup bulunmadığı yönündeki değerlendirmede dikkate alınması gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları incelendiğinde maddi tazminatın adil tazmin oluşturduğu yönünde kararların bulunduğu ve bu nedenle ayrıca manevi tazminata hükmedilmesine gerek görülmediği, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında inceleme yapılması hâlinde mülkiyet hakkına müdahalenin bulunup bulunmadığı; müdahalenin varlığı kabul edilirse bu müdahalenin kanunilik ilkesi, meşru amacın bulunması ve kamu yararı ile başvurucunun hakkına yapılan müdahale arasında adil dengenin bulunup bulunmaması yönünden değerlendirmelerin yapılması gerektiğini belirterek Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına da atıflar yapılmış; başvurucunun şikâyeti incelenirken bu hususların da gözönünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur.
31. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat istemlerinin karşılanması imkânı bulunmamakla birlikte 5233 sayılı Kanun’un terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle uğranılan zararlar için manevi tazminat istenmesini yasaklayıcı hüküm içermediğini, kaldı ki idare hukukunun genel hükümleri kapsamında idareye başvuru yaptığını ve tam yargı davası açtığını, yerleşim yerini 1995 yılında terk etmek zorunda kaldığını, bazı bölgeler için Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi kapsamında köye dönüş imkânının sağlanmasına ve köye dönüşlere izin verilmesine rağmen yerleşim yeri için anılan koşulların henüz oluşmadığını, dolayısıyla süregelen ihlal durumu söz konusu olduğundan süre aşımı bulunup bulunmadığı incelenirken zarara neden olan durumun sona erdiği tarihin dikkate alınması gerektiğini, köyünün halen dönüşü yasak olan yerler arasında olduğunu, sosyal risk ilesi gereği manevi tazminat isteminin kabul edilmesi gerektiğini, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan manevi zararların tazmini yönünde AİHM ve Danıştaykararları bulunduğunu beyan etmiştir.
32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
33. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi; usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın, kişinin mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 33).
34. Somut olayda başvurucu tarafından idare hukuku genel hükümleri kapsamında talep edilen manevi tazminat isteminin adil yargılanma hakkı kapsamındaki “medeni hak ve yükümlülükler” kavramına dâhil olup olmayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir.
35. AİHM’in, AİHS’in 6. maddesine dair benimsediği dinamik yorum anlayışı Mahkeme’nin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili soyut bir tanımlama yapmaktan kaçınmasına neden olmaktadır. Medeni hak ve yükümlülük kavramı, ilke olarak, özel hukuk davalarını AİHS’in 6. maddesinin koruması altına almaktadır. Fakat AİHM, geliştirdiği içtihatla, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yanında, kamu hukuku özellikleri ağır basan, devlet ile birey arasındaki uyuşmazlıkları da medeni hak ve yükümlülük kavramına dâhil etmekte ve 6. maddenin kapsamına girdiğini ortaya koymaktadır (İsmail Taşpınar, B. No: 2013/3912, 6/2/2014, § 23).
36. Adil yargılanma hakkının bir insan hakkı olarak kavranmasının bir sonucu olarak AİHM’in geliştirdiği içtihatlar ile “medeni hak ve yükümlülükler” deyiminin kapsamını genişletmesinin en önemli sonucu adil yargılanma hakkının norm alanının genişlemesi olmuştur. Adil yargılanma hakkının norm alanının genişlemesinin bir sonucu olarak bireyler sahip olduklarını iddia ettikleri tüm yasal hak ve yükümlülükleri talep edebilir, aynı zamanda devletin bu hak ve yükümlülüklere yaptığı her türlü müdahaleye yargı önünde itiraz edebilirler (İsmail Taşpınar, § 24).
37. Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde de AİHM’in “medeni hak ve yükümlülükler” deyiminin kapsamını genişletme eğilimi gözönüne alınmalıdır. AİHM “medeni hak ve yükümlülükler” deyimini, hangi hukuk alanına girdiğine ve devletin müdahale edip etmediğine bakmaksızın bir kişinin sahip olduğu, savunulabilecek hak ve yükümlülükleri kapsayacak şekilde genişletme eğilimindedir (İsmail Taşpınar, § 26).
38. Başvurucunun terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden kaynaklandığını belirttiği zararlarının manevi tazminat ödenmesi ile giderilmesine ilişkin talebinin incelenmesinde 5233 sayılı Kanun’da başvurucunun anılan giderim imkânına ilişkin hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucunun anılan talep hakkına sahip olduğu kanaatine varılmaktadır. Kamu hukuku özellikleri ağır basan, tazminata ilişkin devlet ile birey arasındaki bu uyuşmazlık da “medeni hak ve yükümlülükler” kapsamında kabul edilmeli; bu hak ve yükümlülüğe yönelik müdahale iddiaları hakkında yargı yoluna başvurma ve etkili karar alma hakkına sahip olduğu sonucuna varılmalıdır.
39. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
40. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hale getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).
41. AİHM mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Şener Berçin, B. No: 2013/5516, 22/1/2015, § 52).
42. Başvuru konusu olayda başvurucunun manevi tazminat talebine yönelik olarak mahkemeye erişim hakkı, idari yargı alanında uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, tazminat talebi bulunan bir kimsenin, bu istemi hakkında bir mahkeme tarafından bu talebin yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
43. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış amacı “... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer verilmiştir.
44. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde, bu Kanun’un 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı ifade edilmiş; “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” başlıklı 12. maddesinde ise komisyonun doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirleyeceği ve belirtilen esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının bir örneğini davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edeceği, davet üzerine gelen hak sahibinin veya yetkili temsilcisinin sulhname tasarısını kabul etmesi durumunda bu tasarının kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanacağı, sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneğinin ilgiliye gönderileceği, sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarının saklı olduğu; 13. maddesinin ilk fıkrasında da sulhnamede belirlenen zararların sulhnamenin imzalanmasından sonra valilik onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içinde ödeneceği hükme bağlanmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, § 38). Terör ve terörle mücadeleden doğan maddi zararların karşılanması konusunda 5233 sayılı Kanun'da, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden farklı olarak özel bir giderim usulü ön görülmektedir (bkz. §§ 23, 24).
45. Somut başvuruda başvurucunun idare hukuku genel hükümleri kapsamında Genel Müdürlüğe yaptığı başvuruda 5233 sayılı Kanun’da manevi tazminat ödenmesi hakkında hüküm veya başvurucunun talebi konusunda yargı kararı bulunmadığından işlem yapılmaksızın başvuru evrakının iadesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından idare hukuku genel hükümleri kapsamında Genel Müdürlük kararının iptali ile manevi tazminat istemli açılan davada başvurucunun manevi zararlarının karşılanması istemiyle genel hükümlere göre İçişleri Bakanlığına yaptığı başvurunun reddi üzerine başvurucu tarafından dava açıldığı kabul edilmekle birlikte (bkz. § 14) başvurucunun talebi 5233 sayılı Kanun kapsamında işletilmiş prosedür olarak değerlendirilerek sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında bir inceleme yapılmıştır. Başvurucunun idare hukuku genel hükümleri kapsamında yaptığı başvuru ve açtığı dava 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen ve özel bir giderim usulü olan başvuru yolu şeklinde olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi gereği mahkemeye erişim hakkı kapsamındaki etkili karar hakkına yönelik müdahale Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
46. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, § 33).
47. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (İbrahim Can Kişi, § 34; Neriman Polat, § 42).
48. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan AİHS’in 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (Rıza Gençoğlu, B. No: 2013/3543, 7/5/2015, § 49).
49. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
50. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılması, belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmekte ve bu müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
51. Somut olayda başvurucunun idare hukuku genel hükümleri kapsamında idareye yapmış olduğu başvuru ve akabinde açtığı dava 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemeye tabi tutularak anılan Kanun kapsamında başvurucunun manevi tazminat talep etme imkânı bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir.
52. Manevi tazminat istemi ile 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan bir başvuruda benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararında, başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuru ve akabinde açtığı davada manevi tazminat taleplerini Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden iddialarının tam olarak karşılanmadığı, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle talebin reddine karar verildiği anlaşıldığından başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, §§ 67-85). Başvuru konusu olayda da başvurucu manevi tazminat isteminin karşılanmamasından şikâyet etmekle birlikte somut başvuruda başvurucu Abbas Emre kararından farklı olarak 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen prosedür ile manevi tazminat talebinde bulunmamış; idare hukuku genel hükümleri kapsamında başlattığı süreç ile manevi tazminat istemini dile getirmiştir. Bu bakımdan her iki başvuru farklılık arz etmektedir.
53. AİHM; Aydın İçyer/Türkiye ((kk), B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81) kararında 5233 sayılı Kanuna dayalı manevi tazminat istemlerinde 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğunu ancak Kanun’un 12. maddesinin idari yargıda manevi zarar için tazminat talep etme imkânı sağladığını ifade etmektedir (Abbas Emre, § 77).
54. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan “maddi” sözcüğünün itiraz yoluyla iptal edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan iptal istemini reddetmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.”
55. 5233 sayılı Kanun maddi zararların özel bir giderim usulü (bkz. §§ 23-24, 43-44, 54) olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13.maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, § 81).
56. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel prensiplerine göre yapılan başvuru ve açılan davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son fıkrasındaki (bkz. § 20), 2577 sayılı Kanun’un 1. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 21, 22) açık düzenlemeler ile Anayasa Mahkemesi (bkz. § 54), Danıştay (bkz. §§ 23, 24) ve AİHM (bkz. § 53) içtihatları dikkate alındığında başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında idare hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine olanak sağlanabilirdi. İdareye yaptığı başvurusunu ve açtığı davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
57. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
59. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
60. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
61. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
62. Anayasa Mahkemesinin manevi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği manevi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile başvurucunun manevi tazminat istemi arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.