TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN DAYAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5033)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin
DAYAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
Nuri YILDIZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terke mecbur
kalınması nedeniyle idare hukukunun genel hükümleri kapsamında manevi
zararlarının tazmini için yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın
reddedilmesi sonucunda özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2013 tarihinde Van Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü
16/10/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
26/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 4/11/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Hakkari ili Çukurca
ilçesi Uzundere beldesinde ikamet etmekte iken terör ve terörle mücadele
kapsamında güvenlik güçleri tarafından köy halkının Van iline nakledildiğini,
bu nedenle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 1/1/2005 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun
kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Hakkari
Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 21/5/2008 tarihli ve 2008/1-22264 sayılı kararında
mal varlığına ulaşamama nedeniyle başvurucuya ev, ahır ve ağaçları için toplam
45.536,89 TL tazminat ödenmesine karar vermiş; başvurucu ile sulhname imzalanmış ve belirlenen tazminat miktarı 6/3/2009
tarihinde başvurucu vekilinin hesabına aktarılmıştır.
11. Başvurucu 1/8/2009 tarihinde, yerleşim yerini terk etmeye
mecbur kalması nedeniyle uğramış olduğu manevi zararların giderilmesi talebini
içeren bir dilekçe ile İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğüne
(Genel Müdürlük) başvuruda bulunmuştur.
12. Genel Müdürlük 20/8/2009 tarihli ve 6626 sayılı kararında
5233 sayılı Kanun’da manevi tazminat ödenmesi hakkında hüküm olmadığından veya
bu konuda yargı kararı bulunmadığından işlem yapılmaksızın başvuru evrakının
iadesine karar vermiştir.
13. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal
davası ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır.
14. Van 2. İdare Mahkemesinin 12/11/2010 tarihli ve E.2010/683,
K.2010/4037 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe
şöyledir:
“...İdare
kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları
tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare
hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri
gereği tazmin edilmektedir. Buna karşın bilimsel ve yargısal içtihatlarla
geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan
kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen
kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin
gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan
özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi
amaçlanmıştır.
Durum yukarıda anlatıldığı gibi olmakla
birlikte, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla 5233 sayılı Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun
27.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir...
İdarenin sorumluluğuna ilişkin genel idare
hukuku ilkeleri ile yukarıda yer alan açıklamaların birlikte değerlendirilmesinden
şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: Türk İdare Hukukunda, idarenin sorumluluğu,
“hizmet kusuru nedeniyle sorumluk” ve “kusursuz sorumluluk” olmak üzere iki ana
gruba ayrılmaktadır. İdarenin kusursuz sorumluluğunun dayanağını oluşturan ilkeler
bakımından bir birlik bulunmamakla birlikte kusursuz sorumluluk ilkesi “risk
sorumluluğu” ve “kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi” olarak iki ana
kategoride incelenmekte olup, “Sosyal risk ilkesi” genel olarak “risk ilkesi”
başlığı altında irdelenmektedir. İşte, 5233 sayılı yasa, çeşitlerini de
saydığımız sorumluluk ilkelerinden “sosyal risk ilkesine” yönelik olarak
yapılan ayrıntılı bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, sosyal risk
ilkesinin kapsamı ile 5233 sayılı yasanın genel gerekçesinde öngörülen
amaçların birbiriyle örtüştüğü görülmektedir. Hatta, genel gerekçede, doğrudan
sosyal risk ilkesinden bahsedildiğinden, tasarının, bu ilkenin yasalaşmasına
yönelik olduğu daha da netlik kazanmaktadır. Bu cümleden bahisle, sosyal risk
ilkesi, yargı içtihatlarıyla ortaya çıkan bir ilke olarak karşımıza çıkmakta ve
sorumluluk hukukunun bir kısmına yönelik olan bir yasal boşluğu doldurmakta
iken, artık, o boşluk, sosyal risk ilkesiyle değil, 5233 sayılı Yasa ile
doldurulmuş bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının, söz
konusu köyde ikamet etmekte iken yaşanan terör olayları ve terörle mücadele
faaliyetleri nedeniyle 1995 yılında köyünü terk ettiğinden ve köyün güvenlik
nedeniyle halen yerleşime kapalı olduğundan bahisle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların karşılanması istemiyle genel
hükümlere göre İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvurunun reddi üzerine
bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Sosyal risk ilkesiyle; idarenin faaliyet
alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu
olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan zararların
topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmaktadır.
Dava konusu olaya, yani, davacının güvenlik
gerekçesiyle köyünden göç etmesi olayına baktığımızda, uyuşmazlığın sosyal risk
ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinde şüphe bulunmamaktadır... Zira,
davacının köyünün güvenlik nedeniyle boşaltılmasına sebep olan husus yoğunlaşan
terör eylemlerinin varlığıdır. Bu eylemlere bakıldığında ise, eylemlerin
Devlete yönelik olduğu, Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı, bu tür
olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri
gelmediği açıktır.
Bu hale göre, özünde sosyal risk ilkesi bulunan dava konusu uyuşmazlığa sebep olan
hususun yoğunlaşan terör eylemlerinin varlığı olması sebebiyle iş bu davanın
5233 sayılı yasa kapsamında irdelenerek karar verilmesi gerekmektedir. Zira,
5233 Sayılı yasa, sosyal risk ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu
bakımdan, 5233 sayılı yasanın kapsamı ve bu yasaya göre karşılanacak zararların
neler olduğu hususu önem kazanmaktadır. Yasının kapsamına ilişkin maddeler ise
aşağıda tek tek sayılmıştır.
...
Yukarıda bahsi geçen maddelerden de açıkça
anlaşılacağı üzere, sosyal risk ilkesinin
yasalaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle sadece maddî zarara uğrayan
kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek
amacıyla düzenlenmiş, dolayısıyla, sosyal risk ilkesinin kapsamı, 5233 sayılı
yasa ile daraltılarak maddi zararlara münhasır hale getirilmiş olup, manevi
zararlar bu Kanun kapsamında bulunmamaktadır.
Bu nedenle, davacının 1995 yılında köyünden
göç etmesi sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararlarının
karşılanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır...”
15. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 18/11/2011 tarihli ve E.2011/5817, K.2011/4037 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir.
16. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/8401,
K.2012/14642 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/6/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 3/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
19. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun,3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
20. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı
tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre
hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme
tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup
edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak
safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak
sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname
tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir
temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname
tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin
edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı
kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin
yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir
“1. İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
22. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
23. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı
kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini
sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir
yasadır.
Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu
başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili
olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme
olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde
manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine
yer verilmiştir.
Bu
durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi
kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri
sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577
sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip
ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
24. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“... terör eylemeleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları
nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi
gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen
karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden ayrı, özel bir usul
öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesiyle
Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri
arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’ un
yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması
halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı
Kanun’un 13. maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan
kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, Hakkari ili Çukurca ilçesi Uzundere beldesinde
ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle can ve mal güvenliği
bulunmadığından yerleşim yerinin devlet görevlilerince boşaltıldığını, 5233
sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kabul edildiğini ve maddi
zararları için idare ile sulhname imzalandığını,
manevi zararlarının tazmini için idare hukuku genel hükümleri çerçevesinde
idareye yapmış olduğu başvurunun ve akabinde açtığı davanın reddedildiğini,
2577 sayılı Kanun kapsamında başlattığı prosedürde anılan Kanun uyarınca
değerlendirmede bulunması gerekirken idareye yaptığı başvuru ve sonrasında
açtığı davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılmış bir başvuru gibi kabul
edilerek reddedildiğini, yerleşim yerini terk etmek zorunda kalması nedeniyle
uğramış olduğu manevi zararlarının tazmini imkânından mahrum bırakıldığını,
köyünden 1995 yılında göç etmekle beraber köye dönüş henüz mümkün olmadığından
ihlalin süregelen nitelik arz ettiğini, süre aşımı olmadıkça sosyal risk ilkesi
gereğince devletin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek Anayasa’nın 2., 5.,
20., 35., 36., 90. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiş; manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 2577
sayılı Kanun kapsamında idareye yapmış olduğu başvurunun ve açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 5., 20., 35., 36., 90. ve 125.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucu, Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davasının reddi
yönünde karar verildiğini, bu nedenle manevi zararları hakkında idare hukuku
genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının
kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 20., 35. ve 36. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları
bakımından temel sorun başvurucunun mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi
iddiası olduğundan başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüş; başvurucunun diğer ihlal
iddiaları yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
28. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
29. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuru
kabul edilerek idare ile sulhname imzalandığını,
belirlenen tazminat miktarının da ödendiğini, bu şekilde maddi zararlarının
tazmin edildiğini fakat manevi tazminat talebi ile 2577 sayılı Kanun’un genel
hükümleri kapsamında yaptığı başvuru hakkında hatalı değerlendirme yapılarak
5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat imkânının bulunmadığı gerekçesi
ile başvuru ve davasının reddedildiğini, bu nedenle manevi zararlarının
tazminini isteme imkânından mahrum bırakıldığını belirtmiştir.
30. Bakanlık görüş yazısında 5233 sayılı Kanun’un lafzı ve
yasalaşma süreci incelendiğinde bu Kanun kapsamında manevi zararların tazmin
edilmesi imkânının bulunmadığı, başvurucunun manevi tazminat talebinin idare
hukukunun genel hükümlerine göre değerlendirilmesinin uygun olacağı,
başvurucunun manevi tazminat istemi incelenirken başvurucunun bu talep ile idareye
yaptığı başvuru tarihinde köyüne dönme imkânının bulunup bulunmadığı husunun ilgili idari kurumlardan öğrenilerek başvurucunun
talep ve davasında süre aşımı bulunup bulunmadığı yönündeki değerlendirmede
dikkate alınması gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları
incelendiğinde maddi tazminatın adil tazmin oluşturduğu yönünde kararların
bulunduğu ve bu nedenle ayrıca manevi tazminata hükmedilmesine gerek
görülmediği, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında inceleme
yapılması hâlinde mülkiyet hakkına müdahalenin bulunup bulunmadığı; müdahalenin
varlığı kabul edilirse bu müdahalenin kanunilik ilkesi, meşru amacın bulunması
ve kamu yararı ile başvurucunun hakkına yapılan müdahale arasında adil dengenin
bulunup bulunmaması yönünden değerlendirmelerin yapılması gerektiğini
belirterek Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına da atıflar yapılmış;
başvurucunun şikâyeti incelenirken bu hususların da gözönünde
bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur.
31. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, 5233 sayılı Kanun
kapsamında manevi tazminat istemlerinin karşılanması imkânı bulunmamakla
birlikte 5233 sayılı Kanun’un terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle uğranılan zararlar için manevi tazminat istenmesini
yasaklayıcı hüküm içermediğini, kaldı ki idare hukukunun genel hükümleri
kapsamında idareye başvuru yaptığını ve tam yargı davası açtığını, yerleşim
yerini 1995 yılında terk etmek zorunda kaldığını, bazı bölgeler için Köye Dönüş
ve Rehabilitasyon Projesi kapsamında köye dönüş imkânının sağlanmasına ve köye
dönüşlere izin verilmesine rağmen yerleşim yeri için anılan koşulların henüz
oluşmadığını, dolayısıyla süregelen ihlal durumu söz konusu olduğundan süre
aşımı bulunup bulunmadığı incelenirken zarara neden olan durumun sona erdiği
tarihin dikkate alınması gerektiğini, köyünün halen dönüşü yasak olan yerler
arasında olduğunu, sosyal risk ilesi gereği manevi tazminat isteminin kabul
edilmesi gerektiğini, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle oluşan manevi zararların tazmini yönünde AİHM ve Danıştaykararları bulunduğunu beyan etmiştir.
32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye
tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve
hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
33. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi; usul
kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve
değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın, kişinin
mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS)
aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223,
5/11/2014, § 33).
34. Somut olayda başvurucu tarafından idare hukuku genel
hükümleri kapsamında talep edilen manevi tazminat isteminin adil yargılanma
hakkı kapsamındaki “medeni hak ve yükümlülükler” kavramına dâhil olup
olmayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir.
35. AİHM’in, AİHS’in
6. maddesine dair benimsediği dinamik yorum anlayışı Mahkeme’nin medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili soyut bir tanımlama yapmaktan kaçınmasına neden
olmaktadır. Medeni hak ve yükümlülük kavramı, ilke olarak, özel hukuk
davalarını AİHS’in 6. maddesinin koruması altına
almaktadır. Fakat AİHM, geliştirdiği içtihatla, özel kişiler arasındaki
uyuşmazlıklar yanında, kamu hukuku özellikleri ağır basan, devlet ile birey
arasındaki uyuşmazlıkları da medeni hak ve yükümlülük kavramına dâhil etmekte
ve 6. maddenin kapsamına girdiğini ortaya koymaktadır (İsmail Taşpınar, B. No:
2013/3912, 6/2/2014, § 23).
36. Adil yargılanma hakkının bir insan hakkı olarak
kavranmasının bir sonucu olarak AİHM’in geliştirdiği
içtihatlar ile “medeni hak ve yükümlülükler” deyiminin kapsamını
genişletmesinin en önemli sonucu adil yargılanma hakkının norm alanının
genişlemesi olmuştur. Adil yargılanma hakkının norm alanının genişlemesinin bir
sonucu olarak bireyler sahip olduklarını iddia ettikleri tüm yasal hak ve
yükümlülükleri talep edebilir, aynı zamanda devletin bu hak ve yükümlülüklere
yaptığı her türlü müdahaleye yargı önünde itiraz edebilirler (İsmail Taşpınar,
§ 24).
37. Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının
kapsamının belirlenmesinde de AİHM’in “medeni hak ve
yükümlülükler” deyiminin kapsamını genişletme eğilimi gözönüne
alınmalıdır. AİHM “medeni hak ve yükümlülükler” deyimini, hangi hukuk alanına
girdiğine ve devletin müdahale edip etmediğine bakmaksızın bir kişinin sahip
olduğu, savunulabilecek hak ve yükümlülükleri kapsayacak şekilde genişletme
eğilimindedir (İsmail Taşpınar, § 26).
38. Başvurucunun terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetlerden kaynaklandığını belirttiği zararlarının manevi tazminat ödenmesi
ile giderilmesine ilişkin talebinin incelenmesinde 5233 sayılı Kanun’da
başvurucunun anılan giderim imkânına ilişkin hüküm bulunmamakla birlikte idare
hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucunun anılan talep hakkına sahip
olduğu kanaatine varılmaktadır. Kamu hukuku özellikleri ağır basan, tazminata
ilişkin devlet ile birey arasındaki bu uyuşmazlık da “medeni hak ve
yükümlülükler” kapsamında kabul edilmeli; bu hak ve yükümlülüğe yönelik
müdahale iddiaları hakkında yargı yoluna başvurma ve etkili karar alma hakkına
sahip olduğu sonucuna varılmalıdır.
39. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan
Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
40. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye
başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan
Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını
anlamsız hale getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052,
23/7/2014, § 31).
41. AİHM mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü”
ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili
erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını
ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili
fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki
belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye
erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar
verilmektedir (Şener Berçin, B.
No: 2013/5516, 22/1/2015, § 52).
42. Başvuru konusu olayda başvurucunun manevi tazminat talebine
yönelik olarak mahkemeye erişim hakkı, idari yargı alanında uygulanabilir bir
haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, tazminat talebi bulunan bir
kimsenin, bu istemi hakkında bir mahkeme tarafından bu talebin yerinde olduğu
ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
43. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış
amacı “... terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre
içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu
yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız
zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde
belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen
karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın
kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer
verilmiştir.
44. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde, bu Kanun’un 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3., ve 4. maddeleri
kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi
zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve
usullere ilişkin hükümleri kapsadığı ifade edilmiş; “Zararın karşılanmasına
ilişkin sulhname” başlıklı 12. maddesinde ise
komisyonun doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten
sonra uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirleyeceği ve
belirtilen esaslara göre hazırlanan sulhname
tasarısının bir örneğini davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edeceği,
davet üzerine gelen hak sahibinin veya yetkili temsilcisinin sulhname tasarısını kabul etmesi durumunda bu tasarının
kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanacağı, sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya
göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek
bir örneğinin ilgiliye gönderileceği, sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarının saklı olduğu; 13. maddesinin ilk
fıkrasında da sulhnamede belirlenen zararların sulhnamenin imzalanmasından sonra valilik onayı üzerine ifa
tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içinde
ödeneceği hükme bağlanmıştır (Zübeyit Kaya,
B. No: 2013/7674, 21/5/2015, § 38). Terör ve terörle mücadeleden doğan maddi
zararların karşılanması konusunda 5233 sayılı Kanun'da, 2577 sayılı Kanun’un
13. maddesinden farklı olarak özel bir giderim usulü ön görülmektedir (bkz. §§
23, 24).
45. Somut başvuruda başvurucunun idare hukuku genel hükümleri
kapsamında Genel Müdürlüğe yaptığı başvuruda 5233 sayılı Kanun’da manevi
tazminat ödenmesi hakkında hüküm veya başvurucunun talebi konusunda yargı
kararı bulunmadığından işlem yapılmaksızın başvuru evrakının iadesine karar
verilmiştir. Başvurucu tarafından idare hukuku genel hükümleri kapsamında Genel
Müdürlük kararının iptali ile manevi tazminat istemli açılan davada
başvurucunun manevi zararlarının karşılanması istemiyle genel hükümlere göre
İçişleri Bakanlığına yaptığı başvurunun reddi üzerine başvurucu tarafından dava
açıldığı kabul edilmekle birlikte (bkz. § 14) başvurucunun talebi 5233 sayılı
Kanun kapsamında işletilmiş prosedür olarak değerlendirilerek sadece 5233
sayılı Kanun kapsamında bir inceleme yapılmıştır. Başvurucunun idare hukuku
genel hükümleri kapsamında yaptığı başvuru ve açtığı dava 5233 sayılı Kanun
kapsamında öngörülen ve özel bir giderim usulü olan başvuru yolu şeklinde
olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi gereği mahkemeye
erişim hakkı kapsamındaki etkili karar hakkına yönelik müdahale Anayasa’nın 13.
maddesi bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
46. Anayasa’nın 36.
maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş
olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak
bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da
hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş
olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım
koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından
kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar
olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen,
§ 58; Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim
Can Kişi, § 33).
47. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar
başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (İbrahim
Can Kişi, § 34; Neriman Polat,
§ 42).
48. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan AİHS’in 6. maddesinde adil yargılanma hakkının
sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen bunun hiçbir surette
mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın
niteliği gereği mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve
düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci
devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte meşru bir amaca
dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının
gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak
şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (Rıza Gençoğlu, B. No: 2013/3543, 7/5/2015,
§ 49).
49. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü
zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
50. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa
ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada kişilerin
taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı
mevzuat kaynaklarının daraltılması, belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili
bir kısıtlama olarak değerlendirilmekte ve bu müdahalenin mahkemeye erişim
hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
51. Somut olayda başvurucunun idare hukuku genel hükümleri
kapsamında idareye yapmış olduğu başvuru ve akabinde açtığı dava 5233 sayılı
Kanun kapsamında incelemeye tabi tutularak anılan Kanun kapsamında başvurucunun
manevi tazminat talep etme imkânı bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir.
52. Manevi tazminat istemi ile 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan bir başvuruda benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararında, başvurucunun 5233 sayılı
Kanun kapsamında yaptığı başvuru ve akabinde açtığı davada manevi tazminat
taleplerini Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden
iddialarının tam olarak karşılanmadığı, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların
karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle
talebin reddine karar verildiği anlaşıldığından başvurucunun adil yargılanma
hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır
(Abbas Emre, B. No: 2014/5005,
6/1/2016, §§ 67-85). Başvuru konusu olayda da başvurucu manevi tazminat
isteminin karşılanmamasından şikâyet etmekle birlikte somut başvuruda başvurucu
Abbas Emre kararından farklı
olarak 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen prosedür ile manevi tazminat
talebinde bulunmamış; idare hukuku genel hükümleri kapsamında başlattığı süreç
ile manevi tazminat istemini dile getirmiştir. Bu bakımdan her iki başvuru
farklılık arz etmektedir.
53. AİHM; Aydın İçyer/Türkiye ((kk),
B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81) kararında 5233 sayılı Kanuna dayalı manevi
tazminat istemlerinde 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi zararlar için
tazminat talep etme olanağının bulunduğunu ancak Kanun’un 12. maddesinin idari
yargıda manevi zarar için tazminat talep etme imkânı sağladığını ifade
etmektedir (Abbas Emre, § 77).
54. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan “maddi” sözcüğünün itiraz yoluyla iptal
edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve
E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan iptal istemini reddetmiştir.
İlgili gerekçe şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan,
idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış
bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki
uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir.
Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı
hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala
bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da
bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir
hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen
uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer
verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk
alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir
hüküm içermemektedir.”
55. 5233 sayılı Kanun maddi zararların özel bir giderim usulü
(bkz. §§ 23-24, 43-44, 54) olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da
engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13.maddelerinde,
idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere
tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun
dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine
imkân sağlamaktadır (Abbas Emre,
§ 81).
56. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel prensiplerine göre
yapılan başvuru ve açılan davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki (bkz. § 20), 2577 sayılı Kanun’un 1. ve 13. maddelerindeki (bkz.
§§ 21, 22) açık düzenlemeler ile Anayasa Mahkemesi (bkz. § 54), Danıştay (bkz.
§§ 23, 24) ve AİHM (bkz. § 53) içtihatları dikkate alındığında başvurucunun
manevi tazminat talebi hakkında idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
inceleme yapılarak bir karar verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine
olanak sağlanabilirdi. İdareye yaptığı başvurusunu ve açtığı davasını tazminat hukukunun
genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
57. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
59. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
60. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
61. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal
kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
62. Anayasa Mahkemesinin manevi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği manevi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
değerlendirme yapılarak mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin tespit
edilmesi ile başvurucunun manevi tazminat istemi arasında illiyet bağı
bulunmaması nedeniyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2.
İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması
hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.