TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZEYNEL TEMEL KANGAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5049)
|
|
Karar Tarihi: 28/5/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Zeynel Temel KANGAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Metin İRİZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kadrosunun
4/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 33. maddesi kapsamına
alınması talebinin reddine ilişkin işlem ile üniversite ile ilişiğinin
kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedildiğini
belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ve 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 3/7/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 7/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 9/12/1999
tarihinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku
Anabilim Dalında 2547 sayılı Kanun'un 50/d maddesi gereğince araştırma
görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır.
8. Başvurucu, 24/1/2007
tarihinde doktora tez savunmasını başarıyla geçmiş, 1/2/2007 tarihinde Hukuk
Fakültesi Dekanlığına başvuru yaparak kadrosunun 2547 sayılı Kanun’un 33.
maddesi kapsamına alınmasını talep etmiş, 5/2/2007 tarih ve 295 sayılı Dekanlık
yazısı ile talep hakkında yapılacak herhangi bir işlemin olmadığı
belirtilmiştir.
9. Başvurucunun bu işleme karşı
yaptığı itiraz İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 22/2/2007 tarih ve 444
sayılı işlemi ile reddedilmiştir.
10. Rektörlüğün 8/3/2007 tarih
ve 10628 sayılı işlemi ile başvurucunun üniversiteyle ilişiği kesilmiştir.
11. Başvurucu tarafından
kadrosunun 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesi kapsamına alınması talebinin
reddine ilişkin işlem ile ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali
istemiyle 3/4/2007 tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesinde dava açılmış,
Mahkemenin 8/4/2008 tarih ve E.2007/652 K.2008/656 sayılı kararıyla dava
reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Uyuşmazlık konusu olayda, davacının
lisansüstü eğitimini sürdürdüğü Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim dalının
davacının hizmetine ihtiyaç duyduğuna ilişkin herhangi bir bildirimde
bulunmaması, hizmetine ihtiyaç duyulmaması nedeniyle ve 2547 sayılı Kanunun
50/d maddesinde belirlendiği şekliyle lisansüstü öğreniminin bitmesi nedeniyle
kadro ile ilişiğinin kesildiği anlaşılmış olup kadro ile ilişiğinin kesilmesine
ilişkin 08.03.2007 gün ve 10628 sayılı işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
Davacının 2547 sayılı Kanunun 33. maddesi
uyarınca atamasının yapılması yönündeki talebinin reddedilmesine ilişkin işlemin
iptali istemine gelince; davalı idarece davacının hizmetine ihtiyaç duyulmadığı
belirtilmiş olup ihtiyaç durumunun belirlenmesi ve kadro verilerek atamasının
yapılması konusunda idarelerin takdir hakkı bulunduğundan ve bakılmakta olan
olayda takdir hakkının objektif kriterlere uygun olarak kullanıldığı
anlaşıldığından, davacının talebinin reddine ilişkin 05.02.2007 günlü işlemde
hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
12. Başvurucu tarafından bu
karar temyiz edilmiş, Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/6/2012 tarih ve
E.2008/7064, K.2012/5534 sayılı kararıyla Mahkeme kararı onanmıştır.
13. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 13/12/2012 tarih ve E.2012/10161,
K.2012/10546 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Karar başvurucu vekiline
3/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 2547 sayılı Kanun’un “Araştırma görevlileri, uzman,
çevirici ve eğitim - öğretim planlamacıları”
kenar başlıklı 33. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“a) (Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3
md.) Araştırma görevlileri, yükseköğretim
kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili
organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar
ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının
önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün
olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok
üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar
aynı usulle yeniden atanabilirler.”
16. 2547 sayılı Kanun’un “Lisansüstü öğretim” kenar
başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Usul ve şartları;
a. Lisans düzeyinde
öğrenim gördükten sonra, yükseköğretim kurumlarında yüksek lisans, doktora ya
da tıpta uzmanlık öğrenimi yapmak isteyenler, yükseköğretim kurumlarınca
usulüne göre açılacak sınavla ve Üniversitelerarası Kurulca tespit edilecek
esaslara göre seçilirler.
b. Yükseköğretim
kurumları, lisans üstü öğretim konusundaki istekleri karşılamak üzere gerekli
planlamayı yapar ve önlemleri alır.
c. (Mülga:
1/8/1996-4160/5 md.)
d) Lisans üstü
öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri
gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından
birine de atanabilirler.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 28/5/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 3/7/2013 tarih ve 2013/5049 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, kadrosunun 2547
sayılı Kanun’un 33. maddesi kapsamına alınmaması nedeniyle gelecekte alması
gereken maaşlarını almaktan yoksun bırakıldığını, yargılamanın makul sürede
bitirilmediğini, açılan davada idarenin takdir yetkisinin objektif kriterlere
ve kamu hizmeti gereklerine uygun olarak kullanılmadığı yönündeki iddialarının
karşılanmadığını, temyiz ve karar düzeltme kararlarının da gerekçesiz olduğunu
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ve 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
19. Başvurucu, kadrosunun 2547
sayılı Kanun’un 33. maddesi kapsamına alınmaması nedeniyle gelecekte alması
gereken maaşlarını almaktan yoksun bırakıldığını ve bu durumun mülkiyet hakkını
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
20. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
21. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
22. Sözleşme’ye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
23. Anayasa’nın 35. maddesinde
herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
24. Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı,
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte gelecekteki değer artışını da içerecek
şekilde mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü
olursa olsun Anayasa ve Sözleşme’yle korunan mülkiyet
kavramı içerisinde değildir. Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç,
kazanılmadığı veya bu kazanca yönelik icrası mümkün bir iddia mevcut olmadığı
sürece mülk olarak değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Denimark Ltd/Birleşik Krallık,
B. No: 37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
35).
25. Yukarıdaki hususun istisnası
olarak belli durumlarda, bir “ekonomik değer”
veya icrası mümkün bir “alacak”
iddiasını elde etmeye yönelik “meşru bir
beklenti”, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer
alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir
şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren
yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip
nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı
meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir. (Bu konudaki AİHM kararları
için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
52; Saghinadze/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 103,; SA Dangeville/Fransa, B. No: 36677/97, 16/4/2002,
§§ 44-45).
26. AİHM, Mehmet Yolcu/ Türkiye kararında; araştırma
görevlisi olarak görev yapan başvurucunun başka bir üniversitede boş olduğu
ilan edilen öğretim görevlisi kadrosuna atamasının yapılması talebinin
reddedilmesi nedeniyle daha yüksek maaş alma imkanından yoksun bırakılması
sonucunda mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını değerlendirmiş ve gelecek
bir gelirin, ancak kazanılmış veya belli bir alacak kapsamında olması durumunda
“mülkiyet” olarak
varsayılabileceğini belirterek yapılan başvurunun konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır (Mehmet Yolcu/ Türkiye, B. No: 33200/05,
15/11/2012, §§ 20-21).
27. Yukarıda belirtilen Mahkeme
içtihatları gereği, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren
başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu, en azından bu hakkın
varlığına dair meşru bir beklenti içinde olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
28. Başvuru konusu olayda,
başvurucu kadrosunun 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesine aktarılmaması nedeniyle
gelecekte alması gereken maaşlarını almaktan yoksun bırakıldığını ve bu durumun
mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiş ise de, iddia ettiği hakkı elde etme
konusunda başvurucuyu meşru bir beklentiye sevk edecek bir kanun hükmü veya
yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından, başvurucunun, Anayasa'nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması
mümkün değildir.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir
menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay Kararlarının Gerekçesiz
Olduğu İddiası
30. Başvurucu, açtığı davada
idarenin takdir yetkisinin objektif kriterlere ve kamu hizmeti gereklerine
uygun olarak kullanılmadığı yönündeki iddialarının karşılanmadığını, temyiz ve
karar düzeltme kararlarının da gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
31. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B.
No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
32. Kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu
şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96,
21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin
de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut
şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının
ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
33. Başvuru konusu olayda İlk
Derece Mahkemesi, ilgili ana bilim dalı başkanlığının başvurucunun hizmetine
ihtiyaç olduğuna dair bir bildirimde bulunmaması ve lisansüstü öğrenim
süresinin bitmesi nedeniyle ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin; ihtiyaç
durumunun belirlenmesi ve kadro verilerek başvurucunun atamasının yapılması
konusunda idarenin takdir yetkisi bulunması ve bakılan davada takdir yetkisinin
objektif kriterlere uygun olarak kullanıldığının anlaşılması nedeniyle
başvurucunun kadrosunun 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesine aktarılmaması
işleminin hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
34. Bu durumda ilk derece
Mahkemesi başvurucunun iddiasını da değerlendirerek dava konusu işlemlerin
tesisinde takdir yetkisinin hukuka uygun kullanıldığı gerekçesiyle davayı
reddetmiş olup, kararda başvurucunun iddialarının karşılanmadığından söz etmeye
imkân yoktur.
35. Bunun yanında Danıştay, ilk
derece Mahkemesi kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul
ederek temyiz talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri
bulunmadığı gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
36. Açıklanan nedenlerle,
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
“açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
37. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek Anayasa'nın 36. güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce
açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde,
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından,
başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).
39. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
42. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
43. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
44. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
45. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
46. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
47. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
48. Ancak belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
49. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
50. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 3/4/2007 tarihidir.
51. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
52. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
53. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucu, kadrosunun 2547 sayılı Kanun’un 33.
maddesine aktarılması talebinin reddine ilişkin işlem ile ilişiğinin
kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 3/4/2007 tarihinde İstanbul 2.
İdare Mahkemesinde dava açmış, İlk Derece Mahkemesi 8/4/2008 tarihinde davanın
reddine karar vermiş, bu karar 13/05/2008 tarihinde başvurucu vekiline,
3/6/2008 tarihinde ise davalı idareye tebliğ edilmiş, 23/5/2008 tarihinde
başvurucu vekili kararı temyiz etmiş, dava dosyası 17/7/2008 tarihinde Danıştaya gönderilmiş, 8/6/2010 tarihinde Danıştay Savcısı
görüşünü vermiş ve Danıştay Sekizinci Dairesi 20/6/2012 tarihinde ilk derece
Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline
24/7/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili 3/9/2012 tarihinde karar
düzeltme başvurusunda bulunmuş, dava dosyası 19/10/2012 tarihinde Danıştaya gönderilmiş, Danıştay Sekizinci Dairesi
13/12/2012 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve uyuşmazlığa konu
yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
54. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
55. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Foti ve Diğerleri/İtalya, B. No: 7604/76, 10/12/1982, § 61; Neumeister/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
20-21; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/07/1983, §
29-32; Reilly/İrlanda, B. No: 21624/93, 22/2/1995, §
65-66; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, §
84).
56. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 3/4/2007 tarihinde açılan
dava hakkında 8/4/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 1 yıl 5
gün olduğu, İlk Derece Mahkemesi karar tarihinden Danıştay Sekizinci Dairesinin
karar düzeltme talebinin reddi kararına kadar geçen sürenin ise 4 yıl 8 ay 5
gün ve toplam yargılama süresinin ise 5 yıl 8 ay 10 gün olduğu, İlk Derece
Mahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de Danıştay
Sekizinci Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı
tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle
yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin
somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından,
hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin
yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
57. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
58. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun kadrosunun 2547 sayılı
Kanun’un 33. maddesine aktarılması talebinin reddine ilişkin işlem ile
üniversite ile ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptaline yönelik olmasına
ve davanın esastan çözümünün ise İlk Derece Mahkemesince 1 yıl 5 gün içinde
tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 4 yılı
aşan sürede karar verilmiş olması, şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir
gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.
59. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
60. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar
karşılığında tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
61. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 5 yıl 8 ay 10 günlük yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
63. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun
1.
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının "konu
bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 4.150,00 TL MANEVİ
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
28/5/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.