TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
LEVENT ERSÖZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5274)
Karar Tarihi: 16/7/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Levent ERSÖZ
Vekili
Av. Hulusi COŞKUN
Av. Gürkan COŞKUN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme”, “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma olasılığı bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili tutukluluk süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10., 17., 19., 20., 26., 36., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 14/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 15/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2009 tarih, 2009/511 soruşturma ve 2009/268 esas numaralı iddianamesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1) numaralı, 311. maddesinin (1) numaralı, 312. maddesinin (1) numaralı, 313. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
9. Başvurucu, 15/1/2009 tarihinde göz altına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2009 tarih ve 2009/19 sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
10. Başvurucu, Mahkemeden birçok kez tahliye talebinde bulunmuş, ancak bir sonuç alamamıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi son olarak 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi gereğince tutukluluk durumunu değerlendirerek 12/7/2013 tarih ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir.
11. Başvurucu, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
12. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. Başvurucunun Savcılık İfadesi
13. İddianamenin 731. sayfasında şüpheli sıfatıyla “Ergenekon Terör Örgütü” içerisinde üst düzey sorumlu olarak faaliyet göstermek, yürütme organına karşı isyana tahrik, sahte kimlik kullanmak ve sahte kimlik ile Türkiye’ye giriş yapmak hususları hatırlatılıp sorulduğunda başvurucu, 30/6/2008 tarihinde kendi pasaportu ile Moskova’ya gittiğini, Türkiye’deki gelişmeleri izlediğini, sağlık problemlerinin ortaya çıkması üzerine Türkiye’ye dönmeye karar verdiğini, Türkiye’ye rahat girmek için İvan isimli yabancı bir şahıs adına düzenlenmiş sahte pasaport ile deniz yolundan 20/11/2008 tarihinde Zonguldak üzerinden giriş yaptığını, üzerinde bulunan sahte kimliğin eşi tarafından kendisine verildiğini ifade etmiştir.
C. Başvurucunun Sorgusundaki Beyanları
14. Başvurucu, şüpheli sıfatıyla sorgusunda özetle, 20 veya 21/11/2008 tarihinde yurda döndüğünü, arandığını döndükten sonra öğrendiğini, yurt dışında ailesiyle ara sıra görüştüğünü, ancak arandığı ile ilgili bir bilginin kendisine söylenmediğini, yakalandığında üzerinde çıkan M.O.G adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanının kendisine ailesi tarafından verildiğini, kendisinin de kullanmaya başladığını, yurt dışına gitmeden bir operasyon yapılacağından haberdar olmadığını beyan etmiştir (bkz: İddianame, s. 731).
D. Başvurucu Hakkında Derece Mahkemesince Verilen Hüküm
15. UYAP sistemi üzerinden edinilen bilgiye göre, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarih ve E.2009/191 sayılı kısa kararına göre başvurucunun;
i. Hakkında 5237 sayılı Kanun’un 312. maddesinin (1) numaralı ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddeleri gereğince “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
ii. Yasaklanan bilgileri temin etme suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 334. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, suçun zincirleme olarak işlendiği gerekçesiyle takdiren 1/4 oranında artırım yapılarak 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Kanun’un 62. maddesi uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
iii. Resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 204. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, işlenen suçun “terör suçu” olması nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca cezasında 1/2 oranında artırım yapılarak 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 62. maddesi uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiştir.
E. Başvurucunun Sağlık Durumu
16. Başvurucu, ameliyat sırasında “nekrozitan fasit” adında hastane virüsü almış, bu nedenle 24 defa ameliyat olmuş ve olmaya devam etmektedir. Başvurucu, hastalığı nedeniyle iki bacağını kullanamamakta ve idrarını sonda ile yapabilmektedir. Başvurucu hipertansiyon rahatsızlığı nedeniyle sıklıkla rahatsızlanmaktadır. Başvurucunun ayrıca uyku apnesi, diyabetes mellitus, kalp rahatsızlığı ile birlikte intihara varan psikiyatrik rahatsızlıkları bulunmaktadır.
17. Uzmanlarca hazırlanan tıbbi raporlara göre başvurucunun, giderek düşkün hale gelmesinin engellenemediği, hayatının bundan böyle yatağa bağımlı ve bakıma muhtaç olarak devam edeceği, komplikasyonlar nedeniyle hayati ve ciddi tehlikelerin ortaya çıkabileceği, temiz, uygun, refakatçi eşliğinde gerektiğinde müdahale edilebilecek ekibin bulunduğu, bireysel tuvalet ve bu tuvalete akülü tekerlekli iskemle ile erişmesine izin verecek alanın bulunduğu, tansiyonunun izlenebileceği monitörün olduğu ortamda yaşamını sürdürebileceği tespit edilmiştir. Başvurucu hastane dışı koşullarda hayatını idame ettirebilecek ve bu nedenle de kaçabilecek durumda değildir.
18. Başvuru formunun ekindeki belgelere göre başvurucu, Silivri Ceza Yerleşkesi polikliniğinde tedavi görmekte iken Silivri Devlet Hastanesine ve ardından da Selimpaşa Devlet Hastanesine nakledilerek tedavisine devam edildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun, tedavisine 17/8/2011 ila 17/1/2012 tarihleri arasında Silivri Devlet Hastanesinde devam edilmiştir.
19. Başvurucu, 17/1/2012 tarihinde rahatsızlıklarının artması nedeniyle, tedavi gördüğü Silivri/Selimpaşa Devlet Hastanesinden Mehmet Akif Ersoy Hastanesine nakledilmiştir.
20. Başvurucu, Mahkemeye hitaben yazdığı 7/2/2012 tarihli dilekçesinde, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, bu süre zarfında savunmalarını video konferans yöntemi ile yapabildiğini ve sadece iki kez duruşma salonunda bulunabildiğini ifade etmiştir.
21. Başvurucu, 15/3/2012 tarihinde bir süredir tedavi gördüğü Mehmet Akif Ersoy Hastanesinden İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine sevk edilerek tedavisine devam edilmiştir.
22. Başvurucu, hastalığının ağır olduğunu, iyileşerek normal hayata dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş ve bu durumu gösterir konsültasyon neticeleriyle birlikte doktor raporlarını dayanak göstererek 29/11/2011, 7/2/2012, 2/3/2012, 16/3/2012, 13/4/2012, 29/5/2012, 6/7/2012, 13/7/2012, 27/7/2012, 31/7/2012, 20/9/2012, 4/10/2012 tarihli dilekçeleri ile tahliye edilmeyi talep etmiştir.
23. Başvurucunun tedavisine başvuru tarihi itibariyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde devam edilmektedir.
F. Derece Mahkemesinin Konuya İlişkin Ara Kararları
24. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2012 tarihli 150. celsede verdiği ara kararıyla, 13/1/2012 tarihli savunma mahiyetindeki dilekçesine istinaden, tedavisine ilişkin gereği yapılmak üzere dilekçesinin bir suretinin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ve başvurucunun son sağlık durumu ile ilgili tedavi gördüğü hastaneden ivedi rapor alınmasına karar vermiştir.
25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihli 251. celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 21/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı cevabına ekli başvurucu hakkında tanzim edilen 18/10/2012 tarih ve 1620 sayılı görüş yazısına istinaden, başvurucunun giderek kontrolü güçleşen enfeksiyonları sebebiyle iki aydır rehabilitasyon uygulaması yapılamadığı ve ivedilikle hastanın uygun bir klinikte yatarak tedavisinin devamının hasta açısından daha etkin olacağı yönündeki görüş ve kanaat dikkate alınarak başvurucunun uygun bir klinikte yatarak tedavisinin sağlanması amacıyla Adalet Bakanlığının belirlediği tam teşekküllü ve güvenlikli bir kliniğe sevki için gerekli işlemin yapılmasına karar vermiştir.
26. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 16/11/2012 tarihli 262. celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 20/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı cevabına istinaden tutuklu başvurucu hakkında tekrarlayan enfeksiyonları nedeniyle hastanede yatarak tedavisine devam edildiği bildirilmekle başvurucunun aynı hastanede yatarak tedavisine devam edilmesine ve başka bir hastaneye sevk edilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
27. Adalet Bakanlığının görüşünde, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarih ve 2013/771 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebi değerlendirilerek “…daha önce Adli Tıp Kurumundan 08 Temmuz 2009 tarih ve 01 Temmuz 2011 tarihli raporların alındığı anlaşıldığından” gerekçesiyle reddettiği ifade edilmiştir.
28. Başvurucu, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
G. İlgili Hukuk
29. 765 sayılı Mülga Kanun’un 147. maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.”
30. 5237 sayılı Kanun’un 312. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
31. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
32. 5237 sayılı Kanun’un 344. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
33. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…”
34. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
35. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
36. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)
(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen karar verir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/7/2013 tarih ve 2013/5274 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, yargılamasının devam ettiği Mahkemenin 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesine göre görevlendirilmiş özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme” ve “tabii yargıç” ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan delillere itibar edilmediğini ve toplanmadığını, iddia makamının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğünü, yargılamanın uzun süredir sonuçlandırılamadığını, duruşmalar basına kapalı olarak yapıldığından duruşmaların aleniliği ilkesinin ihlal edildiğini, “bağımsız ve tarafsız mahkeme”, “makul sürede yargılanma”, “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma olasılığı bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili tutukluluk süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini, tutukluluğunun makul gerekçelere dayanmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 10., 17., 19., 20., 26., 36., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiaları
i. Tutukluluğun Somut Olgu ve Olaylara Dayanmadığı İddiası
39. Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını ileri sürmüştür.
40. Adalet Bakanlığı ve başvurucu, görüşlerinde bu şikâyetle ilgili ayrı bir değerlendirme yapmamıştır.
41. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
42. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
43. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
44. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
45. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
46. Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
47. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
48. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2009 tarih ve 2009/19 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe olarak, “hakkında mevcut delillerin toplanmamış olması, yüklenen suçun niteliği, atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı katolog suçlardan olması” gösterilmiştir.
49. Başsavcılık, 8/3/2009 tarihinde şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle dava açmıştır. İddianamede, başvurucunun isnat edilen suçlardan cezalandırılması talep edilmiş ve delil olarak, ihbar üzerine yapılan aramalarda ele geçirilen doküman ve diğer belgelere, üçüncü kişilerle ve örgütsel irtibatlarla yapılan telefon görüşmelerine, dijital kayıt ve verilerde yapılan incelemelere yer verilmiştir. İddianamede, 7/7/2008 tarihinde yapılan ihbar üzerine başvurucunun kardeşi B.E’nin evinde yapılan aramalarda devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken çok sayıda belgenin bulunduğu, “Ergenekon Terör Örgütü”nün talimatları doğrultusunda yürütme organını devirmeye yönelik olarak “Cumhuriyet Çalışma Grubu” adı altındaki oluşumu kurdukları, bu oluşumda alınan kararları koordineli bir şekilde uyguladıkları, dava dosyası kapsamındaki diğer bir sanık olan dönemin Jandarma Genel Komutanı Ş.E.’nin çağırdığını ifade ederek birçok gazeteciyle görüştüğü, bu görüşmeleri gizli kamera ile kaydettiği, arşivlediği, örgütsel içerikli gizli toplantılara katıldığı, 1/7/2008 tarihli eş zamanlı operasyonu haber alıp yurtdışına kaçtığı, sahte pasaportla Türkiye’ye Zonguldak üzerinden deniz yoluyla giriş yaptığı sırada yakalandığı, üzerinde damadı adına tanzim edilmiş sahte kimlik bulunduğu, üst aramasında üzerinden çok sayıda “sim kart”ın çıktığı, yüzlerce kişinin siyasi, dini, felsefi, etnik kökenlerine ilişkin kişisel bilgilerini veri olarak kaydettiği ifade edilmiştir.
50. Somut olayda başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı yönündeki iddiasını soyut olarak dile getirmekle yetinmiş ve bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Dava dosyasının incelenmesinden, tutuklama kararının, Derece Mahkemesinin bu konudaki hukuki yetki ve görevi çerçevesinde verildiği anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
52. Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiaları
i. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
53. Başvurucu, yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan delillerin değerlendirilmediğini, iddia makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğünü ileri sürmüştür.
54. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, bireysel başvuru yolunun ikincil nitelikte bir kanun yolu olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulmasının esas olduğunu, bireysel başvuru yoluna iddia edilen hak ihlallerinin olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabileceğini, derdest davalar açısından başvuru yollarının henüz tüketilmediğini, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan kişilerce benzer gerekçelerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) yapılan başvuruların da aynı gerekçelerle kabul edilemez bulunduğunu belirtmiştir.
55. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, başvuru yollarının tüketilmediği iddiasının kabul edilemeyeceğini, tutukluluk konusunun dava ile özdeşleştirilmemesi gerektiğini, tahliye talebinin reddi ile başvuru yolunun tüketildiğini belirterek Bakanlığın görüşüne katılmamıştır.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
57. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan delillerin değerlendirilmediğini, iddia makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin“Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
59. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
60. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
61. Zira temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18).
62. Başvurucu hakkındaki dava temyiz incelemesi aşamasında derdest olup bu şikâyetler bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiği, lehine olan delillerin değerlendirilmediğini, iddia makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğü yönündeki iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
64. Başvurucunun, yargılamanın makul süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Diğer İddialar Yönünden
65. Başvurucu ayrıca, soyut olarak, Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
66. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların belirtilmesi gerektiğini, ancak somut başvurunun bu şartı karşılamadığını ifade etmiştir.
67. Başvurucu, Adalet Bakanlığının bu görüşüne karşı, herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
68. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”
69. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
70. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
ç) Kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti.
d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
(3) Başvuru formuna aşağıdaki belgeler ya da onaylı örnekleri eklenir:
e) Dayanılan belgelerin asılları ya da onaylı örnekleri.
71. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca, Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
72. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
73. Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinde yeterli kanaat oluşması, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta, başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması ve gerekli açıklamaları yapması zorunludur (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 22).
74. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda başvurucuların başvurularını takip etme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvuru formu titizlikle doldurulmalı, ihlal iddiasının dayanağı olan tüm olaylar gösterilmeli, başvuruyu aydınlatacak ve hükmün esasını etkileyecek argümanları destekleyici tüm belgeler başvuru dilekçesine eklenmelidir. Şayet bir belge elde edilememişse, bunun da nedenleri açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 26).
75. Somut başvuruda başvurucu, Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini soyut olarak ve sadece madde numaralarını belirterek ileri sürmüştür. Somut başvuru kapsamında, bahsi geçen haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait bir açıklamada bulunulmamıştır. Söz konusu maddelerin ihlal edildiğine ilişkin iddialar yukarıda açıklanan koşulları yerine getirmeyerek iddialarını temellendirmediğinden başvurucunun bu iddialarının esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
76. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
77. Başvurucu, hastane dışı koşullarda hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığını belirterek, tutukluluk halinin devam etmesinin makul gerekçelere dayanmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığından şikâyet etmiştir.
78. Adalet Bakanlığının görüşünde, AİHM kararlarına göre, bir suç işlediği şüphesiyle hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgili kişinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles) bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller, somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanmaması ve tutukluluğunun uzatılmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini, aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmenin bu çerçevede değerlendirilemeyeceğini ve Anayasa Mahkemesince de benzer bir yaklaşımın benimsendiğini belirtmiştir.
79. Adalet Bakanlığı ayrıca, belirli bir sürenin ötesine geçen bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken, makul şüphenin varlığını sürdürüp sürdürmediğinin, yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının incelenmesi gerektiğini, ayrıca davanın karmaşıklığının ve suçlamaların niteliğinin, isnat olunan suçun organize suç ile mücadele kapsamında olup olmadığının her başvurunun kendi özellikleri çerçevesinde ele alması gerektiğini ve Anayasa Mahkemesinin bu konulardaki yaklaşımının da benzer nitelikte olduğunu ifade etmiştir.
80. Adalet Bakanlığı son olarak, başvurucunun, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek” ve “Resmi Belgede Sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı, davanın kapsamlı ve karmaşık olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın yargılandığını, dava dosyası kapsamında ek 3500 klasör delil bulunduğunu, 22 davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirildiğini, derece mahkemesince haftanın dört günü duruşma yapıldığını, yetkili mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması gerekçelerine dayandığını, ancak 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin yargılama dosyasının kapsamındaki diğer sanıklardan ayrı olarak değerlendirildiğini belirtmiştir.
81. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi ile birlikte tahliye edildiğini, ancak yeniden tutuklanabileceği göz önünde bulundurularak somut başvurunun sonuçlandırılması gerektiğini ifade ederek Bakanlık görüşüne katılmamıştır.
82. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, hastane dışı koşullarda hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığını belirterek tutukluluğun devam etmesinin makul gerekçelere dayanmadığı yönündeki şikâyetinin özü, esas olarak, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında düzenlenen “tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanma ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı” ile ilgilidir. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
83. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
84. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
85. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
86. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
87. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
88. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
89. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
90. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
91. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
92. Bakanlık görüşüne göre, derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verirken belirli bir süre “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması” şeklindeki gerekçelere dayanmıştır.
93. Somut olayda, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirerek;
“a- Sanık hakkında 16.01.2009 tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu, bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Sanık Levent Ersöz hakkında dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, sanıkta ele geçen çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili inceleme raporları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı, anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına”
şeklindeki gerekçe ile tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
94. Adalet Bakanlığı, bu tarihten sonraki değerlendirmelerde derece mahkemesinin 27/7/2012 tarihli kararına atıfla başvurucunun tutukluluk durumunun değerlendirildiğini belirtmiştir.
95. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67).
96. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi, 15/1/2009 tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasında yaklaşık dört yıl yedi aydır.
97. Başvurucunun, tutukluluğunun devam etmesinin makul gerekçelere dayanmadığı yönündeki şikâyetinin, hastane dışı koşullarda hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığı hususuna dayandırdığı görülmektedir. Bu noktada başvurucunun sağlık durumunun da incelenmesi gerekmektedir.
98. Başvurucu, sağlık problemlerinin çıkması üzerine yurtdışından 20/11/2008 tarihinde Türkiye’ye giriş yaparken sahte pasaport ve sahte kimlikle yakalandığını savcılık ifadesi ve sorgusunda beyan etmiştir. Başvuru formunun ekindeki belgelere göre başvurucu, Silivri Ceza Yerleşkesi polikliniğinde tedavi görmekte iken Silivri Devlet Hastanesine ve ardından da Selimpaşa Devlet Hastanesine nakledilerek tedavisine devam edildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun, tedavisine 17/8/2011 ila 17/1/2012 tarihleri arasında Silivri Devlet Hastanesinde devam edilmiş ve 17/1/2012 tarihinde rahatsızlıklarının artması nedeniyle, tedavi gördüğü Silivri/Selimpaşa Devlet Hastanesinden önce Mehmet Akif Ersoy Hastanesine ardından da 15/3/2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine sevk edilmiştir. Başvurucunun tedavisine halen İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde devam edilmektedir.
99. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2012 tarihli oturumunda, başvurucunun tedavisine ilişkin gereğinin yapılması için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına karar verdiği görülmektedir. Mahkeme ayrıca 23/10/2012 tarihli oturumunda da, başvurucunun giderek kontrolü güçleşen enfeksiyonları sebebiyle iki aydır rehabilitasyon uygulaması yapılamadığı ve ivedilikle hastanın uygun bir klinikte yatarak tedavisinin devamının hasta açısından daha etkin olacağı yönündeki hastane görüşü doğrultusunda başvurucunun tam teşekküllü ve güvenlikli bir kliniğe sevki için gerekli işlemin yapılmasına karar vermiştir. Mahkeme son olarak 16/11/2012 tarihli celsesinde de başvurucunun sağlık durumunu değerlendirmiş ve hastanede yatarak tedavisine devam edildiğinden başka bir hastaneye sevk edilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
100. Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
101. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
102. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
103. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “hastane dışı koşullarda hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığı ve tutukluluk haline son verilmesi gerektiği” iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
104. Başvurucu, yargılamasının makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
105. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre bir yargılama süresinin makul olup olmadığının belirlenmesinde her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve eğer söz konusu yargılama bir ceza yargılaması ise, başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi ölçütlerin dikkate alınması gerektiğini, başvurucunun yargılandığı ve kamuoyunda “Ergenekon Davası” olarak bilinen davada Derece Mahkemesince 5/8/2013 tarihinde esas hakkında karar verildiğini belirtmiştir.
106. Adalet Bakanlığı ayrıca, AİHM’in, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan bir kişi hakkındaki 30/4/2013 tarihli Güder/Türkiye kararında, ağır organize suçlara ilişkin çok sayıda suç ortağı hakkında yürütülen ceza davasının karmaşıklığına ve kapsamına dikkat çekildiğini, somut olayda yargılama makamlarına atfedilecek ve yargılama sürecini uzatan bir hareketsiz kalma sürecinin bulunmadığı gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdiğini belirtmiştir (Güder/Türkiye (kk.), B. No: 24695/09, 30/4/2013, § 54).
107. Başvurucu, Adalet Bakanlığının bu görüşüne karşı bir beyanda bulunmamıştır.
108. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.
109. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
110. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
111. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
112. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
113. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
114. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
115. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme dönemlerinin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
116. Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
117. Somut olayda başvurucunun, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek” ve “Resmi Belgede Sahtecilik” suçlarından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı ile toplam 21 yıl 18 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
118. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
119. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
120. Bununla birlikte, suç isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. Anayasa Mahkemesince verilen birçok kararda, ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen sürenin dikkate alınacağına hükmedilmiştir (Birçok kararın yanında bkz: B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 36; B. No: 2013/13, 2/7/2013, § 51).
121. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
122. Ancak yargılama süresinin uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
123. Somut olayda, başvurucunun 1/7/2008 tarihli polis operasyonunda arandığı ve bu operasyonu önceden haber alarak bir süre yurt dışına çıktığı iddia edilmektedir. Başvurucunun, 15/1/2009 tarihinde sahte pasaportla Türkiye’ye Zonguldak üzerinden deniz yoluyla giriş yaparken yakalanarak göz altına alındığı ve 16/1/2009 tarihinde tutuklandığı görülmektedir. Buna göre somut olay açısından başvurucunun yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği 15/1/2009 tarihidir.
124. Başsavcılıkça, 8/3/2009 tarihinde şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle kamu davası açılmış ve başvurucu “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek” ve “Resmi Belgede Sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılanmıştır.
125. Başvurucunun yargılandığı dosya kapsamında başvurucu ile beraber toplam 275 sanık yargılanmakta olup ve dava dosyasının yaklaşık 3.500 ek delil klasöründen oluşmaktadır.
126. Söz konusu davanın, 22 ayrı iddianame ile açılan davalar ile hali hazırda yürüyen bir kısım diğer davaların, aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle birleştirildiği bir yargılama sürecine ilişkin olduğu görülmektedir.
127. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı başvurucunun isnat edilen suçlardan toplam 21 yıl 18 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
128. 15/1/2009 tarihinde yurt dışından Türkiye’ye giriş yaparken yakalanarak gözaltına alınan başvurucu hakkındaki dava Anayasa Mahkemesince gerçekleştirilen bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz incelemesi aşamasında derdesttir. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 15/1/2009 ile işbu kararın verildiği 16/7/2014 tarihleri arasında geçen süre yaklaşık 5 yıl 6 aydır.
129. Dava dosyasının incelenmesinde derece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
130. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
131. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
132. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
133. Başvurucu, herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
134. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
135. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Tutukluluğun somut olgu ve olaylara dayanmadığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiği, lehine olan delillerin değerlendirilmediği, iddia makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğü” yönündeki iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Tutukluluğun makul süreyi aştığı” yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. “Makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Diğer iddialarının KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun;
1. “Tutukluluğun makul süreyi aştığı” iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. “Makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiği iddiası yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.