TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERCAN KANAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/533)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Ercan KANAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa RÜZGAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, özel hayata
ilişkin bilgilerin yer aldığı istihbarî nitelikte ve
delil olarak kullanılamayacağı belirtilen bir raporun yürütülen soruşturma ve
açılan davada delil olarak kullanılması ve bu raporla ilgili kamu görevlileri
hakkında kovuşturma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ve özel yaşama
saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 9/1/2013 tarihinde doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 21/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 30/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı
görüşünü 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 21/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
7. Başvurucu görüşe karşı
beyanlarını 5/11/2013 tarihinde Mahkemeye sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu İstanbul Barosuna
kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır.
10. Başvurucunun da aralarında
olduğu bazı kişilerle ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğünce 22/3/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1868
Soruşturma sayılı dosyasına bir yazı göndermiştir.
11. Bu yazı ekinde Milli
İstihbarat Teşkilatınca (MİT), silahlı bir devrim gerçekleştirmeyi amaçlayan “Devrimci Karargâh” (DK) adlı örgüt
hakkında “Etüt” adıyla hazırlanan
ve örgüt hakkında çeşitli tespit ve değerlendirmeler içeren istihbarî
nitelikli bir rapor yer almıştır. Etüdün tüm sayfalarının altında “Çok Gizli” ve “İstihbari Nitelikte Olan Bu Bilgiler Hukuki Bir Delil Olarak Kullanılamaz”
ibareleri yer almaktadır.
12. Anılan raporun 31.
sayfasındaki “Cezaevi Faaliyetleri”
başlıklı bölümde, başvurucu ile ilgili olarak şu ifadeler yer almıştır: “… gibi örgüt mensuplarıyla cezaevinde görüşen
şahısların, DK örgütü ve üst yönetimi ile adı geçenler arasında
aracılık/kuryelik yapabileceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda Devrimci
Karargâh mensuplarının davalarını umumiyetle takip eden İstanbul Barosu
avukatlarından .., Ercan KANAR’ın
yanı sıra aileler ile ziyaret edebilecekler listesindeki şahıslar önem arz
etmektedir.”
13. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda, başvurucunun aralarında olmadığı
bazı kişiler hakkında, silahlı terör örgütüne üye olma, iftira, başkalarına ait
kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçlarından düzenlenen 16/12/2011 tarih
ve 2011/852 sayılı iddianameyle İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
14. Başvurucu, sanık müdafii olarak katıldığı İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2011/243 sayılı dosyasında MİT tarafından hazırlanan raporun dava dosyasından
çıkarılmasını talep etmiş, Mahkeme 8/5/2012 tarihli duruşmada bu talebin
reddine karar vermiştir.
15. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2011/243 Esas sayılı dosyası, aynı Mahkemenin 2009/213 Esas sayılı
dosyasında birleştirilmiştir.
16. Raporda adı geçen ve
başvurucunun da aralarında bulunduğu İstanbul Barosuna kayıtlı beş avukat,
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü ve raporu düzenleyen
MİT mensupları hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun görevi kötüye kullanma, hakaret,
iftira, özel hayatın gizliliğini ihlâl suçlarına dair hükümleri uyarınca
cezalandırılmaları istemiyle 29/3/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuşlardır.
17. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, şikâyete konu edilen MİT mensupları hakkında soruşturmanın izne
tâbi olması nedeniyle, izin vermeye yetkili kurum olan Başbakanlıktan izin
talebinde bulunmuştur.
18. MİT Müsteşarlığı tarafından
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen yazıda, 16/8/2012 tarih ve 1632
sayılı Başbakan Oluru ile ilgililer hakkında “soruşturma
izni verilmemesine” karar verildiği bildirilmiştir.
19. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, anılan kararın kesinleşip kesinleşmediğinin tespiti ve kesinleşme
şerhinin gönderilmesi hususunda MİT’ten bilgi istemiş, buna verilen cevapta, “Müsteşarlığımızın 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında bulunmaması nedeniyle,
bahse konu karar Başsavcılığınız dışında herhangi bir kişiye tebliğ
edilmediğinden, ilgi yazıya ilişkin hususların karşılanması mümkün olmamıştır”
denilmiştir.
20. Bunun üzerine İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı 23/11/2012 tarihinde, Başbakanlık tarafından soruşturma
izni verilmediği gerekçesiyle “inceleme
yapılmasına yer olmadığına” kesin olarak karar vermiştir.
21. Bu karar, 10/12/2012
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
22. 1/11/1983 tarih ve 2937
sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Milli
İstihbarat Teşkilatının görevleri” başlıklı 4. maddesinin birinci
fıkrasının a) bendi şöyledir:
“Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;
a) Türkiye
Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına,
bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren
bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler
hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu
istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu
Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.”
23. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret”
başlıklı 125. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“ (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını
rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek
işlenmesi gerekir.”
24. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 134.- 138. maddeleri şöyledir:
“Özel hayatın gizliliğini ihlal
Madde 134- (1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini
ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi
halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri
hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması
halinde de aynı cezaya hükmolunur.”
“Kişisel verilerin kaydedilmesi
Madde 135- (1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri
kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki
kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına,
sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri
olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”
“Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme
Madde 136- (1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak
bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
“Nitelikli haller
Madde 137- (1) Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların;
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki
kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan
yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
“Verileri yok etmeme
Madde 138- (1) Kanunların belirlediği sürelerin geçmiş
olmasına karşın verileri sistem içinde yok etmekle yükümlü olanlara görevlerini
yerine getirmediklerinde altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Görevi kötüye kullanma”
başlıklı 257. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında,
görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine
veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan
kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
26. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “İftira” başlıklı 267.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Yetkili makamlara ihbar veya şikayette
bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında
soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını
sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan
dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/1/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 9/1/2013 tarih ve 2013/533
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından
istihbarî nitelikli bir raporda kişisel bilgilerinin
hukuka aykırı olarak toplandığını, yürütülen soruşturma sonunda hazırlanan
iddianame ekinde bu raporun yer aldığını, raporda kişisel, özel ve mesleki
durumlarına ilişkin bilgilerin bulunduğunu, avukatlık mesleğine ilişkin
faaliyetlerin suç olarak gösterildiğini, raporu düzenleyenler hakkındaki
şikâyetle ilgili olarak soruşturma izni verilmemesi nedeniyle İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini
belirterek, Anayasa’nın 2., 10., 20., 36., 40. ve 125. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Özel hayata ilişkin
bilgilerin istihbarî amaçla hukuka aykırı olarak
temin edilmesi ve bir soruşturma sürecinde bu bilgileri içeren raporun
kullanılması, açılan kamu davasına ilişkin dosyada bu raporun bulundurulmasıyla
ilgili olarak, raporu düzenleyen ve soruşturmada kullanan kamu görevlileri
hakkında başvurucu şikâyetçi olmuştur.
30. Bu şikâyet üzerine raporu
düzenlediği iddia edilen MİT mensupları hakkında soruşturma izni verilmemesi
nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına (inceleme yapılmasına yer olmadığına) karar
verildiği anlaşılmaktadır.
31. Başvurucu, Anayasa’nın 2.,
10., 20., 36., 40. ve 125. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de, iddialarının özünü, özel yaşama saygı hakkının ihlal
edilmesi ve bu ihlal nedeniyle şikayet edilen kamu görevlilerinin
cezalandırılması talebiyle başlatılan soruşturma sürecinin etkin ve adil bir
şekilde yürütülmeyerek sonlandırılmasının oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, başvuru kapsamındaki iddiaların Anayasa’nın 20. ve 36. maddeleri
kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik
a. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
32. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’in 6. maddesi kapsamında
kalan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasında olduğunu, Sözleşmenin bu
maddesinin, mağdur sayılabilecek kimseler açısından incelendiğinde, ceza
yargılamaları açısından sanık konumunda olan kişilerle, ceza yargılamaları
dışında kalan yargılamalar açısından da, söz konusu davanın tarafı olan kişiler
olduğunun görüleceğini, Sözleşmenin, adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların" ve bir "suç
isnadının" esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamının bu konularla sınırlandırıldığını belirtmiştir.
33. Adalet Bakanlığı ayrıca, AİHS’in adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde
adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni
hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamının bu konularla
sınırlandırıldığını belirtmiştir.
34. Başvurucu bu görüşe karşı,
açıkça hukuka aykırı bir belgeyi düzenleyen ve bunu kullanan kamu görevlileri
hakkında etkin bir soruşturma yapılmadan ve gerekçesiz olarak karar
verildiğini, hak arama hürriyetinin adil yargılanma ilkesi ile bağdaşmaz bir
şekilde sınırlandırıldığını belirtmiştir.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
36. 30/11/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
37. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. ...”
40. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
41. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
42. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ceza davasına katılan tarafın şikâyeti için uygulanabilmekle beraber
(bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, §
70-71), sırf sanığın cezalandırılması isteği ve şahsi öç alma saikiyle şikâyette bulunulması durumu, Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır (bkz. Sigalas/Yunanistan, B. No: 19754/02, 22/09/2005, § 29). Böyle bir
hakkın koruma alanına girilebilmesi için ceza davasında medeni hak talebine
imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın
hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması gerekmektedir.
43. Hukuk sistemimiz açısından,
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile
ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup,
başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı
bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin kişilerin
cezalandırılmasıyla sınırlı olduğu, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın etkilerinin ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun
iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı
bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin
koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Özel Hayata
Saygı Hakkı Yönünden
45. Başvurucunun şikâyetiyle
ilgili olarak adli bir kovuşturma açılmasının mümkün olmadığı, genel mahkemelerde açılacak dava yoluyla
başvuru kapsamındaki şikâyetin incelenmesinin, varsa ihlalin tespiti ve adil
bir tazminin sağlanmasının mümkün olduğu görülmekle birlikte, başvurucudan
ihlal iddiasına ilişkin etkili olabilecek tüm başvuru yollarını tüketmesini
beklemenin adil olmayacağı sonucuna varılmıştır.
46. Başvurucunun iddialarının
dayanaktan yoksun olmadığı ve başkaca bir kabul edilemezlik nedeninin de
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
47. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, özel hayat kavramının tek bir tanımı olmadığını ve geniş bir kavram
olduğunu belirtmektedir (Peck/Birleşik Krallık par. 57, Pretty/Birleşik Krallık, par.
61). Bakanlık ayrıca AİHM’in, istihbarat ajanslarının
demokratik bir toplumda meşru olarak var olabileceğini kabul etmekle beraber,
vatandaşların gizli gözetimi konusundaki yetkinin sadece demokratik kurumları
korumak için mutlaka gerekli olduğu durumlarda sözleşme kapsamında kabul
edilebileceğini açıkça belirttiğini, demokratik toplumların çok sofistike
casusluk ve terörizm yöntemleri ile tehdit edildiklerini, bunun sonucu olarak
da devletin bu tür tehditlere etkin bir şekilde karşı çıkabilmek için kendi
yargı alanında hareket eden yıkıcı unsurlara karşı gizli gözetim çalışmaları
yapmak zorunda kaldığı gerçeğini kabul ettiğini ifade etmektedir.
48. Başvurucu, başvuru kapsamındaki
beyanlarına benzer hususları ifade ederek, özel hayata saygı hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesini talep etmiştir.
49. Anayasa’nın 13. maddesi
şöyledir
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
50. Anayasa’nın 20. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamaz.”
51. Özel hayata saygı hakkı
Anayasa’nın 20. maddesinde koruma altına alınmıştır. Devlet, kişilerin özel ve
aile hayatına keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin haksız
saldırılarını önlemekle yükümlüdür.
52. AİHM özel hayat kavramının,
bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olduğunu, kişinin
ismi ve kimliği, bireysel gelişimi, aile yaşamı yanında, dış dünya ile
bağlantısını, başkaları ile ilişkisini, ticari ve mesleki faaliyetlerini de
kapsadığını belirtmektedir (Bkz. Niemietz/Almanya,
B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29-33).
53. Özel hayata saygı hakkına
ilişkin ihlal nedeniyle yapılacak inceleme kapsamında, öncelikle korunan
menfaatin hakkın kapsamına girip girmediğinin, ikinci olarak hakkın kapsamı
içinde olduğu tespit edilen menfaate yönelik bir müdahale olup olmadığının,
müdahalenin varlığı halinde bunun Anayasa’nın 20. ve 13. maddelerinde öngörülen
şartlara uygun olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunup bulunmadığı, 20. maddenin ikinci
fıkrasında belirtilen sınırlama nedenlerinden birisine dayanıp dayanmadığı, 13.
maddede yer alan öze dokunmama, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
olma ve ölçülülük ilkelerine uyulup uyulmadığı değerlendirilmelidir.
54. Başvurucunun icra ettiği
avukatlık mesleğiyle ilgili ve mesleği nedeniyle oluşan ilişkileri hakkında
olumlu veya olumsuz çağrışım yapacak değerlendirmelerin özel yaşamla ilgili
olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle şikâyet konusu menfaatin, özel hayata
saygı hakkı kapsamı içinde olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
55. Bununla birlikte, demokratik
toplumların karmaşık suç yöntemleriyle karşı karşıya kaldığı dikkate
alındığında demokratik hukuk devletinin ve bireylerin hak ve özgürlüklerinin
güvence altına alınabilmesi için istihbarat kurumlarının varlığına ve bu tür
suçlarla etkin bir şekilde mücadele edebilmek için gizli gözetim çalışmalarına
ihtiyaç duyulması mümkündür. Ancak istihbarat çalışmaları yoluyla bireylerin
özel hayatlarına ilişkin bilgilerin toplanması ancak demokratik kurumları
korumak için zorunlu olduğu ölçüde meşru görülebilir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Rotaru/Romanya, B. No: 28341/95, 4/5/2000, § 47).
56. Bu kapsamda, 2937 sayılı
Kanun’un 4. maddesinde Milli İstihbarat Teşkilatının, Türkiye
Cumhuriyetinin bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine,
Anayasal düzenine karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel
faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını oluşturmak ve bu istihbaratı
gerekli kuruluşlara ulaştırmak yönünde yasayla verilmiş bir görevleri
bulunmaktadır. Silahlı bir devrim gerçekleştirmeyi amaçlayan yasa dışı bir
örgütle ilgili istihbaratın temin edilmesi ve bu istihbaratın ilgili kurumlara
ulaştırılmasının anılan görev kapsamında gerçekleştirildiğinin kabulü gerekir.
57. Bu bağlamda başvurucuya
ilişkin bilgilerin de yer aldığı istihbarat raporunun yukarıda anılan yasal
hükme dayalı olarak hazırlandığı, Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan milli güvenlik, kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarına
yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
58. Bir yasa dışı örgütün
çeşitli yönleriyle değerlendirildiği başvuru konusu rapordaki başvurucuyla
ilgili ifadeler (§12), başvurucunun bu örgütle veya örgütün suç oluşturan
faaliyetleriyle ilgisi olduğu yönünde bir yargı ve kesinlik taşımamakta olup,
örgüt iletişiminin izlenmesi amacına yönelik bazı olgulara işaret etmektedir.
59. Bununla birlikte
duruşmaların kural olarak kamuya açık yürütüldüğü dikkate alındığında, yasa
dışı örgüt mensuplarıyla cezaevinde görüşen şahısların, örgüt üst yönetimi ile
cezaevinde bulunanlar arasında aracılık/kuryelik yapabileceği ve başvurucunun
bu örgütün mensuplarının davalarını genellikle takip eden bir avukat olarak
önem arz eden şahıslar arasında olduğu yönündeki değerlendirme, sadece bir olgu
ve durum tespiti olarak kabul edilemez. Bu değerlendirme başvurucunun
kişiliğiyle ilgili bir kanaat oluşmasına neden olabilecek niteliktedir. Bu
kanaatin oluşmasına neden olabilecek değerlendirme, raporun dava dosyasında bulundurulmasıyla
alenileşmiştir.
60. Başvurucu hakkında
mesleğiyle bağlantılı ve olumsuz olarak nitelendirilebilecek bu
değerlendirmenin hukuki kesinlik taşımamasına ve başvurucu hakkında bir isnada
dayanak teşkil etmemesine rağmen, dava dosyasına konulmak suretiyle
alenileştirilmesiyle başvurucunun özel hayatına yönelik ağır bir müdahale
gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Demokratik bir toplumda, doğruluğu hiçbir
şekilde sorgulanamamış ve denetime tabi tutulmamış istihbarî
nitelikteki bilgilerin dava dosyasına konulması suretiyle alenileştirilmesi
kabul edilemez. Hakkında kamu davası açılmayan başvurucuya ilişkin bilgilerin
dava dosyasına konulması demokratik toplumda gerekli kabul edilemeyeceği gibi
ölçülü olduğu da söylenemez.
61. Bu belirlemeler karşısında
başvurucunun icra ettiği avukatlık mesleği nedeniyle oluşan ilişkileri
çerçevesinde, olumsuz sayılabilecek bir değerlendirme içeren raporun kamuya
duyurulması sonucunu doğuran uygulama nedeniyle özel yaşama saygı hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
62. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
63. Başvuruda, Anayasa'nın 20.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu 100.000 TL manevi ve
100.000 TL maddi tazminat talep etmiştir. Ancak maddi tazminata dayanak belge
sunulmamıştır.
64. Başvurucunun manevi tazminat
talebine ilişkin olarak, verilen ihlal kararının adil tatmin bakımından yeterli
olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucu uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara
ilişkin bir belge sunmadığı gibi zararın sözü edilen ihlalden kaynakladığını da
ortaya koymamıştır. Bu nedenle maddi tazminata ilişkin talebin reddine karar
vermek gerekir.
65. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35
TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin “konu
bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Özel hayata saygı hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Özel hayata
saygı hakkına ilişkin Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlal kararının adil bir tatmin sağlaması nedeniyle ayrıca
manevi tazminata hükmedilmesine YER OLMADIĞINA,
D. Maddi tazminat talebinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
9/1/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.