TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN ARSLAN VE ŞAHİBE ARSLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5591)
|
|
Karar Tarihi: 14/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucular
|
:
|
1. Osman
ARSLAN
|
|
|
2. Şahibe ARSLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rehşan BATARAY SAMAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zarar
tespit komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi
nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek
kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının,
Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili itirazların
cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten
dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.Başvuru 22/7/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6.Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
26/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde sunmamıştır.
III.OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların müşterek çocuğu İ.A. hakkında Diyarbakır
Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 22/2/1995 tarihli ve
E.1994/8143, K.1995/109 sayılı soruşturma dosyasında İ.A.nın 23/12/1994 tarihinde Diyarbakır merkez Ağa
Geçit köyünde güvenlik kuvvetleriile girdiği silahlı
çatışmada ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek takipsizlik kararı
verilmiştir.
9. Başvurucular Savcılık soruşturma dosyasında maktulün çatışma
sonucu öldürüldüğüne ilişkin tespitin doğru olmadığını, çocuklarının herhangi
bir örgüt üyesi olmadığını, il merkezinde taksicilik yaptığını, olaydan bir gün
önce bir yolcuyu köye götürdüğünü, ertesi günü öldüğünü öğrendiklerini, bu
konuda tanık beyanları olduğunu belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 25/7/2005
tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)
başvurmuşlardır.
10. Komisyonun 4/8/2006 tarihli ve 2006/4-6305 sayılı kararında
başvurucuların tazminat talebi reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
5233 sayılı Kanun kapsamında başvuranların
dosyasında bulunan belgelerin 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde
belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, İ.A.nın PKK terör örgütü üyesi olduğu, güvenlik
kuvvetlerine pusu kurarak ateş açtığı ve akabinde güvenlik kuvvetleri ile
girdiği silahlı çatışmada öldüğü tespit edildiğinden, ölümünün kendi kusurundan
kaynaklandığı anlaşılmakla 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (f) bendi gereği
tazminat talebinin reddine, komisyonumuzca karar verilmiştir."
11. Başvurucular; çocuklarının örgüt üyesi olduğu ve çatışma
sonucu öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığını, Komisyonun hukuka uygun bir
şekilde araştırma yapmadığını, tarafsız olmadığını belirterek kararın iptali
için Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.
12.Mahkeme 11/12/2007 tarihli ve E.2007/38, K.2007/1686 sayılı kararıyla
davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
5233 sayılı Kanun hükümlerinden
faydalanabilmek için; meydana gelen zararın ya bizzat terör eylemi sebebiyle
oluşması ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşması
gerekmekte olup, davacının terör örgütü mensubu olup olmadığınıntespiti
içindosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden;
- 24/12/1994 tarihli Otopsi Tutanağından;
24/12/1994 günü güvenlik güçleri ile giriştiği silahlı çatışma sonucu ölü
olarak ele geçirildiği,
- Diyarbakır 1 Nolu
DGM Yedek Üyeliğinin 17/1/1995 tarihli Müt. Karar
No:1995/4 Kararından; DGM Emanetinin 1995/26 sırasında kayıtlı bulunan 1 adet kaleşnikof, şarjörü, boş kovanları; 1 adet baretta tabanca, şarjörü ve boş kovanları; 1 adet uzi marka tabanca, şarjörü boş kovanlarının müsaderesine,
- Diyarbakır 1 Nolu
DGM Yedek Üyeliğinin 15/2/1995 tarihli Müt. Karar
No:1995/84 Kararından; 23/12/1994 günü Yasadışı Örgüt üyesi İhsan Arslan'ın
güvenlik güçlerince ölü olarak ele geçirilmesi olayı ile ilgili olarak suç
konusu eşyaların müsaderesine,
- Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
22/2/1995 tarihli Haz. No:1994/8143, Karar No: 1995/109 sayılı Kararından; suç
tarihinde Diyarbakır Merkez Ağaçgeçit Köyü Taşdelen
mevkiinde güvenlik güçleri ile muris arasında meydana gelen silahlı çatışmada
ölü olarak ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
5233 sayılı Kanun terörden ve terörle
mücadeleden zarar gören kişilerin zararlarını ödemeyemünhasır
çıkartılmış bir kanundur. Kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği üzere;
terörün bütün topluma yönelmiş bir tehdit olması sebebiyle zararın kendi fiilisonucu değil, sadece toplumun bir bireyi olmasından
dolayı meydana gelmesi nedeniyle ödenmesi amaçlanmıştır.
Yukarıdaki muafiyet maddesinde de belirtildiği
üzere, zarar kendi fiili sebebiyle veyaterör ya da
teröre yataklık suçu nedeniyle oluşmuş ise bu kişilerin zararlarının
karşılanması hukuken mümkün görülmemektedir.
Bütün bu maddi ve hukuki olay birlikte
değerlendirildiğinde; murisin yasadışı terör örgütü üyesi olduğu ve güvenlik
güçleriyle girdiği silahlı çatışmada öldüğü hususu gözönüne
alındığında, bu ölüm sebebiyle davacıların zararlarının 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanması mümkün olmadığından, bu yönde tesis edilen işlemde
hukuka aykırılık görülmemiştir.
..."
13. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9619, K.2012/1342 sayılı ilamıyla hüküm,
davanın reddine ilişkin kısım yönünden onanmıştır.
14. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 19/3/2013 tarihli ve E.2012/9817,
K.2013/2047 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
15. Ret kararı 8/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş,
22/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir."
17.5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin
hükümleri kapsar.
Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı
dışındadır:
...
e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan
zararlar.
f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör
olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden
dolayı uğradığı zararlar.
..."
18.5233 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde,
19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına
giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular, müşterek çocuklarının ölümü nedeniyle maddi ve
manevi zarara uğradıklarını, Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen
soruşturmada verilen takipsizlik kararına dayanarak İdare Mahkemesinin davayı
reddettiğini ancak çocuklarının çatışmada öldüğü iddiasının doğru olmadığını,
terör örgütü üyesi de olmadığını, taksicilik yaptığını, olaydan bir gün önce
köye yolcu götürdüğünü, delil olarak değerlendirilen soruşturma dosyasında ölüm
olayının etkili bir şekilde araştırılmadığını, çocuklarının örgüt üyesi
olduğuna dair tek bir delil bile bulunmadığını, 1990'lı yıllarda Kürt
vatandaşlarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde faili meçhul ölümlerin
olduğunu, birçok olayda mağdur veya maktullerin çatışmada öldürülmüş
gösterildiklerini, güvenlik güçlerinin faili olması nedeniyle olayların
birçoğunun örtbas edildiğini, bu konuda gerçeğe aykırı belgeler düzenlendiğini,
5233 sayılı Kanun'un çıkarılış amacı gözönüne
alındığında tazminat talebinde bu hususların dikkate alınması gerektiğini,
idarenin kusursuz sorumluluğu gereği uğranılan zararı tazmin etmek zorunda
olduğunu, tazminat taleplerine ilişkin etkili ve ciddi bir yargılama yapılmadığını,
bu konuda tanıkların dinlenmediğini, DGM Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından
yürütülen eksik ve yetersiz soruşturmanın da karara esas alındığını,
yargılamanın makul sayılmayacak şekilde uzun sürdüğünü, murislerinin Kürt
kökenli olması nedeniyle keyfî olarak gözaltına alındığını ve insanlık onuru
ile bağdaşmayan muameleye maruz kaldığını, temyiz ve karar düzeltme
aşamalarında taleplerinin cevaplandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 10.,
17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşler; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi
talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği
iddiasının, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
22. Başvurucular murislerinin gözaltındayken öldüğünü, terör
örgütü üyesi olmadığını, ölüm olayında devletin sorumluluğunun bulunduğunu,
Savcılık soruşturmasının olayın aydınlatılmasında etkili ve yeterli olmadığını
belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerse de bu iddiaların,
özellikle Komisyon ve İdare Mahkemesinin ret kararlarına esas alınan DGM
Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasında ölüm olayının ne şekilde
meydana geldiği hususunda yapılan tespitin yargılamada delil olarak
kullanılamayacağı olgusuna dayanılarak dile getirildiği, başka bir ifadeyle
iddiaların tazminat talebinin kanıtlanması amacıyla ileri sürüldüğü anlaşılmış;
bu açıdan yaşam hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
23. Yine başvuru formunda başvurucuların, Mahkemenin davanın
çözümü için güvenlik güçlerince düzenlenen resmî belgeler dışında tanık
deliline başvurmadığını belirttikleri ancak somut olarak yargılama sırasında
dosyaya bildirdikleri herhangi bir tanığın dinlenmediği yönünde iddiada
bulunmadıkları, bu açıdan iddianın yargılamada usule ilişkin bir hakkın tanınıp
tanınmaması hususundan ziyade doğrudan yargılamanın sonucuna yönelik olduğu
anlaşılmış; buna yönelik şikâyetler silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
hakkı kapsamında incelenmeyerek yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı
başlığı altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
i.Eşitlik İlkesinin İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucular, Kürt kökenli olmaları nedeniyle bu tarz
muamelelere maruz kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
25. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını
temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate
alınarak başvurucuların anılan iddialarının
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu
sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit
Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
26. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa
yönelik belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
27. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
28. Başvurucular Mahkemenin, olayın şüphelisi olan yetkililerce
düzenlenen tutanak dışındaki ispat araçlarını irdelemeden, tanık deliline
başvurmadan eksik inceleme ile karar verdiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
30. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca
derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talebini içeren başvuruların
açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ile kanun tarafından mahkemenin yetkisi
kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece vederece
mahkemelerinin kararları bariz takdir hatası içermedikçe kararlardaki maddi ve
hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, §§ 25, 26).
31. Başvurucuların iddiasının özünün Derece Mahkemelerince
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Mevcut bilgi ve belgelerden, davacıların müşterek çocuğu İ.A.nın güvenlik kuvvetleri ile girdiği çatışmada ölü
olarak ele geçirildiği, 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrasının
(e) ve (f)bendi gereği, davacıların murisinin ölümünden dolayı uğranıldığı
belirtilen zararların karşılanması isteminin reddine ilişkin Komisyonun
kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine dayanılarak İlk Derece
Mahkemesince verilen ret kararında bariz bir takdir hatası yapıldığı yönünde
bir bulguya rastlanmamıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkinİddia
33. Başvurucular, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarının
ileri sürdükleri iddia ve dosyadaki maddi olguları karşılayacak nitelikte
olmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
34. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma
olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem
tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi
hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz
hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar
açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir
Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §
66).
35. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği
şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı,
kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık
bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanısıra
kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da
her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olupbu durumda üst dereceli mahkeme tarafından önceki
mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 26).
36. Somut başvuru açısından İlk Derece Mahkemesinin; Savcılık
soruşturma dosyası ve dosya kapsamında yer alan 24/12/1994 tarihli otopsi
tutanağını, maktulde ele geçirilen silahlar ve el koyma kararını, iddia ve savunma
çerçevesinde değerlendirerek başvurucuların çocuğunun güvenlik kuvvetleri ile
girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirildiği kanaatine ulaştığı ve davanın
reddine karar verdiği, Danıştay Onbeşinci Dairesinin
ise Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapmak suretiyle hükmü onadığı
ve karar düzeltme talebini reddettiği anlaşılmıştır. Başvurucular tarafından
temyiz ve karar düzeltme aşamasındaileri sürülen ve
davanın sonucunu etkilediğini iddia ettikleri taleplerin İlk Derece Mahkemesi
önünde özü itibarıyla dile getirildiği, Mahkeme kararında bu hususların
değerlendirildiği, bu kapsamda temyiz ve karar düzeltme aşamasında davayı
esastan etkileyecek nitelikte ayrıca cevaplandırılması gereken herhangi bir
iddianın ileri sürülmediği anlaşılmış; bu suretle Danıştay ilamlarının
gerekçesiz olduğuna yönelik iddianın yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığına
İlişkin İddia
38. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek
başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.Esas Yönünden
39. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda
davanınuzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. Bakanlık görüşünde, iki dereceli yargılama sisteminde
davanın yaklaşık altı yıl sürdüğü, benzer nitelikteki başvurularda verilen
kararlar ile mevcut başvuru kapsamındaki yargılama dikkate alındığında, önceki
kararlardan farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek bir nedenin
bulunmadığı belirtilmiştir.
41. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede
gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan
kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
42. Ancak toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların
karara bağlanma süresinin her durumda makul olduğu şeklinde bir değerlendirme
yapılması mümkün değildir.Başvuru
konusu olaydaki gibi Komisyon aşamasında geçen sürelerden ziyade yargılama
aşamasında geçen sürelerin göreceli olarak uzun olduğu durumlarda ayrıca
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
43. Somut olayda başvurucular tarafından 27/5/2005 tarihinde
Komisyona yapılan müracaatta, Diyarbakır 4 No.lu Zarar Tespit Komisyonunun
4/8/2006 tarihinde talebin reddine karar verdiği, kararın iptali istemiyle
11/1/2007 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucuların karar
düzeltme talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 19/3/2013 tarihli ilamı ile tamamlandığı, idari ve yargısal sürecin
7 yıl 9 ayda tamamlandığı, başvurunun karara bağlanma süresi toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşmiş ise de başvuruya konu uyuşmazlığın Komisyon
kararının iptaline yönelik olmasına ve davanın esastan çözümünün İlk Derece
Mahkemesince on bir ayda tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme
talepleri hakkında 5 yıl 3 ay 8 günde karar verilmiş olduğu, başvurucuların
tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğunun tespit
edilmediği, bu nedenle yaklaşık 6 yıl 2 ayda tamamlanan yargılamada makul
olmayan bir gecikmeninbulunduğu, makul sürede
yargılanma hakkı kapsamında dikkate alınması gereken sürenin de idari ve
yargısal sürecin tamamlandığı yaklaşık 7 yıl 9 ay olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
45. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
46. Başvurucular 60.000 TL maddi, 60.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
47. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
49. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular Osman Arslan, Şahibe
Arslan'a net 4.000 TL manevi
tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE; tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.