TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ GÜRBÜZ VE HASAN BAYAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/568)
|
|
Karar Tarihi: 24/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 13/8/2015-29444
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucular
|
:
|
1- Ali GÜRBÜZ
|
|
|
2- Hasan BAYAR
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Ülkede Özgür Gündem
Gazetesinin (Gazete) 25/6/2006 tarihli nüshasında yayımlanan bir yazı nedeniyle
ilgili gazete nüshasına el konulması, başvurucular hakkında kamu davası
açılması ve altı yıl beş ay süren yargılama sonucunda kovuşturmanın
ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle ifade
özgürlüğünün, duruşmada hazır bulunma hakkının ve makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/1/2013 tarihinde
İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 26/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/11/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 2/11/2014 tarihli görüş yazısı 13/1/2015 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü süresi içinde, 28/1/2014
tarihinde, Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu Ali Gürbüz,
İstanbul’da basılıp yayımlanan Gazetenin imtiyaz sahibidir. Hakkında verilen
cezalar nedeniyle yurt dışına çıkmış olup halen Almanya’da yaşamaktadır.
Başvurucu Hasan Bayar ise Gazetenin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapmıştır
ve birinci başvurucu yönünden belirtilen nedenlerle yurtdışına çıkmış olup
halen İsviçre’de yaşamaktadır.
8. Gazetenin 25/6/2006 tarihli
ve 847 sayılı nüshasının birinci ve dördüncü sayfalarında birbirinin devamı
niteliğinde bir haber yazısı yayımlanmıştır. Gazetenin birinci sayfasında
sürmanşet kısmında yer verilen “Mustafa
Kemal güncellensin” başlıklı haber yazısı şöyledir:
“Öcalan, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk-Kürt
ittifakı sayesinde bölünmekten kurtulduğunu söyledi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Mustafa Kemal’i sık sık
gündeme getirmesinin bir anlamı olduğuna işaret ederek, Mustafa Kemal’in
güncellenmesi gerektiğini söyledi. Kimilerinin Mustafa Kemal’le ilgili
düşüncelerine kızdığını ifade eden Öcalan, ‘Mustafa Kemal her şeyden önce her
konuda kendine bilimi esas alan bir liderdi. Bu durum önemlidir. Okuduğu dört
bin kitap incelenirse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır” dedi. Öcalan,
Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Kürt ittifakı sayesinde Türkiye’nin bölünmekten
kurtulduğunu vurgulayarak ‘Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerle
stratejik ittifakın önemini çok iyi kavramıştır ve bu ittifakı
gerçekleştirmiştir. Bunun gereği olarak Erzurum ve Sivas Kongrelerini
gerçekleştirmiştir’ dedi. ”
9. Gazetenin dördüncü
sayfasında, birinci sayfadaki haber yazısının devamına yer verilmiştir. “İttifak Türkiye’yi bölünmekten kurtardı”
başlıklı yazıda Abdullah Öcalan’ın ulus-devlete ilişkin görüşlerine yer
verilmiştir. Öcalan’a göre İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya, İspanya,
İngiltere gibi ülkeler üç yüzyıl önce inşa edilmeye başlayan ulus devleti
aşmışlardır. Öcalan’a göre Mustafa kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerle
stratejik ittifak yapmış ve bunun sonucu olarak Erzurum ve Sivas Kongrelerini
gerçekleştirmiştir. Öcalan, Mustafa Kemal’in Kürt karşıtı olmadığını, Onun
görüşlerinin Kemalistler tarafından inkar edildiğini,
1921 Anayasası’nın daha demokratik bir Anayasa olduğunu, Misak-ı Milli’nin Türkiye’nin demokratikleşmesinde bugün katkısı
olacağını iddia etmektedir. Daha sonra Öcalan, Kurtuluş Savaşında “Kürtlerle Türkler arasında yaşanan ittifakın”
önemine değinmekte ve bu ittifak yapılmamış olsaydı “Kürtlerin yaşadığı Kürdistan Coğrafyasının” bugün daha çok
parçaya bölünmüş olacağını, Erzurum, Diyarbakır ve Van gibi illerin Ermenistan
sınırında kalmış olacağını, Türkiye’nin Konya, Niğde, Nevşehir gibi İç
Anadolu’ya sıkışmış bir ülke olacağını savunmaktadır. Öcalan, Mustafa Kemal
Atatürk’ün liderliğindeki ittifak yapılmamış olsaydı Türkiye ve Ortadoğu
coğrafyasının nasıl şekilleneceğini ve İngiliz emperyalizminin egemenliğinde
kalacağını kendi bakış açısından anlatmıştır. Öcalan’a göre Cumhuriyeti Kuran
ve yaşatmaya çalışan Mustafa Kemal sonuçta “ihtilalcı bir kişiliğe sahipti” ve emperyalizm tehlikesini de gördüğü
için 1925 sonrasında Cumhuriyeti korumak amacıyla hareket etmiştir.
10. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca,
Gazetenin birinci ve ikinci baskısının 25/6/2006 tarihli 847. sayısının birinci
sayfasında yer alan “Mustafa Kemal
güncellensin” başlıklı ve devamı dördüncü sayfada yer alan “İttifak Türkiye’yi bölünmekten kurtardı”
başlıklı haber yazılarında “… ittifak
sağlanmamış olsaydı Kürtlerin yaşadığı Kürdistan coğrafyası bugün daha çok
parçaya bölünmüş olurdu. Bugün doğudaki toprakların çoğu; Erzurum, Van,
Diyarbakır gibi iller, Ermenistan sınırlarında kalacaktı. Irak tamamen
Araplaşacaktı, ...” gibi ifadelere yer verilerek terör örgütü
propagandasının yapıldığı gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır.
11. Cumhuriyet Başsavcılığı,
25/6/2006 tarihinde Beyoğlu Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinden 9/6/2004 tarihli ve
5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi ve 25. maddesinin ikinci fırkası
gereğince Gazete’nin ilgili nüshasına el konulmasını talep etmiştir. Beyoğlu 2.
Sulh Ceza Mahkemesi, 25/6/2006 tarihli karar ile talep doğrultusunda Gazete’nin
ilgili nüshasına el konulmasına karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu el koyma
kararına karşı itiraz yoluna gidilip gidilmediğini bildirmemiştir.
12. Beyoğlu Cumhuriyet
Başsavcılığı, 28/6/2006 tarihinde, Başvurucu Hasan Bayar’ın şüpheli sıfatıyla
ifadesine başvurmuştur. Başvurucu Hasan Bayar ifadesinde, soruşturma konusu
yazıların haber amaçlı olduğunu ve terör örgütü propagandası yapılmadığını
söylemiştir.
13. Yukarıda sözü edilen yazı
nedeniyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. ve 7.
maddelerinin ikinci fıkraları uyarınca cezalandırılmaları talebini içeren
Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 29/6/2006 tarihli iddianamesi ile
başvurucular hakkında Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:
“… sahibi ve sorumlu Yazı İşleri müdürü olduğu günlük
yayınlanan Ülkede Özgür Gündem isimli gazetenin 25 Haziran 2006 tarih ve 847.
Sayısının 1. sayfa(sın)da ‘Mustafa Kemal Güncellensin’
başlıklı yazıda,’… Öcalan, Türkiye’nin Kurtuluş savaşındaki Türk-Kürt ittifakı
sayesinde bölünmekten kurtulduğunu söyledi. Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan,
Mustafa Kemal’i sık sık gündeme getirmesinin bir anlamı olduğuna işaret ederek,
Mustafa Kemal’in güncellenmesi gerektiğini söyledi.’ 4. sayfada ‘İttifak
Türkiye’yi Bölünmekten Kurtardı.” Başlıklı yazıda, Kürtlerin yaşadığı Kürdistan
coğrafyası bugün daha çok parçaya bölünmüş olurdu. Bugün doğudaki toprakların
çoğu; Erzurum, Van, Diyarbakır gibi iller, Ermenistan sınırlarında kalacaktı…’
ibarelerle ve Beyoğlu 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 25.6.2006 gün ve 2006/2321 Müt El Konulmasına dair kararından (Şüphelilerin üzerine
atılı suçu işlediği anlaşılmakla) anlaşılmakla; Şüphelilerin yargılanmasının
Mahkemenizce açılıp yapılarak 3713 Sayılı Kanunu
6/2-son ve 7/2-son maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu
adına talep ve iddia olunur.”
14. Beyoğlu 2. Asliye Ceza
Mahkemesi 5/7/2006 tarihli tensip (duruşmaya hazırlık) tutanağında,
başvurucuların adli sicil kayıtlarının istenmesine, başvurucuların sanık
sıfatıyla ve davetiye yoluyla duruşmaya çağrılmalarına, dava konusu yayının
periyodu konusunda ilgili kolluk biriminden bilgi istenmesine karar
verilmiştir. Bununla birlikte aynı Mahkeme 6/12/2006 tarihli kararı ile
görevsizlik kararı vererek dosyanın (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun –mülga– 250. maddesi uyarınca görevli ve yetkili)
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
15. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi, 8/2/2007 tarihli tensip tutanağında başvurucuların çağrılmalarına,
duruşma gününün 7/6/2007 tarihi olarak belirlenmesine karar vermiştir.
Başvurucular, 7/6/2007 tarihli duruşmaya gelmemişlerdir. Mahkeme, Gazetenin
2006 Yılı Mayıs ayındaki ortalama fiili satış miktarı
ve birim fiyatı konusunda bilgi istenmesine, bu konuda edinilen bilgi
çerçevesinde başvuruculara ön ödeme tebligatı yapılıp yapılmayacağının
değerlendirilmesine, duruşmanın 11/9/2007 tarihine ertelenmesine karar
vermiştir. 11/9/2007 tarihli açık duruşmaya başvurucular gelmemişlerdir.
Duruşma sonunda başvuruculara isnat edilen suçun 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinde düzenlenen “önödeme” uygulaması kapsamında
kaldığı Mahkemece tespit edilerek başvuruculara “duruşmaya gelmedikleri taktirde yokluklarında karar verileceği”
meşruhatı ile ön ödeme bildiriminde bulunulmasına ve duruşmanın 29/11/2007
tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.
16. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi, 29/11/2007 tarihli duruşmada meşruhatlı
davetiye tebliğ edilen sanıkları dinlemeden nihai kararını vermiştir. Mahkeme,
başvurucuların “terör örgütünün
propagandasını yapmak” suçundan “…suçun
sabit olmadığı…” gerekçesiyle beraatlerine,
her iki başvurucunun “örgütün bildirisini
yayınlama” suçunu işledikleri kanaatine ulaşılarak 3713 sayılı
Kanun’un 6. maddesinin ikinci fırkası gereğince adli para cezası ile ayrı ayrı
cezalandırılmalarına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“Suça konu … gazetenin … 1. Sayfasında ‘Mustafa Kemal
Güncellensin’ başlıklı yazıda; terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın
açıklamalarına yer verilmiştir. Aynı gazetenin 4. sayfasında; ‘İttifak
Türkiye’yi Bölünmekten Kurtardı’ başlıklı yazı ile terör örgütünün
propagandasının yapıldığı iddia edilmiş ise de; yazı
içeriği incelendiğinde propaganda suçunun işlenmediği, yazının eleştiri
mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. 3713 Sayılı Yasanın 6/2. Fıkrası 29/06/2006
gün ve 5532 Sayılı Kanunla değiştirilmiştir. 5532 Sayılı Kanunla değişik 3713 Sayılı Yasanın 6/2. fıkrasında
terör örgütünün bildiri ve açıklamalarını basanlara ve yayınlayanlara 1 yıldan
3 yıla kadar hapis cezasının verileceği belirtilmiştir. Suç tarihinde
yürürlükte olan 3713 Sayılı Yasanın 6/2. fırkasında terör örgütünün
açıklamalarını yayanlara ve basanlara 5 milyon liradan 10 milyon liraya kadar
ağır para cezasının verileceği belirtilmiştir. Her iki yasayı
karşılaştırdığımızda suç tarihinde yürürlükte olan yasada öngörülen cezanın
sanık lehine olduğu anlaşılmaktadır.
…”
17. Başvurucular bu karara karşı
22/1/2008 tarihinde temyiz yoluna başvurmuşlardır. Temyiz başvurusunu inceleyen
Yargıtay 9. Ceza Dairesi 12/7/2012 tarihli ilamı ile Ağır Ceza Mahkemesinin
kararını bozmuştur. Yargıtay kararının ilgili kısımları şöyledir:
“…
1- Anayasa Mahkemesinin 26.11.2009 tarih ve 27418 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 18.06.2009
tarihli ve 2006/121 esas, 2009/90 sayılı kararı ile 3713 sayılı Kanunun 6.
Maddesinin 29.06.2006 tarih ve 5532 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değiştirilen
4. fıkradaki “sahipleri ve” ibaresinin iptaline karar verildiği gözetilerek,
sanık Ali Gürbüz’ün hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk
bulunması,
2- Sanık Hasan Bayar’a yüklenen suçun, tarihi, işlenme
yönetim ve temel şekli itibariyle gerektirdiği cezanın süresine göre; hükümden
sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında kanunun
geçici 1. maddesi kapsamında kaldığı ve anılan maddenin birinci fıkrasının “b”
bendinde yer alan “kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine karar
verili” şeklindeki düzenleme karşısında aynı Kanunun geçici 2. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde
zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, …”
18. Bozma kararı üzerine
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, 16/10/2012
tarihli ve E.2012/144, K.2012/266 sayılı kararla 6352 sayılı Kanun’un geçici 1.
maddesi gereğince başvurucular hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar
verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
1- Sanıklar … hakkında her ne kadar 3713 sayılı yasanın
6/2-son, 7/2-son maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası
açılmış ise de;
Sanıklar hakkındaki kovuşturmanın … Ertelenmesine,
2- Sanıklar erteleme kararının verildiği tarihten itibaren 3
yıl içerisinde 1. fıkra (Basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat
açıklama yöntemleri ile işlenen ve temel şekli itibariyle adli para cezasını ya
da üst sınırı 5 yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suç)
kapsamına giren yeni bir suç işlememeleri halinde 6352 sayılı Yasanın geçici
madde ½ maddesi uyarınca düşme karar verileceğinin,
Aynı süre zarfında 1. fıkra (…) kapsamına giren yeni bir suç
işlenmesi halinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkum olunduğu takdirde ertelenen kovuşturmaya devam
olunacağının,
6352 sayılı Yasanın geçici 1/4 maddesi uyarınca
kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiğinden, erteleme süresince dava
zamanaşımı süresinin işlemeyeceğinin sanıklara ihtarına,
6352 sayılı Yasanın geçici 1/7 maddesi uyarınca
kovuşturmanın ertelenmesine dair kararın adli sicilde bunlara mahsus bir
sisteme kaydedilmesi için kararın Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne
gönderilmesine,
…”
19. Başvurucular bu karara karşı
27/11/2012 tarihinde itiraz yoluna başvurmuşlardır. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 6/11/2012 tarihli kararıyla erteleme kararının usul ve kanuna uygun
olduğu gerekçesiyle başvurucuların itirazlarını kesin olarak reddetmiştir. Bu
karar başvurucuların müdafiine 17/12/2012 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucular Anayasa
Mahkemesine 2/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
21. 3713 sayılı Kanun’un 5532
sayılı Kanun’un 6. maddesi gereği değişen 7. maddesinin ikinci ve dördüncü ve
beşinci fıkraları şöyledir:
“…
Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına
yardım edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik
edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile
ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon
liradan birmilyar liraya kadar adli para cezası
verilir.
…
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın
yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak
etmemiş olan (…) yayın sorumluları hakkında da bin günden beşbin
güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
Yukarıdaki 2 nci
fıkrada belirtilen örgütle ilgili propaganda suçunun 5680 sayılı Basın
Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile işlenmesi
halinde, ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay
ortalama satış miktarının; ... yüzde doksanı kadar adli para cezası verilir.
Ancak, bu para cezaları yüzmilyon liradan az olamaz.
Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para cezasının
yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur.”
22. 9/6/2004 tarihli ve 5187
sayılı Basın Kanunu’nun “El koyma, dağıtım
ve satış yasağı” kenar başlıklı 25. maddesi öyledir:
“Soruşturma için sübut vasıtası olarak her türlü basılmış
eserin en fazla üç adedine Cumhuriyet savcısı, gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kolluk el koyabilir.
Soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış olması şartıyla
25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında
Kanunda, Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında, 765
sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci
fıkrasında, 153 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci
maddesinde, 311 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında, 312/a
maddesinde ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında öngörülen
suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla el
konulabilir.
…
Yukarıdaki fıkra uyarınca yasaklanmış yayın veya gazeteleri
bilerek dağıtanlar veya satışa sunanlar bu yayınlar yoluyla işlenen suçlardan
eser sahibi gibi sorumludurlar.”
23. 6352 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da
sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli
itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis
cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu
davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının
ertelenmesine,
karar verilir.
(2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten
itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi
hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında
birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı
kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya
kovuşturmaya devam olunur.”
24. Anayasa Mahkemesinin
18/6/2009 tarihli ve E.2006/121, K.2009/90 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
“Basın yayın organlarının sahipleri genellikle yayın
hayatına sermayesiyle katkı sağlayan kişilerdir. Konumları nedeniyle bu
kişilerin yayın işleri yönetimini şekillendirmek, yazı ve yayınları denetlemek
ve yayın üzerinde inceleme ve denetim görevi olduğunu kabul etmek mümkün
değildir. Yayınları inceleme ve denetim ödevi yayın sorumlusuna aittir. Yasak
eylemlerin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde basın yayın organlarının
sahiplerinin salt bu nitelikleri nedeniyle cezalandırılması ceza sorumluluğunun
şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle,
3713 sayılı Yasa'nın 6. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ''sahipleri
ve'' ibaresi Anayasa'nın 38. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 24/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/1/2013 tarihli ve 2013/568
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucular,
i. Yayınlanan yazılar nedeniyle
sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü oldukları Gazete nüshalarına el
konulmasının, yargılama sonucunda haklarında mahkûmiyet kararı verilmesinin ve
nihai olarak haklarındaki kovuşturmanın üç yıl süreyle ertelenmesine karar
verilmiş olmasının ifade özgürlüklerini ve dolayısıyla Anayasa’nın 25. ve 26.
maddelerini ihlal ettiğini,
ii. Haklarında yürütülen
yargılamanın altı yıl beş ay sürdüğünü, bu sürenin somut dava bakımından makul
olmadığını ve bu şekilde Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen adil yargılanma hakkının bir unsuru olan “makul sürede yargılanma” haklarının ihlal edildiğini,
iii. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/7/2012 tarihli son kararının duruşma yapılmadan dosya üzerinden
verildiğini, bu şekilde yargılamaya sanıklar veya avukatlarının katılmasının
engellenmesi ve kararın aleni olarak verilmemiş olması sonucunda “aleni yargılama” ve “aleni karar” haklarının ihlal edildiğini,
İleri
sürmüşlerdir.
iv. Başvurucu Ali Gürbüz,
Gazetenin imtiyaz sahibi olduğunu, bu nedenle 3713 sayılı Kanun’un 6.
maddesinin dördüncü fıkrası gereğince yargılandığını ve nihai olarak bu madde
gereğince hükmedilen cezanın ertelendiğini hatırlatmıştır. Başvurucu, 3713
sayılı Kanun’un 6. maddesinin, 29/6/2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanun’un 5.
maddesiyle değiştirilen dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “… sahipleri ve …” ibaresinin Anayasa
Mahkemesince iptaline karar verildiğini, bu şekilde eyleminin suç olmaktan
çıktığını, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin de kararı kendisi açısından bu nedenle
bozduğunu belirtmiştir. Başvurucu Ali Gürbüz, bozma sonrası yargılamayı yapan
İstanbul 9 Ağır Ceza Mahkemesinin Yargıtayın bozma
ilamına uyma kararı vermiş olmasına rağmen kendisi hakkında beraat kararı
vermek yerine erteleme kararı vermesinin Anayasa’nın 38. maddesinin birinci
fırkasında düzenlenen suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
27. Bakanlık, kabul
edilebilirliğe ilişkin olarak görüş sunmamıştır. Başvurucular, haklarında
yapılan yargılama sırasında Gazete nüshasına el konulduğunu, daha önce
mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, son olarak kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verildiğini ve böylece kovuşturma tehdidine maruz kaldıklarını, tek başlarına
bu kararların ifade özgürlüğü üzerinde baskı oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
28. Başvurucu Ali Gürbüz,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile kendisine isnat edilen eylemin suç
olmaktan çıkması nedeniyle hakkında beraat kararı yerine erteleme kararı
verilmesinin suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
Mevcut başvurunun koşullarında şikâyete konu gazeteye el konulması ve
başvurucular hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek kovuşturma
tehdidine maruz bırakılmalarının başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal edip
etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğinden, söz konusu şikâyetin ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği iddiaları ile birlikte değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
29. Başvurucular Derece
Mahkemesince kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin olarak verilen son kararın
duruşma yapılmadan dosya üzerinde verilmesi nedeniyle aleni yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Somut olayda, silahlı terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davasında başvurucular silahlı terör
örgütünün bildirisini yayımlamak suçundan adli para cezası ile
cezalandırılmışlardır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, İlk Derece Mahkemesinin
mahkûmiyet kararını Ali Gürbüz yönünden Anayasa Mahkemesinin 3713 sayılı
Kanunun 6. maddesinin 4. fırkasındaki “sahipleri
ve” ibaresini iptal etmesi nedeniyle başvurucunun hukuki durumunun
yeninden takdir ve tayini gerektiği gerekçesiyle bozmuştur. Yargıtay, Hasan
Bayar yönünden ise 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi nedeniyle hukuki
durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle
bozmuştur.
30. İlk Derece Mahkemesi,
kendisine ulaşan dosyayı mahkeme esasına kaydederek duruşma açmadan ve adı
geçen 6352 sayılı Kanun’a dayanarak her iki başvurucu hakkında yürütülen
kovuşturmanın ertelenmesine ve üç yıl denetimli serbestlik hükümlerinin
uygulanmasına karar vermiştir. Somut olayda çözümlenmesi gereken mesele,
başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin şikâyetleridir. Bununla
beraber ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin değerlendirmeler sırasında son
kararın duruşma yapılmadan dosya üzerinde verilmiş olması da
değerlendirilmelidir. Anayasa Mahkemesinin 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4.
fırkasındaki “sahipleri ve”
ibaresini iptal etmesi ve Yargıtayın Ali Gürbüz
yönünden mahkûmiyet kararını bu sebeple bozması, ifade ve basın özgürlüğüne
ilişkin inceleme sırasında ayrıca göz önünde bulundurulması gerekir.
31. Başvurucuların, başvuruya
konu gazete nüshasına el konulması ve haklarında kovuşturmanın ertelenmesi
kararı verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetleri ile haklarındaki yargılamanın yaklaşık 6 yıl 5 ay sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. İfade ve
Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiği İddiası
32. Başvurucular, haklarında
yapılan yargılama sırasında yayımladıkları bir haber nedeniyle Gazete nüshasına
el konulduğunu, haklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, fakat mahkûmiyet hükmü
kesinleşmeden son olarak kovuşturmanın ertelenmesi kararı verildiğini ve
böylece kovuşturma tehdidine maruz kaldıklarını, bu kararların ifade
özgürlükleri üzerinde baskı oluşturduğunu bu sebeplerle ifade özgürlüklerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
33. Bakanlık görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları
hatırlatılmış ve başvurucunun iddialarının bu kararlar doğrultusunda
değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık görüşünde, AİHM
kararlarına atıf yapılarak, ne yasaklanmış bir örgütün mensubu olan bir kişinin
ne de herhangi bir kimsenin hükümet politikalarını eleştirmesinin ifade
özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmayacağı belirtilmiştir. Bakanlık
görüşünde, başvuruya konu yazıda yer alan açıklamaların şiddeti teşvik edip
etmediğinin değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
34. Bakanlık görüşünde ayrıca
3713 sayılı Kanun’un 6. maddesinin ikinci fıkrasının değiştirildiğini, böylece
terör örgütünün her bildiri ve açıklamasının değil; cebir şiddet veya tehdit
içeren yöntemlerini meşru gösteren veya bu yöntemleri öven ya da bu yöntemleri
benimsemeye teşvik eden bildiri ve açıklamaların yayınlanmasının suç olarak
düzenlendiğini belirtmiştir. Bakanlık görüşünde yasaklanmış örgütlerin
açıklamalarını yayınlamanın kamuyu terör suçunu işlemeye özendirme ya da
terörizmi teşvik edip etmediğini değerlendirirken yalnızca mesajı verenin kim
olduğuna ve mesajın kime verildiğine bakılamayacağı, mesajın içeriği ile hangi
bağlamda yayınlandığına da bakmak gerektiği ifade edilmiştir.
35. Başvurucular, başvurunun
esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını
tekrar etmişlerdir.
36. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
37. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla,
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
38. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve
malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri
uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana
teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her
türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar,
başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar… “
39. Anayasa’nın 26. maddesinde
ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz Anayasa’nın 26. maddesinde ifade
özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve
“başka yollar” ifadesiyle her
türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın [GK], B. No: 2013/2602,
23/1/2014, § 43). İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve
özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi
veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı
olan basın da ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 73).
40. Basın özgürlüğünü kapsayan
ifade özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri
açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını
kapsar. İfade özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek
bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil
olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye
paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda
başkalarını ikna etme çabaları çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu
itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin
işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah
Öcalan, § 74).
41. Bu bağlamda toplumsal ve
siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve
serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini
serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir.
İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada,
bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir
değerdir (Emin Aydın, § 41).
42. Anayasa’nın 26. ve 28.
maddelerinin birinci fıkraları, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir
sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için
geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve
kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Açıklanan ve
yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması
sübjektif unsurlar ihtiva eder. Bu değerlendirmelerden hareketle ifade
özgürlüğünün alanının belirlenmeye çalışılması bu özgürlüğün keyfi biçimde
sınırlandırılması sonucunu doğurabilecektir. İfade özgürlüğü, başkaları
açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması
ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.
43. Bununla birlikte ifade
özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine
tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama
sebeplerine yer verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural
olarak 28. maddenin dördüncü fıkrası gereğince Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri
hükümleri uygulanacaktır. Bundan başka basın özgürlüğünün sınırlanmasında 28.
maddenin beşinci, yedinci ve dokuzuncu fıkralarında bazı özel sınırlama
sebeplerine yer verilmiştir. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlama sebepleri dikkate
alınmalıdır.
44. Ancak ifade ve basın
özgürlüklerine yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği
açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13.
maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade
özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde
yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında
yapılması gerekmektedir.
45. Yukarıda anlatılan ilkeler
ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra
da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti
46. Başvurucular, yapılan
yayınlar nedeniyle gazete nüshasına el konulmasından ve kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verilerek üç yıl denetim altına alınmalarından şikâyetçi
olmuşlardır. Başvuruya konu Gazeteye el konulmuş olması tereddüde yer
bırakmayacak şekilde ifade özgürlüğüne bir müdahale oluşturur.
47. Başvurucular, başvuruya konu
haberi yayımlamaları nedeniyle kendileri hakkında daha önce mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu ve sonuçta kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiş olsa bile
açılan kovuşturmanın kendilerini doğrudan etkilemesi nedeniyle ifade
özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca
haklarında uygulanan denetimli serbestlik süresi içerisinde yeniden
kovuşturmaya maruz kalma ve ceza alma riskinin sürdüğünü, mevcut durumun ifade
özgürlüğü üzerinde baskı oluşturduğunu ileri sürmüştür. Başvuruculara göre
mevcut durumda kovuşturulma korkusu gerçektir ve kendilerinin yayıncılık
faaliyetlerini engellemekte, ayrıca bu durum kendilerinde stres ve endişe
yaratmakta ve çalışmalarını ciddi biçimde sınırlamaktadır.
48. Hâlihazırdaki başvuruda,
başvurucular hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen
başvurucuların 2006 yılından itibaren yaklaşık 6 yıl süren soruşturma ve
kovuşturmadan doğrudan etkilendiğinin ve yayıncı olmaları nedeniyle daha ilerde
de soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalma riskinin bulunduğu iddiasının dikkate
alınması gerekir. Anayasa Mahkemesi, daha önceki bir kararında, mevcut
başvuruya benzer şikâyetlerde başvurucular hakkında devam etmekte olan
kovuşturma tehdidinin bir müdahale anlamına geldiğine karar vermiştir (Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014,
§§ 69-79). Mevcut başvuruda Anayasa Mahkemesinin yukarda zikredilen
içtihadından ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
49. Sonuç olarak bu koşullarda,
aynı soruşturma kapsamında aynı haber nedeniyle önce başvuruya konu Gazete
nüshasına el konulması ve ardından başvurucuların yargılanarak haklarında
kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi ile bir bütün olarak başvurucuların
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan ifade ve basın özgürlüklerine
müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
50. Yukarıda anılan müdahale
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir
veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin
ihlalini teşkil edecektir.
Kanunilik
51. İlk Derece Mahkemesi, 6352
sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarına dayanarak
muhakemenin ertelenmesine karar vermiştir. Buna karşın başvurucu Ali Gürbüz’ün
yargılanmasının hukuki sebebi olan 3713 sayılı Kanun’un 6. maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan “sahipleri”
ibaresi, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve daha sonra Yargıtay başvurucunun
hukuki durumunun yeninden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle
İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtay başvurucunun hukuki
durumunun yeninden değerlendirilmesini istemiş ise de bu, başvurucunun
eyleminin suç oluşturduğu anlamına gelmemektedir. Öte yandan başvurucu hakkında
muhakemenin ertelenmesi kararı verilmesinin kanuni dayanağı olmakla birlikte
başvurucu hakkındaki yargılamanın devam ettirilmesinin kanuni bir temelin
bulunup bulunmadığı belirgin değildir.
52. Mevcut davanın koşullarında
Anayasa Mahkemesinin kanunilik ölçütüne ilişkin değerlendirmeleri başvurucu Ali
Gürbüz’ün eyleminin suç oluşturup oluşturmadığı meselesi ile iç içe
geçmektedir. Bu konuda İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay bir değerlendirmede
bulunmamıştır. Bu durumda müdahalenin kanuniliğinin incelemesi sırasında derece
mahkemelerinin yerine geçme tehlikesi bulunmaktadır. Bu sebeple bu konuda daha
fazla değerlendirme yapmak yerine her iki başvurucunun ifade özgürlüğüne
yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gerekleri ölçütüne uygunluğunun
tartışılması uygun bulunmuştur.
Meşru Amaç
53. İfade özgürlüğüne yapılan
bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen amaçlara yönelik olması gerekir (bkz. Abdullah Öcalan, B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 84).
54. Başvurucular hakkında
düzenlenen iddianame ve derece mahkemelerinin kararları bir bütün olarak
değerlendirildiğinde başvurucuların “şiddet
veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda” yaptıkları iddia edilmiştir. Söz konusu isnat nedeniyle
başvurucuların yargılanmalarının, PKK terör örgütünün faaliyetleri ile mücadele
kapsamında millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılmasına yönelik çalışmaların bir parçası olduğu ve bunun
da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin ikinci ve 28.
maddesinin yedinci fıkraları kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
Demokratik Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
55. Başvurucular, yayınladıkları
gazete haberinde cebir ve şiddete veya diğer terör yöntemlerine çağrı
bulunmadığını, güncel olaylara ilişkin bazı siyasal değerlendirmeler nedeniyle
yargılanmak suretiyle ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik
toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
56. Bakanlık görüşünde, ifade
özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı
kılacak “konuyla ilgili ve yeterli
gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin
bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
57. İfade özgürlüğü bazı
sınırlandırmalara tâbi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13.
maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
58. 1982 Anayasasında belirtilen
“demokratik toplum düzeninin gerekleri”
kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in “demokratik toplumun gerekleri” ölçütünün
bulunduğu 8., 9., 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır.
Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik
temelinde yorumlanmalıdır (Abdullah Öcalan,
§ 93).
59. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir
niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son
önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir
toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare
niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir
olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).
60. Demokratik toplumun
temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya
toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden
ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum
düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin
gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).
61. Hak ve özgürlüklere
yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de
Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”dir.
Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,
ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın
denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde,
hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve
orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Abdullah
Öcalan, § 97; Sebahat Tuncel,
B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).
62. Bu bağlamda, ifade
özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç
baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu
olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden
olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade
özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup
koyamadığı olacaktır (Abdullah Öcalan,
§ 97).
63. Yapılacak
değerlendirmelerde, söz konusu Gazete haberinde bahsedilen konuların toplumun
bir kesimini ilgilendiren toplumsal meselelere ilişkin olduğunun da göz önüne
alınması gerekir. Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında, kamunun çıkarlarına
ilişkin siyasi konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların
sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı
olduğuna işaret etmek gerekir. Öte yandan ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama
getirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası,
şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı
göstermek gibi bu özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda ise Devlet
otoriteleri müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (Abdullah Öcalan, B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 99). Bu sebeple öncelikle, söz konusu Gazete haberinde, iddianame
ve derece mahkemesi kararlarının gerekçelerinde belirtildiği şekilde, PKK terör
örgütünün propagandasının yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi
gerekmektedir.
64. İfade özgürlüğüne ilişkin
bireysel başvurularda, ifadelerin
bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13. ve 26.
maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul
edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına
neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade
edildiği bağlamdan koparıldığında “milli
güvenlik” için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir
müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır. Bu nedenle somut başvuruda derece
mahkemelerinin kararlarında belirtilen ifadeler ile bunların ifade edildiği
bağlam, yazarın kimliği, yazılma zamanı, amacı, hitap ettiği kişilerin
kimlikleri, muhtemel etkileri ve haberdeki diğer ifadelerin tamamı bir bütün
olarak ele alınmalıdır. Bundan başka, söz konusu haberde ileri sürülen
düşüncelerin içeriğine ve hangi bağlamda dile getirildiğine dikkat edilmesi,
müdahalenin “arzulanan hedeflere uygun”
olup olmadığının ve ulusal makamlar tarafından öne sürülen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir (Abdullah
Öcalan, § 100).
65. Başvuruya konu haberde
Abdullah Öcalan’ın Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüşleri aktarılmıştır.
Öcalan, Mustafa Kemal’in kendisine bilimi ölçü alan bir lider olduğunu,
Kurtuluş Savaşında Kürt-Türk ittifakını yaparak ülkenin bölünmesini
engellediğini düşünmektedir. Öcalan’a göre Mustafa Kemal, Kürtlerle stratejik
ittifakın gereği olarak Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirmiş ve bunun
sonucunda da Doğu’daki toprakların çoğu; Erzurum, Van, Diyarbakır gibi iller
Ermenistan sınırında kalmamıştır. Öcalan, Kürt-Türk ittifakı yapılmamış olsaydı
“Kürdistan’ın” daha çok parçaya
bölüneceğini, aynı şekilde Anadolu’nun da küçük parçalara bölünerek
emperyalizmin egemenliğinde kalacağını iddia etmektedir. Gazete haberinin geri
kalanında Öcalan’ın ulus-devlet anlayışının aşılması gerektiği, bir din haline
getirilen milliyetçiliğin insanlığa büyük zararları olduğu yönündeki görüşleri
aktarılmıştır. Öcalan, aktarılan görüşlerinde, Mustafa Kemal’in Kürt karşıtı
olmadığını ve 1921 Anayasası’nın ise en demokratik anayasa olduğunu savunmaktadır.
66. Beyoğlu 2. Sulh Ceza
Mahkemesi, başvuru konusu haberde terör örgütü propagandası yapıldığı
gerekçesiyle Gazete’nin ilgili nüshalarına el konulmasına karar vermiştir.
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi ise 29/11/2007 tarihli kararında haberde dile
getirilen düşüncelerin propaganda vasfında olmadığı, terör örgütünün açıklaması
niteliğinde olduğundan bahisle başvurucuların cezalandırılmalarına karar
vermiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kanun değişiklikleri nedeniyle (§ 17-21) kararı
usulden bozarak ilk Derece Mahkemesine göndermiş ve mahkeme herhangi bir
gerekçeye dayanmadan kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermiştir.
67. Abdullah Öcalan’ın bazı
konulardaki görüşlerini yayımlanmasının “terör
örgütünün açıklamalarını yayınlamak” suçunu oluşturduğu kabul
edilmesi ve bu nedenle de başvurucular hakkında kovuşturmanın ertelenmesi
kararı verilmesini irdelemek gerekir. Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine
bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı
gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve
düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne
müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve
grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan
yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından
kabul edilemez (Abdullah Öcalan,
§ 101).
68. Başvurucuların yayınladığı
gazete haberi gibi “basın açıklamalarının”
sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı
olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu otoriteleri veya toplumun bir kesimi için
hoş olmayan düşüncelere, şiddeti teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı
göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece sınırlama
getirilemez.
69. Oysa Gazete haberi bir bütün
olarak incelendiğinde şiddeti övdüğü, kişileri terör yöntemlerini benimsemeye
başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı
direnişe tahrik ve teşvik ettiği değerlendirilmemiştir. Aksine haberde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında gelişen birtakım olaylar analiz edilmekte
Mustafa Kemal Atatürk’ün ulus devlet ve emperyalizme ilişkin bazı düşünceleri
dile getirilmektedir.
70. Hal böyleyken gazeteye el
koyma kararında söz konusu yazıda “terör
örgütünün propagandası” yapıldığı şeklindeki gerekçe de; söz konusu haberinin yayınlanmasının “terör örgütünün açıklamalarını yayınlamak”
suçunu oluşturduğu kabul edilmesi ve bu nedenle de başvurucular hakkında
kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin gerekçesi de ilgili ve yeterli
gerekçeler sayılamaz.
71. Üstelik başvurucu Ali
Gürbüz’ün İlk Derece Mahkemesince mahkûm edilmesine dayanak yapılan kuralın
Anayasa Mahkemesince iptal edildiği ve mahkûmiyet kararının söz konusu iptal
kararı nedeniyle başvurucunun hukuki durumun yeninden değerlendirilmesi için Yargıtayca bozulduğu dikkate alınmamıştır. İfade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikayetin
değerlendirilmesi sırasında İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuyu duruşmaya
çağırarak ve başvurucu ile birlikte davanın diğer süjelerinin yargılamaya
etkili bir biçimde katılmalarını sağlayarak Yargıtayın
bozma kararında belirttiği incelemeyi yapmadığının da göz önünde bulundurulması
gerekir.
72. Somut başvuruda şikâyete
konu Gazete nüshasına el konulmuş, başvurucular yayınladıkları haber nedeniyle
yaklaşık 6 yıl 5 ay soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulmuş ve sonuçta Anayasa
Mahkemesinin iptal ve Yargıtayın bozma kararları
değerlendirilmeye alınmadan kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek
başvurucular bir ceza tehdidi altında bulundurulmaya devam edilmiştir.
73. Yukarıdaki hususlar dikkate
alındığında, başvurucuların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin arzulanan
amaçlara uygun olmadığı ve dolayısıyla da “demokratik
bir toplumda gerekli” olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle
başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade
ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul
Sürede Yargılanma Hakkı
74. Başvurucular, haklarında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
75. Başvurucular hakkındaki suç
isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının
görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de,
Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
76. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
77. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, şikayete konu Gazeteye el konulmasına karar
verildiği ve böylece başvurucuların isnattan haber oldukları anlaşılan
25/6/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai
kararın verildiği tarihtir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından
sürenin bitiş tarihinin, başvurucular hakkındaki suç isnadına ilişkin olarak verilen
kovuşturmanın ertelenmesi kararının kesinleşme tarihi olan 6/11/2012 tarihi
olduğu anlaşılmaktadır.
78. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, başvuru konu Gazetenin 25/6/2006 tarihli nüshasına
Beyoğlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi 25/6/2006 tarihinde el konulmasına karar
vermiştir. Başvurucular hakkında 29/6/2006 tarihinde Asliye Ceza Mahkemesinde
kamu davası açılmış, mahkeme 6/12/2006 tarihinde görevsizlik kararı vererek
dosyayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi 8/2/2007 tarihinde tensip yapmış, 7/6/2007, 11/9/2007 ve 29/11/2007
tarihlerinde duruşma yaparak son duruşmada karar vermiştir. Temyiz üzerine
karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12/7/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur.
Bozma kararı üzerine İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 16/10/2012 tarihinde
başvurucular hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir.
Başvurucuların bu karara karşı yaptıkları itiraz İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 6/11/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
79. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B.E.,
§§ 22-45).
80. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısına ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliğine bir bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık 6 yıl 5 aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
81. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması
82. Başvurucular, her biri için
10.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
83. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvurucuların
yayınladıkları haber nedeniyle gazeteye el konulduğu, başvurucuların, yaklaşık
6 yıl 5 ay yargılandıkları ve halen kovuşturma tehdidinin devam ettiği nazara
alındığında, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuların her birine ayrı ayrı takdiren
net 8.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
86. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
87. Haklarında verilen
kovuşturmanın ertelenmesi kararı nedeniyle başvurucular halen denetimli
serbestlik tedbiri, dolayısıyla kovuşturma ve ceza tehdidi altında bulunmakta
ve bu husus ifade özgürlüğünü ihlal etmektedir. Bu sebeple başvurucular
hakkındaki ceza davasında 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca ihlali ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden
yargılama yapılması gerekir. Kararın bir örneği İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmelidir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların;
1. İfade ve basın özgürlüğü ile
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 26. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile Anayasa’nın 28.
maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuların her birine ayrı ayrı net 8.000,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.
E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca ihlali ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için YENİDEN YARGILAMA YAPILMASINA, bu amaçla
kararın bir örneğinin İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
24/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.