TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN AYDER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5690)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan AYDER
|
Vekili
|
:
|
Av. Ramazan DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur
bırakılması sonucu özel hayatın ve mülkiyet haklarının, 17/7/2004 tarihli ve
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı
açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/7/2013 tarihinde İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/2/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 3/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/2/2016 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Diyarbakır ili Lice ilçesinde ikamet
etmekteyken1993 ile1994 yılları arasında yoğun terör olayları yaşanması
nedeniyle güvenlik güçleri tarafından göçe zorlandığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 20/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. 4/2/2009 tarihli ve 2009/5-97 sayılı Komisyon kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda "...müracaatçıya; tapu
kayıtlarında Lice merkezde şahsın 1993 yılına ait değirmen tapusuna rastlanmadığından
değirmen talebinin kabul edilmemesine, bahçe arazisi için 5.586,00 TL, sulu
arazi için 12.474,00 TL, susuz arazi için 4.480, 00 TL, yaş bağ için 7.896,00
TL MAL VARLIĞINA ULAŞAMAMA nedeniyle oluşan; toplam 30.436,00 TL
ödenmesi..."
kararı
verilmiştir.
10. Başvurucu tarafından sulhname
tasarısı kabul edilmeyerek 15/7/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.
11. Başvurucu tarafından zararları konusunda yeterince araştırma
yapılmadığı, zararlarının karşılanmadığı gerekçesiyle Komisyon kararının iptali
istemi ile Diyarbakır İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talepli dava
açılmıştır.
12. Dava, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 30/11/2010 tarihli ve
E.2009/2028, K.2010/2447 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin
ilgili bölümü şöyledir;
"...Davacı
tarafından davacının su değirmeninin zarar görmesi ve içindeki eşyalar ve
değirmenin işletilememesinden kaynaklı mahrum kalınan kâr talep edilmekte
ayrıca arazi, bağ ve bahçe zararlarının daha fazla olduğu iddia edilmektedir.
Bakılan davada davacı tarafından Lice
İlçesinin Merkezinde 1993 ve 1994 yıllarında gerçekleşen olaylar sonucu nedeni
ile zarara uğradığından bahisle başvuru yapıldığı, ancak anılan dönemde
gerçekleşen olaylar üzerine zarara uğrayan şahıslar tarafından Lice Sulh Hukuk
Mahkemesine başvurularak hemen zarar tespiti yaptırıldığı, oysa davacı
tarafından olayın akabinde değil olaydan yıllar sonra 2001 yılında tespit
yapılması için mahkemeye başvurulduğu, bu tespit sırasında da yapıların olaylar
nedeni ile zarar gördüğüne dair bir belirleme yapılmadığı, bunun yanında yine
olaylar sonrasında zarar görenlere dair hem İl Bayındırlık ve İskan
Müdürlüğünce hem de Lice Belediyesi tarafından listeler tutulduğunu, davacının
her iki listede de isminin bulunmadığı görülmüştür.
Davacının bağ, bahçe, arazi, ağaç ve mahrum
kalınan gelir zararına ilişkin olarak, davacı tarafından hukuken geçerli hiçbir
somut bilgi ve belgenin dava dosyasına sunulmaması, yer verilen tutanak ve
tespitlerde de bu kalemlere ilişkin bir tespitin yapılmamış olması nedeniyle
istemin bu yönünün karşılanmasına imkan
bulunmamaktadır.
Bu durumda davacının Lice İlçe Merkezinde
yaşanan olaylar nedeni ile zarar görmediği anlaşıldığından talebin reddine
ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Davacının maddi tazminat istemine gelince,
davacının meydana gelen olaylarda zarara uğradığının ortaya konulmamış olması
karşısında davacıya tazminat ödenmesine olanak bulunmamaktadır.
5233 sayılı Yasa hükümlerine göre manevi
tazminat ödenmesinin olanaklı olmaması karşısında davacının manevi tazminat
isteminin de kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. "
13. Komisyon, İdare Mahkemesinin kararı üzerine 23/2/2011
tarihli ve 2011/5-107 sayılı kararıyla başvurucunun talebinin reddine karar
vermiştir.
14. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/11517, K.2012/129 sayılı ilamıyla hükmün
onanmasına karar verilmiştir.
15. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve
E.2012/9166, K.2012/14088 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
16. Başvurucu 23/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
18. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; ikamet ettiği Diyarbakır ili Lice ilçesinde 1993
ile 1994 yılları arasında terör olaylarının yoğunlaşması nedeniyle güvenlik
güçleri tarafından göçe zorlandığını, mal varlığına ulaşmasının engellendiğini;
tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim kaynaklarından mahrum kaldığını; evinin
yakıldığını, göç nedeni ile kira, taşınma gibi zararlarının olduğunu, Zarar
Tespit Komisyonlarının tarafsız olmadığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında
yaptığı talepten ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, başvurusunun
sonuçlandırma süresinin çok uzun sürdüğünü, Komisyonlar tarafından adil, etkin,
makul bir inceleme yapılmadığını; idari yargı makamlarının şekli bir
değerlendirme ile karar verdiğini, gerekli araştırma ve incelemelerin
yapılmadığını, Valilik tarafından uygulanan birim fiyatların hakkaniyetle
bağdaşmayacak derecede düşük olduğunu, zararların giderimi için etkili bir
hukuk yolu olmadığını, zorunlu göçün Kürt halkına yönelik resmî bir idare
politikası olarak geniş ve yaygın bir biçimde uygulandığını, göçten sonraki
süreçte zararlarının tazmini için yasa yolunun oluşturulmadığını, manevi
tazminat istemli dava açmasına rağmen araştırma yapılmadan davasının
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 10., 17., 20., 35., 36. ve
40.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu
ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamındaki
zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın
10., 17., 20., 35., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun
ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu zorunlu göçün Kürt halkına yönelik resmî bir idare
politikası olarak geniş ve yaygın bir biçimde uygulandığını, göçten sonraki
süreçte zararlarının tazmini için yasa yolunun oluşturulmadığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa
yönelik belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu; Komisyonca verilen kararın akabinde açtığı
davadan sonuç alamadığını, göç etmeye mecbur kalması nedeni ile mal varlığına
ulaşamadığını; tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim kaynaklarından mahrum
kaldığını, evinin yakıldığını, göç nedeni ile kira, taşınma gibi zararlarının
olduğunu, köy boşaltma eylemleri ile anılan zararlara sebebiyet verilmiş
olmasına rağmen zararlarının tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuş; yargılama sürecinde yapılan incelemeler ve
lehine olmayan yargı kararı temeline dayandırıldığı tespit edilen bu iddiaların
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Başvurucu; yargılamanın adil olmadığı iddiası kapsamında
ayrıca Komisyon kararlarının esastan incelenmediğini, yeterli araştırmanın
yapılmadığını, 1993 ve 1994 yıllarında yaşanan olaylar neticesinde güvenlik
nedeniyle göçe mecbur bırakıldığını ve o tarihte zararlarını tespit etmesinin
beklenemeyeceğini, oluşan zararları için yeterli bir giderim imkânı
sağlanmadığını iddia etmiştir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
29. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
30. Başvurucu; maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri
neticesinde zararının eksik hesaplandığını ve davasının reddedildiğini, bu
kapsamda Derece Mahkemesince delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç
itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte olup başvurucunun iddialarının özünün
Derece Mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, başvurucu ve idare
tarafından sunulan bilgi ve belgelerden, söz konusu olayla ilgili olarak anılan
dönemde gerçekleşen olaylar üzerine zarara uğrayan şahıslar tarafından Lice
Sulh Hukuk Mahkemesine başvurularak hemen zarar tespiti yaptırıldığı ancak
başvurucunun olayın akabinde değil olaydan yıllar sonra 2001 yılında tespit
yapılması için Mahkemeye başvurduğu, bu tespit sırasında da yapıların olaylar
nedeniyle zarar gördüğüne dair bir belirleme yapılmadığı, ayrıca olaylar
sonrasında zarar görenlere dair hem İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce hem de
Lice Belediyesi tarafından listeler tutulduğu, başvurucunun her iki listede de
isminin bulunmadığı; bağ, bahçe, arazi, ağaç ve mahrum kalınan gelir zararına
ilişkin olarak başvurucu tarafından hukuken geçerli hiçbir somut bilgi ve belgenin
dava dosyasına sunulmadığı, yer verilen tutanak ve tespitlerde de bu kalemlere
ilişkin bir tespitin yapılmamış olması nedeniyle istemin bu yönünün
karşılanmasına imkân bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar
verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek
suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme talebi ise
reddedilmiştir. Başvurucunun, gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenecek olan
manevi zararlarının değerlendirilmesi hususu dışında anılan iddialarına yönelik
olarak bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
35. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
36. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu
tarafından 20/12/2004 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233
sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde
4/2/2009 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 1/9/2009
tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun karar düzeltme
talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin
13/12/2012 tarihli kararı ile tamamlandığı, somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığındatoplamda geçen 7 yıl 11 aylık sürede,
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğineİlişkin İddia
38. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu; araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe
gösterilmeden manevi tazminat taleplerinin reddedildiğini, yıllardır yaşadığı
yerleşim yerinden göçe zorlandığını, özel hayatının ihlal edildiğini ve manevi
zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir. Anılan iddialar Anayasa'nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar
hakkı açısından incelenmiştir.
40. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine
göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış
olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
41. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı
mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme
yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın
içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No:
134/1996/753/952,19/2/1998, § 42).
42. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, §
53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de
tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların
usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz
incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate
alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa
Kahraman, § 37).
43. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan
Komisyona başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için toplam
30.436 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tazminat miktarının
eksik hesaplandığı gerekçesiyle sulhnameyi
imzalamayarak İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava
açmıştır.
44. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 30/11/2010 tarihli kararıyla
başvurucunun meydana gelen olaylarda zarara
uğradığının ortaya konmamış olması karşısında başvurucuya maddi tazminat
ödenmesine olanak bulunmadığına, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun
kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş; temyiz merciince
de bu karar onanmıştır.
45. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları
hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca
bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam
olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili
hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015,
§ 51) .
46. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi
zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların
karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya
eylemi nedeniyle hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere
başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, §
81).
47. Başvurucu, Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a,
tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa
Mahkemesi kararında (Abbas Emre,
§ 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi
tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucu, anılan
iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. §
12) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu
merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
48. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta
gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
49. Bu durumda başvurucunun 1993 ve 1994 yıllarında terörle
mücadeleden dolayı göçe zorlanması neticesinde manevi zarara uğradığından
bahisle 1/9/2009 tarihinde açtığı tam yargı davasında ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi
tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın
AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun
kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak
başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233
sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir
düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi, adil
yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya
koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
50. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
52. Başvurucu, başvuru formunda belirtiği maddi ve manevi
tazminat miktarlarının ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.
53. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapmak üzere Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talep edilmiş
olmakla beraber maddi tazminat talebi açısından, başvurucunun uğradığını iddia
ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi
tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebi açısından ise yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir giderim
oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki
gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.